2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com

18 Mart 2011 Cuma

So far no matter how close: Ermenistan (1/4)


1-7 Mart arasında “bi’ iş için” Ermenistan’daydım. Bugüne kadar gittiğim birkaç ülkeden belki de en büyük merakla ve en değişik hislerle gittiğim yerdi.
Yaklaşık 1.5 yıldır gençlik çalışmaları yapan, her yıl 400-500 civarı genci yurtdışına gönderen bir şirkette çalışıyorum (Geçtiğimiz Cumartesi –yani 12 Mart- son iş günüm idi bu esnada). Bu süre boyunca belki 1000 tane gence kampları anlattım, ülke alternatifleri önerdim. Hemen hemen hiç şaşmadı; Ermenistan, Sırbistan veya Yunanistan deyince envai çeşit gizil/aleni ırkçı yanıtlar aldım. Yüz ifadeleri olsun, sözlü olsun, alaycı gülümsemeler, “pis pis ülkeler değil de...” diye başlayan yanıtlar olsun... Hep onlara şaşırmıştım, Ermenistan’a gidince kendime de şaşırdım.
“Ermenistan’a gidiyorum” deyince gelen yanıtlar da zaten yer yer andırıyordu az önce bahsettiklerimi: “Olm aman Türk olduğunu çaktırma”, “sınırda rüşvet alıyorlar bizden, herkes 7 €’ya alıyor vizeyi ama 30 € götür”, “dışarıda Türkçe konuşma aman” gibi. Ha, benzer kaygıları ben de taşıyordum tabii ki.
Gidiş yolunda ilk sorun bileti alırken çıktı karşımıza. Direkt uçuş yalnızca Çarşamba ve Pazar  var (ve o da İstanbul’dan tabii) ve karayolu seçeneği için de sınır kapısı kapalı. Alternatifler bir başka ülke üzerinden aktarmalı uçmak ve Batum’dan karayoluyla inmek idi. Moskova’dan uçmayı tercih ettik. Gündüz Ankara’dan otobüsle İstanbul’a, gece İstanbul’dan Moskova’ya, sabah da Moskova’dan Erivan’a... Otele vardığımızda toplam 20 saattir yoldaydık. Zaten ilk günümüz “uzaktan” gelen ve “ne güzel, hemen komşudan cırt diye gelmişsinizdir” diyen herkese “biz senin x katın kadardır yoldayız lan!” diye açıklama yapmakla geçti. Devlet dediğin vizontele gibi bir şey işte; yakını uzak eder...
Devlet demişken, Türkiye’den giden 4 kişinin benim de dahil olduğum 3 kişilik kısmı lacivert, biri de yeşil pasaportluydu (Bilmeyenler için: yeşil pasaport, devlet kurumlarında belli mevkilerde çalışanlara ve eşleri ile çocuklarına layık görülen, bir nevi devletin kişilere referans olduğu pasaport türü ve çok ülke yeşil pasaportu olanlara vize uygulamıyor. Lacivert pasaport ise senin benim gibi avam takımının alabildiği sıradan pasaport, hemen her ülke vize uyguluyor. Uygulamayanların sayısı sınırlı.). Lacivert pasaportlarımızla biz geçtik, yeşil pasaportlu arkadaş takıldı bu sefer. Parayı verdikten sonra vizeyi almamız 5 dakika sürdü, yeşil pasaporta vermediler. O ona verdi pasaportu, o öbürüne, öbürü berikine derken, biz otele doğru yola koyulduğumuzda o, bizi misafir edecek evsahibi kuruluşun başkanıyla görüşüyordu (ki bu da Ermenistan’da çalışan bir STK oluyor). Biz otele gittikten yarım saat sonra yeşil pasaportlu arkadaş da geldi; meğer bizi misafir eden kuruluşun başkanı torpil yapıp vizesiz sokmuş arkadaşı içeri. Torpil meselesinde gerçekten bizden ilerilermiş, onu gördüm. Arkadaş vize formunu otelde doldurdu, sonra gidip Dışişleri Bakanlığı’ndan vizesini aldı. Bunu bir Türkiye vatandaşına çıkarılan güçlük olarak mı yoksa sağlanan kolaylık olarak mı değerlendirmem gerekiyor, gerçekten çelişik duygular içindeyim.
Havaalanındaki vize veren asker üniformalı ama ona rağmen gayet güleryüzlü insanlar, pasaport kontrolünde başka herhangi bir yerden farklı davranmayanlar ve orada sorunla karşılaştığımızda yardımcı olmak için koşturanları görünce “Aslında gayet iyi davrandılar yahu?” diye şaşkınlık yaşadığımızı fark ettik. Ki, bu da çocukluğumuzdan beri beynimize yerleştirilen “tu kaka Ermeniler” kalıbının gizil bir ifadesidir. “Aslında...”. Yani “bize yıllardır anlattıklarına göre kötü davranmaları gerekiyordu. Her ne kadar biz aslında öyle düşünüyor olmasak da...”. Üzüldüm bunu fark ettiğim anda, ama yapacak bir şey yok. İliğimize işlemiş “3 tarafı deniz, 4 tarafı düşmanlarla çevrili Anadolu”.
 Otel ve organizasyon kısmı blog okurları için fazla kişisel kalacağından fazla girmeyeyim orasına. Ama yine de şunu söyleyeyim; bu, aynı formatta ve büyüklükte katıldığım 3. toplantıydı. İlki Berlin’de, ikincisi Ankara’daydı, üçüncüsü Erivan’da oldu. Gösteriş ve lüks doğuya gittikçe arttı. Berlin’de bir okul kampüsünde 4 kişilik, Ankara’da bir butik otelde 3 kişilik ve Erivan’da lüks bir otelde 2 kişilik odalarda kalındı; Berlin’de 1 gece ücretsiz içki ikramı yapıldı, Ankara’da açılış ve kapanış partilerinde ilk içki ücretsiz idi, Erivan’da neredeyse her gece ücretsiz içki vardı. Berlin’de toplu taşıma ile herkes konaklama yerine kendi ulaştı, Ankara’da HAVAŞ’tan servislerle alındı, Erivan’da havaalanından konukları almak için taksi tutuldu. Yöresel / “ulusal” şeyler (genelde de yiyecekler) Berlin’de hiç yoktu, Ankara’da bir miktar vardı, Ermenistan’da “hemen her şey” idi.

(1. bölümün sonu. Biraz uzunca bir yazı oldu, hem çok fazla yer kaplamasın birden, hem de baymasın diye parçalara böldüm. Çok fazla fotoğraf çekemedim ne yazık ki ama sonraki 3 bölümde biraz daha fazla fotoğraf olur diye umuyorum. Bizi izlemeye devam edin!)

Hiç yorum yok: