2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com

26 Şubat 2009 Perşembe

Amerika Dışişleri Bakanlığı'nın 2008 İnsan Hakları Raporu Açıklandı (I. Bölüm)

İlki 1977 yayınlanan Amerika Dışişleri Bakanlığı'nın 2008 İnsan Hakları Raporu bugün itibarı ile Amerika Dışişleri Bakanı Hillary Rodham Clinton tarafından kamuoyuna açıklandı. Rapor hazırlandığı ilk yıllarda sadece ABD'den yardım alan devletleri hedef alıyordu fakat günümüzde yelpaze çok daha geniş. 2008 raporu ABD hariç nerdeyse 190 ülkedeki insan hakları durumunu sorguluyor ve eleştiriyor. Türkiye'yi de kapsayan rapor, Deniz Feneri yolsuzluğunu ve Ergenekon davasını da içeriyor. Raporun Çin hükümetini eleştirmesini fakat ABD hakkında hiç bir eleştiri içermemesini "ikiyüzlülük" olarak nitelendiren Çin hükümeti de karşılık olarak Amerika'daki insan hakları ihlalini listeyen bir rapor yayınladı. Amerika Dışişleri Bakanlığı'nın 2008 İnsan Hakları Raporu'nun tamamına (İngilizce versiyonu) buradan ulaşabilirsiniz. http://www.state.gov/g/drl/rls/hrrpt/2008/index.htm target="_blank" Raporun Türkiye ile ilgili kısmına dair düşüncelerimiz için Komünal İşkembe'yi takip etmeye devam edin..

Oscar Yorumları

Shelbyl insanı kendi tahminlerini yazmış, ben de değerlendirmelerimi yapayım o zaman. Öncelikle Milk'i henüz izlemedim, ona göre yorum yapıyorum, siz de bunu akılda tutarak okuyun.

En İyi Film: Benjamin Button her ne kadar salondan çıktığınızda insanda bir etki bırakıyorsa da, bu gerçekten de perdenin büyüsünden kaynaklanıyor. Gereğinden fazla sağa sola bulaşma endişesiyle yapılmış. Elbette bir hayatı anlatırken dönem anlatmak önemli bir şeydir ama bu süreçte belki de asıl önemli olan belirli bir şeye, ya da alana odaklanmaktır kanımca. Benjamin Button'da ise bir yüzyıl boyunca gerçekleşmiş her şeyden bahsetme gereği duyulup, olması gerekenden daha fazla hikaye anlatma telaşına düşülmüş. Bu da gereğinden fazla kopuk yapmış filmi. En son böyle bir şeye -her ne kadar onda söz konusu olan insan hikayeleri de olsa- My Blueberry Nights'da rastlamıştım. Wong Kar Wai'nin hastası olduğum sinematografisine hiç de yakışmayan çok fazla karakterin hikayesini anlatma çabası filmi parçalamıştı. Benjamin Button da tarihsel olaylar üzerinden bana onu hatırlattı. Dolayısıyla hak ettiğini düşünmüyorum.

Diğer favori gösterilen film Slumdog Millionaire'e gelince, modern bir kül kedisi hikayesi olduğu su götürmez. Belki çok sıradan bir konu, belki Burak'ın dediği gibi fazla oryantalist, hatta belki de ajitatif ama bu, filmin baştan sona bir sosyolojik çözümleme olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Aslında temelindeki değerler açısından bana Züğürt Ağa'yı hatırlattı. Yüksek sesle "hastir lan" dediğinizi duyar gibiyim, ama benzer bir derebeylikten vahşi kapitalizme geçiş öyküsünün anlatıldığını düşününce siz de fark edeceksiniz bence. Belki de sırf bu yüzden kanım ısındı filme. Hak ettiğini düşünüyorum ve de almasına çok sevindim. En İyi Yönetmen: Yukarıdaki benzetmeden hareketle şu kadarını söyleyebilirim ki Danny Boyle, Nesli Çölgeçen'den bile daha iyi iş çıkarmış. Özellikle müthiş geçişler, hiç göz yormayan kamera açıları ve de -her ne kadar bunda teknik ekibinin payı daha büyükse de, son kararı Boyle verdiği için- set ve dekorlardaki inanılmaz başarısı, filmin o tam da Burak'ın eleştirdiği ama aslında amaçlanan oryantalist atmosferinin oluşmasında büyük payı var.

Fincher'a gelince, kişisel olarak Richard Linklater'la birlikte belki de en sevdiğim Amerikalı yönetmen olmasına rağmen Benjamin Button'la bu ödülü hak ettiğine inanmıyorum. En İyi Erkek Oyuncu: Tahminlerimde yanıldığım kategorilerden biri. Maalesef Milk'i izlemedim. Ama Mickey Rourke gerçekten çok iyi oynamıştı. Sean Penn içinse filmi izlemeden aldığı her ödülü hak ettiğini söyleyebilirim. En İyi Kadın Oyuncu: Kate Winslet her filminde oynadığı gibi yine muazzam oynamış. Bence hem Reader'la, hem de Revolutionary Road'la aday olmalıydı hatta. En hafif rolleri bile büyük bir ciddiyetle oynuyor. Bu emeğin sonsuza dek yok sayılması düşünülemezdi zaten. En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Heath Ledger, tartışmasız. Kimse de öldüğü için falan demesin. Yaşasa da bu ödülü sonuna kadar hak ediyordu. En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Taraji Henson'ın gerçekten Button'daki en başarılı oyunu sergilediğini düşünüyorum. Ama iki adet şanssızlıkla karşı karşıyaydı bence; 1) Penelope Cruz, 2) Maria Elena. Penelope Cruz'a Ali Eren Beşerler dediğim günler geride kaldı gerçekten; özellikle de Berlinale'de 2 metreden gördüğümden beri (havamı da atarım). Almodovar'ın filmlerinde, kıyı köşe rollerdeki ürkek -ki oralarda da çok başarılıydı- hallerini olgunlaştıkça iyice attı üstünden. Özellikle Maria Elena gibi uç bir karakteri canlandırırken cazibesini oyunculuğunu yönlendiren bir element haline getirmeyi çok iyi başarmış. Ama yukarda da dediğim gibi, bunda Penelope'nin yeteneği kadar, Woody Allen'ın kaleminden çıkma muazzam karakterin de büyük payı var ve unutulmamalı ki, Akademi normlara uymayan karakterleri sever. En İyi Özgün Senaryo: Yanıldığım bir diğer kategori ve muhtemelen yine Milk'i izlemediğimden. Gerçi izlesem de bu konudaki fikrimin değişeceğini sanmıyorum. In Bruges tartışmasız bu senenin en iyi senaryosuydu; akıcı, sürükleyici ve hatta zarif... Filmin başarısının açık ara en büyük sebebi. En İyi Uyarlama Senaryo: Kötünün iyisi kazandı. En İyi Animasyon: Hiçbirini izlemedim. En İyi Yabancı Film: Ben Waltz with Bashir bekliyordum, o olmazsa da Cannes’ın altın palmiyelisi Entre les murs olabilir diyordum –aynen Burak gibi-, ikisi de olmadı. İkisi de olmazsa sürprizi Almanlardan bekliyordum. Şaşkınım.

Evrim ve Küfr

Yazıya shelbyl arkadaşımızdan Allah razı olsun diyerek başlamak geldi içimden, müslüman toplumların sorgulamaktan çekindiği, imanın can alıcı noktalarını oluşturan konulara değindiği için. Ali Şeriati, hedeflediği şekilde beni rahatsız etmiş, “islami” düzeni algılamama katkıda bulunmuş, asırlardır parlayan Ebu Zerr el Gıfari yıldızı ile tanışmamı sağlayarak hayatımı değiştirmiş birisi. “Diri diri gömülen kız çocuklarının günahı neydi?” feryadıyla ortaya çıkan, “Kahrolsun Ebu Leheb düzeni, kahrolsun” diyerek Mekke sokaklarını inleten vicdani hareket durulup saltanat ve sermaye arzusuyla amacından saptığında, dönemin güç odaklarına sürekli “Altın ve gümüşü depolayıp gizleyen ve onları Allah yolunda infak etmeyenlere gelince, onları acı bir azap ile müjdele! (Tevbe 34)“ ayetini hatırlattığı için sürgün edilen, kendisini defnetmeye gelenlere devlet işinde çalışıp çalışmadığını soran, öldüğünde tüm bedenini örtecek bir kefeni dahi olmayan Ebu Zerr’e selam olsun!

İslam Dini'nin savaştığı "kafir"lere değinecek olursak, küfr fiilinin örtmek anlamına geldiğini, İslam’da gerçeği örtenler, yalanlayanlar anlamında kullanıldığını görürüz. Dolayısıyla “kafir” ateist olabileceği gibi hristiyan da olabilir, müslümanlar da küfre düşebilir. Önemli olan o yolda sabit kalmayıp, hataları düzeltmek için çabalamaktır. Evrim teorisiyle küfrün bağlantısını kurmak içinse İhsan Eliaçık’ın “İslam’ın Yalnızları” adlı yazısından alıntı yapayım:

Cabir bin Hayyan (öl. 815): Bazı bitki ve hayvan türlerinin, hatta ilk insanın, kendiliğinden vücut bulduğunu kabul etmekten öte, minerallerin, bitkilerin, hayvanların ve insanların sunî olarak laboratuarda üretilebileceğini bile iddia etmektedir.

Câhiz (öl. 869): Kitabu’l-Heyavan adlı kitabında biyolojik evrimi açıkca savunmuştur. Ona göre evrenin yaratılışını başlatan Allah, aynı zamanda onu evrimleşme yoluyla teşekkül edici, hem de türleri devamlı evrimleştirici kılmıştır. Bu bakımdan evrimin gerçek sebebi Allah’tır. O, yaratılışı yaratıcı tekamül süreci olarak irade etmiştir. Türler kendi içlerinde taşıdıkları potansiyel kuvvet sebebiyle evrimleşmektedirler. Bu potansiyel kuvvet onlara Allah tarafından konulmuştur. Türlerin içindeki potansiyel kuvvet, fiziksel çevre, iklim şartları, hayat mücadelesi ve doğal seçilimin etkisiyle ortaya çıkmakta, yaratıcı tekamül birbiri ardı sıra türleri ortaya çıkarmaktadır.

Birûni (öl. 1061): Allah’ın ezeli planına göre evren, genel jeo-kimyasal evrimler geçirmektedir. Bu esnada, uygun şartlar oluştuğunda madenler ve canlı türler birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkmaktadır. Her bir jeo-kimyasal zaman kendi türlerini ortaya çıkarmaktadır.

İbn Miskeveyh (öl. 1030): Varlığın hiyerarşik sıralaması, ana hatlarıyla en aşağıdan başlamak üzere inorganik cisimler, bitkiler, hayvanlar, insanlar ve melekler şeklindedir. Dolayısıyla basitten karmaşığa, inorganik olandan organizmaya, fiziki olandan metafizik olana doğru yükselen hiyerarşik bir yapı söz konusudur. Her mertebe ayrıca kendi içinde çok sayıda katmanlara ayrılmaktadır.

İbni Tufeyl (öl. 1185): ve İbni Nefis’in (öl. 689/1288) aynı adlı romanları Hay bin Yakzan ise insanın menşei hakkında tabiatçı bir teoriyi savunmaktaydı. Her iki romanda da tabiatın çocuğu olarak, annesiz-babasız, toprak ve çamurdan kimyevi/biyolojik tepkimelerle canlı haline gelen Hay bin Yakzan aslında Adem’in yaratılışını anlatmaktadır.

İbni Haldun (öl. 1406): Mukaddimesi’nde açıkça “Hurma ve üzüm ağacı sedef ve salyangoza, maymun insana, insan meleğe insilah edebilir” görüşünü savunmaktadır. Burada “insilah” kelimesi daha iyiye geçme, tekamül, transformasyon, dönüşüm, reform, değişim vb. anlamlara geliyor.

Yazının devamında da okuyabileceğiniz gibi evrim teorisinde İslam'a karşı olabilecek bir durum söz konusu değil. Durum böyleyken, asırlar önce yaşamış düşünürlerin zihinsel birikimine sahip olmayan, Kuran’ın alegorik anlatımını çözümleyemeyip insanın çamurdan(!) yaratılmış olduğuna inanan, ancak maymundan evrilme olasılığını küfr sayanların durumu ilginç değil mi? Fate, it seems, is not without a sense of irony ;)

25 Şubat 2009 Çarşamba

Dine Karşı Din

"Bir kitap okudum hayatım değişti" geyiği vardır ya yıllar geçse de eskimeyecek; Ali Şeriati'nin bu kitabı o kategoriye girer rahatlıkla. Öncelikle Ali Şeriati (ya da Ali Shariati) kimdir, onu kısaca özetleyelim: Şeriati İranlı bir sosyolog, fakat çalışmalarını genelde din sosyolojisine yoğunlaştırmış bir değerli akademisyen. Kendisi Marksist ideolojiden esinlenerek sınıf mücadelesi, kitlesel hareket vb. kavramları din açısından yorumlamış. İran'da Şah döneminde dikkat çekip tutuklanmış. İran Devrimi'nin gerçekleşmesinde de eylem bazında olmasa da fikir bazında önemli bir şahıs, hatta gençliğinde eylem bazında katkıları da var. Dine Karşı Din, Şeriati'nin verdiği iki dersin yazıya dökümü, o yüzden bir kitap akıcılığında, ya da bir bilimsel çalışma düzenliliğinde değil; tekrarlara sıklıkla rastlanmakta. Ama önemli noktaları, ekşisözlük'te takip edilesi yazarlardan olan the beatles özetlemiş zaten başlık altına, ona ben de birkaç ekleme yapmıştım, buraya o entry'lerin link'lerini vermem yeterli olur diye düşünüyorum. Başlıkta yazılan herşeyi okuyun derim ben, okuması beş dakika alır, ama sindirmesi/idrak etmesi uzun sürebilir. Özetle, bu kitapta İslam Dini'nin savaştığı "kafir"lerin günümüzde yorumlandığı gibi ateistler değil de başka dine inananlar olduğu, ve Hz. Muhammed'den sonraki yorumlanan İslam Dini'nin, aslında bu savaşılan dine dönüştüğü, bu yüzden "Din kitlelerin afyonudur" gibi tespitlerin çok doğru olmakla birlikte, yanlış dini incelediğinden bahsetmekte. Emeviler zamanında yayılan, halkı bastırmak, uyuşturmak için kullanılan/yorumlanan İslam'ı "şirk dini" olarak nitelemekte Ali Şeriati. Bize anlatılan Semavi dinlere çok farklı bir bakış getirmekte kendisi. Not: Kitabı Türkçeye çeviren Hüseyin Hatemi "bazı yerleri yumuşatmak" zorunda kalmış. Çok mükemmel bir çeviri olmasa da, İngilizcesine şuradan ulaşabilirsiniz.

Evrim Teorisini Çürüten(!) Sorular

Var böyleleri. Üzerine iki yüzyıldır araştırmalar ve deneyler yapılan, ciddi bir çalışmayı "Hebede höbödö hübü, yaaa?" diyerek çürütüyorlar. Siz onlara saatlerce açıklama yapsanız, beyinlerini açıp içine The Blind Watchmaker'ı da akıtsanız sonuç değişmiyor.

Bir de partizanlıktan değil de, maruz kaldığı semavi din propagandası ve konu hakkında yeterince okumaması sebebiyle teoriyi inanılabilir bulmayanlar var. Bu tür bir çalışmayı Türk Dil Kurumu'nun dilde sadeleştirme çabasına karşı çıkanlar da yapmıştı ve tutmuştu mesela: İnsanlar hala daha ciddi ciddi tren kelimesi için "Üstten öttürgeçli alttan ittirgeçli çok oturgaçlı götürgeç" önerildiğini düşünmekte. Bundan daha çok damara basan ise "İstiklal Marşı'mıza nasıl Ulusal Düttürü denir layn?!" sorusu. Dezenformasyon zamanla misenformasyona dönüşüyor, suçlamamak lazım kimseyi.

Konuya geri dönelim. Aklıma geldikçe buraya eklemeler yapacağım, ya da aklına gelen ekleme yapsın. Şimdilik başlayalım bakalım.

1. Biz madem maymundan geliyoruz, neden bugün ormandan bir maymun gelip aramıza katılmıyor?

Cevap: Maymunlar canları sıkıldığı için insan olmuyorlar çünkü. Evrim Teorisi der ki: belli bir organizma, çevre koşulları vs. sebebiyle mutasyon ya da genetik kaymalarla farklılık göstermeye başlar. Zaten genel söyleniş biçimiyle "Maymundan gelmek" lafı da hatalı. İnsanlar hominidae ailesinden geliyorlar, ve bu ailede orangutanlar ve goriller de var. Biz maymundan gelmiyoruz, maymunların geldiği aileden geliyoruz; ortak atamız var yani. Hominidae'nin öncesi primate'ler. Bulunan en eski hominidae fosili 7 milyon yaşında. Ortalama insan 70 yıl yaşıyorsa (ki insan ömrü önceden çok daha kısaydı), kaba hesapla 2 milyon nesilden bahsediyoruz burada. Ki zaten artık orangutanlar, goriller ve biz ayrı evrim kollarındayız, ayrı genuslarız (türün bir üstü), yani bir maymunun gelip "Ben insan oldum" demesi evrim teorisine de aykırı.

2. Tamam, biz neyden geliyorsak geldik, ona x diyelim, x y'den geldi, y z'den, ee bunun başı nerede? Bir yaratıcı var işte kesin.

Cevap: Evrime ne bundan? Evrim teorisi sadece popülasyonların zamanla değişmesini açıklar, bu değişimde de çeşitlilik, üreme, genetik kayma, seleksiyon ve mutasyon mekanizmalarını kullanır. İlk canlı nasıl oldu sorusunun cevapsız olmasının evrim teorisiyle hiçbir alakası yoktur, onun için abiogenesis (cansız varlıktan canlı varlık oluşması) ve de cosmogenesis (evrenin oluşması) nedir onlara bakman lazım.

Seni şaşırtayım, sana söylendiği gibi evrim teorisi "Allah yok" demiyor yani.

3. Ee, diyorsun ki canlılar sudan karaya geçti, hani bunu destekleyen hiç araform yok, nerede?

Cevap: Araform var, ama Harun Yahya kitaplarında resmedildiği gibi yarı balina yarı inek falan yok ne yazık ki. Fosil tarihi dersi için buraya lütfen.

4. Ya bir kere senin aklın alıyor mu, uçak parçalarının esen rüzgarla birleşip uçak olmasını? Yerdeki şeylerin birden masaya çıkmasını? Fotoğraf makinesi bile göze benzemiyor, bu komplekslikte birşey nasıl karambole oluşsun?

Cevap: Almıyor. Ama Evrim Teorisi demiyor ki "birden bütün aminoasitler birleşip canlı oldular" diye? Bak, belki idrak etmek güç ama, dünya 4.5 milyar yıl yaşında. Bizim bahsettiğimiz olay şu, bir şekilde bir yapı var, bu yapıda hücremsi oluşumlar gerçekleşiyor ve ölüyorlar, ölmek yanlış kelime gerçi, yok oluyorlar diyelim. Bu süreç tekrar tekrar oluyor, ta ki saniyeden daha kısa bir süreliğine de olsa bir yapı stabilite kazanana kadar. Bu yapı, ortamdaki diğer yapılara üstünlük sağlıyor (bilinçli değil ama bu üstünlük), ve bu aşamaların tekrarlanmasıyla organizmalar oluşabiliyor. Bu teoride, uçak parçaları yok, uçak parçalarının en ufak parçası var. Ki cansız varlıklar ile bölünüp çoğalan canlı varlıkları karşılaştırmak ne kadar sağlıklı? Fotoğraf makinası dediğin şey 1000 yıllık bir icat, ilk renkli fotoğraf 148 yıl önce çekilmiş; bununla nasıl milyarlarca yıllık bir süreci karşılaştırabilirsin?

5. Bir kere bunun adı Evrim Teorisi, kanıtlansa Evrim Kanunu olurdu. Zaten bunu çürüttüler.

Cevap: Evrim Teorisi'nin kanun olmamasının sebebi kanıtsızlık ya da çürütülmesi değil, sürekli değişmesi, bulunan fosiller, yapılan laboratuar deneyleri doğrultusunda evrilmesidir. O çok sevdiğin dindar Einstein'ın "izafiyet teorisi" çürütülmedi, ama hala daha teori. Maddenin en küçük yapı biriminin açıklaması da "atom teorisi", senin en küçük biriminin açıklaması da "hücre teorisi". Git bir "bilimsel teori" ne demek oku, öyle gel, hadi bakayım.

6. Çok konuşma da evrime kanıt göster madem çok biliyorsun, hani sustun?

Cevap: Aç ağzını? Haa, bak bu arkada çektirdiğin 20'lik dişlerin var, onları niye çektiriyorsun, niye artık işine yaramıyorlar? Çiğ ot-et yemeyi bıraktın, çene kasların artık ekstra güç gerektirmiyor. Apandisini aldırdın mı canım? Hah, onun da işlevsizleşmesi evriminin sonucu. Senin maymun gibi kıllı olup Amerikalıların süt gibin olması da evrim.

Tabii sen "Allahü Teala 20'lik dişleri kulları acı çeksin, dişçilere koşsun da dişçiler parasız kalmasın diye yarattı, apandisit günahkar kullara verilen ceza, Allah Amerikalıları bizden daha çok seviyor" diye de açıklayabilirsin bunları, saygı duyarım.

7. Bir kere evrim falan diyorsun, hani bir sürü organizma var hiç değişmemiş, bak işte resimleri?

Cevap: Evrim Teorisi "Canlıların hepsi zamanla imaj değiştirir" demiyor ki? Bir canlının dişlerinin kesiciliğini kaybetmesi, mide asitinin ot yerine et öğütecek güç kazanması, burnunun koku alma yetisini kaybetmesi de evrimdir. Değişim gözle görülür olmak zorunda değil.

Ha, illa ki değişim olmak zorunda da değil. Evrim Teorisi der ki, "canlılar içinde bulundukları ortama uyum sağlamak için değişiklik gösterirler". Okyanusun dibinde aynı sıcaklıkta su ile, aynı oksijen oranında, aynı habitatta yaşayan bir canlı niye değişsin? "Ben kendi halimde bir bitkiydim, bir gün kalktım dedim ki "ben klorofil yapıp fotosenteze geçeyim, bıktım bu yeşil olmayan hayattan" falan değil yani durum.

8. Bu evrim milyon yıllık süreç diye bizi yiyorsun, nasıl olsa gözlemlenemeyecek diye atıyorsun kafadan. Hani göster kanıtı, o fosiller yalan bir kere?

Cevap: Gastroenterit oldun mu hiç? Hah, o hastalığa yol açan bir bakteri var, escherichia coli, bildin mi? Neyse, sen git bir tane kendini bilmez bilimadamı bunu bir laboratuara koy 20 yıl önce, bunun soyundan 12 laboratuar popülasyonu üret. Bunlar 44,000 nesil geçirsinler. Zamanla glükozla beslendikleri için hücreleri büyüsün falan. Ama esas ne olmuş, bak şimdi, 31,500. nesil civarında, normalde sitrat sentezleyemeyen, ve bu ayırt edici özelliği olan, E. coli bakterisi sitrat sentezleme yeteneği kazanmış! Evrimleşmiş yani!

Masal değil, gerçek. Buyur oku.

9. Ee, biz şimdi bu evrimle hep daha iyi canlılar olacağız, süper özellikler mi geliştireceğiz yani? Madem öyle neden hastalıklar falan hep çıkıyor?

Cevap: Evrim illa ki canlıların daha iyiye gitmesine yol açmaz. Tekrar edelim, canlılar, bulundukları ortamda adapte olma, orada hayatta kalma mücadelesi verirler, bunu yapabilenler ile yapamayanların sonucudur evrim. Mesela ona saldıran hayvanlardan kaçmak için ağaca çıkmak zorunda olan bir hayvan, zamanla o tehlike ortadan kalkarsa, tırmanma yeteneğini kaybedebilir. Bu illa ki iyiye gidiş değildir.

Mesela günümüz toplumunda zeki insanlardan para alıp aptallara verirsen, birkaç nesil sonra zekilerin soyu tükenir ve hepimiz aptal oluruz.

Esenlikler dilerim.

24 Şubat 2009 Salı

seviyorum işte, var mı diyeceğin

Scarlett Johansson şarkı söylüyor!! Hayır, Lost In Translation'dan bahsetmiyorum. Scarlett Hanım geçtiğimiz yaz Tom Waits şarkılarından oluşan canlı performans bir albüm çıkarmış. Albümü hazırlarken Tv On the Radio'dan Dave Sitek ile çalışmış. Vokalleri üstlenen Scarlett Johansson'un pes sesinde Nico esintilerini hissetmekle beraber, zaman zaman amy winehouse aksanına da rastlamak da mümkün. Ayrıca albümde yer almayan ama müzik bloglarında dolaşan bir ilginç bir kayıt, The Cure'un Boys Don't Cry şarkısı. Alıştığımızdan yavaş bir tempoyla giden şarkının ortasında doğu kokan bir gitar solosu duyuluyor. Hatta biraz zorluyor olabilirim ama giriş bana Velvet Underground'un Venus In Furs'unu hatırlatmadı değil.. Harika bir vokalist olmasa da en azından bir şey anlıyoruz. Scarlett Johansson'un kaliteli bir müzik zevki var. Yetmez mi?

Kümülonimbus: Bulutlu Gerçek

1864 doğumlu Amerika'lı fotoğrafçı Alfred Stieglitz'in en ilginç çalışmalarından biri sadece bulutları resmettiği fotoğraf serileridir. Rivayete göre günlerden bir gün arkadaşlarından biri dayanamayıp Stieglitz'e portrelerinin aslında gerçeği yansıtmadığını söyler. Yine aynı arkadaşa göre (başımıza ne geldiyse zaten böyle geldi...) Stieglitz resmettiği şahısları oldukları gibi değil, kendi istediği gibi göstermiştir. Yani aslında her portresi pozların verilmek istenilen mesaj doğrultusunda manipüle edildiği, aktörlerin de çok iyi oyuncular olduğu bir kurgudur. Kur-gu: 1. Bir şeyin zembereğini kurmak için kullanılan araç, anahtar. 2. Uygulamaya geçmeyen yalnız bilmek ve açıklamak amacını güden düşünce, kuramsal araştırma, spekülasyon. 3. Gerçek olmayan olay ve kahramanlardan oluşan eser. Daha iki yıl önce "Gerçeği aramak benim takıntım, saplantım" diyen Stieglitz çok bozulur. Üzülür. Kendisini odasına kapatır (ben öyle tahmin ediyorum). Düşünür. Bakar çok sevdiği kamerasından vazgeçemeyecek, bundan sonraki hayatının nerdeyse sekiz senesini sadece ama sadece bulutların resmini çekerek geçirmeye karar verir. Bulutları bulur. Çünkü bulutlar değişkendir, durmadan hareket ederler. Üstüne üstlük elini atsan tutamaz, tutsan bile yontamazsın, yoğuramazsın. Poz vermezler. Hadi şimdi şuçla beni şuçlayabilirsen hilebazlık yapmaktan! Bul-ut: 1. Atmosferdeki su damlacıkları ve buz taneciklerinin görülebilir yoğunluk kazanmasıyla oluşan, biçimleri, yükseklikleri ve yol açtıkları hava olaylarıyla birbirinden ayrılan yığın 2. Mecaz: Keder, endişe.
Stieglitz içinde bulutlar olan bu fotoğraflarının adını "Eşitlikler" koyar. Hemen hemen hepsi karanlıktır. Hiç birinin nerede ne zaman çekildiği de belli değildir. Bu anlamda hepsi eşittir. Bize gerçeklik tatmini veren zaman ve yer kavramlarından da yoksundurlar. Geriye elimize bulutların biçimleri, şekilleri, güneş ışığındaki en ufak değişiklikte gösterdikleri değişimler, görülebilir yoğunlukları, kederleri, müzikleri, ve soyutlukları kalır. Yani araç olarak uyandırdıkları duygular, başka bir deyişle gerçeklikleri mi kalır?

23 Şubat 2009 Pazartesi

ibrahim tatlıuyak

Yoldaş Shelby'nin (1. Komünal dedik bir kere, 2. özel hayat saydamlığı konusunda konsensüs nedir? hoş, e-posta adreslerinde isimlerimiz zaten yazıyor) yazısı olmasa Ceza'nın İbo Show'a çıktığından haberim olmayacaktı (Kavga konusunu duymuştum çünkü iş arkadaşlarım offiste hurriyet.com.tr okuyorlar. (Bu konuya fazla girmeyeceğim çünkü burası daha çok radikal-iki'sel bir sanal ortam(bakınız self-reference))) Shelby'nin transkripsiyonu içimi rahatlattı çünkü İbrahim Tatlıses'in rhymeları anlamsız bir kaç kelimeydi. Ki ben bu bireyden "Seninle benim aramda irice bir fark var" gibi sözler duysam şaşırmazdım. (yuh) Öte yandan akla gelen diğer bir soru Ceza'nın o programda ne aradığıdır. Aslında buna ben pek şaşırmadım çünkü Ceza geçtiğimiz haftalarda sanırım adı Rapstar (Aslında bu Ceza'nın albümlerinden birisinin adı) olan bir yarışma programında jüri üyesi olarak ekranlara çıkmaktaydı. Programı bir kere kısa süreliğine seyrettim ama gözlemlediğim kadarıyla Ceza çok gergin ve suskundu. Kötü rap'e kısaca "kötü olmuş" diyip sırasını savıyordu. Yarışmayı seyrettikten sonra Ceza'nın myspace sayfasına giderek bu konuda biraz daha bilgi edinmek istedim. Sayfada Ceza'nın menajeri Roka tarafından yarışma hakkında neredeyse özür dileyen, defansif ve mantıksallaştıran bir açıklama vardı. Bay Roka programın kendilerinin beklediği gibi olmadığını daha workshop ağırlıklı, Türkçe rap'i geliştiren ve tanıtan bir formatta olacağını beklediklerinden, bunun için çalışacaklarından bahsediyordu. İbo Show'un hemen sonrası bay Roka başka bir yazı yazarak yine benzer düşünceleri aktarıyordu: gömlek üstü yelek giymiş,ayağında şalvar, kafasında kasket ile rap şarkısına elleri havada ritm tutan bir adam hiç görmemiş olmanız sizde şaşkılık uyandırabilir,gözünüze abest gelebilir ama gönül gözüyle bakabilirseniz hayatında belki de hiç rap ya da Türkçe rap dinlememiş insanların o hallerini coşku ile karşılarsınız inanın. benim tamamen büyük önyargı ve stres içerisinde izlediğim ancak aslında büyük bir olayın gerçekleştiğine şahit olduğum yegane programlardan oldu. kaynak burada Ceza ve beraberindeki insanların "gerçek, bozulmamış, satılmamış hip-hop" adına dışarlayan bir tavır sergilememeleri ve hiphop kültürünü ne pahasına olursa olsun yaymak istemeleri olumlu bir yaklaşım olarak görülebilir. Popüler kanallarda devamlı dinletilen alışılan müzikal biçimlere bir seçenek sunulması saygı duyulasıdır. Zaten Ceza'nın duruşunda her zaman bu şekilde uzlaşmacı ve açıklayıcı bir taraf olmuştur. Yıllar önce Harbiye Açık hava Konser salonunda bir konserinden önce yaptığı bir röportajda gençlerden anne-babalarına şarkılarını dinletmelerini istemiş, yaptığı müziğin dejenere olmadığını savunmuştu. Bununla birlikte pop müzisyenler dahil çok farklı sanatçılarla çalışıp, değişik tarzlarda müzik yapmıştır. Hatta yakında Müslüm Gürses ile bir konsere çıkıyor kendisi... Yıllar önce John Cage de bir televizyon programına çıkıp inandığı müziği insanlara göstermeye çalışmıştı. En azından bugün Ceza televizyon ve halk tarafından John Cage'e göre çok daha fazla saygı görüyor.

Yanlış Anlaşılan Şarkı Sözleri

Hepimiz yaptık bunu. Mesela ben Ninja Turtles'ın şarkısındaki "They're the world's most fearsome fighting team" kısmını "Heydi haetto, hiizın Baay Reemziiiii" diye söylerdim. Arkadaşın kardeşi aynı eserin nakaratına "Biz beş yıldız Ninja Törtılz" yaklaşımı getirdiğinde eğlenmiştik. Benim kuzen konuşmayı söker sökmez Burak Kut meşhur olduğundan talihsiz bir çocukluk geçirdi. Bu çocukluğunu daha da talihsiz yapan ise çıkış şarkısını "Benimle oynama/söyledim sana/şangır şungur zorlama/uğurlar olsun" diye söylemesiydi. Arkadaşımın arkadaşı (gittikçe paranoyağa bağladım yalnız) ise "Oğlum Tsubasa'nın şarkısı Türkçe, nakaratta 'İnanılmaaz Hüüügaa, muhteşem Tusubaasaaa' diyor" dediydi. Talihsiz beyanat. Bu konu nereden mi çıktı? İbrahim Tatlıses ile Yıldız Tilbe akşam canlı yayında kavga etmişler. Pezevenk falan denmiş olay esnasında. Bunu okuyunca merak ettim kavga videosunu izledim, karşıma şu parça çıktı, videonun arasına karışmış herhalde: En güzeli ise bu nadide eser gösterildikten sonra programdaki kavganın devam etmesi. Yahu bunu gördükten sonra insanda dert/tasa kalır mı anacığım? Ceketini sallayarak rap parçasına eşlik edip Doğu-Batı sentezini yiyip bitiren ve günüme ayrı bir anlam katan İbrahim Tatlıses'e teşekkür ediyorum tekrar. O zaman ne diyoruz? "Seninle de benim gibi aramda bir fark var/Agodide jıgodici aegodiye vırbodiye" Hoppa!

Boya Badana

Ben anlamam renklerden falan. Benim icin sade guzeldir. 80 parca elbisem varsa hepsi ya duz renktir ya da boyuna cizgili. Pantolonlar da dumduz, taslamaymis (ki zaten bunun trajik boyutunu da goz ardi etmemek lazim) yok Hebelebelor kesimmis sallamam. Ayakkabi dedigin klasik olur. Lafi nereye getiriyorum, suraya: Bu siteye bir taze imaj lazim. Giriyorsun bembeyaz falan, atraksiyon yok, font'lar cekici degil vs. Bos zamani olan biri ugrassin bir zahmet (gerci daha iki kisiyiz ama olsun, hersey zamanla.)

22 Şubat 2009 Pazar

Oscar Tahminleri

Ne işe yarar Oscar tahminleri? Hollywood mantalitesine ne kadar hakim olduğunu gösterebilir, kapitalize edene para ve prestij kazandırabilir, yanındakileri etkilemek için kullanılabilir. Benimki sırf eğlencesine. Bir de yeni blog açtık, boş durmasın. En İyi Film: Her ne kadar kalbim Milk için atsa da (Slumdog'un son yarım saati ve de Benjamin Button'daki "Hikaye ve makyaj nasıl olsa güzel yahu, gerisine çok uğraşmasak da olur" elementi yüzünden), Slumdog Millionaire alacak herhalde. Yalnız şöyle bir durum var: Golden Globe'u alan film 8 senedir Oscar'ı alamıyor, bu da Button'ın avantajı. Slumdog da alsa Benjamin de alsa umrumda değil, ben Milk istiyorum, bu gece bir sürpriz olacaksa Crash'te olduğu gibi Milk'te olsun o sürpriz. En İyi Yönetmen: Milk daha iyi film, ama Boyle daha iyi yönetmen. Fincher beklesin daha. En İyi Erkek Oyuncu: Sean Penn'e zaten bir adet ödül verene kadar çatlatmış Akademi'nin, Mickey Rourke gibi sansasyonel bir yaşamı/geri dönüşü es geçeceğini sanmam. En İyi Kadın Oyuncu: Kate Winslet'a Martin Scorsese'ye yaptığını yapmayacağını düşünüyorum Akademi'nin. Meryl Streep de ölmek üzere falan değil nasıl olsa. En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Heath Ledger. En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Taraji Henson. Button'a en iyi film, yönetmen falan vermeyecek olan akademi, bu hikayeyi boş geçmeyecektir. Genel favori Penelope Cruz Volver ile alamadıktan sonra burada alamaz. Doubt'taki Viola Davis de sağlammış diyorlar, ben izlemedim, ama Taraji'yi beğenmiştik ailecek. En İyi Özgün Senaryo: In Bruges. (Orkun'cuğum, selamlar, tutmazsa bir adet Beşiktaş maçına kombine buluyorsun bana hocam, gerçi yarım ekmek dönere de tav olabilirim.) En İyi Uyarlama Senaryo: Benjamin Button. Hikaye anlatımındaki ekstra, Katrina bağlantısı, günlük vs. sevilmiştir. En İyi Animasyon: WALL-E. En İyi Yabancı Film: Bu dünyanın en yalan kategorisiyle ilgili bir çift kelamım var. Geçen sene "4 Months, 3 Weeks, 2 Days", "Yaşamın Kıyısında" gibi sağlam filmler aday gösterilmeyince, sistem değiştirilmişti. Yarı finalist 9 film belirlenirken, gösterimlere tesadüfen giden eleştirmenler tam belirleyici olmayacaktı bu sene, 3 adet film de, kurul başkanı tarafından Wild Card tarzı bir uygulama ile seçilecekti. Ee, ne oldu? Gomorra yok. Bırak yahu. Waltz With Bashir alır bunu. Plase Entre Les Murs. Ses ve sanat ile ilgili olayları The Dark Knight, makyajı Benjamin Button alır. Görsel efektte Iron Man var. Best Original Score, Original Song'a bagli. Song'u Down to Earth alır dediğim için Score Slumdog'un olur. Sinematografi de The Dark Knight. Kostümde Australia sürprizi öngörüyorum. There you go.

Dünyanın Tüm Zayıf Takımları, Birleşin!

Madem ki manifestoyla açtık blog'u, çizgiden kopmayalım. Geride bıraktığımız hafta, Avrupa Ligleri'nde birçok sürprize gebe oldu. Bu durum iddaacıları ve de büyük takımları destekleyen insanları üzse de, fakir/mağrur edebiyatından para kazanan bizleri çok sevindirdi. Bir de "abi paso sürpriz oynadım 1'e 1800 verdi lan kupon, yarın ilk iş Ferrari'yi çekiyorum altıma tüplüsünden" diyen bir iki insan görebilirsiniz etrafınızda. Çekinmeyin vurun bir tane. Alfabetik sırayla gidecek olursak: Fussball Bundesliga: Bayern Münih (Türk medyasında Hamit'in takımı şeklinde geçer ismi) kendi evinde 11. sırada bulunan FC Köln'e (Ümit'inki) 2-1 yenilirken, Energie Cottbus evinde Werder Bremen'i yenerek küme düşme hattından uzaklaştı. Bayern - Köln maçından sonraki dostane hava, Köln'ün hocası Daum'un Klinsmann'a koşarak "Nasıl koyduk boruyu?" demesi ve Hamit'in şaşkın bakışları arasında Ümit'in bunu tercüme etmesi üzerine bozuldu. La Liga: Gelene 3 gidene 5 atmasıyla ünlenen Barcelona; Espanyol'a kendi evinde 2-1 yenilirken, kaleci Victor Valdez Katalan tribünlerinde "Valdez ananı .... ...." tezahüratlarıyla anıldı. Erman Toroğlu "Buradan Kakalan taraftarlara sesleniyorum, Valdez'in anasını normal yollardan götürün" derken, Ahmet Çakar "Real Madrid 6 atarsa atsın, Raul adam değil" diyerek konuyu değiştirdi. Atletico Madrid ise kendi evinde orta sıraların vazgeçilmez ekibi Getafe ile berabere kalırken, Agüero'nün gol atıp bunu yeni doğan çocuğuna hediye etme planları, 2 puanla beraber suya düştü. Ligue 1: Lig 19.su Sochaux, deplasmanda UEFA hedefleyen Lorient'e 2-1'lik yenilgi tattırırken, Lig 18.si St. Etienne, Galatasaray'ın rakibi Bordeaux ile evinde 1-1 berabere kalarak lig 5.sinin hafta içi yaptığı "Galatasaray umrumuzda değil hocam, biz Lyon'u indireceğiz, futbolcularım maça hiç hazırlanmadı, ama Arda çok yakışıklıymış Fransız kızlarla resimlerini çektirip Hürriyet gazetesine vereceğiz nıhahaha" açıklamasını tabir-i caizse geçersiz kıldı. Lig 2.si Paris SG, adını telaffuz ederken kahkahalara boğuldukları (sanırım inside joke, nedenini bilmiyorum) Grenoble (13.) deplasmanında 2 puan bırakırken, lig 4.sü Toulouse 17. Valenciennes ile evinde golsüz berabere kaldı. Lig 3.sü Marseille "benim neyim eksik" dercesine 15. Le Mans ile evinde 0-0 berabere kalırken, Lyon "kimi indiriyorsunuz lan tahtından, you pieces of merde" diyerek yoluna devam etti. Serie A: Hala daha Gomorra'nın En İyi Yabancı Film Oscar'ına aday olamamasının şokunda olan İtalyanlar sürprizsiz bir haftasonu geçirdiler. Turkcell Süper Lig: Evet, bütün bu post'un amacı olan bölüme gelirsek... Kocaeli (sondan 2.) 5 attı lan Cimbom'a. 5 ne lan, puahahahahha. Trabzon Denizli'ye (sondan 4.) yenildi, Fenerbahçe Gençler'e (sondan 7.) rezil oldu. Bak hala gülüyorum, puahahahhaa. 5 (beş). Saygılarımla.

Komünal Manifesto

Komünal İşkembe nedir? Mesaj yanıtlama başarı oranı %33.3 (3 devreder) olan Mert Seymen Renkmen arkadaşımız bir gün Feysbuk aracılığıyla der ki "Abi sen yazıyorsun, ben yazıyorum, o yazıyor, çevremdeki herkes yazıyor (sitemkar bir ton yok ama, alınmasın kimse) Gel beraber bir blog açalım, orada yazalım, herkes istediğini yazsın, lojistik ayrıntıları düşünüp bir konsensusa varalım" der. Mesajı okuyan Burak "Adam zibidi zibidi ötüyordu birden ağır kelimeler kullandı lan, bir ciddiye alayım" diye tekrar okur mesajı, fikir aklına yatar. Sonra Mert'e mesaj atmaya başlar "Abi n'oldu, insanlarla konuştun mu, ne yapalım?" falan diye. Mert 3. mesaj sonunda "Ya ciddi mesaj atacaktım da pardon işte kem küm, bu aralar çok doluyum, artık sana yeterince ilgi gösteremiyorum, bence ayrılalım" der. Burak sonradan idrak eder ki Mert bu mesajı kendisine değil parmağında oynattığı 33.3 kızdan birine atmış. İnsani tepkileri geçen zaman içinde deformasyona uğramış Burak kişisi "!'^+%&/()=" (Shift+numeratik sırayla) deyip "Ben bu adamın lob'larının (beyin lobu, yanlış anlama olmasın) çalışmasını beklersem birşey olacağı yok" deyip laptop'unu kucağına alır ve girişir işe. Bu kadar dandik bir ismi nereden buldunuz? Ya valla bacım, geçen gün birşeyler okuyordum, biri çok af edersin "İşkembe-i kübradan atmayınız istirham ederim" demiş. Ben de "işkembe-i kübradan atmak" deyiminin anlamına baktım internetten, böyle tam bizim yapacağımız iş. Sonra "istirham"a bakacaktım ki bağlantı koptu. 145'ten de giremiyoruz, pahalı tabii. Neyse, sonra bu işkembe-i kübrayı "işkembe-i komün" olarak kullanalım dedim, dedim ama sitenin adresi "iskembeikomun" yazınca böyle Cinli Capon birşey gibin oldu, o yüzden ters yüz ettik. Valla daha iyi bir önerisi olan varsa taşınırız hemen, hiç sorun değil. Kimler yazacak bu sitede, ve konular ne olacak? (Purosundan bir nefes alır) Bizim konumuz hayat. Burası hayatın bir yansıması adeta. Sonbaharda dökülen yaprak olup ilkbaharda geri gelenlerin mekanı burası. Tutunamayanlar, tutunanlar, istemedikleri şeyleri tutanlar, atıp tutanlar, Tutankhamon falan; herkes gelebilir. (iç ses: Cıvıdın gene Cezmi'ciğim!) Bak canım, olayımız şu: İki kelimeyi bir araya getirebilen, de ve ki sözcüklerini ayrı yazabilen, -de ve -ki eklerini bitişik yazabilen, fikirleri uçarı olsa da tutarlı, saçma olsa da okunabilir olan, mümkünse bir şekilde tanıdığımız (3rd degree'ye kadar yolu var), bilgisayar kullanmayı bilen (gecenin bir yarısı arayıp "abi nasıl yolluyorduk ya bunu" demeyecek), burayı Hürriyet Kelebek'ten ziyade bir Radikal İki olarak görecek insanlar gelsin burada içini boşaltsın. Dünyayı kurtarmaya gerek yok illa ki. Güzel bağyanlar tercihimizdir ama. Konulara gelince, her konuda ahkam kesilebilir, sonuçta label (etiket) diye bir teknoloji var, futbol, siyaset, sinema, müzik, deneme falan diye koydu mu etiketi, isteyen istediğini okur, çok da güzel kategorize olur herşey. İşkembe burası. Bak mesela ben şimdi bir futbol konulu birşeyler yazıp sonra da Oscar tahmininde bulunacağım. Öyle. Halet-i ruhiyenizdeki gelgitler dikkat çekici. Sitenin belli bir çizgisi, tonu vs. olacak mı? Bak canım koyacağım kafayı göreceksin. Burada bir sürü adam olacak, belli bir ton-çizgi nasıl sağlayalım biz? Doğan Medya Grubu muyuz da bir propagandist-militer, bir Kemalist, bir de liberal demokrat blogumuz olsun? Benim idollerim Kurt Vonnegut, Jon Stewart ve de Ankaralı Turgut mesela. Benim çizgim bu. Herkes kendi çizgisini çeker. Biz her türlü dine, millete, renge açığız. İnsanları ciğerlerinin rengiyle yargılamıyoruz. İsteyen gelsin Swahili dilinde yazsın. Bak konudan saptık gene. Başarılar dileriz. Eyvallah.