2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Taksim Gezi Parkı eylemi üzerine

Nasıl oldu bilmiyorum, ama gayet küçük çaplı, amacı belli ve optimize bir eyleme muhalefet etmeyi/olduğundan daha büyük göstermeyi başardık ve Gezi eylemi kaynaklı ve çok maddeli bir gündem oluşturduk. Aslında bu konu hakkında yazılacak bir şey olmaması lazım zira her şey ortada, fakat hem okuduğum bazı apoloji çabaları mizahî bir yaklaşımı hak ediyor, hem de "eylem"lere bazen haddinden fazla yüklenen anlamları da bu vesileyle yazma ihtiyacı duydum.

1. Öncelikle bütün bir eylemi tenkit etmek için doğa, ağaç, çevre sevgisi argümanı ile absürtleştirme yoluna gidenleri gördüm, gerçekten çok başarılı. Buradan iki yola sapılıyor:

a. 5 tane ağaç için bu tantanaya ne gerek var!: Sanki herhangi bir beş ağaç, herhangi bir sebepten kesiliyormuşçasına başvurulan bu argüman; hem Gezi Parkı'na dair imar planlarını yok sayıyor ve nitel olarak kusurlu, hem de zaten sınırlı sayıda ağacın olduğu bir alana yapılan müdahale olduğunu yok sayıyor ve nicel olarak kusurlu.
b. Gerçekten doğayı sevseniz... : Bu çok daha ilginç bir tutum. Şehirlerde yaşam alanı yaratmak, yeşillendirme/ağaçlandırma çabaları için "doğayı sevmek" gerekli değil. Ben şahsen doğa aşığı değilim ama evimin yakınında küçük/orta ölçekte parklar olması gayet hoşuma gidiyor.

2. Bu videoda Sırrı Süreyya Önder'in iddia ettiği üzere, orada yapılan yıkımın ruhsatı yok, ve de polisler özel şirketlerin koruması gibi davranıyor, özel şirket zabıta kiralamış vs. Olayın sırf bu boyutu dahi eylemi hak ediyor: Burada kanunun/hukukun hiçe sayılması gibi bir durum varsa, ve devlet bunu bizzat emniyet görevlisi yoluyla teşvik ediyorsa konuşulması gereken bir sorun vardır.

3a. Gezi Parkı eylemi, büyük çaplı bir kentsel dönüşüm protestosu değil, olmak zorunda da değil. Tabii ki iki mesele alakalı, fakat kapsam konusunda bu tür bir standarda gerek yok. Yani orayı kullanan, çevresinde yaşayan insanların mikro bir kurtarma çabası olmasının dahi hiçbir zararı yok. Öyle olmasa bile, zaten niteliği/politizasyonu sebebiyle o mesajı da içkin bir şekilde taşıyor. Ne bileyim, bir yardım kurumu usulsüzce kapatılacak olsa ve onun önünde eylem yapılsa "ama gelir eşitsizliğini protesto için şunları da yapsanıza?!" itirazı gelmez herhalde. Ya da vazgeçtim, kesin gelir he.

3b. Daha önce eylem mekanı/ilgi alanı/hedef kitle üzerine çok tartışmalar döndü, i.e. "Meydan-Galatasaray-Tünel hattında yürüyüşler", fakat burada gayet lokal bir hedef olduğu için "bu eyleme giden o eyleme gitti mi?" gibi tartışmalar da garip. Yukarıda da anlattığım gibi, bu eylemi destekleyenlerin büyük ölçekte bütün çevre eylemlerini destekleme gibi bir mesuliyeti yok, ayrıca iki ilgi alanı da mutlaka kesişiyor olmak zorunda değil. Şu röportaj ve bu haber bu mücadelenin ayrıntısını, farklı ilgi alanlarını merak edenleri gayet aydınlatacaktır.


4. Sırf şu yukarıdaki kare dahi bu eyleme dair hötöröt edecekleri iki defa düşündürmeli. Buradaki muamele, bu eylemin sembolik anlamının kuvvetini göstermek için yeterli.

Biraz stating the obvious yazısı oldu galiba, yeter bu kadar o yüzden.

24 Mayıs 2013 Cuma

22.00-06.00 yasağının anlamı

Hükûmetimiz daha önceki alkol yasağı düzenlemesinin gündemi yeterince işgal etmediğini ve de PR yönünden getirisinin az olduğunu düşünmüş ki gördü ve yükseltti: Arabada sigara içmek yasak, 22.00-06.00 arası perakende alkol satışı yasak, eminim daha az tepki çeken nüanslar da vardır/gelecektir. Bu yasağın savunulmasında iki argüman öne çıkıyor: 1. İskandinav ülkelerinde ve ABD'de de var. (Bunun neden gayet gerzek bir argüman olduğunu şurada anlatmıştım) 2. Kamu sağlığı. Bunun niye gerzek olduğunu da şimdi anlatayım.

Bu yasak uygulanmaya başladığında alkol tüketimi ve satışlarının nasıl etkileneceğine dair elimizde bir data yok, o yüzden sadece mantıkî öngörülerde bulunabiliriz. Ben bir de bu tür bir zaman yasağının olduğu bir ülkede yaşamışlığın verdiği empirik datayı ekleyerek şu sonuca varacağım: Bu düzenleme alkol tüketimini azaltmaz (ve hatta arttırabilir), sadece koşullarını değiştirir; bunu yaparken de muhafazakâr kesimde iktidarin imajını pekiştirir.

1. 22.00'dan sonra alkol satışının yasaklanması, kısa vadede satışlarda bir düşüş yaratabilir, çünkü impulsif alkol satışı (abi canım çekti bir bira alayım) azalır, fakat insanların buna adapte olması çok da zor değil. Bu tür düzenlemeler iki tür davranışı teşvik ediyor: Evinde sürekli bira tutmak, ve bir toplanma vs. durumunda da "içkimiz biter" düşüncesiyle bol bol alım yapmak. Bu iki teşvikin de sonunun "dolapta duran birayı içmek" olacağını öngörmek zor değil. Ha, öte yandan "tembellik" karakteri ağır gelen insanların alkol tüketimi de zamanla azalabilir. Buradan net bir sonuca varmak zor, fakat zannetmiyorum ki satışlarda önemli bir düşüş olsun.

2. Bu yasak, kısa vadede "fırsatçılara" gün doğuracak, el altından 22.00'dan sonra içki satanlar çıkacaktır. Bu da hem zararlı bir madde üzerindeki denetimi kaldıracak, hem devletin vergi kaybına sebep olacak, hem de insanları kanuna aykırı davranmaya teşvik edecektir. Uzun vadede bu düzenlemeye adapte olunur muhakkak,  fakat kısa vadede kamuya böyle bir zararının olacağı da aşikar. Alkolün denetimsiz satışı olasılığının kamu sağlığına faydalı olacağını da söyleyemeyiz.

3a. Gelelim en can alıcı noktaya: 22.00'dan sonra "perakende" alkol satışının yasaklanması, devletin alkol tüketicisine şu mesajı vermesidir: Çıkın dışarıda için, biraya 3 lira vereceğinize 10 lira verin. Şu an alkollü içki servisi yapan işletmelerin, barların vs. bayram ettiğine şüphem yok. Meselenin unutulmaması gereken böyle bir ekonomik boyutu da var.

3b. Bu sebepten de bu düzenlemenin "alkollü araç kullanma"nın önüne geçmek yerine, onu desteklediği aşikar. Bu teşvikin istatistiksel bir önemi var mı, onu zaman gösterecek fakat trafik kazalarını argüman olarak kullananların nasıl düşündüğünü cidden merak ediyorum.

4. Bu düzenleme, insanları bira gibi çabuk tüketilen alkoller yerine, rakı, viski vs. gibi daha uzun süre evde saklanılacak/bir kerede bitirilmeyecek alkolleri tüketmeye de yöneltebilir. Hard liquor da zaten bindirdikçe bindirilen vergiler sebebiyle çok daha pahalı, ve bunun da devlet için anlamı belli.

Bu yukarıdaki sebeplerden -ve eminim daha fazlası da listelenebilir ama bütün günü bu konuyu düşünerek geçirmek istemiyorum- ötürü bu düzenlemenin alkol tüketimine ciddi bir ket vuracağını düşünmüyorum. Hatta ilk etapta tepkisellikten ötürü muhtemelen daha fazla alım olacaktır, fakat uzun vade için de meselenin ekonomik boyutunu düşünmek lazım. Hükûmetin toplum mühendisliği sevdasını biliyoruz, lakin AK Parti iktidarı, sırf düzenleme yapmış olmak için düzenleme yapacak kadar "idealist" değil. Nasıl ki kürtaj/sezaryen, başörtüsü engeli, 4+4+4 düzenlemelerinin ucunda köşesinde "evde oturan ve çocuk üreten kadın -> nüfus artışı -> eleman -> büyüme" denklemi varsa, alkol ve sigara düzenlemelerinde de "vergi" kalemini es geçmemek lazım. Tabii bütün bunları yaparken taban gözünde imaj tazelemenin, bütün bir muhalefete "ayyaşlar" demenin qeyfi de cabası.

Ekleme: Twitter'da @militanpachi ve _@ayseozdemir_ çok güzel bir noktaya parmak bastılar. Bu düzenleme en çok mahalle bakkalını vuracak, zira Tekel bayiileri cirolarının yarısını çoğu marketler kapandıktan sonraki satışlardan yapıyorlar. Ayakta kalmak için Tekel bayiine dönüşen mahalle esnafını zora sokup, süpermarket zincirlerine, yani büyük kapitale de bayram ettirecek bir düzenleme bu ilaveten.

Ekleme 2: Harvard Üniversitesi Kamu Sağlığı'nın beslenme tavsiyelerinde alkol hakkında şu ifadeler kullanılıyor: "Orta derece alkol tüketimi faydalı olabilir - ama herkes için değil. Faydaları ve riskleri kendiniz tartmalısınız. (...) Orta derece alkol tüketimi bağırsak ve göğüs kanseri riskini arttırsa da, bu riskler kalp sağlığına faydalara kıyasla daha az - özellikle de kalp hastalıklarının birçok sağlık sorununa sebebiyet verdiği orta yaşlarda." (...) "Alkol içmiyorsanız başlamayın, fakat içiyorsanız da orta derecede için."

Yani salt sağlık sebeplerinden değerlendirirsek de alkolün "mutlak kötü" olduğunu söyleyemeyiz.

20 Mayıs 2013 Pazartesi

İçki yasağı meselesi ve ötesi

Ülke iç ve dış politikada heyecanlı günler yaşarken, gündemin bir yaşam tarzı bazlı tartışmayla şekillenmesi kaçınılmazdı, sağ olsun yeni alkol satışı düzenlemesi Hızır gibi yetişti. Teklif tepkiler üzerine komisyonda yumuşatılsa da, bu konu ne zaman gündeme gelse yaşanan tartışmalardaki bir abukluk baki kalacak: Memlekette ne zaman kişisel özgürlüklere/yaşam tarzına müdahale anlamına gelen bir kanun tasarısı gündeme gelse, karşı çıkan da, destekleyen de şu düz argümana sarılıyor: "X ülkesinde böyle (değil)!" Bu, çeşitli sebeplerden ötürü olabilecek en kötü argüman, ve de meseleyi "kültür savaşları" boyutundan "devletin bireyin tercihleri üzerindeki kontrolü" boyutuna getiremedikçe de bu sıkıntıyı yaşamaya devam edeceğiz.

Öncelikle şu "X ülkesinde de böyle" muhabbetinin neden saçma olduğunu madde madde anlatmaya çalışayım.

1. Her ülkenin kuruluş felsefesi, toplumsal düzeni, insanların yasaları idrakı, teamülleri vs. farklıdır. ABD gibi İngiltere'de baskıdan kaçan, temel felsefesinde "özgürlük" olan, "checks and balances" sistemi oturmuş bir ülkedeki düzenlemeyi kopipeyst yapamazsınız. AB ülkeleri bile yasal anlamda bir bütünlük içerisinde değildir, ortak çerçeveye göre davranırlar.

2. Bir yasa bir ülkede gayet atıl kalmış, kimse uğraşmak istemediği için değiştirilmiyor olabilir. (ABD'nin Massachusetts eyaletinde hastanede yatan hastalara alkol satmak yasaktır. Niye böyle bir saçma kanun var bilinmez.) Ya da yasaların çizdiği sınır uygulamada genişletme gibi bir toplumsal uzlaşı gerçekleşmiş olabilir. (New York eyaletinde zina suçtur. Evet, bildiğimiz New York.) Şimdi mesela bunlara bakıp "ABD'de de böyle" demek aldatıcı olur.

3a. Bu yüzden böyle genellemeler tutarsızlığa mahkûmdur. Mesela siz "ABD'de içki satın alma yaşı 21 mesela!" dedikten sonra orada üniversitelerin barları olduğunu söylemezseniz, ya da "ABD'de de açık alanda içemezsiniz!" dedikten sonra bu kanunun eyaletlere göre farklılık gösterdiğini, sokakta düzenlenen festivalde bir alan belirlendiği takdirde içki içilebildiğini falan söylemezseniz, Virginia gibi bazı eyaletlerde eczanede bile içki satıldığından, kiliselerde şarap verildiğinden bahsetmezseniz hata yapmış olursunuz. Bütün bu düzenlemeler bir arz-talep dengesi içinde gelişmiştir çünkü her toplumda.

3b. Gene bu ülke bazlı karşılaştırmalarda çorba yapmak da sağlığa zararlıdır. Mesela katı düzenleme yanlısı birisi "AB'ye uyum için yapıyoruz, Hollanda'da bile sokakta içki içmek yasak!" der, ama serbestlik olan Yunanistan'ı, Almanya'yı saymaz. Ya da düzenlemeye karşı çıkan birisi "medenî ülkelerde böyle yasaklar yok!" der ama Fransa ve Finlandiya gibi ülkelerdeki ziyadesiyle korumacı yasakları görmezden gelir.

Yani sözün özü, "başka ülkelerde de böyle" demek yerine, "X ülkesinde şu uygulama, şu şu sonuçları doğurmuş, bizde de böyle bir sorun var, uygulanabilirliği var mıdır, nasıl adapte edilebilir?" gibi tartışmalar yapmak yerine "AB'ye uyuyoruz, şeriat geliyor, ABD'de de böyle, istediğimiz yerde içeriz hohoyt!" falan tartışmaları abesle iştigal.

Gelelim en başta önerdiğim "devletin birey üzerindeki kontrolü" boyutuna. Bu konuda temel iki prensibim var: Devlet, bireylerin/kurumların kendi başına karar veremeyecek varlıklar olduğu savıyla hareket edemez, onları sınırlayamaz. Ancak bireylerin/kurumların kararları, başkalarına zarar veriyorsa ya da onların karar mekanizmasını etkiliyorsa (externality ya da dışsallık denen olgu) bu durumda maddî ya da önleyici tutumlar geliştirilebilir. Bu tutumlar geliştirilirken de mümkün olduğunca minimalist ve efektif düşünülmelidir.

"Alkol yüzünden X oluyor, o yüzden yasaklayalım!" derken o X'in başka hangi sebeplerden olduğunu ve de o sebeplere karşı tutumunuzu düşünürseniz, devletin çocukların zararlı maddelerden uzak tutma konusundaki haklı çabalarını yetişkinlerle karıştırmazsanız, kamu kuruluşu/alanı ile özel işletme arasındaki farkı iyi çizerseniz, "çağdaşlık" denkleminizi ezberlerinizden kurtarırsanız ve her şeyden önemlisi bireylerin refahı ve mutluluğu için devlet denen bir kurumun var olması gerektiğini, bunun tam tersinin adının demokrasi değil de başka bir şey olduğunu unutmazsanız çok iyi olur, çok da güzel olur bence.