İnsanlığın sahip olduğu en büyük zaaflardan birisi ikicil düşünme sistemi. Bir kavramın varlığını, ancak onunla arasına kesin hatlar çizilmiş zıttının da varlığıyla anlamlandırabilmek, asırlar boyunca bu epistem ile şekillenmiş kültürümüzün bize bıraktığı, ve sınırların hızlıca kalktığı dünyada omuzlarımızda iyiden iyiye yük olmaya başlayan talihsiz bir miras.
Dünyayı bu ikicillik dahilinde anlamlandırma, çocukluktan itibaren farklı formlarda empoze edilen bir fenomen; ve bu takviyenin en sık rastlanan formundan birisi de "iyi" ile "kötü"nün mücadelesi. Semavi dinlerdeki şeytan olgusundan, masallardaki sınırları açıklıkla çizilmiş ve parmakla gösterilebilecek kadar berrak, popüler görsel ürünlerdeki her dakika kötülük yapmayı düşünen ve sonunda iyi kahraman tarafından mağlup edilecek karakterlere kadar kötü imgesi çoğunlukla net oluşturulmuş durumda.
Bu dikotomiyle (ikileşim) aynı anda oluşan iyilik ve kötülük kavramları da, eylemlerin niteliğinden failin niteliğine bir geçişleme yaratıyor. Kültürel olarak şekillenmiş düşünce sistemimizde iyi insanın yaptığı eylemler iyilik, kötü insanın yaptığı eylemler kötülük olarak kodlandığı, ve bu kodlama mümkün mertebe kati sınırlarla belirlendiği için, bir noktadan sonra "iyi" intibası mühürlenmiş öznelerin kötülük yapma olasılığı ortadan kalkıyor.
Daha açık şöyle diyebiliriz: "İyi insan iyilik yapandır, kötü insan kötülük yapandır" imgesi, zamanla "iyi insan kötülük yapmaz, kötü insan iyilik yapmaz" gibi bir genel kabule yol açıyor. Halbuki bu bakış açısı, insanların çıkarları doğrultusunda da hareket edebileceğini, farklı değer yargılarıın "iyi" ve "kötü" gibi kavramları farklı değerlendirebileceğini, "iyi" ya da "kötü" imajının içten var olan değil, bizzat dışarıdan şekilenen bir olgu olduğunu göz ardı ediyor. Yani yataktan kalkıp "bugün ne kötülük yapsam" diye el ovuşturan bir insanın var olduğunu düşünüyoruz, ama o insanın da kendi değer yargı sistemince o eylemleri "iyi" olarak onaylıyor olabildiği gerçeğini unutuyoruz.
Uludere Katliamı'ndan sonra, bu "kötülük" yapacağına inanamazlık halinin ilginç yansımalarını gözlemlemek mümkündü. Bunun en ilginç örneği Erdoğan'ın ayaküstü yaptığı açıklaması idi (ki bu yüzden daha değerli)
"Bir defa hiçbir devlet halkını kalkıp da kastı mahsusa ile bombalamaz. Geçmişte bu tür şeyler belki yapılmış olabilir. Ama bizim iktidarımız döneminde böyle bir şey olması mümkün değildir."
Peşisıra söylenmiş bu üç cümlede iki adet ilginç çelişki var. Birincisi Erdoğan'ın "hiçbir devlet yapmaz" dedikten sonra (burada devlete yukarıda değindiğim mutlak iyi payesi biçilmekte) hemen "geçmişte bu tür şeyler yapılmış olabilir" demesi. Hiçbir devlet yapmaz böyle bir şey, ama yapmış olabilir? İkinci çelişki ise, nesnel olarak var olan kötülüğü kabul etmek zorunda kaldıktan sonra "ama bizim iktidarımız yapmaz" demesi, ve kendi iktidarına mutlak iyi payesi biçmesi.
Erdoğan bu gerekçelendirmesinde de yalnız değil, zira olaydan sonra çok sayıda "siz iyi bir insansınız, biliyoruz öyle bir şey yapmazsınız ama sizin etrafınızda kötü insanlar var ve böyle şeyler yaptırıyorlar" temalı yazı da yayınlandı, özellikle de Erdoğan'ın manşetinden dolayı yukarıda alıntıladığım söyleminde bizzat çattığı Taraf gazetesinde. İşin daha komiği, iktidar ile gazete arasında bu diyalog yaşanırken, Taraf'a mutlak iyi ya da mutlak kötü payeleri biçmiş olanlar da bu hususta çatallaşıp kendi aralarında tartışmaya başladılar.
Dünyayı bu ikicillik dahilinde anlamlandırma, çocukluktan itibaren farklı formlarda empoze edilen bir fenomen; ve bu takviyenin en sık rastlanan formundan birisi de "iyi" ile "kötü"nün mücadelesi. Semavi dinlerdeki şeytan olgusundan, masallardaki sınırları açıklıkla çizilmiş ve parmakla gösterilebilecek kadar berrak, popüler görsel ürünlerdeki her dakika kötülük yapmayı düşünen ve sonunda iyi kahraman tarafından mağlup edilecek karakterlere kadar kötü imgesi çoğunlukla net oluşturulmuş durumda.
Bu dikotomiyle (ikileşim) aynı anda oluşan iyilik ve kötülük kavramları da, eylemlerin niteliğinden failin niteliğine bir geçişleme yaratıyor. Kültürel olarak şekillenmiş düşünce sistemimizde iyi insanın yaptığı eylemler iyilik, kötü insanın yaptığı eylemler kötülük olarak kodlandığı, ve bu kodlama mümkün mertebe kati sınırlarla belirlendiği için, bir noktadan sonra "iyi" intibası mühürlenmiş öznelerin kötülük yapma olasılığı ortadan kalkıyor.
Daha açık şöyle diyebiliriz: "İyi insan iyilik yapandır, kötü insan kötülük yapandır" imgesi, zamanla "iyi insan kötülük yapmaz, kötü insan iyilik yapmaz" gibi bir genel kabule yol açıyor. Halbuki bu bakış açısı, insanların çıkarları doğrultusunda da hareket edebileceğini, farklı değer yargılarıın "iyi" ve "kötü" gibi kavramları farklı değerlendirebileceğini, "iyi" ya da "kötü" imajının içten var olan değil, bizzat dışarıdan şekilenen bir olgu olduğunu göz ardı ediyor. Yani yataktan kalkıp "bugün ne kötülük yapsam" diye el ovuşturan bir insanın var olduğunu düşünüyoruz, ama o insanın da kendi değer yargı sistemince o eylemleri "iyi" olarak onaylıyor olabildiği gerçeğini unutuyoruz.
* * *
"Bir defa hiçbir devlet halkını kalkıp da kastı mahsusa ile bombalamaz. Geçmişte bu tür şeyler belki yapılmış olabilir. Ama bizim iktidarımız döneminde böyle bir şey olması mümkün değildir."
Peşisıra söylenmiş bu üç cümlede iki adet ilginç çelişki var. Birincisi Erdoğan'ın "hiçbir devlet yapmaz" dedikten sonra (burada devlete yukarıda değindiğim mutlak iyi payesi biçilmekte) hemen "geçmişte bu tür şeyler yapılmış olabilir" demesi. Hiçbir devlet yapmaz böyle bir şey, ama yapmış olabilir? İkinci çelişki ise, nesnel olarak var olan kötülüğü kabul etmek zorunda kaldıktan sonra "ama bizim iktidarımız yapmaz" demesi, ve kendi iktidarına mutlak iyi payesi biçmesi.
Erdoğan bu gerekçelendirmesinde de yalnız değil, zira olaydan sonra çok sayıda "siz iyi bir insansınız, biliyoruz öyle bir şey yapmazsınız ama sizin etrafınızda kötü insanlar var ve böyle şeyler yaptırıyorlar" temalı yazı da yayınlandı, özellikle de Erdoğan'ın manşetinden dolayı yukarıda alıntıladığım söyleminde bizzat çattığı Taraf gazetesinde. İşin daha komiği, iktidar ile gazete arasında bu diyalog yaşanırken, Taraf'a mutlak iyi ya da mutlak kötü payeleri biçmiş olanlar da bu hususta çatallaşıp kendi aralarında tartışmaya başladılar.
* * *
Bu yaşananların unuttuğu gerçeklik ise şu: "Kötülük", öznenin niteliğinden bağımsız olarak da var olan bir kavramdır. Bir insanın başına, onun "kötü" olarak nitelediği bir olay gelirse, failin niteliği ne olursa olsun bir "kötülük" gerçekleşmiştir.
Şu en temel çelişkiyi unutuyoruz: İki arkadaşınızın çıkarlarının çatıştığı bir durumda, bir eylemde bulunma zorunluluğunuz doğdu. Ne yaparsanız yapın, bir arkadaşınız bu eyleminizden dolayı zarar görecek. Birine "iyilik" yaparken, diğerine "kötülük" yapmış olacaksanız. Siz kendinizi ister "iyi", ister "kötü" olarak tanımlayın, eylemlerinizin maruz kalan açısından niteliği değişmeyecektir.
Bu durumda "iyi" insan ile "kötü" insanı tanımlamak için önemli bir kavramı gündeme getirmek gerekiyor: Farkındalık. Eğer siz, arkadaşınızın "kötü" eyleminizden zarar gördüğünün farkındaysanız ve onun gördüğü zararı yok etmek için de bir çaba sarf edecekseniz, o zaman "iyi" bir insan olduğunuzu savlayabilirsiniz.
* * *
Özetle: İyi olabilmek için, kötülük yaptığını bilebilmek gereklidir. İyi olduğunu sanan insan, kötülük yapamayacağını düşünüp, eylemlerinin vardığı yeri göz ardı/inkâr edendir. Bu nitelikler koşulsaldır, eyleme bağlıdır, süreklilik göstermez.
Uludere'de 35 masum insanın bombalanarak katledilmesi, ister hata olsun ister komplo, ister kasıtsız olsun ister kasıtlı, ister X yapmış olsun ister Y, kötü bir eylemdir. Bu fiille doğru düzgün yüzleşemeyen herkes de bu yapılmış kötülüğün ortağıdır, kendisini iyi olarak konumlasa da.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder