2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com

25 Nisan 2013 Perşembe

Türkiye'nin gerçekle imtihanı: Boston edition - 2

Bir önceki yazıda Türkiye medyasının ABD gibi olan bitene burnunun dibindeki internetten anında ulaşılabilecek bir memlekette yaşananları anlatırken ne kadar başarısız olduğuna dikkat çekmiş, yabancı haber kaynaklarını doğru düzgün takip etmeyi beceremeyen, az biraz becerenin de kendini şah ilan ettiği bir medyanın dış dünyadan haber alma konusunda ne kadar yetersiz kaldığını/kalacağını anlatmıştım. Bugünkü yazıda değinmek istediğim ise daha çok olanları gerek önyargı, gerek bilgisizlik sebebiyle yanlış çerçevelendirme durumu.

Bu çok sıklıkla rastladığım bir durum olduğu için bununla başlayayım diyorum: Başka bir ülkede yaşananları, sanki olay Türkiye'de ve Türk insanının başından geçiyor gibi idrak edip yargılamak diye anlatabilirim kısaca. (Bunu yapan tabii ki sadece Türkiye insanı/medyası değil, yani bunu olağanüstü bir durum olarak resmetmiyorum, sadece varlığına dikkat çekmek istiyorum.) Bu fenomenin zararsız hali "konuşurken sağ kaşını hafif kaldırdı, bacak bacak üstüne atarken hafif yana kaykıldı" gibi zibidi vücut dili analizlerinde kendini buluyor, ama büyük olaylarda daha garip bir hal alıyor.

Boston olayları ve ona tepkiler değerlendirilirken mantığın kapıda bırakıldığı haller oldu bu yüzden. Özetlemek gerekirse:

1. ABD 300 milyonluk bir ülke, ve de gelişmiş olduğu için internete erişim çok fazla. Bir ülkenin nüfusunun %5'inin ciddiye alınmaması gereken iflah olmaz manyaklar olduğunu düşünürsek 15 milyon eder. Bunun çeyreğinin dahi internete erişimi olsa, ve böyle durumlarda daha ekstrem seslerin daha gür çıkabildiği ihtimalini de göz önüne alırsak, bol miktarda saçma teori görmek normal. Bunları "topluma dair veri" olarak değil, toplumun genelinin dalga geçtiği çatlak ses olarak kabul etmeli.

2. ABD iki tane komşusu olan, yarımada kıvamında bir ülke, ve de topraklarında bu tür olaylar ortalama 5 yılda bir meydana geliyor. Bu yüzden hem insanlarının aşırı travmatize olup abartı tepkiler vermesi, hem de bunun çok daha fazla haber değeri taşıması normal.

3. ABD anaakım medyası, özellikle "kültür savaşları" moduna geçtiğinden beri saçmasalak bir kıvama geldi. Onunla dalga geçmek mübah, hatta sevap. Gene de bizimkilere etik değerler konusunda nal toplatırlar (Çarnaev'e sürekli "zanlı" denilmesi bile 1 saat içinde suçluyu bulan Türkiye medyasının önünde)

Bunun gibi birçok madde sıralanabilir, iyice teoriye gömülmeden "gerçekten neler oldu" kısmına geçeyim.

Mesela daha patlamalar olalı bir saat bile geçmemişken, her yerde "şüpheli paket" ihbarı yapılırken (Harvard Üniversitesi'ne 3-4 dakika mesafesinde 4 adet paket ihbarına baktı polisler), tarihinde böyle bir olaya şahit olmamış Boston şehrinin polisi doğal olarak "evde kalın" çağrısı yaptı. Olay bir dalga başlangıcı mı, izole mi bilinmiyordu. Şöyle bir yorum geldi kanaat önderi sayılabilecek birinden (20.000 takipçili) bunun üzerine:


Bu önyargının devam filmi, Cuma günü yaşanan "sokağa çıkma yasağı"nda gündeme geldi. Tabii onun ne olduğunu anlamak için, bir gece önce yaşanmış olayları tekrar anlatmak lazım.

Neyin ne olduğu tam olarak bilinmeden, Perşembe gecesi MIT'de bir polisin vurulduğu haberi geldi. Onun üzerine iki silahlı soygun haberi daha duyuldu (bunların biri asılsız, diğeri de alakasız çıktı). Bunu da sindiremeden "araba kaçırılma" haberi alındı. Bütün bunlar 1 km'lik çember içinde ve yarım saatte gerçekleşti. Zaten yeni saldırıya uğramış, tek olayı spor takımları şampiyon olunca sarhoşluktan çıkaran bir şehri panik havasına sokmaya yetti tabii bunlar.

Daha sonra Watertown şehrinde çatışmaya angaje olunduğu öğrenildi. Orada yaşayanlar sosyal medyaya "patlamalar oluyor!" tadında mesajlar attı. (Olayın resimlerini merak edenler bir Watertown sakininin çektiği resimlere buradan bakabilirler.) Daha sonradan zanlıların bir adet daha düdüklü tencere bombası kullandığı ortaya çıktı, yanlarında bu patlayıcı ile gezmeyeceklerine göre, MIT'de bir şeyler planlıyor olmuş olmaları mümkün. (Çarnaev'in ifadesini hala daha bilmiyoruz, daha sonra aydınlanacak bu)

Yani bir önceki gece patlayıcıların kullanıldığı bir çatışma olmuş, zanlının yanında neler var bilinmiyor, çatışmada polisler ölmüş ve yaralanmış, zanlı çember içinde bulunamamış iken, "panik halinde son bir saldırı yapmasın" endişesi ile Watertown'da ve genel olarak Boston'da "evinizde kalın" uyarısı yapıldı. Bu bir "sokağa çıkma yasağı" değildi, sadece toplu taşıma kapatıldı. Açık dükkanlar az da olsa vardı. Yolda gezenlere para cezası falan kesilmedi. (İşin ilginci, Boston'da bu sene gerçekten bir "araba sürme yasağı" uygulandı cezaî yaptırımlı, o da kar fırtınası olduğu zamandı) O gün "oh yollar boş" diye New York'a giden insanlar oldu vs. Bu "sokağa çıkmayın" tavsiyesi, toplu taşımanın akşamüstü tekrar devreye sokulmasıyla fiilen bitmiş oldu, zaten 2 saat sonra da "sokağa çıkan" birisinin görmesi ile zanlı bulundu.

Şimdi burada sorunlu addedilecek eylemler var: Örneğin insanların evlerinin herhangi bir izinsiz aranması gibi. O eylemin nasıl gerçekleştiğine dair bir video burada:



Eminim herkesin ev araması böyle "hafif" geçmemiştir, fakat durumun lanse edildiği gibi "ev baskını" olmadığını da vurgulamak lazım. Tekrar ediyorum, bu yaşananın "normal" olduğunu göstermez kesinlikle, fakat bir noktaya kadar vatandaşların rızası ile yaşanmış bir evde kalma/ev aranması durumundan bahsettiğimizi unutmamak lazım. (Ha, bu korku ortamının yaratılmasında güvenlik güçleri ve medyanın etkisi mutlaka tartışılmalı, link'lediğim yazıda maddî hatalar olsa da geçerli sorular soruyor.)

Şimdiye kadarki kısmı bir toparlayayım: Olay sonrası süreçte panik, hak ihlalleri, tahakküm, abartı tepkiler, zenofobi vs. var. Hem seçilen, hem de seçenin abartı tepkileri var. Lakin bu tepkileri tartarken, bunların orantısına da bakmalı.

Örneğin bu konudaki en büyük tartışmalardan birisi, zanlıya "Miranda hakları"nın okunup okunmayacağı oldu.  Zanlı, avukat tutacak parası olmadığı için devlet ona ertesi gün avukat sağladı. Avukatı, Miranda hakları okunmadan yapılmış sorgulamanın delil olarak kullanılamayacağını söyledi. Ucuz Hollywood yapımı diyaloğu gibi gözüken bu prosedürün hepsi, sivil toplum kuruluşlarının da etkisiyle, bu tür bir çıldırmışlık halinde bile takip edildi. Daraltılan hukukî çerçevenin çok güzel bir eleştirisi şurada mevcut, fakat mevzunun hala daha tartışılıyor olması dahi Türkiye'de rastlayamayacağımız bir durum. TMK gibi bir yasayı 10 yıl içinde kaç tane köşe yazısı eleştirdi 3. ve 4. Yargı Paketi öncesinde, bir düşünün.

Ha, bir de Çek Cumhuriyeti ve Çeçenistan'ın karıştırılması muhabbeti var. Mesela bu inanılmaz komik bir şey, ancak buradan bile "Amerikan halkı salak ehuehue" yorumları çıkabildi. İsveç ile İsviçre'nin, Avusturya ile Avustralya'nın muntazaman karıştırıldığı, nüfusunun büyük çoğunluğunun Avrupa ülkeleri, ABD; Çin, Türki cumhuriyetler ve Kuzey Afrika (Osmanlı sağ olsun) haricinde hiçbir ülkenin yerini haritada gösteremeyecek bir ülkeden bu tür yaklaşım görünce insan ister istemez bir iğne arıyor. Hele ki bu tür insanları deşifre ederek komedi unsuru yaratan bir blogun Türkiye'de iş yapmayacağını düşünmek daha bir hüzün verici.

Sözün özü, bu olaylar ileride bir gün yalan yanlış bilgiler üzerine kurulu bir anlatı ile hikaye edilmesin diye bir kaynak, bir şahitlik olsun bu post. Eksiği, fazlası affola.

Not: Yazıyı yollamadan önce bir düşündüm: Bu yazıyı "Amerikan halkı apolojisti" gözükmek pahasına yazmamın esas sebebini bilmiyorum aslında. Gerçeğin bu kadar kötü haber yapılması, insanların olanları önyargılarını pekiştirmek için fırsat olarak görmesi, yaşananların bu algısının bilinçaltısal olarak ileriye dair "bahane" olabilecek olması, medya ve sosyal medyanın kibiri, haksızlık hissi... Her şey olabilir. Belki de sadece bileğimin sakatlığından ötürü yeterince yazamamışlığın birikmesinin verdiği rahatsızlıktı. Twitter'da şu an hatırlamadığım bir arkadaşın dediği gibi "bizim liberallere siyah ve beyazın da renk olduğunu öğretin, HER ŞEY GRİ OLMAK ZORUNDA DEĞİL" sendromudur belki de. Neyse.


24 Nisan 2013 Çarşamba

Türkiye'nin gerçekle imtihanı: Boston edition - 1

Boston patlamalarından sonra yaşanan süreçte hiç şaşırtıcı olmayan fakat gene de aydınlatıcı ve de not düşülmesi gereken iki olgu var. Birincisi, medyanın -ki biz bunlara dünyanın her yerinden haber alma hususunda güveniyoruz hesapta- bilgiye en kolay ulaşacağı ABD gibi bir yerde çuvalladığı gerçeği, ikincisi ise insanların birinci olgu ile bağlantılı olarak, konuya dair geçerli ve kapsamlı bilgilere sahip olmaması. Bu doğrultuda iki yazı yazmak istiyorum. Öncelikle medya ve medya figürleri ile dalga geçeceğim, ikincisinde ise -eğer hevesim olursa- olan biteni olanca ayrıntısıyla anlatıp, konuyla ilgili süreçte yapılan çıkarımlara ışık tutmaya çalışacağım (onu yaparken de dalge geçeceğim çok hoş insanlar var tabii)

Sinirlerimin en çok tepeye çıktığı gün küçük kardeşin arandığı gündü, o günden birkaç haberi not düşmüşüm. Süreçte eminim daha çok saçmalıklara maruz kalındı ama o kadar vakit harcayasım gelmiyor.

Öncelikle Radikal'in haberine bakalım:

Daha en baştan yanlış bir bilgiyle başlıyor haber, zira resimdeki "Boston bombacılarının evi" değil, Watertown'da arama yapılan evlerin herhangi birisi. İkincisi, o gün sadece bir "operasyon" yapılmadı, belirli bir çember içindeki bütün binalar arandı. Üçüncüsü, "Dzohokhar Tzarnaev, Boston'a sınır kentlerden biri olan Watertown'da bir evde köşeye sıkıştırıldı." ifadesi de yanlış, çünkü bu haber yayınlandığı anda hala daha bulunamamıştı kendisi. Dördüncüsü, Radikal kardeşin adını yanlış yazdığı gibi (ya Dzhokhar yazın, ya Cohar diye translitere edin, ya da Amerikalıların tercih ettiği gibi Jahar deyin, Noel Baba gülüşü gibi "Cohohar" uydurmayın) haber boyunca da ne yazacağına da bir türlü karar veremiyor, zira Dzohokhar, Dzhozkar, Dzhokhar, Dzokhar gibi her varyasyonu deniyor.

Radikal ne ki, çalışanı ne olsun: Bir başka habercilik fiyaskosu da Cohar'ın yakalanma operasyonu sırasında Cüneyt Özdemir'den geliyor. Özdemir, hata yapmakla kalmıyor, bir de hatasıyla ve yapamadığı gazetecilik ile övünüyor. Kendisinin zırvalamasından şu tweet'i ile haberdar oldum.

Kendisi sanki olay yerinden bildiriyormuşçasına 20.46'da "ABD basınını atlatıyorum" öz-övgüsünde bulunuyor -ki Türkiye'de ikamet eden birinin haber kaynağı ABD basını değil de ne olabilir, çok merak ediyorum-, lakin işin komiği, şu tweet'i ben kendisinden iki dakika önce, bizzat ABD basınından bilgilenerek atmıştım:


Burada "ABD basınını atlattığı" övgüsüyle kendinden geçen Özdemir, zanlının yakalandığı haberi geçilmeden 16 dakika önce, operasyon bir saate yakın süredir devam ederken ise şunu yazıyordu:


Radikal'i bir kenara koyup, Milliyet'e bakalım: Olay günü Watertown'daki bütün evlerde arama yapılırken, kendilerinin ön plana çıkardığı gelişme şu:

Haber metninde de Watertown'ı Waterfront yapmayı beceren Milliyet, haberi geçtiği sırada "sokağa çıkma yasağı" -ki öyle bir yasak yoktu zaten, "sokağa çıkmayın" tavsiyesi ile "sokağa çıkma yasağı" çok farklı şeyler- kalkmış olmasına rağmen "birkaç gün sürecek" bilgisine yer veriyor.

Bunlara ufak tefek hatalar desek bile, şu akıl ve mantık süzgecinden zerre geçmemiş ifadeye yer verebilmek büyük başarı ister: "Boston polisinin peşine düştüğü Dzhokhar A. Tsarnaev ise internette yayımladığı mesajda, Hepinizi öldüreceğim. Siz kardeşimi öldürdünüz ifadesini kullandı." Böyle bir mesajın yayınlandığı falan yok, her zaman olduğu gibi büyük bir olaydan sonra açılan sahte Twitter hesaplarından birinde geçen bir ifade bu.

Gelelim Sabah'a. Haber metni şimdiye kadar gördüklerimiz arasında en derli toplu olan gazete, kağıt üzerinde olmayan çok büyük bir saçmalığa imza attı. Arkadaşımın Facebook'unda "Boston" bilgisini gören gazete, onu arayarak olayla ilgili bilgi almak istedi. Vallaha atmıyorum. Evet, bütün olan biten ABD medyasının her türlü kaynağında anlatılırken, Sabah gazetesinin metodu Facebook'ta "Bostonlu Türk" arayıp ona soru sormaktan ibaret.

Dediğim gibi, birçok medya kuruluşunda irili ufaklı hatalara rastlamak mümkündü, fakat bu dört örnek meseleyi gayet güzel toparlıyor. Tekrar etmek gerekirse, burunlarının dibinde milyon tane kaynak varken doğru düzgün haber yapmayı beceremeyen bu medya kuruluşlarından Afrika'da vs. olan biteni öğrenmek nasıl bir hayal, düşünün. Zaten mesela Star gazetesinin köşe yazarı öyle bir Mali portresi çizmişti ki hiç çizmese daha iyiydi.

(devam edecek...)