2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com

11 Mayıs 2010 Salı

Türkiye Solu Harikalar Diyarında

Dünkü yazımın sonunda "Aslında daha çok irdelenecek konu var, ama şimdilik bu kadarına bakalım" demiştim, fakat etrafımda gördüğüm mutluluk gözyaşları beni bu ikinci yazıyı yazmaya itti. Lafı uzatmadan diyeceğimi en baştan diyeyim: Baykal'ın istifası, ne CHP'yi, ne de solu kurtarmıştır. Birincisi, Baykal'ın istifası onun siyaset sahnesinden çekildiğinin hiçbir şekilde göstergesi değildir. Daha önce de, 1999 Genel Seçimleri başarısızlığından dolayı Baykal istifa etmiş, yerine Altan Öymen ve Tarhan Erdem ikilisi gelmişti. Bu kişilerin en azından Radikal'deki yazılarını okuyorsanız; Avrupai sosyal demokrat çizgide düşündüklerini, reforma açık olduklarını biliyorsunuzdur zaten. Nitekim onlar da CHP'de bir reform hareketi başlatmışlardı parti iç tüzüğünden başlayarak. Peki ne oldu? Baykal'ın canı sıkıldı, 1 sene sonra emir verdi partideki "uyuyan ajan"larına ve de tekrar başkanlığı ele geçirdi. Hal böyleyken, parti teşkilatından ardı ardına gelen açıklamalara bakarsanız, CHP'de durumun 1999'dan daha da vahim olduğunu görürsünüz. CHP'nin solun umudu olma treni ciddi bir şekilde kaçmıştır. İkincisi, hep şikayet ettiğimiz "lider sultası" şeklinde dizayn edilmiş siyasi partilerin, ebedi şefleri görevden ayrılınca o partiler çözülme sürecine girerler. Özal sonrası ANAP, Demirel sonrası DYP, Ecevit sonrası DSP, Erbakan sonrası RP... Bu süreci hasarsız atlatan sadece iki parti vardır, o da MHP ve (son adıyla) BDP'dir. Bunun sebebi ise, bu partilerin güçlerini liderden değil, etnisiteden almasında yatar, ki oylarının dönem dönem artıp dönem dönem azalması da parti politikasının başarısı/başarısızlığı sebepli değil, etnik kökenin sosyopolitik konumundan ileri gelir. Tam bu noktada da CHP'nin ikilemi başlar. CHP de, son dönem politikalarıyla kendisini neo-milliyetçiliğe eklemlediğinden, bekası ya bu politikanın devamında olur -ki bu durumda sol bir atılım gerçekleştiremez-, ya da Baykal sonrası bir yapılanma yaşar -ki bu durumda da bahsettiğimiz çözülme gerçekleşir-. O yüzden boşuna umutlanmaya gerek yoktur. Diyelim ki Baykal hakikaten siyaset sahnesinden çekildi ve CHP eklemlendiği politikayı geride bırakıp çözülmeye gitti. Bu durumda CHP'nin yerini alacak bir siyasi akımın doğuşunu beklemek solun tek umudu olacaktır. Peki ufukta kimler var? Sarıgül, Kılıçdaroğlu vs. Bu isimlerin herhangi birisinin Türkiye'deki sol potansiyeli canlandıracağını düşünmek hayalperestliktir. Sarıgül olursa Cem Uzan'dan hallice olur, Kılıçdaroğlu ise siyaset sahnesinde 5-10 yıl kaldıktan sonra neo-Erdal İnönü olabilir ancak. O yüzden sevinç çığlıklarınızı içinize gömün, yağmur dansınızı durdurun. CHP eksenli sol bitmiştir. CHP'nin reforme ettiği "Türkiye solu", bir nesil değişmeden kendine gelemez. Ne yazık ki de, o hiçbir solcunun gerçekten memnun olmadığı AKP keyfince demokratik reformları yapıp Türkiye'nin üzerindeki ulusalcılık bulutunu dağıtmadıkça o değişim hızlıca gelmeyecektir.

10 yorum:

mesnetsiz dedi ki...

"Bırakallasen" diyen arkadaşın düşüncesini merak ettim açıkçası.

Bir de CHP'nin hiçbir zaman sol olmadığını düşünüyorum. CHP'nin Atatürk dışında bir tane evrensel düşünceye referansı var mı? Atatürk'ün modernite algısı bakımından bir dünya kavrayışı var, hatta bundan da geri...
Sosyal demokrat Deniz Kavukçuoğlu "Sosyal demokraside temel eğilimler" kitabında sosyal demokrasinin Marx temelli devrimci düşüncelerden nasıl reformcu programlara evrildiğini inceler. İşte CHP o reformcu noktadan bile geridir bana göre.

Eren dedi ki...

Bana kalirsa AKP'nin uzerinde calistigi reformlar ulusalcilik bulutunu tek basina dagitamaz. Dagitsa bile bu Turkiye solunun guclenmesi icin yeterli degildir. Sebebi de su: CHP eksenli sol bitmistir ama bunu goremeyen insanlarin herseye ragmen CHP'ye oy verdigi gercegi de var. Bunu gorebilen insanlar bile CHP'nin AKP'yi iktidardan indirmek icin matematiksel olarak bakinca tek secenek oldugunu dusunuyorlar. Yani bu insanlar AKP'den korktukca daha cok CHP'ye kilitleniyorlar maalesef. Dolayisiyla ortaya oy potansiyelini kendi gucunden, parti programindan, siyasi soylemlerinden vs. degil, AKP'ye duyulan nefretten alan, ve tam da bu yuzden sadece AKP fobisini canli tutmaya odaklanmis, prensipsiz muhalefet yapan bir CHP cikiyor. Bu kisir dongunun bitmesi, bu oylarin yeni bir merkez sol partisine veya yeni bir sosyal demokrasi hareketine kaymasi icin CHP'nin kendi icine cokmesi, yani onumuzdeki secimlerde gecen secimlerde aldigi oy oraninin cok daha altina inmesi lazim.Onumuzdeki genel secimlerde umalim da bu gerceklessin.

semioticus (shelbyl) dedi ki...

Ben o reformlari oncul kosul degil de katalizor olarak goruyorum, zaten o yuzden son cumlede "hizlica" ifadesini kullandim.

Benim 5 yillik kalkinma planim su: Reformlar yapilacak, insanlar o reformlarin boluculugu falan hortlatmadigini anlayacaklar. Mesela birkac sene once "Butun sirketlerimizi sattilar, vatan elden gitti, yabancilar istila ediyor!" diye muhalefet yapiliyordu. Simdi yapilmiyor, cunku anlasildi ki yok oyle bir sey. Bugun ekonomik durum ile o eylemleri ozdeslestirmeye kalkana kargalar guler.

O reformlarin bence iki etkisi olacak: Ulusalciligin omurgasini zedelemek ve akabinde alternatif politik hareketlere zemin hazirlamak.

Tabii her teori gibi bunun da patlama hakki saklidir.

Unknown dedi ki...

ulusalcilik kalksin cok guzel, gereksiz tekeller olmasin vs. ama "ulusalcilik cok kotu bir sey, sirketleriniz yabancilara tamamen satilabilir" diyen ulkelerin is kendi ulkelerine gelince ne kadar korumaci oldugunu da yaziverin bir mumkunse. cifte standart yapildigini goremeyecek kadar kor olamazsiniz

semioticus (shelbyl) dedi ki...

Ya su "diger ulkeler cok korumaci" mitini de bir zahmet yikalim artik. Oyle bir hava var ki; sanki tek yabanci sermaye giren ulke biziz. Hadi rakamlara bakalim:

2008 yilinda ABD'ye giren yabanci direkt sermaye 316 milyar dolar. Cin icin bu rakam 108 milyar dolar. Birlesik Krallik 96 milyar dolar. Idolumuz Fransa icin 117 milyar dolar.

Bize ne kadar yabanci sermaye girmis ayni yil? 18 milyar dolar.

Acik ekonomiler, finansman icin yabanci sermayenin yatirimina ihtiyac duyarlar. Ekonomi 101'dir bu. Ha, bu kadar yuksek miktarda giris cikis yapabiliyorsa yabanci sermaye, zaten bir stabilizasyon var ise, o ulkelerin bazi sirket ve sektorlere "korumaci" yaklasmasi beklenebilir. Ki o korumaciligin sebebi de cogunlukla ulusun gonlunu hos etmek icindir. (Sadece bizde ulusalcilar yok, her yerde var.)

Turkiye'nin elestirilebilecegi nokta, yatirimcisinin yurtdisina yeterince acilmamasidir. Yoksa zaten hangi sermaye nereye girmis cikmis bir onemi yok sen cari acigini dengeledigin surece. Bizim sorunumuz o.

Yani "Turkiye'nin her karisi satildi, yabancilar ise hic satmiyorlar" falan degil olay. Gelmeyin o gaza.

Eren dedi ki...

Diger ulkeler cok korumaci biz ise kabak cicegi gibi acigiz dogrudan yabanci sermayeye argumani tabi ki gercegi yansitmiyor. Ama verdigin rakamlar tek basina cok bir sey ifade etmiyor.

Aslinda dogrudan yatirimlarin 2008 yili Gayri safi yurt ici hasilaya oranina bakmak karsilastirma acisindan daha mantikli. Cin icin %1.33, Fransa icin %5.42, Birlesik Krallik icin %4.25, Birlesik Devletler icin %2.16. Turkiye icin bu oran %1.97. Cin'in cok az uzerinde, Amerika'dan da cok farkli degiliz. Ama diger sayilan ulkelerin belirgin sekilde altindayiz. Tabi sadece 2008'e bakmak yaniltici olabilir. Daha uzun donem ortalamalarina da bakmak lazim. Tabi bir de bizim klasmanimizdaki gelismekte olan ulkelerdeki oranlara bakmak lazim.

semioticus (shelbyl) dedi ki...

Haklisin abi, de benim amacim insanlarin "Diger ulkelere hic sermaye girmiyor, tum dunya bize sermaye sokuyor" gibi bir batil inanisini batirmak oldugundan o kadar ugrasamadim. Isteyen "panel data"yi alip karsilastirir. Hatta karsilastirilmisi varsa super olur.

Eren dedi ki...

:) Keske tum sermayeler bize aksa. Hayat bayram olsa. Ben de bir iki hesap yapayim da corbada tuzum bulunsun diye yazdim.

Unknown dedi ki...

diger ulkelere hic sermaye girmiyor demenin aptalca oldugunu tartismaya herhalde gerek yok. sermaye girmesin denmiyor, sadece giren sermaye kontrollu bir sekilde girsin deniyor. ancak yurtdisinda calisan bir olarak calismis oldugum amerikan sirketi fransiz'lara satildigindan beri amerikan hukumetinin kontrolu hakkinda ufak bir anektod vermek cift yuzlulugu anlatmak icin iyi olur diye dusunuyorum: atmis oldugumuz her email, acmis oldugumuz her telefon (ikisi de istisnasiz)standartlara uygun bir sekilde raporlaniyor. sirketin yeni sahiplerinin herhangi bir toplantiya gelmesi icin, icinde cia'de calisan birinin de bulunmus oldugu yonetim kurulu onay vermek zorunda. her amerikan sirketi satilmadan cfius denen bir kurum tarafindan onay aliniyor (linki de burada okumak isteyenler icin: http://www.ustreas.gov/offices/international-affairs/cfius/), kafasina gore satilamiyor sirketler yabancilara. zaten newyork limaninin dubai sermayesine satilmasina izin verilmedigini herhalde hatirlarsiniz

tekrar edelim, yabanci sermaya insallah trilyon dolar seklinde girer ama girsin de ne olursa girsin anlayisi bize disaridan empoze edilen ama empoze edenin uygulamadigi bir anlayistir, ikiyuzluluktur. buna gorememek de ya naiflik ya da takiyyedir

semioticus (shelbyl) dedi ki...

Simdi ayni yerde dolanip duruyoruz gibi aslinda, ama olsun.

Birincisi, ozellestirmenin usulu hakkindaki teknik ayrintilar farkli bir hadise. Yani siz "altin oran" olmasini savunursunuz, baskasi hisselerin yuzdesi hakkinda hemfikir degildir vs.

Bu da nihayetinde tercih, ulkenin yabanci sermayeye karsi konumlanmasi vs. durumuna geliyor. Eger FDI konusunda ilk etapta bir cazibe merkezi olmak istiyorsaniz; bu durumlarda o cazibe sorununu zaten asmis ulkelere kiyasla bir adim daha fazla atmaniz gerekebilir.

Ikinci olarak, sizin verdiginiz bir adet ornek. Bu tecrubenize dayanarak, Turkiye'deki, ABD'deki, Fransa'daki vs. butun ozellestirmelerin bu sekilde yapildigini iddia edemezsiniz zaten. Bu konuda yapilmis kapsamli bir calisma var ise burada tartisalim ama, cunku bunlar onemli hususlar.