Son zamanlarda benim de dahil olduğum liberal kesimde haklı bir telaş havası var. Son 8 yılda icraatları ve söylemleriyle Türkiye'ye demokratikleşme adına en çok fayda getirmiş olan popüler siyasi figür Erdoğan, özellikle 12 Eylül referandumundan sonra tanımlanamaz bir "majeste" tutumu içine girmiş bulunmakta. Polisi yedirtmeyen, verdiği hizmetleri tehdit aracı olarak kullanan, azınlık hakları ve anayasa konusunda 180 dereceye yakın dönüş yapmış bu Erdoğan'ın nereden peydah olduğunu anlamaya çalışıyor liberal kesim.
Bir görüş şu: "Erdoğan seçimler yaklaşıyor diye milliyetçi kesime yaranıyor, seçimlerden sonra eski haline dönecek." Bu görüşe katılmıyorum, ve de bu yazıda neden katılmadığımı anlatmaya çalışacağım.
1. Erdoğan'ın sahip olduğu gücü iktidar sürecinde mümkün mertebe olumlu yöne kullandığı gerçeğini yadsıyamayız. Lakin bu tutum, Erdoğan'ın kimliği hakkında bir ilüzyona yol açmış durumda. Unutulmaması gereken şu; Erdoğan en nihayetinde bir politikacıdır, ve de politikacının birincil amacı oy toplamak ve iktidarda kalmaktır. Erdoğan, yola sadece Türkiye'yi daha demokratik bir yer yapmak için çıkmış bir iyilik meleği değildir.
2. Tarih boyunca "Önce bazı kesimlere hoş gözükeyim, koltuğumu garantileyeyim sonra reform yaparım" diyen bir lider olmamıştır. Reformist bir lider, her şeye karşın reformlarını yapar ve de sonuna dek savaşır. Erdoğan, iktidarının en başında reformlarını kararlılıkla yapmışken ve de karakterini ortaya koymuşken; bu karakter ona büyük bir oy artışı getirmişken şimdi kendisinin geçici bir politika benimsediğini düşünmek aşırı iyimserlik olur. Erdoğan şu an bir makyaja ihtiyaç duyacağı bir pozisyonda değildir.
3. AKP hiçbir zaman "liberal" bir parti olmamıştır, kurulduğundan beri bir çatı partisidir. AKP'nin esas amacı liberal bir hüviyet kazanmak olsa idi, Cemil Çiçek ve şürekası isimler partiden, parti güç ve otoritesinin zirvesindeyken uzaklaştırılırdı. Çiçek'in temsil ettiği 12 Eylül zihniyeti AKP'nin en önemli pozisyonunda ikamet etmeye devam ederken, "Erdoğan geçici role soyundu, aslında liberalleşecekler" düşüncesi tarihsel süreçte reddedilmektedir. Nitekim Erdoğan'ın son bir haftada sırt çevirdiği isimlerin Ertuğrul Günay ve de Ahmet Altan olması tesadüf olamaz.
4. Tarihin önümüze serdiği bir başka gerçeklik şudur: "Güç adamı şaşırtır." 8 yıl boyunca iktidar koltuğunda oturmuş bir lider, kendisi farkında olmadan mağdur ve mazlum mertebesinden mağrur ve müstebit mertebesine yükseliverir. Nasıl zamanında demokrasi için yola çıkan Menderes işi Vatan Cephesi kurmaya, protestoları bastırmaya vs. götürmüştür (ve de sonucunda 1957 seçimlerinde oyları %10 oranında azalmıştır); nasıl ki ANAP ekonomik sinyalleri ciddiye almayınca ve Özal'dan sonra kendisini statükoya angaje edince tarih sahnesinden silinmiştir; benzer icraatlere icazet vermeye başlayan Erdoğan'a farklı gözle bakmayı gerektirecek baskın bir sebep yoktur.
Erdoğan ister bugün tüm samimiyetiyle iyi bir şeyler yaptığını düşünsün, ister milliyetçi kesimin suyuna gitmeye çalışıyor olsun; o gücün ve rahatlığın tadını aldıktan sonra geri bırakması zor olacaktır. Statükoya geçici taviz verilemez çünkü.
5. Erdoğan'ın, ordunun hiç bu kadar zayıf olmadığı bir dönemde ordunun denetimini Sayıştay yetkisi dışında bırakmıştır. Erdoğan, Kürt realitesinin hiç bu kadar dile getirilmediği bir dönemde Kürt açılımının ucunu bağlamış, Kürtlere sırt çevirmiştir. Davutoğlu sıfır sorunun milli politika olduğu zamanlarda Sarıkamış'ta 90 bin tane daha şehit vermekten bahsetmeye başlamış, Ermeni sorunu konusunda uzun zamandır olumlu bir girişimde bulunulmamış, Erdoğan Yunanistan Başbakanını paylamış ve Ege'de jetler uçmuş, AB süreci askıya alınmıştır. Erdoğan bu ülkedeki gerçek sorunları dile getirmek yerine heykel, içki vs. gibi konuları polemik malzemesi yapmıştır.
Bu hamleler şikayet edilen statükonun bizzat kendisidir, ve de AKP'nin yorgunluğunun resmidir.
Sonuç: İçinde bulunduğumuz bu süreç, DP gibi, ANAP gibi bir konjonktür partisi olan ve gücünü öncelikle o konjonktürden alan AKP'nin, varoluş sebepleri azaldıkça ideolojik bocalama ve de gücün koridorlarında kaybolma yoluna girdiğini göstermektedir.
AKP gibi, tabanı kadrosunun çoğunluğu (hepsi olmasa da) demokratik idealleri öncelik yapmayan; demokrasiyi kırmızı çizgileri rahatsız etmeyecek şekilde algılayan bir oluşum iken, "aslında çok liberaller de şimdilik böyleler" düşüncesi fazla iyimser olmaktadır. CHP'nin bile gerçekliği kavrayıp kadrolarını güncellediği bir zamanda, AKP'nin bu uzlaşmadan uzak ve agresif yönetici kadrosuyla fazla uzağa gidemeyeceği aşikardır.
Önümüzdeki günlerde ve seçim sonrasında şaşırtıcı bazı gelişmeler olmadıkça, bu ülke liberalinin "AKP = Avrupai Müslüman Demokrat" hayali ne yazık ki nihayete erecek gibi durmaktadır. Özellikle de Erdoğan'ın bu hamlelerinin altında yatan planı, bu çürük kamusal ve kurumsal yapı ile "Devlet Başkanı" olmak ise.
Şimdiye kadar "Umut fakirin ekmeğidir" demiştim. Artık "Sen işini kış tut, yaz çıkarsa bahtına" diyorum.
Who Discovered the Process of Vulcanizing Rubber?
-
Test your wits on the Slate Quiz for Dec. 19, 2024.
1 saat önce
2 yorum:
Erken öten horozu keserlermi yerlermi bilmem ama bu yazı üzerine önümüzdeki haziran ayı için bir seçim tahmini yapayım.Tarhan Erdem'den ay pardon tarhana çorbasından daha iyiyim bak baştan söyleyim.
Ak Parti: %47
CHP: %26 (Adios Gandi!)
MHP: %11 (Adios Dewlett!)
BDP: %7
Diğerleri %9
Gandi 26 ile ile niye gitsin ki diyecek olanlara da peşinen söyleyim.Çünkü Baykal değil; kendisi “tabii seçkin” olmadığından ancak işe yarar diye müsade edildi. “iş” de Tayyip’in “sivil diktasına” son vermek veya en azından ümit ışığı yakmak. Onun adı Kemal diye getirmediler..
Mevcut tutumuyla AKP %47 alamaz, cok net soyluyorum bunu.
Ben de Tarhan Erdem kadar olmasam da iyiyimdir, hem AKP'nin 2007'deki %47'sini, hem de yerel secimlerdeki oy kaybini 1-2 yaklasik tutturmusumdur :)
CHP de mevcut tutumuyla %30'u ruyasinda gorur.
Bugun secim olsa, belirleyici olan %3-%4'luk dilimini nasil yansitacagi bilinemeyen/ongorulemeyen HAS Parti, ve de BDP'nin secime bagimsiz mi bagimli mi katilacagi olur.
Yorum Gönder