2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com

21 Temmuz 2009 Salı

Hırsız Yok

Bir süredir Armenian Weekly'nin newsletterlarını (postakutuma yolladıkları gazete özetlerini diyelim) alıp duruyorum. Başlıkların hemen hepsi ünlü Ermenilerin başarı ve hayatları ve Medz Yeghern üzerine; ve daha da ilginci, dünyanın bütün meselelerini yine bu iki "leitmotif"e bağlıyorlar. Öncelikle, neden üyeyim? Çünkü dediklerini merak ediyorum ve değer veriyorum. Bu yeterli tabii. Ama bir derdim de nasıl bir politika güttüklerini görmek. Zira Medz Yeghern konusunda benzer dertlerimiz olduğu halde politik bir kirlenmeye maruz bıraktıkları felaket konusunda fena halde ters kulvardayım Armenian Weekly yazarları ve kadrosuyla. Dünyayla "soykırımı tanıma" üzerinden kurulan ilişkinin hastalığından kurtulmak, Dink'in dava edilmiş mükemmel tanımındaki gibi, Türk kavramından kurtularak temizlenecek/kurtarılacak bir Ermeni kimliğine kavuşmak demek. Dünyanın tüm Ermenilerinin bunun farkına herkesten önce varması lazım aslında. En büyük rahatsızlığım da dünyanın çeşitli yerlerinde egemenin sesine sahip erk-şiddetlerin(gewalt) kendilerine kendi içlerindeki açıkları, çıkmazları(aporia diyelim) göstermek yerine, tam da politika olmadığı için politik olan hamlelerle, aralarında seçim yapmayı ve taraf tutmayı seçmeleri. Biraz zorlayan bir cümle oldu belki, ama şöyle somutlaştırayım: Eğer ki bir ülkenin iktidarı kendi içinde erk-şiddetle bastırdığı bir kitlenin gözü önünde başka bir ülkenin erk-şiddetle bastırdığı bir kitleyi savunuyorsa, bu ironiktir. Velhasıl, o ülkenin bastırılan kitlesi, "e bize yaptığının ne farkı var?" diyerek hatırlatmakta haklıdır, hatırlatmalıdır ve dikkate alınmalıdır. Öte yandan, o başka bir ülke çıkıp da "e siz de yaptınız" diyerekten politik bir stratejiyle kendi yaptığını haklı çıkarmaya kalkıyorsa, bu da ironiktir ve ironisi aynı ilk örnekteki gibi anımsatılmalıdır. Ancak... (Evet bu bir Milliyet Gazetesi'nde-bir-sayfaya-boşluklarla-çeyrek-sayfalık-yazı-yazarım-abi 'ancak'ıdır!) İki erk-şiddetin de ezileni bir olmak yerine, karşılıklı olarak o erk-şiddetlerin uluslararası politikalarına sakız oluyorlarsa, burada bir sorun var. Armenian Weekly'de okuduğum son haber tam da bunun örneği olarak beni sarstı. Çin'de Uygurlar'a karşı acımasız bir şiddet uygulanıyor. Tam da Benjamin-Derrida-Agamben tasvirine uygun olağanüstü hal koşulları söz konusu. Erk-şiddet, egemenin kendini açığa çıkarttığı bir yerden, tüm yasayı askıya aldığı bir alan açıyor ve yasa kağıtlarda değil uygulamalarda kendini gösteriyor. Uygurlar harcanabilir homo sacerler olarak yalnızca ve yalnızca uluslararası diplomasinin dünyasında kullanılabilirlikleri kadar varolabiliyorlar. Erdoğan'ın öne sürdüğü türden bir adeta-soykırımın olduğunu söyleyemeyiz belki. Hatta mümkünse soykırım kelimesini öyle hoyratça da kullanmayalım. Ama soykırım kelimesine takılmadan ve aynı erk-şiddette olduğu gibi güçten ziyade etkiye bakarsak, bu adeta-soykırım kavramı diğer şeyler arasında bize iki şey söylüyor: 1- Erdoğan soykırım kelimesi ve kavramını yoz-kullanıma sokarak mitleştiriyor. 2- Bu içini-boşaltma ya da anlam-bozum ile tüm egemen güçlerin suçlarının ortakpaylaşım alanını yeniden açarak "siz sesinizi çıkarmayın, biz de sesimizi çıkarmayalım"a oynuyor. Alın size yeni nesil denge politikası. Peki Armenian Weekly ne yapıyor? Diyor ki makalede, Erdoğan kendini küçük düşürdü. Diyor ki, 'soykırım' kelimesini böyle hoyratça kullanarak kendi anlayışına ve uygulamalarına nasıl ters düştüğünün farkına varmadı. Ve Çin basınında çıkanların kendi savlarına destek verdiğini düşünerek ekliyor yazıyı yazan Sassounian: Çin de Türkiye'ye bunu söyleyecek son ülke olduğunu anımsattı! Bir yandan ne bekliyordum ki, diyorum. Bir yandan da nasıl bu kadar kör olunabilir? diye sormadan edemiyorum. "Bakın bakın, Çin de öyle demiş" diyerek ne yaptıklarını sanıyorlar bilmiyorum doğrusu. En rahatsız olduğum noktalardan biri şuydu: "The People’s Daily also published several letters critical of Turkey, one of which stated: “The Kurdish massacres in Turkey were a kind of genocide and Nazism. Linking China to genocide is like a thief shouting ‘stop thief.’" [Halkın Günlüğü (Çin'in gazetelerinden biri- kabaca çeviriyorum), Türkiye'yi eleştiren bir kaç yazı yayınladı. Bunlardan birinde şöyle deniyor: "Türkiye'deki Kürt katliamları birer soykırım ve Nazizm örneğiydiler. Çin'i soykırımla itham etmek bir hırsızın 'Hırsız var' diye bağırmasına benziyor."] Bir hırsızın 'hırsız var' diye bağırmasında sorun görmüyorum ben. Argumentum ad hominem'i bilmeyen ve sıksık bu hataya düşen politikacılara aşinayım (ne yazık ki) ama yine de "eeh saçmalamayın lütfen" demekten geri durmayacağım. Pekala bir yalancı da doğruyu söyleyebilir. Ama o yalandan bizzat muzdarip kitlenin çıkıp da bir yalanın çürütülmesi için başka bir yalancının arkasına sığınmasından fena halde rahatsızım. Zira bu haklının hakkının haklıktan çıkarlığa dönüşmesine sebebiyet veriyor. Ve itham ediyorum bu durumda, Ermeni diasporası hakkını çıkara dönüştürmektedir. Aradaki fark, 'çıkar'ın otoritenin izini taşıması, ve egemenin sesini kullanmaya öykünmesi, bir egemencilik oyununa alet olmasıdır. Spivak'ın ezilenin konuşamamasından kastettiği buna yakındır (link tabii ki Can the Subaltern Speak? makalesi, ve indirmek içindir.). Aradak farklara şimdi giremeyeceğim. Ama şunu söyleyebilirim ki, sesin ve konuşmanın egemenle ilişkisini unuttuğunuz yerde, kimliğin ne olduğunu da unutuyorsunuz demektir. Öte yandan, The People’s Daily yazarı da "ayrıca biz hırsız değiliz" gibi bir şey diyemeyerek, "bu bizim içişimiz" diyerek de ayrı bir gafta bulunuyor; ama buna girmeye gerek bile yok - ya da giremeyeceğim diyeyim, zira Çin'de ne oluyor hiçbirimiz bilmiyoruz aslında. Bu bambaşka bir yazının konusu. Özetle, Armenian Weekly'nin düştüğü hata tam da Çin'in, Türkiye'nin, İsrail'in (one-minute vakası), Fransa'nın (Cezayir-Medz Yeghern atışması), A.B.D.'nin(ne istersen!) vs.'nin istediği türden bir ses kullanımında yaşanan ses kaybıdır. Çin'e karşı tek bir söz etmeyen bir yazıdan bahsediyoruz - aklım almıyor bunu. Burada savunulması gereken hem Çin'e hem de Türkiye'ye karşı bir tavırdır pek tabii. O yüzden Uygurlar'ın asıl muhattabı Türkiye'deki Kürtler, İsrail karşısında Filistinliler, Ermeniler'dir mesela; ama bunun nasıl da uzak gözüktüğünü/olduğunu biliyoruz. Ve şu anki durumda, tüm hırsızlar birbirlerine "hırsız yok" diyor aslında. Demem o ki, bir hırsız "hırsız var" dediğinde, önce var olduğu iddia edilen hırsıza bir bakmak lazım. Bir hırsız düşmeden başkası düşmüyor. Tarih bize şiddetle bunu öğretmemeye çalışıyor! Daha fazla yoruma girmeden, Armenian Weekly'nin yazısının sonunu şuracığa düşüvereyim: "The most effective measure China can take in response to Erdogan’s hysterical accusations is to have the Chinese Parliament adopt a resolution recognizing the Armenian Genocide." [Çin'in, Erdoğan'ın isterik suçlamalarına karşı alabileceği en etkili tavır, Çin Parlementosu'nun Ermeni Soykırımı'nı tanıyan bir yasayı uygulamaya geçirmesidir.]

2 yorum:

semioticus (shelbyl) dedi ki...

kesik'ten harika bir geri donus. Bu konu hakkinda bir seyler yazmak istemistim; ama bunun uzerine diyecek bir seyim yoktur benim.

Orlando dedi ki...

Kesik yazin cok guzel/cok ilginc. Tesekkurler.