Öncelikle şunu belirtelim, 90'lı yıllar sosyal demokrasisi için bir Kürt sorunu yoktur, bir Güneydoğu sorunu vardır. Bu sorun da azamiyetle ekonomiktir. Gene Ahmet Taner Kışlalı'dan alıntılayayım kısa kısa:
"Devletin sunduğu hizmetlerden kamuda görev almaya ya da o görevlerde yükselmeye kadar, insanlar etnik kökenlerine göre bir ayrıma uğramazlar. Kürt kimliği sebebiyle bir sorun ortaya çıksaydı, bu sorunun kimlik çatışması olan İstanbul, Ankara gibi yerlerde ortaya çıkması lazımdı, Güneydoğu'da değil. 1991'de HEP ile işbirliği yapan SHP, 13 seçim çevresinde tek milletvekili çıkaramamıştır, HADEP düş kırıklığı yaşamaktadır..."
İşte bu ve bunun gibi sebeplemelerden ötürü, soruna bu yıllarda hep ekonomik gözden bakılmıştır. Temel mantık şudur: Eğer oranın ekonomisi güçlü olursa, oradaki halk asimile olmaya ses çıkarmaz. Ulus-devletçi yapı itibariyle, oradaki kimliği kabul edebiliriz, ama o kimliğin güçlenmesine asla izin veremeyiz.
İşte bu noktada, SHP'nin 1990 yılında hazırladığı Kürt raporu (resmi ismiyle: SHP'nin Doğu ve Güneydoğu sorunlarına bakışı ve çözüm önerileri) önem kazanıyor. Bu önemin birkaç sebebi var:
1. CHP'nin yeniden hazırlayacağı rapor öncesi mantaliteye ışık tutması.
2. Baykal'ın o yıllardaki söylemi ile son söylemlerini karşılaştırıp, CHP'nin Kılıçdaroğlu ile girebileceği rotanın tahmini.
3. Türkiye tipi sosyal demokrasinin yaşadığı hayalkırıklığının analizi.
Raporda da yukarıda bahsettiğim ekonomik söylem ağırlığı var, lakin günümüzde söylenenlerden önemli farklılaşmaların olduğu noktalar da mevcut. Bu farklılığın en önemlisi demokrasi ve insan hakları vurgusu. Bu hususta, OHAL yönetimi fazlasıyla eleştirilmekte, devletin yurttaşına bakışının sorunlu olduğu söylenmekte. Şöyle bir ifade mevcut mesela:
"Olağanüstü yaşam koşulları ve yıllardır süren uygulamalar, bölgede yaşayan insanlar için bir kimlik bunalımı doğurmuştur. Bunalım devletin yurttaşlara bakışı ile ilgilidir. Yanlış yönetim anlayışının yarattığı tepki sonucu olarak yurttaşlar bir yabancılaşma içine sürüklenmektedir. Yörede ciddi bir güven bunalımı yaşanmaktadır.
Silahlı mücadelede doğrudan taraf almayan yuttaşların, kitlesel soruşturmalarla, tutuklamalara karşı karşıya bırakılması, haksızlıklarla birlikte yaşamaya mahkum edilmesi, yurttaşları resmi otoritelere karşı tepki gösterme konumuna getirmiş, bir takım kışkırtma ve zorlamalarla da olsa kepenk kapatma ve başka direniş eylemleri meydana gelmiştir."
Tabii CHP'nin bugün bu tepkilerin kökenini unutmuşçasına söylemde bulunması bir yerde trajik.
Rapordan diğer bir ilgi çekici nokta da terörle mücadelenin eleştirilmesi. Bölge insanına potansiyel suçlu gibi bakılması eleştiriliyor, koruculuğun kesinlikle kaldırılması gerektiği söyleniyor, "devlet terörü" tabiri kullanılıyor. Terörle mücadeleye söylem bazında getirilen eleştiri ise çok yerinde:
"Ancak terör örgütünün silahlı mücadelesi ileri sürülerek halka yapılan baskı haklı gösterilemez."
"Silahlı eylem tek başına önemli bir şekilde tehdit değildir ve etkinliği sınırlıdır. Önemli olan silahlı eyleme karşı, “en kısa zamanda sıfırlayacağız”, “kökünü kazıyacağız”, “bu Devlete meydan okumadır”, “imha edeceğiz”, iddialarının halka yönelik olarak zorunlu kıldığı olumsuz ve hatalı uygulamalardır. Bu uygulamalarla eğer bir kısım yurttaş eylemlere sempati duymaya başlıyorsa, silahlı eylem amacına ulaşması, devlet de tuzağa düşmüş demektir. Oysa Devlet, “terör tuzağına” düşmemenin yollarını bulmalıdır.
Teröre karşı olgun, soğukkanlı, kendine güvene, halka güvenen, hiçbir zaman temel ilkelerden, temel ölçülerden sapmayan anlayışı ve politikayı Devlete egemen kılmak gerekir. Kısaca olaylara demokratik bir anlayışla, demokratik kuralların zorunlu kıldığı politikalarla yaklaşmak esas olmalıdır."
CHP'nin zamanla daha militerleştiğini bu paragraflar doğrultusunda söylemek mümkün.
Raporda CHP adına oluşmuş iki temel ironi ise şöyle:
1. Öncelikle CHP, anadil konusundaki duruşunu çoklukla değiştirmiş değil. Her ne kadar raporda anadil yasağı ağır dille eleştirilse de, devletin eğitim dilinin Türkçe olması gerektiği söyleniyor. Kürtçe eğitim-öğretim özel kuruluşlara bırakılıyor.
Değişen ise anadil ve diğer demokratik haklar konusundaki söylemler. Mesela şöyle bir pasaj var:
"Demokrasinin doğal gereksinimi olan düzenlemeleri bir lütuf, bir özveri bir zamanlama şeklinde görme anlayışı yanlıştır. Belirli kesimlerde hala geçerli olan bu anlayışın aşılması gerektiğine inanıyoruz. Ana dil yasağı ile ilgili düzenlemeyi “taviz”, “zamanlama”, “teslimiyet” mantıkları ile kaldırmayı reddeden düşünceye kesinlikle karşı olduğumuzu belirtmek zorundayız."
Muhalefet kaygısı ile CHP'nin zamanla aynı söylemi kullanır hale gelmesi üzücü.
2. Yurttaşlık kavramının incelendiği paragrafta şöyle bir uyarıda bulunulmuş raporda:
"Dünyada milliyetçi dalgalanmaların yeniden ortaya çıktığı bu dönemde zora dayalı her türlü biçimlenmeyi reddederek çağdaşa, güzele, refaha bütünlük içinde toplumca ulaşmak amacındayız."
Bunu diyen bir partinin milletvekili 20 yıl sonra Canan Arıtman olmuş. Bu da acı tabii.
* * *
Sonuç olarak, yeni dönem CHP'sinin bir süredir ileri sürdüğüm tez dahilinde 90'lar sosyal demokrasisine yakınsayacağını varsayarsak, milliyetçi söylemleri bir kenara koyup lakin ulus-devletçi anlayıştan taviz vermeden demokratik açılımları desteklemesi gerekmekte.
Yeni hazırlanacak rapora ve de Kılıçdaroğlu'nun söylemlerine bu şekilde bakmak daha sağlıklı olacaktır. CHP, ekonomik gelişme ile, halkın kültürel kimliğine saygı duyulmasını ön plana koymuş, fakat devletin azınlık haklarını vermesi konusunda hiçbir zaman cömert ve cüretkâr olmamıştır. Bu, tarihsel olarak, özellikle de HEP - DEP travmasından sonra CHP'nin varabileceği en uç noktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder