Birkaç gün önce Ahmet Davutoğlu'nun Foreign Policy'de yayınlanan makalesini okuyup üzerine yorum yapmıştım. O gün gelişen olaylardan ziyade Türk Dış Politikası'yla ilgili genel bir makale olduğundan hem dergideki
yazıyı, hem de yorumumu buraya da taşımayı uygun gördüm.
-----------------------------------------------------------------
Genel olarak özellikle Davutoğlu sonrası gözle görülen yeni Türk Dış Politikası’nı anlatması açısından ilginç bir makale olmuş. Zaten çevre ülkelere dönük bir politika izlendiği biliniyor. Bunu uzun uzun anlatmış sadece. Ama mesela “zero problems towards neighbors” (komşulara yönelik sıfır sorun) politikasından bahsederken, hâlâ Kıbrıs konusunda bir adım ilerleme kaydedemediklerini belirtmemiş.
Ermenistan’la belirli bir noktaya gelinmesi elbette umut verici ama ben bu durumun da iyi siyasal ilişkilerden ziyade, iyi ekonomik ilişkilere ulaşmakla alakalı olduğunu düşünüyorum. Zaten yazının sonunda ekonomik hedeflerden söz ederken bunu anlatıyor. Zira hepimiz biliyoruz ki, korkulanın aksine AKP aslında İslamcı bir parti olmaktan çok Allah’ına kadar liberal bir partidir. Hatta dini imanı paradır kendilerinin bence. Lübnan, Suriye, Rusya vs. ile vizenin kaldırılmasındaki ana amaç da bu zaten; ticaretin hacim kazanması. Keza Ermenistan’la yakınlaşmanın asıl sebebi de ticari pazar yaratmak.
Çevre ülkelerle yakınlaşmakla ilgili söyleyeceklerini baştan meşrulaştırmak için Boşnakların, Gürcülerin, Azerilerin falan bolca buralarda yaşadığını söylemesiyle, kurduğu şu cümle arasında bir çelişki görmüyor değilim: “It will therefore fall largely to nation-states to meet and create solutions for the global political, cultural, and economic turmoil that will likely last for the next decade and beyond.” (Dolayısıyla muhtemelen önümüzdeki on yıl ve ötesinde sürecek olan küresel siyasi, kültürel ve ekonomik hengame için biraraya gelip çözümler üretme işi büyük oranda ulus devletlere düşecek.)
Bir de şöyle bir şey demiş, halt etmiş: “Turkey also has advanced considerably in the European integration process compared with the previous decade, when it was not even clear whether the EU was seriously considering Turkey's candidacy.” (Ayrıca Türkiye Avrupa'ya entegreasyon sürecinde, AB'nin, Türkiye'nin adaylığını ciddi olarak düşünüp düşünmediğinin bile belirgin olmadığı bir önceki on yıla göre, önemli yol kat etmiştir.) Tabi bu cümleyle birlikte son 7 yıllık AKP iktidarından söz ettiğini de belirtmek gerek. AB üyeliği sanki yarım asırdan fazladır Türkiye’nin tüm hükümetlerinin gündeminde değilmiş gibi, Ecevit hükümetinin ana eylem noktası değilmiş gibi konuşup her şeyi AKP’ye mal etmek en hafif tabiriyle gaflettir. Ayrıca kurduğu cümlenin son kısmı halen geçerliliğini koruyor. Zira müzakere sürecinde kapatılan kalemlerden hiç söz etmemiş sayın Dışişleri Bakanımız.
Buna bağlı olarak uluslar arası organizasyonlarla ilgili ilerleme kaydettiklerinden, NATO’da aktif rol alındığından, Afganistan’dan falan söz etmiş. Bir de şöyle bir cümle kurmuş: “Although Turkey maintains a powerful military due to its insecure neighborhood, we do not make threats.” (Her ne kadar Türkiye bulunduğu güvensiz bölge yüzünden kuvvetli bir askeri güce sahip olsa da, tehdit oluşturmuyoruz -"tehdit etmiyoruz" şeklinde de çevrilebilir-) Bunun tanımı aba altından sopa göstermektir. Bu makale kaleme alındığı sıralarda Kuzey Irak’a düzenlenen operasyonla, yukarıdaki cümle arasındaki tutarsızlıktan söz etmiyorum bile.
Rusya ve İran’la yakınlaşmanın yaratmış olabileceği tedirginliği ortadan kaldırmak için yazının muhtelif yerlerinde ABD’ye dalkavukluk yapmasına da bayıldım. Gerçi suçlamıyorum, nihayetinde diplomasi böyle bir şey.
Sanırım yazıda söyledikleri içinde en doğru kısım şu: “For example, Turkey has a vision of the Middle East. This vision encompasses the entire region: it cannot be reduced to the struggle against the PKK...” (Örneğin Türkiye Orta Doğu konusunda bir vizyona sahiptir. Bu vizyon tüm bölgeyi kapsar: sadece PKK'ya karşı verilen mücadeleye indirgenemez...)Yeni dönem dış politikayı da buna göre yönlendirmeye çalışıyor, Allah’ı var. Yalnız bunda arabulucu rolünü Türkiye kendi üstlenmiş gibi gösterirsen gülerler adama. Mirasçısı olduklarını söyledikleri Menderes-Özal çizgisinin layıkıyla korunması sonucu, Amerikan uyduculuğunun Türkiye’ye biçtiği roldür bu. Kimseyi yemesin sayın Dışişleri Bakanım.
Tüm bunlara rağmen genel olarak Davutoğlu sonrası dış politikamızı beğendiğimi belirtmem lazım. Bir de yazısındaki şu bölümü umarım uygulamaya da koyarlar diyerek bu uzuuun yorumu bitireyim: “From these three methodological approaches, five operational principles guide Turkey's foreign policy-making process. The first principle is the balance between security and democracy. The legitimacy of any political regime comes from its ability to provide security and freedom together to its citizens; this security should not be at the expense of freedoms and human rights in the country. “ (Bu üç metodolojik yaklaşımdan, beş farklı eylemsel ilke Türkiye'nin dış politika belirleme sürecine yön verir. İlk ilke güvenlik ve demokrasi arasındaki dengedir. Herhangi bir siyasi rejimin meşruiyeti yurttaşlarına güvenlik ve özgürlüğü birarada sağlama yetisinden gelir; bu güvenlik özgürlükler ve insan hakları pahasına olmamalıdır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder