Geçen hafta sevgili başbakanımız Rusya’dan nükleer santral haberleriyle döndü. Nükleer enerji sakıncalı mıdır, değil midir bilmiyorum, çok hakim olduğum bir konu değildir. İhtiyacımız var mı , yok mu, varsa yeni teknoloji mi kullanılacak, onu da bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da nükleer enerjinin yaptığı tek çağrışımın 26 Nisan 1986 olduğu. Chernobyl’in 4. reaktörünün patlamasından 2 gün önce de Ermeniler 1915 olaylarının 71. yılını anıyorlardı. O zamanlar kızılın hakim olduğu Karadeniz’in kuzeyinden gelen radyoaktif parçacıklar, her daim yeşilin hakim olduğu Karadeniz’in güneyine yağdı.
--------------------------
Bu coğrafyanın Karadeniz’inde güneş ilk Hopa’dan doğar. Bir önceki dönemde Türkiye’nin tek sosyalist belediye başkanını çıkaran, faşizmle yıllardır savaşan Hopa’dan… Ülkenin karmakarışık olduğu ‘72’de bir çocuk doğdu Hopa’da, 14 sene sonra içtiği çayın yapraklarına, bölerek yediği ekmeğin yapıldığı mısıra, çorbasını içtiği kara lahanaya, kuzeyden esen yıldızın ölüm getireceğini bilmeden. Oysa Kuzey Yıldızı yol gösterici bilinir. Yıllar geçti, yolu gösteren ışık oldu o çocuk.
Kazım Koyuncu türküler söyledi Türkçe, Lazca, Gürcüce, Hemşince... Kulağa ne güzel geliyor değil mi; Hemşince? Bu güzel adamdan duyana kadar 4-5 yıl önce, Hemşince’nin varlığından bile haberim yoktu. Lazca’yı duymuştum elbet “Kuş” Mehmet eniştemden, Çerkezce dedemin ana diliydi mesela, Gürcüce öbür yakasıydı Çoruh’un… Ama Hemşince, hiç duymamıştım. Tahmin ettim elbet adını Hemşin’den aldığını. Ama nasıl olmuştu da bir ilçenin kendine ait koskoca bir dili olmuştu?
İlginç bir hikayesi var Hemşince’nin. Sarp sınır kapısı Gürcistan’la sınır kapımız değil de, S.S.C.B.’yle aramızdaki perdeyken, Hemşin ve çevresinde yaşayan özellikle genç nüfusun etnik kökenlerinden pek haberi yokmuş. Ne zaman ki Sovyetler dağılıp Kafkas’lar birbirine karışmış –her anlamda-, işte o zaman Ermenilerle rahatlıkla anlaşabildiklerini görmüşler Hemşince kullanarak. Hemşinliler’in bir kısmı aslında Osmanlı döneminde İslam’ı seçen –veya seçtirilen- Ermeniler olduğunu o zaman öğrenmişler. Hatta öyle ki, Ermenistan’lı Ermeniler, Hemşinliler’in konuştuğu Ermenice’nin hiç bozulmamış bir Ermenice olduğunu söylüyorlar.
Yeni nesillerin babalarının, dedelerinin bu durumdan haberdar olup da, çocuklarından, torunlarından saklamalarını akıl almıyor ilk bakışta. Sonra düşündükçe asimilasyonun ne derece kemiklere işlediğini anlıyor insan, hayal ettikçe kendi kemikleri de sızlıyor. (Tam bu satırları yazarken, bir de ekşi sözlüğe bakayım dedim ve
şuna denk geldim.) Bugüne dek neredeyse en ufak bir sürtüşme olmamış bölge halklarının arasında ama, suçlayabilir misiniz onları kimliklerini kendi çocuklarından bile sakladıkları için? Hele de hemen yanıbaşlarından çıkan beyaz bereli bir çocuğun, bir başka Ermeni kökenliye yaptıkları düşünülünce.
Diaspora olmak zordur, 3 yıl önce dün daha net görüldü bu. Hrant’ın doğduğu topraklardan Nemrut görünür. Komagene krallığı Aramca mı konuşurdu, Hemşince mi bilmem. Bildiğim Komagene’nin üzerinde kurulu olduğu Nemrut'ta güneşin batışını bir başka Ermeni Ara Güler’in fotoğraflarından öğrendiğim. Diaspora Ara’dadır, arada kalmıştır. Ne bulunduğu yerdendir, ne de bölündüğü. Hele hele Türkiyeli Ermeni olmak daha da zordur. En zoru Hemşinli olmaktır. 1915 olaylarında öldüğü iddia edilen 1,5 milyon Ermeni’ye ek olarak, o dönemde Müslüman olan yaklaşık yarım milyon Ermeni’yi de katarak, kayıp sayısını 2 milyon olarak belirler kimi muhafazakarlar.
Buradayken de zaten çemberin dışındaki adamlar onlar.
‘80’lerin sonu, ‘90’ların başı –tam tarih veremeyeceğim- bir gün Yeşilköy Çiroz sahilinde denize giriyoruz. Babamın patronu Yervand var, oğulları Sarim ve Ari var, anneleri var bir de. Maalesef annenin adını hatırlayamıyorum. Sarim annesine “mama” diyor sürekli. İnatla soruyorum “mama ne demek, neden anne demiyorsun” diye. Aklım ermiyor diye babam susturuyor. Aynı Sarim sonraki sene bana Paskalya’da boyanmış yumurta getiriyor. Seneler geçiyor, babası Yervand üniversitede ziyaretime geliyor. Kampüsü gezdirmek istiyorum, ilk sorusu “okulda çok ülkücü var mı?” oluyor. Hâlâ her bayramda arayıp kutluyorlar. Babam onların yanında çalışırken her Cuma namaza gidebilsin diye 2 saat izin veriyorlar. Ama bir yandan da ticaret yaptıkları insanlara, ortak olan iki kuzen –Pakrat (Pako) ve Yervand- kendilerini Türk isimleriyle tanıtıyorlardı. Korku mu dersiniz, çekingenlik mi, size kalmış. Ama ben ne zaman Bakırköy’deki Surp Astvazazin Kilisesi’nin iyice kapalı kapılarının önünden geçsem, korkunun kokusunu alırım, utanırım.
--------------------------------
Chernobyl Türk’ü de öldürdü, Laz’ı da, Gürcü’yü de, Hemşinli’yi de, bana Hemşince’yi duyuran Kazım’ı da. Birlikte öldük ama birlikte yaşayamadık bir türlü. Hrant birlikte yaşayabilelim diye yaşadı, birlikte yaşayabilelim diye, Şişli’de bir sokakta öldü. Biz yine beceremedik. Faşizm mi galip geldi, biz mi faşizme yenildik?
Artık ayağa kalkma vaktidir! Kazım’la Hrant kolkola gezerken bir yerlerde, bizim için de artık yollara düşme vakti gelmiştir! Ben bağırırken “Hepimiz hâlâ Ermeni’yiz, hepimiz hâlâ Hrant’ız!” diye, sen de susma Hemşinli... Sen de bağır geçmişini!
6 yorum:
Elinize sağlık çok güzel yazı olmuş.
lan söyleye söyleye dilimde tüy bitti! yazdın mı süper yazıyo'sun, süper şeyler yazıyo'sun ama işte çağın vebası, amansız hastalık kocag.tlülükten bi' türlü kurtaramadık seni..
ellerine sağlık hak'katen, diğer arkadaşlara/yazılara haksızlık etmek istemem ama şahsen, benim için, işkembe'de okuduğum en iyi yazı!
Abi senin yorum da en iyi yorum olmus yahu :)
Teşekkürler Trastan.
Sevgili sokaktaki adam,
Teşekkür ederim. Ama şu yoruma cevap yazmaya bile saatlerce üşendim de, en sonunda ayıp olacak diye yazmaya karar verdim :-)
Serhan:
Şimdi ilginçtir, ben de 2005 yılında işittim ilk hemşinceyi.
Üniversite son sınıfken part time çalışmaya başladım bir beylikdüzü firmasında. Patronlar Hopalıydı. Çalışanlar da akrabaları. Departman müdürleri de alevi falan.. İstanbul 3. bölgenin sol açığı bizdik yani. Kazım' ı da onlardan öğrendim. Ama çok geçmedi vefat etti.
Çatır çatır hemşince konuşulurdu, düğünlerde hemşin halayı falan çekerlerdi. Ermeni akrabalığını kabul ederlerdi, Hrant Dinkin vurulmasının akabinde şirkette beyaz bere yasaklanmıştı hatta.
Ama şunu da yaşadım: sakallı ve namazımda niyazımda olduğum için en başta önyargıya tabi tutuldum. Özellikle aleviler tarafından, AKPli zannedildim uzun süre. Sakaryalıyım diye faşist diye yaftalandığım da oldu. Zamanla aştık hepsini.
Sonuç olarak 2,5 sene muhattap olmama ve yeşil sahalarda bu "sol açık" şirketin kalesini korumama rağmen hemşince sadece bir kelime öğrendim: "hay aksi!!" babında "aspatze!!"yi başım sıkıştıkça kullanırım.
Müthiş bir yazı. En dokunaklı yazı kategorisinden oskarlara aday göstermek istiyorum.
Yorum Gönder