(Not: Bu yazıyı Mert'in adına yazıyorum, onun düzeltme projesi uzun sürsün ve adam sıkılmasın diye.)
Dün Boğaziçi'ndeki ikinci (ve son) sömestirim sona erdi. Bütün projelerimi, sınavlarımı, ve yazılarımı bitirdim. Ve bu sabah uyandığımda, takvimimin tamamen boş olduğunu görünce panik yaptım. Projesiz, amaçsız yaşayamam. Biraz hastayım öyle. Sonra burada hiçbir yazı yazmadığımı hatırladım ve işe başladım. Paylaşmak istediğim şey aslında derslerimle ilgili (hayatımda başka bir şey yok çünkü); bu sömestir Türk politikasıyla ilgili bir ders aldım. Profesörü pek sevmedim... “Bak bu cahil Anadolululara, kime oy verdiler şimdi” gibi “şakalar” sık sık yapıyordu adam, ve yine de (şişman ve yaşlı olmasına rağmen) sınıf ona aşık olan kızlarla doluydu, bütün söylediklerine gülüyorlardı, içlerini çekiyorlardı, falan..
Her neyse, önemli olan şey, bu ders için final olarak bir grup projesi vardı; 1940'tan sonra gelen bir on yıllık dönemi seçip, özel bir partinin ya da sosyal grubun bakışından o dönemdeki tarihi “yeniden anlatmamız” gerekiyordu.
Grubumdakilerle, hep birlikte (6 kişiydik) doksanlardaki Kürt hareketleriyle ilgilenmeye karar verdik. İşte Halkın Emek Partisi'nin (HEP) kuruluşu ve Leyla Zana'nın mecliste Kürtçe konuşması ile başlayan ve Öcalan'ın yakalanmasıyla biten dönem. Projenin büyük bir kısmı o zamanki politikacılar ve önemli aktörlerle röportaj yapmaktı, toplam 6 tane bir saatlik röportaj oldu. Asıl makale tam istediğim gibi olmadı (profesörün istediği formata göre yazmak zorunda kaldığım için, bir de ders asistanları bunu kontrol edecek diye korkup büyük kelimeler kullanmamaya çalıştığım için - makale İngilizce yazıldı), ama yaptığımız röportajların bazı noktalarını ilginç buldum ve onları sizinle paylaşmak istiyorum.
Sadece resmi makale için izin aldığımızdan dolayı, konuştuğumuz kişilerin adlarını vermek istemiyorum, ama yeteri kadar kontekst olsun diye biraz bilgi vereyim. Röportajlar, Demokratik Toplum Partisi'nde (DTP) çalışan bir adam, 90'larda Sosyaldemokrat Halk Partisi'nin (SHP) bir milletvekili, İstanbul Kürt Enstitüsü'nde (İKE) çalışan bir insan (bunu ben yaptım), Kürt bir tiyatro sanatçısı, İstanbul'da bulunan bir tarih profesörü ve son olarak Kürt bir gazeteci ile yapıldı. Sorduğumuz sorular çok geniş ve çeşitli olduğu için, ben burada sadece ilgimi çeken alıntılardan bazılarını vereceğim.
Şimdi ben susayım, onlar konuşsun... (Zaten onların Türkçeleri daha güzel.)
Kürt sorununu nasıl tanımlamalıyız?
İKE'li: Yani, bence ortada bir Kürt sorunu yok, ortada bir Türk sorunu var ... Aslında bu benim lafım değil tabii, sanırım Murat Belge işte, bir konferansta demişti işte biz hangi soruna elimizi atıyorsak, neye elimizi atıyorsak sorunu geliyor. İşte biz, Kıbrıs Meselesi artık Kıbrıs sorunu çıktı. Ermeni sorunu çıktı, Kürt sorunu çıktı. O anlamda ortada bir Türk sorunu var aslında.
HEP'in kuruluşu üzerine:
DTP'li: HEP’in kurulması, Paris'te Kürt sorunu tartışılırken SHP’nin içindeki Kürt kökenli milletvekillerinin sorunla ilgilenmesi bir nevi CHP’nin az önce bahsettiğim Kürt sorunundaki manipülasyonunun sonucudur. Manipüle edemeyeceğini anladığında bu sorunla ilgilenen Kürt kökenli milletvekillerini kendi içinden tasfiye etme kararı almıştır.
Tiyatro Sanatçısı: 91'de SHP listelerinden Kürt kimliğiyle meclise giren 18 milletvekili çok büyük reaksiyonlarla, tepkilerle karşılaştılar. Yani mesela Leyla Zana’nın Kürtçe yemin etmesi (ortada yemin falan da yoktu sadece “bu yemini Türkler ve Kürtler için ediyorum” demişti). Şimdi bugün de mecliste konuşma yapılıyor, demek ki o zaman da böyle kıyamet koparacak bir şey yokmuş. Kimileri bunu gereksiz bir eylem olarak gördü…. Kendini ifade etmesi açısından Kürtlerin ruhsal olarak yansıması olarak görüyorum. Sadece Leyla Zana’nın bireysel bir inisiyatifi olduğunu, bir çıkışı olduğunu düşünmüyorum çünkü o milyonlarca Kürt'ün yüreğine su serpti, milyonlarca Kürt'ün yapmasını istediği bir eylemdi, yapmasını istediği bir davranıştı.
SHP'li: Şimdi şöyle, biliyorsunuz, 91 seçimlerine biz giderken, Kürt kesiminden arkadaşlarımız bizim listelerimizden girdiler parlamentoya. Sonra parlamentodan çıkarıldılar. Ama ben bir sosyal demokrat olarak isterdim ki, Kürt arkadaşlarımız, SHP içerisinde, parlamento içerisinde bu sorunun çözümü icin bizlere katkıda bulunsunlar ve daha güçlü olalım. Fakat çeşitli sebeplerden arkadaşlarımız ayrı bir yola gittiler ama gelinen noktada bağımsız olarak da parlamentoya girseler şimdi bir DTP grubu var. Tabii ki Kürt bölgesinden seçilmiş ve parlamentoda grup kurmuş arkadaşları, belediye başkanı olmuş veya belediye meclislerine girmiş arkadaşları dikkate almak gerekir çünkü onlar Kürt kesiminden çok önemli bir oy aldılar ve özellikle yerel meclisleri onlar oluşturuyorlar, halkın nabzını tutan insanlar. Onların bu konudaki talepleri, dikkate alınmalıdır. Onlarla konuşulmalı ve dışlanmamalıdırlar.
Kişisel anılar:
Gazeteci: Siz gazeteceliği bir iş olarak yapmamayı öğreniyorsunuz. Bir mücadele alanı olarak görmeye başlıyorsunuz. Kapatılmalar, baskı görmeler, hedef gösterilmeler bunu getiriyor. Biliyorsunuz bizim gazetemiz şimdiye kadar 30'un üzerinde gazete çıkardı ... ve bu gazetelerin neredeyse hepsinin birkaç istisna dışında devlet tarafından yayını duruludu, sürekli gazetecileri ölümle tehdit edildi hatta ölümü yaşadı.
Tiyatro Sanatçısı: Mesela, çok somut bir şey, biz 96’da bir dergi çıkartıyorduk. Bir edebiyat dergisiydi, şiir yazıyordum. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı beni çağırdı ... dedi ki ... bu dergiye dava açmak lazım (Kürdistan sözcüğü geçiyor diye). Dedim dava açacaksanız açabilirsiniz (zaten Kürtçe dergi) ... Keza 97’de oyunlarımız yasaklandı, bir oyun sahnede basıldı. Oyunda şalvarlıydık rol gereği. Öyle gözaltına alındık. Bir sonraki gün, hâkim karşısına çıkıyoruz tabii şalvar bağlarını aldılar biz de şalvar düşmesin diye bir elimizle şalvarın önünü tutuyorduk. Tabii bunların çoğunda da; birinde ceza aldık bir yıl, paraya çevrildi, affa uğradık, bilmem ne oldu falan.
İKE'li: Ben, yok, [hapishaneye] çok fazla girmedim.
Ordu Konusunda:
Profesör: Yani bugün Kürt sorunu bitse, biz biraz sorgulamaya başlarız, değil mi? Yani bir milyon kişilik orduya ihtiyacımız var mı diye sorgulamaya başlarız. Şimdi zorunlu askerlik kalksın demeye başlarız. Profesyonel askerliğe dönülsün demeye başlarız, değil mi? Bence yani bu şey diye söylememek lazım ... tabii ordu istiyor orda savaşın sürmesini, böyle söylemek istemem ama...
İKE'li: Ordu işte Kürdistan'da özellikle işte gerillalara karşı bile bir savaşan bir yapılanma, orada özellikle kırsal kesimler olduğu için çatışmalar ordunun yürüttüğü bir şey. O anlamda ordunun aslında Kürt sorununda biraz daha tıkayıcı bir konumu var. Bir kendisinin tarafından görüyor ki zaten bu resmi ideolojinin, yani bu tekçi, tek devlet tek ulus yaratma mantığının merkezileştiği yer, billurlaştığı yer ordudur. Yani kadrolar da bu ideolojiye göre yetiştiriliyorlar. Onun için de tabii bu sorunda biraz kendisini sorumlu görüyordu, kendisini merkeze koyuyordu. O anlamıyla da kendi o geleneksel yapının statükonun değişmemesi için ne gerekiyorsa onu yapıyor. Bir de ... bu belli bir demokratikleşmenin olması ordunun konumu sorgulanması ve ordunun bugünkü şeylerinden çekinmesi anlamına gelir. Yani bügün ellindekileri kaybetmesi anlamına gelir. Onun için yani gerçek demokrasinin kurulmasını istemez.
Bugünkü AKP'nin Kürtlere jestleri üzerine:
SHP'li: Ben siyaseti şöyle görüyorum, eğer ülkenin belli başlı siyasi partileri bir sorunu çözmek istiyorlarsa, önce bu sorunu nasıl tanımladıklarını ve nasıl çözmek istediklerini parti görüşü olarak ve yazılı olarak ortaya koymaları gerekir. Bugün bakarsanız ne Turgut Özal’ın Anavatan Partisi’nin programında, ne Tayyip Erdoğan’in AKP’sinin programında Kürt sorunuyla ilgili bir metin yoktur. Bir yorum yoktur, bir çözüm önerisi yoktur. Aynı şekilde kurultay kararları yoktur. Bunu çok iddiali bir şekilde söylüyorum, bunu sadece 2 parti yapmıştır, birincisi Kürt partiler az önce saydınız, bir diğeri ise SHP-CHP çizgisidir.
DTP'li: AKP’nin diğer yapılardan en büyük özelliği çok büyük bir muhafazakâr sağcı Kürt oyu alması ve Kürt coğrafyasındaki işbirlikçi bütün kesimleri kendi içinde toplamış olması. Yani bir dönem DYP içinde, CHP içinde, RP içinde yer almıştı bu güçler ama bugün tamamı AKP içinde yer alıyor. Yani bütün cumhuriyet tarihinin vebalini taşıyan aileler, aşiretler, şeyhler, yasadışı güçlerin tamamı bugün AKP'nin içindedir ... Şimdi AKP sorunu çözme yönünde bir niyet geliştirirse çözecek kadar güçlüdür. Neden? Bölgenin tek aktörüdür, Kürt DTP'yi bir tarafa koyarsanız parlamentoda yer alan, hükûmet eden tek aktördür.
Tiyatro Sanatçısı: Bir gelişme şüphesiz var fakat anlayış düzeyindeki gelişmenin samimi olabilmesi için bunların yasalarda yer etmesi gerekir. Yasal olarak anayasada, 1982 anayasasından farklı bir tek kelime bulamazsınız Kürtlerin lehine ... Bu kadar olumlu adımlar kör bir inatlaşmadan dolayı daha doğrusu diyalog kurma becerisi gösterememekten dolayı ölü adımlar olarak doğmaya mahkûm oluyor, TRT Şeş de bunlardan birisi. Daha doğru bir diyalog kurulsaydı Kürt aydınlarıyla, Kürt siyasetçileriyle şüphesiz Kürtlerin TRT Şeş’i kabulü de daha gerçekçi adımlar üzerine otururdu. Bu diyalog adımları oluşturulmadığı için biz TRT Şeş ve onun gibi adımlara şüpheyle bakmak zorundayız... Dolayısıyla anlayış olarak bir problem var hala, sen hala benim tebaamsın, kölemsin, vatandaş değilsin dersen vatandaş da sorar yani, seçimden seçime sorar, onun dışında sorar...
...Ben istediğim kadar sen Kürt olabilirsin, bir Kürt’ün kabul etmeyeceği tek şey budur.
7 yorum:
Çok güzel bir yazı olmuş. Teşekkürler!
güzel kelimesi senden gelince sayılmaz, ahmetçim.
Leyla Zana'nin Kurtce yemin ettiginin soylenmesi; Turkiye Cumhuriyeti'nde gorulmus en buyuk dezenformasyonlardan biridir. Kendisi sadece yeminin sonunda Kurtce "Bu yemini Turk ve Kurt halklarinin kardesligi icin ediyorum" demistir.
http://www.youtube.com/watch?v=gQaiowrL-VQ
Bunu ogrendigimde cok sasirmis, sonra da, resmi tarih disinda bir sey ogrendigim her zaman oldugu gibi, okkali bir kufur savurmustum.
Ayrica Anna, gayet guzel bir yazi olmus. Turkce klavyeyi kimi arkadaslardan daha iyi kullanmissin :)
Aa ben o yutub linkini arıyordum. İyi ki okumuşum yav.
Araştırma yaparken o klibi çok seyrettim. Hem haklısın Burak - yemin değil o, ve konuştuğumuz insanlar hemen onu açıklamak istedi - hem de seyrederseniz göreceksiniz ki aslında Leyla Zana'nın ağzından hiç bir Kürtçe kelimesi çıkmadan önce milletvekilleri bağırmaya, masaya vurmaya ve ayağa kalkmaya başlıyor.
Bu çok ilginç geldi bana. Bütün baktığım kaynaklar (o zamanki gazeteler, kitaplar, yazıda bahsettiğim o olaydaki bulunan SHP'li milletvekili bile) bunu sırf Kürtçe'ye karşı bir protesto olarak gösteriyorlar (ki mecliste Kürtçe konuşmak yasaktı - öyle bir protesto iyi olmamasına rağmen, en azından yasalara göre anlaşılır bir şey olur).
Ama asıl gördüğümüz olay Türkçe konuşan Kürt bir kadına karşı bir protestodur. Sadece oda zaten şikayet sesleriyle doluyken Zana Kürtçe konuşmaya başlıyor. Duyduğum en mantıklı anlatma, ırkçılık/ayrımcılık dışında, şu: Zana'nın başındaki Kürdistan renkleri olan bant protestoyu başlattı. Galiba kadın Kürtçe konuşmaya başladığı zaman herkes o kadar şaşırmış ki bantını tamamen unutmuş, gazeteciler daha ilgi çeken/radikal/gazete sattıracak bir hikaye bulmuş, ve herkes onu öğrenmiş..
güzel kelimesi benden gelse caiz midir sayın anna? şahsen pek keyifle okudum! e ne de olsa benim için yazılmış bi' yazı gerçi, benim söylediğim de sayılmaz bu durumda herhal =p
hak'katen başarılı. ellerine sağlık!
yalnız bu kesmedi, ya daha çok hata yap, ya da daha çok yaz =) ki ikincisi cümleten tercihimiz tabii ki..
anna'cim,
en kisa zamanda seni bulup alnindan opmek istiyorum. hala inanamiyorum boyle turkce yazdigina. neyse ki yakinda oralardayim, hazir ol :)
Yorum Gönder