Bu heyecan verici haberi ilk defa Komünal İşkembe okuyucuları ile paylaşmak istedim. Thom'umuz Yorke'umuz Radiohead'in resmi websitesinde buyurmuş ki:
"Merhaba,
Geride bıraktığımız haftalarda, Eraser albümünden şarkıları çalmak ve de yenileriyle uğraşmak için eğlenceliğine bir grup oluşturduk, bakalım bir yere varacak mı..
Burada resmi görebilirsiniz; ben, Joey Waronker [Beck ve R.E.M], Mauro Refosco ve Flea (y.n. işte tam olarak bu noktada heyecanlandım ben. Bilmeyenler için, kendisi Red Hot Chili Peppers'ın bas gitaristi.)
Ekim'in başında, 4'ü ile 5'inde Los Angeles'taki Orpheum Theater'da iki konser vereceğiz. Grubun ismi yok ve de konser uzun olmayacak... sonuçta, daha o kadar çalacak şeyimiz yok! Ama civarlardaysanız gelip bir dinleyin. Yerel bir grup olan Local Dragons da çalacak bizimle."
Ayaktaydım, oturdum. Thom Yorke'u ve Flea'yi birlikte, farklı bir renkte görmek fikri.. Paha biçilemez.
Yazarın ön notu: İşbu yazı, aslında 24 Eylül 2009 gecesi, sabaha karşı 04:00 civarında yazılmıştır ancak yazarın elinde olmayan nedenlerden ötürü ancak şimdi yayınlanabilmektedir efen'im. Ayrıca bu yazıda yer alanların tamamı gerçektir, kurgulanmış hiçbir şey yoktur.
Keyifli okumalar =)
-----
Bütün İşkembe ahalisi uykusunda mışıl mışıl uyurken, "madem yatmıyorum, öyleyse işe yarayayım!" ve sizler için, 10 tane bi' şey derledim! Nasıl anlatacağımı bilemediğimden hem, hem de bu saatte kafam biraz artık dağılmış olduğundan şimdi biraz anlatmaya çalışacağım ne derlediğimi.
Sitenin sol alt tarafında, bu yazıda sağ üst köşede de gördüğünüz gibi bir "blog trafiği" kutucuğu mevcut. Daha önce bakmadıysanız da şimdi bir göz atın isterseniz. Buradan, buraya kim nereden nasıl ve nereye gelmiş, kısmen görebiliyoruz. Yani siteye gelenlerin 3N 1K'sını veriyor bize. Örneğin bakın, bu yazıdaki resimde, Hamburg'dan bir sevgili İşkembe okurunun demek isterdim ama bir insanın sadece, yanlışlıkla yolu buraya düşmüş. Kendisi google.de üzerinde yaptığı aramayla, buraya gelmiş gele gele. Yaptığı arama öbeği de "ölüm sözleri en yakını kayıp edenlere". Tırnak işaretlerini ben koydum. Bunu, bu yazı ve bu serinin devamındaki yazılarda şu şekilde ifade edeceğiz;
Bu tarz bir yazıyı, seriyi bir süredir planlıyordum, ara ara İşkembe'ye yolum düştüğünde o kutuya bakıp ilginç bir şey görürsem hemen kenara not ediyordum, dolayısıyla önce eski tarihlilerden (temmuz civarı) başlayarak sizlerle paylaşma niyetindeyim.
Son bir kez daha tekrarlayalım; bu 4 satıra bakınca anlayacaksınız ki 22 Eylül 2009 tarihinde, Hamburg'dan bir insan, google.de adresine girmiş, arama kutucuğuna ölüm sözleri en yakını kayıp edenlere yazmış ve bu aramasıyla İşkembe'deki "Yanlış Anlaşılan Şarkı Sözleri" başlıklı yazıya gelmiş. En fazla altına da iki satır gönlümden kopan bir şeyleri not düşerim. Sonuçta maksat, yapılan çılgın aramaları, Gugıl hazretlerinin veya nicelerinin ne çok garip amaç için kullanıldığını bir nebze olsun göstermek, gülüp eğlenmek. Anlaştık mı? Hatta üşenmezsem, insanların yaptıkları aramaları görsellerde (images) yapınca çıkan sonuçları da buraya yapıştırabilirim zaman zaman veya muntazaman. Öyleyse buyrun sizin için seçtiğim, şimdilik 10 tane arama öbeğine! Herhangi bir sıralama yok, kronolojik gidiyorum daha çok.
Günümüz insanının Google'ı hala Güzin Abla sandığının bir göstergesi. Derdini söyleyince hemen Google'ın dermanı sunacağını sanıyor. Bu arkadaşımız da haliyle o aramayla buraya geliyor. Derdine derman olamadığımız için üzgünüz. Acil şifalar diliyoruz. Oyunsever bir insan olarak çok iyi bilirim bir oyunda takılmanın acısını. Zordur.
---
Tarih - En az 10 farklı tarih
Kim? - En az 10 farklı insan, 10 farklı şehir, hatta ülke.
Nereden?- Çoğunlukla Google'dan...
Nasıl? - Türlü aramalarla...
Diğer benzer aramalar - editörler aranıyor - gazete dergi editör aranıyor - editör ilanı - editör ilanları - vs.
Sevgili arkadaşlar, özellikle Shelbyl'le bir olup fakirin ekmeğiyle oynadığımız için kendi adıma özür dilerim ama gerçekten Milliyet-Hürriyet ikilisinin editörleriyle tanışmayı çok istiyoruz. Onlarca insanın bu sayede editör olmak isteğiyle İşkembe'ye gelmesine neden olmak istemezdik, ama bir yandan da içten içe ben istiyorum ki "dünyanın bütün editör olmak isteyen insanları, toplanın!" ve İşkembe'ye gelin, bu arada biz gidelim Shelbyl'le Milliyet ve Hürriyet'e editör ile büdütör olalım. Gördüğünüz üzere mizahtan yana çok şansım yok. Olsa dükkan sizin...
Her nevi işkembe aramasında artık ilk 10'da biz varız. Ki bu sırf işkembe araması değil, işkembe çorbası aramasıyla gelen de var, hayvanda işkembe nerede olur diye gelen de var. Onlara da yer veririz elbet. Ne mutlu Komünal İşkembe'ye! Komünal İşkembe: işkembelerin en lezizi!
Valla şimdi bir test ettim, adres çalışmadı. Dolayısıyla arkadaşımız İşkembe'ye nasıl gelebildi hiçbir fikrim yok. Sondaki cotr nedir, bilmiyorum. Ayrıca neden i harflerinin bazıları i de bazıları ı olarak yazılmış, o da meçhul. Artık nasıl bir telaş, nasıl bir aramaysa... Yana yakıla aramak bu olsa gerek.
İlk ikisi 29, üçüncüsü 30 temmuz tarihli aramalar. Deniz Kemahlı arkadaşımız, bir kısmımızla aynı zaman diliminde olmasa bile aynı liseyi paylaşmış, yorumlarıyla İşkembe'de yer bulan bir takipçimiz. Birden bire Türkiye'nin dört bir yanından neden insanlar aramış etmiş, merak ettik. Kişisel tahminim, Deniz'in o sıra Türkiye'yi gezerken bir nevi yeni nesil "Deniz was here" mesajı bırakmış olması. İyi olduğunu umuyor, sevgiler sunuyoruz.
Pii! Valla zor soru. Google da tabii ki yanıtlayamayınca son çare bize yönlendirmiş arkadaşı, ama yanıtı sanırım -en azından henüz- bizde bile yok. İçimizde sanattan anlayan sınırlı insan var ve onların da bu kadar derin bir soruyu yanıtlayabileceğinden şüpheliyim.
Sevgili "Google'dan 'komünal işkembe' diye arama yaparak İşkembe'nin yollarını bulmaya çalışan dostlar. Allasen ya Firefox kullanın, doğrudan arama çubuğuna komünal işkembe yazıp entıra basmak suretiyle siteye şıp diye geliverin, ya da Google Chrome kullanın, arama çubuğuna yine komünal işkembe yazıp entıra basın, ilk arama sonucu olarak getirsin, tıklayın. Gerçi belki de bu gelen bu ikinci şekilde gelmiştir, şimdi yazarken fark ettim. siz en iyisi uğraşmayın, arama çubuğuna komunaliskembe yazın Türkçe karaktersiz ve boşluksuz olarak, ctrl+enter kombinasyonuna basın birlikte. İşkembe'ye gelen en kısa yol! Bir kez daha, hoşgeldiniz!
Böylece bu serinin 10 maddelik ilk yazısının sonuna gelmiş bulunuyoruz. Beni bu seriyi yapmaya iten süper fantastik aramalara pek yer veremedim biraz kronolojik gitmeye çalıştığım için, ama daha sonraki yazılarda çok daha iyileriyle karşılaşacağınızın garantisini veriyor ve bir örnek olarak günün spesiyaliyle yazıyı noktalıyorum. Bugün yapılan bir arama da şöyle;
Tayyip Erdoğan'ın Davos'taki asabi çıkışı ve ardından İslam dünyasından gelen "büyüksün, kralsın!" nidaları bazı "muhterem liderlere" uluslararası toplantılarda nasıl konuşmaları gerektiği konusunda yol göstermişe benziyor:
1-Sn. Kaddafi
2- Sn. Ahmedinecad
Sıcak yaz günlerinde oruç tutmaktan, bütün gün aç durmaktan illallah mı dediniz? Açlığınıza, nefsinize söz geçiremiyor ve oruç tutamadığınız için pişmanlıklardan pişmanlıklara mı sürükleniyorsunuz? Veya x birim sevabı, çok daha az çaba sarf ederek kazanmak mı istiyorsunuz? Öyleyse Mısırlı bilim insanlarının geliştirdiği Oruç Suyu YK-3000T tam size göre!
"*Afrika ve Arabistan gibi sıcak bölgelerdeki Müslüman halkın daha rahat oruç tutmasını sağlamak ,oruç ibadetlerinde hava şartlarından dolayı zorlanmamaları gayesiyle Mısırın önde gelen üniversitelerinden olan El Ezher üniversitesi ve Ain Shams üniversitesi tarafından geliştirilmiştir. Oruç suyu gerek Mısırda gerekse benzer coğrafi yapıya sahip bir çok Müslüman ülkede özellikle ramazan aylarında tüketilmektedir."
Üstelik bir sürü de faydası, özelliği var!;
"1 - Kimyasal hiçbir katkı maddesi içermez.
2 - Bitkilerin öz suyundan elde edilmiştir.
3 - Tamamen doğaldır.
4 - Arap ülkelerinde yıllardır kullanılmaktadır
5 - Oruç tutan kişiler için mucizevi bir takviyedir
6 - Oruç için kullanımında dinen sakınca yoktur.
7 - Sıcak havalarda susuzluk hissini bloke eder
8 - Gün boyu dinçlik verir
9 - Oruç tutan kişilerde oluşan halsizlik hissini ortadan kaldırır.
10 - Bayanlarda sıkca görülen kabızlık problemlerine çözümdür
11 - Diyet için kullanıma uygundur
12 - Bol su ile tüketilmesi durumunda kilo vermeye yardımcı olur
13 - Bilinen bir yan etkisi yoktur
4 - Arap ülkelerinde yıllardır kullanılmaktadır.
6 - Oruç için kullanımında dinen sakınca yoktur."
Gördüğünüz üzere bir sürü faydası var, ama çok dandik bir şey yaptığımızın o kadar farkındayız ki, kalabalık görünsün diye 2 tane maddeyi 2'şer kere yazmakta hiçbir sakınca görmüyoruz! Ayrıca baktık bazı yan etkileri çıkıyor ortaya, araştırmayı hemen kestik. Dolayısıyla bilinen bir yan etkisi yok, rahat olun.
Peki ya içinde ne mi var?;
"Ülkemizde de değişik formları bulunan Verbascum lychnitis,verbascum nigrum ve Verbascum Songaricum bitkilerinin suyu,
Hurma özü,
Avakado özü,
Çörek otu yağı
Dogal A, C, E, B6 vitaminleri
Dogal aminoasitler"
Yine gördüğünüz gibi, sizin için masraftan kaçınmayarak içine hurma, sığırkuyruğu gibi en mübarek besinlerin özlerini de doldurduk! Sığırkuyruğu için Vikipedi "Bitkinin yaprakları da terletici, balgam söktürücü, idrar arttırıcı ve kabız edici olarak kullanılır. Basur için de kullanılır." diyor, inanmayın. Bekçi dayağına son! Oruç Suyu YK-3000T bayanların kabız sorununa kesin çözümdür! Erkek adam kabız olmaz ulan!
Ayrıca sizlere daha ekonomik bir fırsat sunmak için, ürünümüzde Türkiye'de yetiştirdiğimiz yerli avokadoları kullandık. Adını da "avakado" koyduk, başka bir şey sanmayın yoksa. Konyak-kanyak hikayesi. Hayır, içmiyoruz. Sadece genel kültür.
Ve elimde görmüş olduğunuz bu şişe, siz Komünal İşkembe okurları için yalnızca 39 TL! Şişenin boyutu hakkında en ufak bir fikir vermiyoruz ki, aldanıp da elinize 10 cl şişeyi tutuşturduğumuzda bize çemkirmeyin! Üstelik önümüzdeki 5 dakika içinde sipariş verirseniz, 3 şişe alana 1 şişe bedava kampanyamızdan da yararlanabilirsiniz! Hatta ve hatta, memnun kalmadığınız takdirde, şişe 2 tatlı kaşığında henüz bitmemiş olursa iade bile edebilirsiniz!
Son bir hatırlatma; mübarek Ramazan ayı geldi diye suyun adını oruç suyu koyduk, Ramazan'dan sonra da alıp için lütfen. Ramazan bitti diye bizi boşlamayın. Ramazandan sonra da sizler için "diyetin suyunu sıkıp" "diyet suyu" diye arz ederiz. Diyet yapın, sağlıklı yaşayın.
Oruç suyu alın, kilo verin, sizi düdükleyenlere varınızı yoğunuzu verin!
"Oruç suyu HK-3000T ile Komünal İşkembe aracılığıyla tanıştım. Oruç suyu sayesinde artık sıcak yaz günlerinde ve kutuplarda geçirdiğim uzun kış günlerinde ibadetimi çok daha rahat icra edebiliyorum! Onunla tanıştığım günden beri gün boyu bir hafiflik hissi taşıyorum ve iftar vakti huşu içinde orucumu açıyorum. Bana bu imkânı sağladığı için Komünal İşkembe'ye minnettarım!" - Reid Hoffman
---------
Yazarın notu1 - Bu yazıda yazanların hiçbiri gerçek değildir, yakınından geçmez. Anlamamış olanlar için; yazının sahibi (sokaktaki adam) ve yayıncısı (Komünal İşkembe) için "dinden, kutsal değerlerden prim yapmak" söz konusu değildir, orucun suyunu çıkaranlar için de aynı şeyi söylemek mümkün değildir.
Yazarın notu 2 - Resimler ilgili siteden alınmıştır. Bu kadar reklamını yaptıktan sonra bari bir de siteye bağlantı vererek tüy dikmeyeyim isteyen yazar siteyi ayağınıza getirmeyi tercih etmiştir. Arayan Google'dan belasını da bulur zaten.
Yazarın notu 3 - O telefon numarasını aramayın. Ararsanız yazara küfür etmeyin, demedi demeyin. Kafanız biraz fesata çalışsın. Şimdi numaraya bir daha bakın.
Daha maç bitmedi. Ama benim gözümde bitti. Niye mi?
Bir maç düşünün, en iyi, yıldız oyuncunuz hücuma hiç katkı yapamamış, pivot oyuncunuz 1/10 serbest atış isabet oranıyla oynamış, yedek oyun kurucunuzdan sakatlığı sebebiyle çok fazla katkı alamıyorsunuz, 2. pivotunuz faul problemine girmiş vs. Bu maçta, en azından yenik durumda olmayı beklersiniz değil mi? Hayır, 3. çeyreğin ortası, ve belli bir süredir +5 farkla öndeyiz.
Peki nerede geliyor başarı? Birincisi, turnuvanın başından beri övüp bitiremediğimiz, ve istikrarı yakaladığımız tek alan olan savunma disiplini. İşte takım olma hüviyeti burada ön plana çıkıyor. İlk yarıda, birden atıl pozisyonda kalan iki uzunumuzun hızla geriye dönüp içeriyi kapattığı bir pozisyon vardı, sayı yaptırmadık Velickovic'e. Ya da Ömer'in ileride smacı vurduktan sonra hızla geriye dönüp adamını engellendiği bir pozisyon vardı 3. çeyrekte. Böyle spesifik örneklerin yanında, hem kısaların, hem uzunların; hücumdaki dinamizmini katlayan bir savunma dinamizmi olduğunu da görüyoruz. (Burada bir parantez de hücumdaki, her ne kadar bu akşam eskiye döner gibi olsak da, geçmişe oranla artmış hareketliliğimiz için açmak lazım.)
İkincisi, Kerem ve Ömer'in inanılmaz ikili oyunları; ve hatta bunun ötesinde, Kerem'in inanılmaz performansı. Uzun zamandır, turnuva düzeyinde, Milli Takım'da bu kadar inisiyatif alan, bu kadar başarılı oyun kuran, bu kadar dengeli oynayan bir oyun kurucu görmemiştik. Ender'in zirveye ulaştıktan sonra biraz duraklaması ve de sırtındaki hafif sakatlığı nedeniyle katkısının "azaldığı" zamanlarda, Kerem'in kalite farkı belli oluyor. Şu ana kadar 7 asistle oynadı, dile kolay.
Üçüncüsü, bench katkısı. Bugün Semih beni en sonunda utandırdı. İstikrarlı bir şekilde, azar azar da olsa arttırdığı performansına zirve yaptırdı bugün. Bunun yanısıra, kenarda bir Sinan, bir Oğuz, bir Ender her zaman hazır bekliyorlar. Bunun güveni ilk 5 oyuncularına da yansıyor tabii ki.
Ve dördüncüsü, Hidayet ve Ersan'ın rolünün iyi belirlenmiş olması, ve de inisiyatif alması gereken zamanları iyi belirlemeleri. Bugün Hidayet hücumda çok etkisizken Ersan sazı eline aldı. Hidayet, eski Hidayet değil; fazlasıyla olgun. Eskiden "hücumda bir tek benim elime bakmak zorunda galiba takım" diyen Hidayet, bugün "atamıyorsam attırırım arkadaşım" düsturuyla oynamakta. Ersan'ın 2 sene önceki Ersan'la uzaktan yakından alakası yok. Ne yaptığını biliyor.
Takım olarak moral bu kadar yüksekken, bu olumsuzluklara karşın (Hidayet'in şut yüzdesi: 1/14) maçı önde götürebiliyor ve genç Sırbistan'ı kilitleyebiliyorsak bu işi becermişizdir biz. Bu akşam kazansak da kaybetsek de, bu takım madalyayı alır.
N'olur, ama n'olur şu savunma direncimizi kaybetmeyelim. Hüviyetimizi bulmuş olalım bu sefer, yıllardır dinlediğimiz "2010 yılının takımı" bir ekol olarak doğsun.
Yazının özeti: Maçın bitimine 46.1 saniye kala pota altında Krstic'e yaptığımız üçlü sıkıştırma ve ardından gelen top kaybı.
Maç sonu eklemesi: Uzatmada "0" sayı attılar. Sıfır. Budur.
Gün geçmiyor ki, birileri daha g.tünden element uydurmasın. Yine birilerinin canı sıkılmış, oturmuş g.tünden element uydurmuş, bir güzel komplo teorisini de oluşturup, internet kullanabilen ancak araştırma ve düşünme engelli cahil cühelanın, sazanın hizmetine sunmuş. Zaten dünya paranoya sıralamasında Amerika'dan sonra 2. sırada gelen cennet vatan Türkiye'nin (Okan Üniversiteli bilim adamlarının yaptığı araştırmaya göre Amerikalıların %87.64'ü, Türklerin %83.85'i paranoyak) bu tarz saçmalıklara inanmaya hazır kitlesi böylece can evinden vurulmuş, Feysbuk'larda, elektronik postalarda çılgınca yayılmakta, bakan ama göremeyenleri dehşete düşürmekte! Onlara göre muhtemelen ben de MOSSAD ajanıyım şu an. CIA de olabilir. Utanmasalar PKK, hatta ASALA üyesi bile diyebilirler bana şu an.
Hemen videoyu incelemeye alalım. Buyrun, bu, mevzubahis videomuz:
Videoyu şimdi dikkatle izliyoruz.
* En başta, zaten o gergin ortam yaratma müziği, çok çok çok büyük ihtimalle (Yaşar Üniversiteli bilim adamlarının yaptığı araştırmaya göre her 1.000.000 Feysbuk videosundan 998.763'ünün müziği telif haklarıyla koruma altında, yani %99.876'sı...) çalıntı. Yani videoyu hazırlayan kişiye ait değil, veya kişi kullanmak için izin almamış. Dolayısıyla, Feysbuk bu videoyu da 47 kere silse, yine hakkı yine hakkı. 47 kere helal olsun! Yani şuradan kimseye hakaret etmek istemiyorum ama bunu kafası almayan bir insan geri zekalıdır. Daha ne diyeyim ben?
* 00:07 - 00:25 - Ondan sonra, videonun 7. saniyesiyle 25. saniyesi arasında yer alan giriş metni, zaten bu tarz sazan avları hakkında daha önce fikir sahibi olmuş insanların kafasında kolaylıkla bir ampul yakacaktır (ampul diyen ampul olur, kesin ABD uşağı AK Partili bu yazar. Bak AKP de demiyor, AK Parti diyor.). Bilenler bilir, Saadet Partisi'nin İstanbul İl Başkanı Osman Yumakoğulları, partisinin gençlik kolu şenliklerinde (sanırsam yıl 2006) vatandaşlara "Feomidyum'u düşman işgalinden kurtararak değerlendirme" mealinde vaatlerde bulunmuştu. Millî Gazete'nin ilgili haberi internet sitesinden çoktan kaldırılmış ancak ilgili habere dair bir şeylere Can Dündar'ın yazısından veya şuradan ulaşabilirsiniz.
* "Bilgisayar devrelerinde minimum miktarda kullanlınca bile bilgisayarın fişe takılmadan yıllarca çalışabildiği tescillendi!!!" - Bu cümleyi birazdan Rocco Siffredi'ye bağlayacağız. Çükünden...
* Daha önce bu serinin ilk yazısında Shelbyl'in de bahsettiği gibi, bu tarz aptal kandırmacaların ortak bir özelliği var: Türkçe engelli olma. Aslında süper bilimsel gerçeklerden bahsederken, iki satır Türkçe metin yazmak pek becerilemiyor. Oysaki görece güvenilir bir kandırmaca için, Feomidyum ve TÜBİAP gibi başarılı bir iş çıkarmak önemli. Dolayısıyla 7. saniyede ne mal olduğun anlaşıldı video.
* Ayrıca burada "Sadece İstanbul Boğazı'nın diplerinde bulunduğu tespit edildi!" diyor heyecan içinde.Vay be! 3. köprü de kesin Boğaz'ın, Contorium açısından en zengin olduğu yerlerden geçecektir. Bakmak lazım.
* "Hakkında google ya da başka kuruluşları kullanarak araştırma yapmak yasak.!!!!" Yahu insan merak edip Google'a yazıp tıklamaz mı be? Ayıp lan... Ayrıca kuruluş ne arkadaşım? Sanki devlet dairesine dilekçe yazıp, mecliste önerge verip konunun soruşturulmasını istiyorsun. La havle...
Contorium'un büyük dedesi Thorium
* 25.-47. saniyeler arası - "Küsuratlı atayım da salladığım anlaşılmasın" sistemi artık çok eskidi. Ne 367,4 olan "kütle numarası", ne Türkiye'deki 127.000 tonluk rezervi, ne de 23 trilyon $ piyasa değeri inandırıcı geliyor. Yani bana gelmiyor en azından. Yahu 127.000 tonluk bir rezerv dediğin ne ki? Kabaca 1 milyon tane Natura Horror Vacui ağırlığı. O adamdan da 1 milyon tane olsa, kesip kesip sırf antrikotunu satsan 23 trilyon $ eder ayrıca. Sırf öyle olduğu için ona Vacuim elementi diyor muyuz? Hayır.
Vacuim elementi. G.tüm numarası 22. G.tüm ağırlığı nereden baksan 120. Yoğunluğu cıvaya yakın, 11g/cm3 ama suda batmıyor, üstüne üstlük bir sıçrayışta yerden yarım metre yükseğe çıkabiliyor. Erime noktası 10 derece Celcius. 10 derecenin üstünde boncuk boncuk terliyor. Kaynama noktası 40 derece Celsius. Sıcak denizlere inince kanı kaynıyor.
* 00:47 - 00:52 - "Tehlikenin farkında mısınız?" - Valla biz farkındayız da, sizden şüpheliyiz.
* 00:52 - 01:10 - Bu madenler için önce bedavaya Haliç temizlenmiş de, şimdi de bütün boğaz yalılarını tek tek satın alıyorlarmış. Dahası, içine hiçbir Türk giremiyormuş ve içeride tuhaf araştırmalar yapılıyormuş! Türk'ü bilmem ama, ben de boğazdan yalı alsam, ben de senin gibi salağı almam içeri. Element deyu deyu kubura dalıp tıkarsın edersin sonra uğraş dur.
* 01:10 - 01:32 - "Dubai Kuleleri Gerçeği" - Bir sonraki slaytta Contorium'un adının Türkiye'de ilk olarak 1993 yılında geçtiği söyleniyor. Ben olsam bu kadar muhteşem bir element için 10 küsur yıl beklemezdim. Ama işte sinsi adamlar, işi biliyor...
* 01:32 - 02:06 - Bilgisayarlarda Contorium isimli dosya açılamıyormuş! Bu zaten yalan, ama kişi Türkçe engelli olduğu için demek istediğinin "Con" isimli dosya açılamaması olduğunu bir sonraki cümlesinden anlıyoruz. MOSSAD ve CIA açıklama yapmış "aslında 'con', 'console'un kısaltması, ekmek mushaf çarpsın bak." diye. Ama Microsoft diyor ki;
"Do not use the following reserved device names for the name of a file:
PRN de aslında İtalyanların bulduğu ve insanın damarında minimum miktarda bulunmasının bile yıllarca erekte kalmayı sağladığı tescillenmiş olan Pornium elementi. İlk olarak İtalyan kökenli porno yıldızı Rocco Siffredi üzerinde denenmiş ve sonuç ortada. Mine Kırıkkanat bile etkilenmiş. AUX, NUL, COM ve LPT'nin de birer hikayesi var ama lafı uzatmayalım. Siz kısaca Microsoft'a verdiğim bağlantıdan bakın.
İlk Contorium kobayı, çüküyle dünyaca meşhur, Siffredilerden Rocco!
* 02:11 - "Sizce güya işletim sistemiyle alakalı olan bu kısaltmaların dosya klasör ismi bile olamaması bir tesadüf müydü? ELBETTE HAYIR !!!" - Tamam da, ne bağırıyorsun arkadaşım? İşletim sistemiyle alakalı değilse MacOS üzerinde denedin mi? Linux? Dene, yine olmuyorsa öyle gel, kabul edelim.
* 02:19 - 2:42 - Mendeleyev'e vakti zamanında Rus hükûmeti 90 numarayı boş bırakması için baskı yapmış, ama Nasreddin Hoca bu ya, cinlik yapıp oraya Toryum'u yerleştirmiş. Bak bu yattı aklıma. Kimya yüzünden liseden atılma noktasına gelmeseydim buraya da sizden daha iyi bir şey sallardım ama neyse. Kesin vardır bir saçmalık, o da kusur kalsın, başkası dolduruversin canım?
* 02:42 - - "TORYUM: Atom numarası 90, atom ağırlığı yaklaşık 232 olan, 112,6 yoğunluğunda, 1700 derece Celsius'ta eriyen, kurşun renginde, havada bozulmaz, atom enerjisi kaynağı olarak kullanılan radyoaktif bir element."
Oysaki Wiki diyor ki; "Atom numarası 90, atom ağırlığı 232 birim, yoğunluğu 11.7 birim, erime noktası 1842derece Celcius".
Hmm...
* 03:37 - 03:41 - "Lütfen Herkesi Bu Konuda Bilinçlendirelim.. Teşekkürler..." Ben görevimi yaptım, rica ederim.
İran’da dini azınlıklar farklı, daha düşük standartlara maruz bırakılıyorlar, Hristiyanlar genelde dinlerini doya doya yaşarken Müslüman Sünniler ayrımcılığa maruz kalıyor. İsrail siyasetlerini eleştiren Yahudiler seviliyor, ama Bahailer İsrail casusu olarak mahkemeye çıkarılıyor. Zerdüştler ise çok odak noktası değil, ama müsümanlıktan çıkan herkes hala idam cezası ile karşı karşıya kalabilir. Aslında Şii fıkhı kadar, İran’ın iç ve dış siyaseti de dinî azınlıklarla ilgili siyasetlerin belirlenmesinde etkili.
Hristiyanlar İran’da en rahat yaşayan dinî azınlık olarak tanımlanabilir, ama buna rağmen Hristiyan vatandaşlar İslâmi inançlara göre Müslümanlarla eşit haklara sahip değiller. Ama bu sadece Hristiyanlara karşı değil, bütün dinî azınlıklar aynı yasaya tâbi tutulmaktadır. Örneğin bir dinî azınlığa mensup vatandaş bir Müslümanı öldürürse kısasa tâbi tutulur ama bu fiil bir Müslüman tarafından gerçekleşirse suçu işlemiş olan şahsa kısas olmaz.
Din değiştiren Müslümanlara İran İslâm Cumhuriyeti hiç acımıyor. Son yıllarda dinden dönen pek bir insan asılmasa da Şii fıkhına göre dinden çıkan herhangi bir Müslüman eğer kendisi ikrarda bulunursa idam cezasına çarptırılır. Bu İran yasalarında da geçen bir kanundur. Son yıllarda bu kanunu değiştirmek için harakete geçen İran İslami Meclisi idam cezasına karşı çıktı ama henüz kanun olarak yasalara yansımamış, o yüzden hala dinden çıkan müslümanlar asılma tehlikesindeler.
Son yıllarda daha fazla odak noktası olan Bahailer de var İran’da. Bahailik 19. Yüzyılda Baha-ullah tarafından kurulmuş olan tek tanrılı bir dindir. Kitap sahibi olmadıkları için (Müslümanlar, Yahudiler, Hristiyanlar gibi...), Şii din adamları onlara kâfir adı veriyor. Onlarla alışverişte bulunmaya ilişkin birçok Şii din adamının haram fetvası vardır. Bahailer’in Beyt-ül Adl olarak adlandırdıkları dinî merkez İsrail’de Hayfa şehrinde. Buna istinaden 7 Bahai, İran’da casus olarak yargılanmaktadır. Henüz mahkemeleri bitmeyen kişiler İran’daki Bahai camiasına mensup olan bir örgütün üyesiler*. Üniversiteye girme hakkına sahıp olmayan Bahailer aslında birçok siyasi, kültürel ve toplumsal haklardan mahrumlardır.
Dikkat etmek lazım ki, Sünniler Müslüman oldukları için azınlık olarak tanımlanmıyorlar, ama onlar da kendi mezheplerini yaşamakta sıkıntı yaşamıyor değiller. Özellikle Belüç bölgesinde çatışma diyebileceğimiz boyutta sorunların ortaya çıkması geçen yıllarda bu konuyu daha da fazla gündeme taşıdı. Sünni bölgelerine Şii yetkililer atanıyor ve onlar genelde Sünnilerin mezhebine dikkat etmeyip bazen insanları rencide edecek hareketlerde veya konuşmalarda bulunuyorlar. Bu bölgedeki sorunlar genelde dış kaynaklara bağlanırken bu mezhep ayrımcılığına karşı faaliyet gösterenler ise ciddi suçlamalara maruz kalabiliyor.
Bu azınlıklara Ahli-hak (Alevi) mensupları gibi başka Müslüman grupları da ekleyebiliriz. Bu gruplara mensup olanlar da zaman zaman diğer dinî azınlıkların maruz kaldığı haksızlıklara uğruyorlar. Bu konu aslında çok geniş ve burda sadece kısa bir şekilde İran’daki dinî azınlıklara karşı olan genel bakışı aktarmaya çalıştım.
Fazlasını hak etmiyor çünkü.
Olay şu: Kendisi şöyle bir yazı yazdı Ekşi Tepki başlığıyla.. O yazıda dedi ki:
"Mustafa Erdoğan ve Gülben Ergen kardeşlerim Ekşi Sözlük adlı sitede haklarında yazılanları mahkeme kararı ile sildirmişler.. Boşuna zahmet etmişler.. Böyle siteler doğru dürüst bir yerde yazma imkanı olmayan ve de böyle şeyleri, yasal kaynaklı yerlerde yazacak cesaretleri olmayan bir takım mastürbatörlerin kendi kendilerine tatmin mekanları.."
Şimdi bu yazıda şöyle bir tutarsızlık var ki, dillere destan. Madem Ekşi Sözlük yasal kaynaklı bir yer değil, burada yazılanlar mahkeme kararıyla, yasaların uygulanmasıyla nasıl silinebiliyor?
Hadi onu geçtik, bugün Ekşi Sözlük'ün avukatlarından kanzuk dedi ki, böyle bir olay yokmuş bile. Mustafa Erdoğan ve Gülben Ergen'in avukatlarının böyle bir talebi olmamış, Ekşi Sözlük'e böyle bir bildirimde bulunulmamış. Olay Hıncal Uluç'un rüyasına giren ak sakallı bir dedenin ithamından ibaret yani.
Şimdi buyurmuş ya hazretleri "Böyle siteler doğru dürüst bir yerde yazma imkanı olmayan" diye. Hayır düşünüyorum da, doğru dürüst bir yerde yazmak; böyle kulaktan dolma, gerçek olmayan şeyleri gerçek gibi yazmak, araştırmadan atmak, tutarsızlıklar denizlerinde yüzmek demekse, bırakın biz doğru dürüst bir yerde yazamayalım.
Hayır, en azından Ekşi Sözlük'ün disclaimer'ı var "bu sitede yazılanların hiçbiri doğru değildir." diye, sizin köşenizde o da yok Hıncal Bey?
En iyisi siz futbol bilmeden futbol yazmaya, müzik bilmeden müzik yazmaya, kısacası hiçbir şey bilmeden her şeyi yazmaya devam edin. Nasıl olsa o alanlardaki "sallama"larınıza alıştık, artık ciddiye almıyoruz. Yormayın kendinizi böyle boşuna.
Şu maçtan önce Eurobasket liderlik istatistiklerine baktığımızda, her kategoride ilk beşte Polonyalı oyuncuları görmek mümkündü. Maç başına sayıda Lampe ve Gortat, gene ribauntlarda Lampe ve Gortat, asistlerde Logan ve Szubarga, top çalmada Logan. 16 takımın olduğu bir turnuvada, 4 temel kategoride ilk 5'e adam sokmak zor iş. Peki bunun sırrı neydi? Polonya çok iyi bir takım mı? Hayır. Ama ilk beş oyuncuları iyi. Fakat bench'ten yeterince katkı gelmiyor, ilk 5 oyuncuları çok fazla süre alıyor. Bu bir turnuva takımı kimliği mi? Hayır. İlk 5 oyuncularını bozarsan ne olur? Bu akşam olan olur. [Bu çakma Sokrates havam için özür dilerim.]
Bu akşama dair söylenecek temel tek şey var: Teknik kadronun Polonya'yı çok iyi etüt ettiği. Şu zamana kadar beklenilen katkıyı yapamamış Ömer Aşık, savunma zaafı olan Gortat karşısında uçtu gitti. Oyunun başlarında Kerem Tunçeri ve Ömer Aşık'ın ikili oyunlarıyla mükemmel hücumlar gerçekleştirdik, Kerem Logan'a sırtını verip içeriye girdi ve pivot hareketiyle sayıyı bıraktı bir ara, o derece yani. Ömer Önan'ın geri dönüşü ile de savunmada çok atletik ve diri bir yapıya kavuştuk; bunun üzerine asist kralı Polonya takımı asist yapamadı, Logan şut bulamadı. Ömer Aşık'ın faulden uzak durma niyeti -ki çok yerindeydi- ile sadece Gortat'la sayı denedi Polonya, ve çok acele şutlara zorladık onları. Ribauntlarda da bariz bir üstünlük vardı ki, bunu şöyle özetleyelim: Son iki maçta 22 hücum ribaundu almış Polonya bu maç sadece 6 hücum ribaundu aldı. (Burada 3 hücum ribaundu alan Ersan'a özel teşekkürleri iletmek lazım.)
Oyunun devamındaki hamleler de yerindeydi. Mesela Gortat - Oğuz eşleşmesinde Oğuz ağır kalmaya başlayınca, Ömer ve Sinan'dan ekstra efor sarf etmesini bekledik, ve bu ekstra katkıyı aldık da. Ender gene tam zamanında girdi, mükemmel oynadı, nazar değmesin hakikaten bu çocuğa. Bekir ve Engin gibi iki önemli ekstra adamını kullanmaya gerek duymadık bile. Bir ara Polonya farkı indirmeye niyetlendiyse de, gene Ömer Aşık'ı devreye soktuk, ve sonrasında da koptu gitti zaten.
Bu akşam sahada, oyunu tam anlamıyla kontrol eden (İlk devre sonundaki ve 3. periyottaki geçici Polonya gazı hariç) bir takım vardı. Bendini çiğneyip aşan bir Ömer Aşık (22 sayı 8 ribaunt) ile, iç bölgede ne yaparız sorusunun cevabını aldık. İlk iki maçta Oğuz'un sırtına yaslanmıştık, bu akşam ona gerek kalmadı. Semih 20 dakikada sadece 2 faul yaptı. [ironi evet] Bunlar hep umut verici göstergeler.
Neticede 3'te 3 ile (bu 2'de 2'ye düşecek zira grup sonuncusu ile yapılan maç dikkate alınmıyor.) üst gruba geçtik, ve oradaki 5 rakibimizin de 1'er galibiyeti var. Burada alacağımız 1 galibiyet bile çeyrek finali garantilememiz anlamına gelmekte. İşin daha da güzeli, tıpkı bir önceki Dünya Şampiyonası'nda olduğu gibi "takım" olarak ilerliyoruz, futbol takımımız gibi bireylerin sırtında değil.
Bu 3 günlük dinlenme sürecinden sonra önce rakibimiz İspanya olacak. Her ne kadar Reyes ve Gasol'e karşı ne yaparız sorusu kafalarda olsa da; çok formda olan kısalarımızın Rubio, Fernandez ve Navarro'yu kilitleme şansı bir hayli fazla. En azından bu moral motivasyonla, umutlu olmamak için hiçbir sebep yok.
O kadar güzel haberler oluyor, o kadar çok haber kafamı ekrana vurmayı sağlıyor ki, bunların içinden en dişe dokunuru seçip üzerine hiciv yapmak diğer haberlere haksızlık oluyor. Bu sebepten, bundan sonra -elimden geldiğinde, gündem elverdikçe ve de geribildirimlerın ışığında- o günkü "acayip" haberleri kısaca yorumlayıp gözden kaybolmamalarını sağlamaktır niyetim. Haydi rastgele:
Arada ülke olarak "Yahu ne güzel kutuplaşmış kutuplaşmış gidiyorduk, nereden çıktı bu?" dedirten durumlar yaşıyoruz. Mesela Recep Tayyip Erdoğan Davos'ta "van minüt" dediğinde "Ama ulusal gururumuzu korudu, ama AKP yaptı bunu, anti-Amerikan/İsrail, ama anti-AKP? Bzzt, bzzt." seslerini duymuştuk. Benzer bir durum Doğan Yayın Holding'e (DYH) kesilen ikinci, ve bu sefer rekoru sağlam kırmış olan vergi cezasında yaşanıyor.
Öncelikle olaya bakalım. Maliye Bakanlığı'nın iddiasına göre, şirket hisselerinin devri sırasında satışa bağlanmamış hisselerden KDV alınmalı, ve de hisse değişiminde yönetim değişikliği olduğu takdirde Kurumlar Vergisi'nden muaf kalınmalı. "DYH bu şartları yerine getirmedi" diyen Maliye'ye DYH'nin yanıtı şu: "Birincisi, öyle bir KDV düzenlemesi yok; ikincisi, öyle bir yönetim şartı yok." Yani olay ilgili kanunun nasıl yorumlandığında bitiyor. DYH, vergi kaçırma ithamını kabul ediyor, ama bunun vergi kaçırma olmadığını iddia ediyor.
Şimdi, ben misal bulacak kadar kalifiye bir muhasebe tarihçisi değilim; o yüzden ne desem yalan olur. Fakat benim aklıma, bu konuyla ilgili takılan iki ciddi sıkıntı var. Birincisi, cezanın büyüklüğü. Eğer bir şirkete, piyasa değerine yakın bir vergi cezası kesiyorsanız, amacınız bellidir; o şirketi bitirmek, ya da iyiden iyiye sarsmak. Okuduğumuz haberlerde, cezanın boyutunun neye istinaden belirlendiği hakkında hiçbir bilgi yok. Yani vergi cezası, kaçırılan oranın kaç misli olarak kesilir, ya da bir belirlenmiş katsayı vs. var mıdır bunu bilmiyoruz. Eğer bu meblağ keyfiyetle tayin edildiyse, emsale ya da tanzimata dayanarak belirlenmiş değilse, o konuda bir "art niyet" aranması makbuldür bence. Ki özellikle bu vergi usülsüzlüğü tartışmasının ne zaman çıktığına bakarsak (Deniz Feneri yolsuzluğu), "Bu olay siyasidir!" diyenlerin ciddi bir dayanağı var bu iddialarında.
Beni rahatsız eden ikinci nokta da, bu birinci noktayla alakalı kısmen. Cezaya dair tam bir açıklama yapılmaması, medya konusunda yatırım yapmayı düşünen yerli/yabancı sermayedarlara ciddi boyutta bir caydırıcılık teşkil etmekte. 2009 yılında, 2005 yılı vergi dönemine dair ceza kesiliyorsa [soru: daha önce neredeydi maliye müfettişleri?], bu ceza "sıfırdan çıktı, yerden bitti" gibi bir izlenim varsa, ve de özellikle Türkiye gibi medya özgürlüğü konusunda daha çok yol alması gereken bir ülkedeyseniz; bu cezanın hiç de olumlu bir intiba yaratmayacağı barizdir. Hatta cezaya "usül ile ilgili sıkıntı" yönünden bakarsak, sadece medya değil, birçok endüstrideki potansiyel yatırımcının önüne "Voila! Uzak dur Türkiye'den!" başlıklı bir "case-study" olarak çıkması mümkün bu cezanın.
Şimdi birincil konuya geri dönelim; ulusalcılar gene bölünmüş durumda. Kimisi Doğan Grubu'nun AKP'nin en başta başa gelirken sarf ettiği eforları, hükümetle eskiye dayalı hukuklarını, bir noktada var olmuş olan ilişkilerini, genel olarak tutumunu, Aydın Doğan'ın "şaibeli" zenginliğini sorgulayıp "Oh olsun!" demekte. Kimisi de Doğan Grubu'nun bazı yayın organlarının son dönemde sağlam muhalefet yapmış olmasını göz önüne alıp "Önce Ergenekon, sonra bu! Dibe vuruyoruz dibe! Tasfiye bu!" demekte. Sevinenler de var üzülenler de işin özeti.
Peki ben ne diyorum? Eğer bu vergi cezası da, "AKP - CHP" [ki Deniz Baykal Ergenekon'da olduğu gibi avukatlığa soyunmuş gene], "ulusalcı-dinci" boyutuna çekilirse, "basın özgürlüğü", "yatırımcı güveni" vs. gibi konular arka planda kalırsa, ceza sadece bir "savaş baltası" olarak irdelenirse, bu kutuplaşma ortamında her zaman olduğu gibi bir çözümsüzlüğe varırız. Bu soruna, lütfen, bu kez "basın özgürlüğü" açısından bakalım. Bu "özgürlük" sorunsalını daha geniş boyutta tartışmaya açalım. Ülkemizde medyanın elinin kolunun bağlılığının yansıması olsun bu ceza. Yanlış yerden yola çıksak da doğruya varalım.
Tabii ki ümitli değilim ben, ama birkaç kişi daha geniş boyuttan bakabilirse şu olaya, az da olsa kazancımız olur. 2.5 milyar doların fırsat maliyeti 2.5 tane "Dur yahu!" diyen adam olsun, dileğim budur.
natura'nın notu: benim yazdığım adana demirspor-livorno yazısından daha anlamlı bir yazı olduğu için bunu buraya taşıdım. blog olarak destekleyip desteklememek sizin kararınızdır. şahsım adına desteklediğim için koydum. yorumlar bölümünde olumlu/olumsuz görüşlerinizi bildirin lütfen. yazı ekşibeşiktaş'dan alıntıdır, ancak aslen yayınlandığı yer orası değildir. sahipleri en altta yazıyor. fotoğraflar forzabesiktas.com'dan.
Her şey şehir efsanesi gibi başlamıştı, Adana Demirspor Livorno'yu konuk edecekti ve biz de tarihi bir olaya tanıklık edecektik. Ne yazık ki şanslı olan 15.000 biletli seyirci dışında 70 Milyon nüfuslu ülkede bunu izleyebilen hiç kimse olmadı. Cuma günü bu ülkede tarihi bir maç oynandı ama futbolun her şeyiyle yankılandığı, her alanda konuşulduğu topraklarda bizim gibi futbolun peşinde bıkmadan usanmadan koşanların elinde hiçbir bilgi yok. Konuşacak bir şeye, yapılacak farklı yorumlara sahip değiliz. Dünya çapında ses getirmesi gereken, Türk futbol tarihinde bir ilk olan, modern futbolu rafa kaldırıp 1950'lerin, 1960'ların ruhunu yaşatan bu tarihi maçı kamuoyumuzun, Türk basınının ve medya kuruluşlarının işgüzarlığı ve ilgisizliği sayesinde izleyemedik. Elimizde DHA'nın 4-5 dakikalık görüntüleri ve kendi yayın kuruluşlarındaki birbirinin kopyası haberleri, NTV Spor'un bir kaç haberi ve çekimiyle Anadolu'dan Futbol'un yazarı Hüseyin'in yazıları var bilgi olarak. Cuma gecesi Türk futbolu için nasıl tarihi ve unutulmaz bir gece olduysa Türk spor yayıncılığı için de aynı oranda tarihi ve utanç dolu bir gece oldu bizce.
Bu maçın özetini en güzel bir şekilde, NTV yorumcusu İhsan Bayülken yaptı maç ortasında:
"Murat'çığım, kollarını indirmiş bir boksöre de yumruk atmak zordur, yani gardını almamışsa.."
Yok, ben bu tek cümleyle olayı özetleyip bitirme işini hiç becerememişimdir zaten, biraz zırvalayayım o zaman.
Ahmet Çakaresk bir yorumla yapalım esas girizgâhı: "Bu Bulgaristan takım değil." Hakikaten ama. Hani keşke teknolojik imkanlarımız yetse de, sizlere Bulgaristan'ın savunma setindeki adam paylaşım hatalarını teker teker kırmızı yuvarlaklar ve çizgilerle göstersem. Eğer maçın tekrarını izleyecekseniz, 2. çeyreğin bitimine 7.12 kala gerçekleştirdiğimiz hücuma dikkat edin; Bulgaristan savunmasının özeti odur. Alan desen alan değil, adam adama desen o da değil; hani okul çıkışı yapılan maçlarda böyle bir adam paylaşımı olmaz. [Bu arada "shelbyl çok acımasız eleştirdin adamları" diyecek olan varsa, onları Murathanoğlu - Bayülken ikilisine havale ediyorum, adamlar maç boyu Bulgaristan'ı ezdi geçti.]
Rakip bu kadar kırmızı hapı yutmuş Neo kıvamında sahada dolanırken bizim oyunu ciddi eleştirmek, "uyarı sinyalleri" falan gibi çıkarımlarda bulunmak da yersiz olur. Aslında yiğidi öldürüp hakkını verelim, Bulgaristan'ın tek başarıya ulaşma yolu olan "Hızlı tempo, fast break, geri koşamayan rakibi yorma" metodunu, Yugoslav ekolü faullerle, aşırı dirençli savunmayla yıkıp tersine çevirdik. Yani Bulgaristan o kadar da kötü bir takım değil, sonuçta İtalya'nın olmadığı bir turnuvaya katılıyor adamlar, başlarında Maccabi'nin efsane koçu Pini Gershon var. Biraz abarttım ben, evet.
Fakat gene de oyuncu bazında diyeceklerimiz var tabii. Aslında diyeceklerimizi dün dedik, bugün dünkü yazdıklarımızı özetleyelim sadece. Ender'e hakikaten bir şeyler olmuş ben görmeyeli, aman nazar değmesin. Oğuz hala daha tek komple "uzun"umuz (Ersan'ın 3-4 numara değişmeli oynadığını varsayarsak), fakat Ömer Aşık kendini buluyor galiba. Hidayet'i Ersan'ı falan hiç zorlamadık bile, iyi dinlendiler yani. Barış Hersek tam bir 12. adam, tam bir "Ya tutarsa", kadroya sonradan girdiği belli. Hala daha bu turnuvada ciddi bir takımı yenemezsek suçlusu "uzun" seçimlerinden dolayı Tanjevic olacaktır tezimde iddialıyım ben, keza Semih ve Barış'tan hiç umutlu değilim.
Semih demişken ayrı bir paragrafa geçmek lazım: Arkadaş, Bulgaristan'ın uzunlarına karşı bu kadar acemi fauller yapıp, daha 3. çeyreğin ortasında 5 faulle dışarıda kalırsan bu iş olmaz. Etkisiz oynamak başka, negatif oynamak başka bir hikayedir. Şu maçta da moral depolayamayacaksan, etkili savunma yapamayacaksan; ikinci turda Brezec'i, Gasol'u, Krstic'i nasıl tutacaksın sen?
En nihayetinde 2. tura geçmeyi garantiledik, İyi bir antrenman maçı yaptık, ter attık, daha da güven tazeledik; iyi oldu. Fakat dünkü maçtan sonra değindiğimiz "uzun" problemi hala daha kafadaki tilki olmaya devam ediyor.
11 ayın sultanı Ramazan yüreklerimize huzur salar, midelerimize bayram ettirirken; biz de Komünal İşkembe ekibi olarak burada hiç ses etmeden duramazdık tabii ki. Ramazan ayında, bildiğiniz gibi günahlara ve sevaplara gece tarifesi açılmakta. Bu sebeple, günahkar kullara bir nevi bir promosyon olarak şu siteyi önermek boynumun borcu, sizlere olan sevgimin göstergesidir.
Efendim bu siteye "1 dk.da üye ol[up], cüz al[ıp], hatim indir[ebilirsiniz]!" İstediğiniz görüntülü ve sesli hatim opsiyonları seçebilir, kulağınıza takacağınız kulaklık ve açık tutacağınız gözlerinizle sevaptan sevaba koşabilirsiniz! Aynı zamanda "2 yılda online derece alabileceğiniz" websitelerine de link vardır! Yani hem sevap işleyip, hem diploma da alabilirsiniz aynı zamanda! Simültane tercümeden sonraki en büyük simültane hizmet budur!
Peki siz "Bu bana yetmez, hatim tecrübelerimi başkaları ile de paylaşmak istiyorum, daha çok dilde mümin kardeşlerimle iletişim kurmak istiyorum" mu diyorsunuz? O zaman alın:
Burada dünyanın en büyük Hatim Portalı sizi bekliyor! Hem de tam 3 dilde. Kendilerinin de dediği gibi:
"Şimdiye kadar Kuran-ı Kerimi tek başına hatim etmek, uzun bir süreç olduğundan çok zaman alıyordu. Fakat artık Allah´ın izniyle, Hatim-Online Community bu süreci (yeterli kullanıcı olduğu taktirde) saniyeden daha da kısa bir zaman dilimine sığdırmayı başarmış durumda."
Türk Basketbol Milli Takımı'nı analiz etmek istiyorsanız iki adet doneye ihtiyacınız var:
1. Favori gösteriliyorsak mutlaka tepe taklak gideriz, ama bize çok şansa verilmiyorsa herkesi şaşırtırız.
Tezi destekleyici yarı-gerekli istatistiki bilgi: Eurobasket 1999'da İtalya ve Hırvatistan'ın üzerinde gruptan lider çıkıp Fransa'ya 3 sayıyla kaybeden ama 2001'de "Uh ah dev adam!" gazıyla finale kadar yürüyen takım; Avrupa 2.si forsuyla gittiği 2002 Dünya Şampiyonası'nda gruplarda Porto Riko ve Brezilya'ya yenilip şaşırtmıştı. Eurobasket 2003'te Yugoslavya'ya 4 sayıyla kaybedip elenen ama itibar tazeleyen takım, 2005'te rezil bir oyun sergilemişti. 2006 Dünya Şampiyonası'na "wild card" kontenjanından genç bir kadroyla gidip destan yazan A Milliler, büyük beklentilerle katıldıkları Eurobasket 2007'de 2005'ten de rezil bir oyun sergilemişti. (Litvanya'dan 17, Almanya'dan 30 sayı fark yemiştik.)
2. Nasıl başlarsak öyle gideriz, istikrar sahibiyizdir.
Şimdi bu bilgiler ışığında iki sonuca varabilirdik: Litvanya maçını alırsak turnuvayı domine etme şansımız çok yüksek, ve de favori görülmediğimiz için bu maçı alırız. İşte bu yüzden sevgili Komünal takipçileri, umutlu olabiliriz, çünkü maçı aldık. Bu turnuvada bendimizi çiğner aşarız arkadaş! (Aslında o kadar da gaza gelmemek lazım..)
Maça geçmeden önce bir şey diyeyim, bundan sonraki analizlerimi okurken de aklınızda bulunsun bu: Ben Tanjevic'i sevmem. Tanjevic'i seveni de sevmem. Tanjevic'in babasını tanısaydım onu da sevmezdim. Geçen turnuvadaki rezil oyunu, plansızlığı hiçbir şekilde açıklayamayız. Bu plansızlığı gündeme getirdiği için kendisiyle arası bozulan Kaya Peker'i, biraz da "kendi yetiştirdiği" uzunları desteklemek için (Takımdaki 4 "uzun"dan 3'ü, Tanjevic'in aynı zamanda çalıştırdığı Fenerbahçe Ülker takımında oynamakta), bu uzun sıkıntısında kadroya almayan bir adamdır Tanjevic, ki aynı anlamsız inadı Hakan'ı yüceltmek için Kerem'i kadrodan keserek de göstermişti geçmişte. (Ki Kerem grup elemelerinde zıpkın gibi kadroya dönmüş, 2007 için kafayı duvarlara vurdurmuştur..) Ayrıca rotasyon diye baş döndürmekten çekinmeyen bir koçtur bu Tanjevic.
Benim turnuvadan önceki en büyük derdim de Tanjevic sebepliydi. Mehmet Okur yok, Kaya Peker dışarıda, Kerem Gönlüm yasaklı madde tüketmiş, Hüseyin Beşok zaten ne zaman kadroya girebildi Tanjevic zamanında, sevmesem de Mirsad gibi bir tecrübe de kişisel sebeplerden dışarıda, Valencia'lı Ermal Kuqo yok falan. Kaldı bize istikrarsız Semih ve tecrübesiz Ömer'li bir uzun rotasyonu. Kısalarımız ne kadar iyi olsa da, uzunlarımız ne savunmada, ne de hücumda dominant bir karakter gösteremeyecekti böyle bir kadroyla.
Alışıldığı üzere turnuvayı Litvanya maçı ile açarken (Eurobasket 2005 ve 2007, Dünya Şampiyonası 2006. "Kuralarda hile var, ayarlanmış bunlar, imkansız böyle bir şey olması diyenlere örnek olarak bu tesadüfi durumu tokat gibi çarpabilirsiniz.) aklımda bu endişe vardı, ama Ömer Onan'ın da yokluğunda çift oyun kurucuyla başladığımız maçta (ki bence başarılı bir hamleydi, tebrik etmek lazım teknik kadroyu), ilk bir kaç dakika çok başarılı bir hücüm planı çizdik. Sonrası ise bildiğin "futbolda 10 numara şart mıdır?" geyiğine döndü. Hidayet ile Ersan'ın bireysel çabalarıyla götürdüğümüz, kaotik bir anlayışla oynadığımız bir yarı izledik. Sebep? Uzunları etkin kullanamamamız. Ömer erken faul problemi yaşadı, Semih hiçbir şey yapmadı, Hidayet'in dinlendiği zamanlarda Ersan 3 numaraya geçince Oğuz yalnız kaldı. Savunmada da Ersan 4 numara olarak yetersiz kaldı vs. Yani çok da umutlu değildi durum.
Maçın en skorer ismi ve takımın "dinamo"su Hedo. (fotoğraf ntvmsnbc'nin sitesinden alınmıştır.)
Lakin ikinci yarıda ilk yarıdan çok farklı bir oyun ortaya koyduk, yani var olan direncimiz ve inadımızın üzerine daha dengeli, daha planlı bir hücum alternatifi ile çıkınca başarılı olduk. Şimdi burada öne çıkması gereken birkaç isim var. Öncelikle Ender Arslan. Ben kendimi bildim bileli saçma şut tercihleri yapan, gereksiz paslar deneyen, hücumu hızlı oluşturma tercihini sık sık başarısızlıkla gerçekleştiren bir Ender yerine, sadece doğruları yapan bir Ender vardı sahada. Ki özellikle tutturduğumuz inanılmaz serbest atış yüzdesinde onun da yadsınamaz bir katkısı vardı. İkinci isim Oğuz Savaş. İçeride savunma sertliği ve de hücum aktifliği sağlamak adına, adeta tek başına elinden geleni yaptı. Son isim ise Bekir Yarangüme. Kendisinden hiç beklemediğim bir bench katkısı yaptı gerek hücum, gerek savunma anlamında; özellikle Ömer Onan'ın yokluğunda iyi bir alternatif oldu.
Ha, diğer isimlerden bahsetmiyorsam; onlar kötü oynadığından değil, zaten bekleneni verdiklerinden. Hidayet, Ersan (özellikle 1. çeyrekte), Kerem, sakatlıktan çıkma Engin, Sinan (çok kritik iki üçlük geldi ondan) vs. kendilerinden bekleneni yaptılar zaten. Semih, ve Ömer Aşık'ın ilk yarı performansını bu gruptan ayrı tutuyorum ama. Ömer silikliğini maçın sonunda üzerinden atsa da, Semih Erden çok kötü oynadı, olumlu katkısı yok denecek kadar azdı. (Not: Ben Semih'i de sevmem, özellikle de yukarıda saydığım isimlerin alınmadığı bir kadroda var olması beni üzer.)
Sonuçta, çok iyi bir mücadele gördük, kimlik gördük, inanç gördük sahada. Hafızası taze olanlar bir 2006 ruhu görmüş olabilirler orada mesela. Ki en başta belirttiğimiz doneler ışığında bakarsak, bu turnuva bizim turnuvamız olabilir. Ama bunun şartı, kısaların bu performansını sürdürmesinin yanısıra, uzunların da silkinip kendilerine gelmesi. İşte bu noktada akla düşen kurt, oralarda gezinmeye devam etmekte.
İlk güne dair bir iki not daha: Fransa - Almanya maçının hakemlerinden birisi Türkiye'den Engin Kennerman'dı; ve de genç Sırbistan'ın şımarık İspanya'yı mağlup etmesi içimin yağlarını eritti. Ayrıca yeni fark ettim ki, İtalya yok turnuvada??
Son söz: O 2007'de de izlediğimiz ve de içimizde patlayan "Hayda Bre.." temalı reklamları hala daha ne yüzle yayınlıyorsun bre Turkcell??
"Alfred, batı kanadındaki yemek odasını havalandırdın mı? Halıların tertemiz olmasını istiyorum. Gümüşlükleri parlatın ve Timothy'yi şehre gönderip önümüzdeki hafta için yeteri kadar buz almasını söyleyin. Ha bir de, annem şöminenin üzerindeki tabloyu değiştirmek istediğini söyledi."
Alfred, söylediklerimin hepsini saygıyla dinleyip, "tabii efendim," dedi. Bu konakta tam 46 yıldır çalışıyordu. Bu, benim doğumumdan 21 yıl önce demek. Babamın mektuplarını yazmaktan tutun da hizmetlilere gerekli talimatları vermeye kadar her işle ilgilenir, sadık, güvenilir, terbiyeli Alfred.
Erkek kardeşimin Almanya'daki bir üniversitede felsefe dersleri almaya başlaması ve benim de soylu Rus ailelerinden Pernişevski Tatarin'in oğlu Victor Tatarin'le nişanlanacak olmam, büyük bir davet anlamına geliyor. Davete Rusya'dan bütün Tatarin ailesi ile eski konsolos Parmatov ve birkaç devlet adamı katılacaklar. Ayrıca, büyük kuzenimiz Laurentine ve onun kendinden 10 yaş küçük, sadık, biraz da aptal eşi Vincent; her nisan başında tatillerini geçirmek için gittikleri İtalya'dan, sırf davete katılmak için erken dönecek olan teyzem Augustine ve eşi Jackob Brenton; erkek kardeşimin Almanya'da gideceği üniversitede ders veren Rudolph Schüssel; Amiral Mason Stradel; son yıllarda ünlerini yitirmiş asilzadelerden Chadrick ve Deane'ler (onları neden çağırdığımızı babama sormalısınız); suratsız bankacı Edgan ve opera meraklısı eşi Ella Marley, Tatarin ailesinin İngiltere'deki işlerini yürüten Luke Godwin, Fransa'nın küçük bir kasabasından gelip eşini kaybettikten sonra tüm davetlere katılıp giysileriyle sükse yapmayı seven zengin dul Heloise ve Peder Owen da davete katılacaklarını bildirenler arasında.
Yemekten önce müstakbel nişanlım bana yürüyüşe çıkmak isteyip istemediğimi sordu. Ona çok kibar olduğunu fakat yemeğin hemen öncesinde konukların yanından ayrılmanın kabalık olacağını söyledim. Bunun üzerine kendi de yemeğe başlanana dek odadan ayrılmadı. Bu, pek tabii hoşuma gitmişti. Yemekten önce erkek kardeşim ve yeni hocası Rudolph Schüssel Almanya'daki okul ve programları hakkında konuşmak üzere dışarı çıkmışlardı. Dönüşte Bay Schüssel'in elinde bir demet kırmızı yaban gülü vardı. Bunları büyük bir incelikle eteklerime doğru bıraktı. O esnada Viktor'un sakin yüzünde bir öfke dalgası gördüm. Çiçekleri kabul ettikten sonra bir saksıya yerleştirmesi için Alfred'e verdim. Annem her şeyin farkına varmış, yemekte bir tatsızlık çıkmaması için masaya oturmadan önce kardeşi Augustine'e piyano çalmasını söylemişti. Sevgili teyzem piyanoyu yemekten sonra çalmanın daha doğru olduğunu bildiği için, şaşkınlıkla piyanonun başına geçmiş yine de ablasını kırmayıp bizlere yeni bir şeyler çalmaya başlamıştı. Ella Marley de teyzemin gerçek bir yetenek olduğuna kısaca değindikten sonra son dinlediği operadaki meşhur Macar baritondan bahsetmeye başlamıştı.
Yemek büyük bir gürültüyle devam ediyordu. Soslu ördek ızgaraları servis edildiğinde Chadrick'lerin eski günleri yâd eder gibi bir havaya büründüklerini ve sanki milyonlarca poundluk banka hisselerini kaybeden kendileri değilmiş gibi ördeğin nasıl marine edilmesi gerektiği konusunda anneme kibirli bir edayla bir şeyler anlattıklarını gözlemledim. Yeşil elbisesinin kabarık kollarına lacivert danteller geçirilmiş Heloise, yemekte de çıkarmadığı eldivenleriyle oynayıp Peder Owen'a bir şeyler soruyordu, zavallı adamın utanç ve mahcubiyet içinde terlediğini görüyordum. Deane'ler de teyzem Augustine'den İtalya'daki günlerini anlatmalarını rica ediyorlardı. Teyzem bu görgüsüz ve gözden düşmüş insanlarla pek muhatap olmak istemese de eşi, sevgili eniştem Jackob, Venedik'te alabora olan gondol hikayesini sanırım dördüncü defa anlatıyordu. Büyük kuzenimiz Laurentine'in uykusu gelmişti, Vincent'ın sürekli tabağına kaz püresi koymasına aldırış etmeden yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirmiş, uyukluyordu. Victor'a kaçamak bir bakış fırlattım, Amiral Mason Stradel'le Rus ordusunun savaş düzeni hakkında saçma bir tartışmaya girmişlerdi. Yüzü solgun beyazdı. Ciddi bir duruşu vardı. Açık kestane rengi saçları özenle taranmıştı. Küçük erkek kardeşim de aşırı bir hevesle hocasına felsefe ile ilgili birkaç şey sormaktaydı. Ancak Bay Schlüssel'in onu pek dinlemediğini, dalgın dalgın vazodaki yaban güllerine baktığını gördüm. Bu beni daha da rahatsız etti. Anneme çaylarımızı verandada içmeyi önerdim. Masadaki herkes bu teklifle memnun oldu.
Çaylarımızı verandada içerken batıdaki geniş topraklarımızı seyrediyorduk. Babam yakında akraba olacağı Pernişevski Tatarin ve Luke Godwin ile dostça sohbet ediyor ve bir yandan da sigara içiyordu. Büyük kuzen Laurentine oturduğu sandalyede homurtulu sesler çıkartarak uyumaya başlamıştı. Sakince uzakları izleyen Victor, bir ara yanıma geldi. Davetten övgüyle söz etti. Hafifçe gülümseyerek teşekkür ettim. Erkek kardeşimin Almanya'da öğrenim göreceği için kendinin de çok sevindiğini ancak Rusya'da da büyük filozoflar yetiştiğini, neden bu ülkeyi tercih ettiğini anlayamadığını söyledi. "Almanlar teknik konularda iyiler de sözel bölümlerde iyi değiller" dedi. Ses tonundaki ve tavırlarında bu ani değişim gözümden kaçmamıştı. Çayının içine gizlice rom kattığından şüphelendim. Müsaade isteyerek yanından ayrıldım.
Alfred'e biraz daha krema getirmesini söyledim. Ardından saçlarımı ve pudramı kontrol etmek için içeriye geçtim. Büyük kütüphaneden erkek kardeşimle Bay Schlüssel'in sesleri geliyordu. Önemli bir konu tartışmaktan çok, komik bir şeye gülüyor gibiydiler. Odama geçmekten vazgeçtim. Kütüphaneye doğru yürürken seslerin daha da farklılaştığını duydum. Fakat ben daha fazla yakınlaşamadan Alfred krema getirdiğini söyledi. Ben de pudramı tazelemekten vazgeçip onunla dışarı çıktım. Bayan Tatarin'in yanına oturdum. Buz gibi soğuk bu kadın dilimizi bilmiyordu ve yemek boyunca da ağzını açmamıştı. Sessizce geçen birkaç dakikadan sonra Victor gelip iki parmağıyla annesinin yanağını sıktı ve "naber anniş, sıkıldın mı?" dedi. Hangisine daha çok tepki vermeliydim bilemiyordum, bu önemli davette Bayan Tatarin'in açıkça sıkılmış olmasına mı yoksa müstakbel nişanlımın kullandığı "anniş" kelimesine mi.
Gerçekten çok sinirlenmiştim, müsaade isteyerek yerimden kalkıp İngiliz ekonomisindeki gediklerden bahsetmeye çok meraklı olan Luke Godwin'in yanına oturdum. Victor yanıma geldi, üzgün görünüyordu, konuşmaya başladığında sesi boğuk çıktı. "Biraz gezintiye çıkmaya ne dersiniz" diye kibarca sordu. "Victor Allah'ın adını verdim, şu çayına kremanı koy, iç, yüzüğü takın kalkın gidin, vallahi elimden bir kaza çıkacak! O cadaloz anana da söyle, madem sıkılmış, daha iyi davet düzenlesin de görelim! Yeter be! İçimi baydınız!" diye bağırdım. Herkes susmuş bana bakıyordu. O esnada Bay Schlüssel ve kardeşim yarı çıplak, verandaya koştular. Bay Schlüssel'in ağzında bir kırmızı bir yaban gülü vardı.
Sena
--------
Komünal İşkembe'nin notu: Bu yazı daha önce http://senapasin.blogspot.com adresinde yayınlanmıştır. Farklı tarzıyla katkıda bulunduğu için konuk yazarımıza çok teşekkür ediyor, "ellerine sağlık!" diyoruz!
Çok sevdiğim bir arkadaşımla Mecidiyeköy'deki Robert's Coffee'de oturmuş geyik yapıyorduk. Uzun zamandır görüşememiştik de, çok iyi olmuştu. Konu döndü dolaştı maalesef mevcut güncel politik duruma geldi. Siyaset üzerine kısa, ama hararetli bir tartışma yaptık. Ben onun bana ve diğer birkaç arkadaşımıza karşı olan ithamlarını dinledim (dönek, liboş, vs.). Sonrasında ben onun saçmaladığını söylediğimde kendini bir tek cümleyle savundu:
- Vatansever olmak suç mu?
İnsanın siyasi görüşünü savunabilmesi bu kadar kolay, bu kadar kaçak dövüşerek olmamalı diye düşünüyorum. "Ben vatanseverim, ululardan bir uluyum, bana karşı gelirsen vatana karşı gelirsin. Ben bu ülkenin iyiliğini düşünüyorum, sen de bana karşısın, o zaman sen memleketin kötülüğünü istiyorsun (Bkz: Aristo mantığı)" şeklinde bir mantık oluşturuluyor.
Amacım kendisini ve onun özelinde diğer ulusalcıları suçlamak, karalamak da değil. Sadece onları anlamaya ve bundan yola çıkarak kendimi anlatmaya gayret ediyorum. Ben ve benim gibi düşünen birçok "liboş, dönek, hain" ulusalcıları hain olarak görmüyor. Başlarındaki kanaat önderleri dışında aralarında kötü niyetlilerinin olduğunu bile düşünmüyorum. İki taraf da korkuyor. Ulusalcıların en büyük korkusu anladığım kadarıyla,(hayır irtica değil, ondan da çok korkuyorlar elbette) AB bahanesiyle memleketin satılması. İçine kapanık, İnönü zamanı Türkiye'sini istiyorlar adeta. Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde (ne zaman bu birliğe ve beraberliğe ihtiyaç duymadık? Bir başıboş gezmemize izin veremediler) demokratikleşme, başkasını da insan sayma adına yapılacak her türlü hareketin memleketi parçalamak adına atılmış bir adım olarak görüyorlar.
Ben de korkuyorum doğrusu. Ülkede hali hazırda devam eden asker vesayetinin devam etmesinden korkuyorum. Askere gittiğimde eğitim zayiatı olmaktan ve bunun sonrasında kimseden hesap sorulmamasından korkuyorum. Teğmenin biri beni öldürdüğünde başkalarının "TSK'yı yıpratmayın" demesinden korkuyorum. Türkiye'de her on senede bir olduğu gibi darbe olmasından, benim veya arkadaşlarımın hatta hiç tanımadığım insanların gözaltına alınmasından korkuyorum. Türkiye'deki bürokrasinin ve işleyişin hiç değişmeyeceğinden korkuyorum. Seneler sonra çocuklarımın da "Burası Türkiye, burada işler böyle" diyeceğinden korkuyorum. Bu korku beni vahşileştirmiyor, veya dolaylı olarak korkularımı besleyen insanları vatan haini ilan etmeme sebep olmuyor. Benim gibi düşünmeyen arkadaşlarıma diş bilemiyorum.
Ama lütfen izin verin, ulusalcılar gibi düşünmüyorum diye de vatan haini değilim.
"Soykırım sadece bir insanı öldürmek değil. Ben soykırıma uğramış bir insanım. Neden biliyor musun? Ben burada ermeni okuluna gidiyordum 6 yaşında. Ermeni tarihi diye bir şey zaten yoktu. Türk tarihi öğretiyorlardı ve benim ne kadar kötü olduğumu anlatıyorlardı. Ben okuldan çıktığımda, kendimden utanıyordum. Çünkü öyle anlatılıyordu. İşte bu bir soykırımdır. Öldürmek değildir asıl soykırım, geçmişini, tarihini gömmektir. İnkar etmemek lazım. Çünkü bu yapıldı."
Arto Tunçboyacıyan
(y.n. Kendinden hiç utanmamış olanlar anlamaz zaten halden de, biz gene de demiş olalım diyeceğimizi yeniden.)
RTÜK ceza verir yoksa. Haber Milliyet'ten, "Bir Bulut Olsam" dizisindeki sevişme sahnesi, erken yayınlandığından "Çocuk ve gençlerin; zihinsel ve ahlaki gelişimini zedelediği" gerekçesiyle cezalandırılmış.
Şimdi ben şunu anlamıyorum; ateşli sevişmelerinde mi sorun yani? RTÜK'ün tercih ettiği belirli cinsel pozisyonlar var mı? Mesela ön sevişme olarak kadının erkeğin ayağını yıkaması caiz midir? Türk aile yapısına uygun sevişme nasıl gerçekleştirilir? Kadın üstte olmamalı mıdır?
Ya da mesela sevişmenin rızasız olanı mı makbuldur? Ben çocuk halimle Coşkun Abi'yi, Nuri Abi'yi falan televizyonda izlediğimde zihinsel ve ahlaki gelişimim zedelenmemiş midir? Tecavüz sahnelerine ceza neden gelmez?
Hayır bir de habere bakıyorsun, sahnenin resmi kabak gibi orada. Resimden çiftlerin ne kadar ateşli olduğu anlaşılmadığı için mi yayınlanabiliyor bu resim?
Devlet bize yardım etsin, doğru düzgün, adabıyla sevişelim.
Arkadaslar asagida bana begendiginizi soylediginiz takdirde nezdimde puan kaybedeceginiz, iliskimizi tekrar gozden gecirmeme neden olacak kitaplarin listesini veriyorum, ayaginizi denk alin. Sagda solda "Adorno, Kant'in ahlak felsefesi, yanlis hayat dogru yasanmaz, Oguz Atay, Tutunamayanlar, kedi, cok asil hayvan" filan derken araya bunlari karistirmayin, durduk yerde tatsizlik cikmasin.
1. Ayn Rand'in butun kitaplari
Ama o cok iyi bir felsefeci...czzt bzzt. Sus. Hatta Umut Sarikaya usulu sis. Oyle felsefe olmaz olsun. "Gemisini kurtaran kaptan", "kahrolsun yeteneksiz sefiller", "hicbiriniz beni anlamiyorsunuz", "toplum bana hazir degil", "herkes bana ve ustun yeteneklerime karsi". Lise 2'den sonra hayata hala bu sekilde bakmaya devam ettiyseniz, size Sinan Cetin ve Gulse Birsel'le mutluluklar dilerim, ben araniza girmeyeyim.
2. Kinyas ve Kayra
Ayn Rand'da elestirdigim duygusal hamligin cok daha kotu bir Turkceyle, karakter tutarliligi, olay orgusu filan olmadan anlatilmis versiyonu. Bakiyorum bu kitabi begenenlere, sevdikleri diger kitaplar Bilge Karasu'dan filan. 'Bilge Karasu'yu seven bunu nasil sever' diye dusunuyorum, 'acaba bende mi bir problem var' diye kendime bakiyorum (bende bir problem yok, her zamanki akli basinda, zeki ben), anlam veremiyorum.
Kitabin hosgorulebilecek tek yani Hakan Gunday'in Kinyas ve Kayra'yi lisedeyken yazmaya baslamis olmasi ve kitabi yine genc bir yasta tamamlamasi. 567 sayfalaik izdirabim boyunca kitabin hayata ofkeli bir ergenin elinden cikmis izlenimi verdigini dusundum, ki hakliyimisim.
Devrik, kulak tirmalayan cumleler, mantik ve kurgu hatalari cikarilsa asagi yukari 50 sayfa kalacak bu roman, iyi bir editorun elinde yine de bir seye benzebilirdi. Ama bu haliyle, i ih.
Hakan Gunday daha sonra Malafa gibi kitaplar yazarak kendisini affetirmistir, usta bir yazar oldugunu kanitlamistir, o ayri.
3.Secret ve Saz Arkadaslari
Bunlarla populer kultur icersinde yeterince dalga gecildi, ordan bakabilirsiniz.
4. Ask (Elif Safak)
(Aslinda Elif Safak'in Bit Palas'tan sonraki butun kitaplarini bu kategoriye koymak lazim. Ama bende bir tek Ask var, o yuzden onun uzerinden yaziyorum. Digerlerini bilahare eklerim artik.)
Sayin Safak'in 1200'lerde gecen kitapta karakterlere domates yedirmesini 'her yazar tarih bilmek zorunda degil' diye affedebiliriz belki ama yarattigi karakterler de gercekcilikten uzak maalesef.
O devirde, gozune melek gorundugunu soyleyen cocuga (Sems) babasi 'Hayal gucun fazla calisiyor senin' diye mi cevap verir Allah askina? 'Yuru git sacma sapan konusma' der, inanir 'oglum ululara karismis' der, ama Hollywood filmi dublajiyla 'hayal gucun cok calisiyor senin' demez. Sonra ne olacak sayin Safak? Sems biraz daha buyuyunce babasi isyerinde cok mesgul oldugu icin Sems'in beyzbol macini mi kaciracak?
Bakin listeyi verdim. Ben elimden geleni yaptim. Hala 'ama Elif Safak... ustelik Hakan Gunday yeralti edebiyati..." diye cikarsaniz karsima, olacaklardan ben sorumlu degilim.
Hoşgeldiniz. Blogu şehri gezen bir sırt çantalı turist edasıyla dolaşabilirsiniz tabii, ama biz elinize bir harita verelim gene de.
1. Alttaki renkli "Komünal Manifesto" tuşuna basarak nasıl ve neden kurulduğumuzu mizahi bir üslupla elen alan yazımıza ulaşabilirsiniz.
2. Yandaki menüden istediğiniz konudaki yazılara hızlı geçiş yapabilirsiniz. Konu hakkında ayrıntılı bilgi için imleci o konu başlığı üzerinde tutunuz.
3. Daha aşağıda yazar listemizde, yazarın ismi üzerine tıkladığınız zaman sadece o yazarın yazılarına da ulaşabilirsiniz.
4. Daha ayrıntılı başlıklara ulaşmak için (din, demokrasi, ordu vs. gibi) gene bu kolonun aşağısında bulunan "etiket bulutu"na bakınız, ya da arama kutusuna aradığınız anahtar kelimeyi (Shakespeare'dan HSYK'ya geniş bir çerçevemiz mevcut) yazınız.
"Bağırma bana! Şu üslubuna dikkat et! Vatandaşla konuşmuyorsun!"
Savcının, polis memuru Behzat Ç. ile diyaloğu esnasındaki isyanı. Bir de yorum mu yapalım üstüne?
-----
7 Ağustos '10 - 23:39
"Yani bence bir sakıncası yok ama bir Türk'e Arap kıyafeti giydirilmiş gibi oluyor."
Büyük ego Erol Büyükburç'un, arabesk söyleyen Türk şarkıcılara ilişkin yorumu. Ağzını eğe büke Elvis Presley taklitleri yapan, Amerikan müziği söyleyen adam sen değil miydin be adam? Sen kovboy çizmesi giyerken iyiydi? N'oldu?
"+ Kadın mısın? - Ee... Hayır, kızım. (...) + Hayır, yani kadın mısın erkek misin diye cinsiyetini sormuştum ama..."
Canlı yayına telefonla bağlanan Özgür isimli izleyici ve Okan Bayülgen arasındaki diyalog. Oysaki Okan Bayülgen "bağyan mısın?" dese böyle mi olurdu?
-----
3 Ocak '09 - Akşam
"Nasıl da narin tutuyor ipi, tıpkı yeni gelin gibi!"
Cinsel göndermelerin b.kunu çıkaran Wipeout 2'deki boru sesli anlatıcı adam.
-----
18 Kasım '09 - 11:27
"Kalça günü iyi oldu ama kalçamın üstüne oturamıyorum, sizi ayakta izliyorum şimdi."
Göbeğin ve göbeklinin düşmanı, "şişman kadın çirkindir" veciz sözünün sahibi Ebru Şallı'nın TV8'deki programı Ebruli'ye gönderilen bir izleyici mesajı.
Napıyo' lan o sapık size de böyle oluyorsunuz? O ucube kadını izleyen, para kazanması için yardım ve yataklık edenler beter olsun beter!
-----
24 Ekim '09 - 01:16
- Gemideki tek bayan sen miydin? + Evet. - (Gülmeye başlayarak) 89 gün boyunca gemideki tek bayan sendin? + Evet - Ekikikikikiki kikir kikir... Korkmadın mı? Ekikikiki...
Beyaz, rehin alınan Horizon 1 gemisinin kaptanı hanımla diyaloğu. Sözde bayan diyerek kibar olmaya çalışan Beyaz, aptal cinsel imalarının çok komik olduğunu düşünürken.
Bu şekilde olsan olsan ceviz görünümlü muhafazakâr bir meşe olursun. Balta seni!
-----
18 Ekim '09 - Öğlen
- Okula gitmeyen adam olabilir mi? + Hayır. - Peki sen büyüyüp adam olunca, yani çok para kazanınca ne yapacaksın?
Bir kız çocuğuna "adam" olmak ile ilgili bir soru soran Bergüzar Korel'in daha sonra adam olmayı "çok para kazanmak" olarak tanımlamak suretiyle tüy diktiği "Çocuktan Al Haberi" programından bir enstantane.
-----
7 Ekim '09 - 21:51
BU: Behzat Uygur H: Hamiyet
"BU: 3 basamaklı en büyük çift sayı kaçtır?
H - On bin?
BU: Tamamı bir kıtayı kaplayan ülke hangisidir?
H - Afrika?
BU: Akdeniz'deki en büyük ada hangisidir?
H - Kıbrıs?
BU: Biber salçası, kızarmış ekmek, dövülmüş cevizle yapılan meze nedir?
H - Acuka?
Bak Şu Duvara isimli Japonya kökenli yarışmanın mikro ölçekteki "bilgi yarışması" bölümünde Hamiyet isimli şahsın enfes performansı. Behzat Uygur'un sorduğu bütün sorulara yanlış sorularla karşılık verdiği için büyük ödülü kazandı gönlümüzde.
----------
29 Eylül '09 - 00:40
"Yılda 700 seksi ben bile yapamam! Hele ki evdeki teyzemle, hiç yapamam..."
84 yaşındaki Prof. Dr. Mustafa Öz, oğlu Mehmet Öz'ün "yılda 700 seks" önerisine çüküyle itiraz ederken.Zira bu söz, bir beyinden çıkıyor olamaz.
----------
9 Eylül '09 - 00:20
"Evin içinde herkes kendi işini yapacak. Kadın kendi işine bakacak, erkek kendi işine..."
'Kişisel gelişim'ci İnci Yeşilyurt hanımefendi geleneksel rollerden ödün verilmemesini, muhtemelen illa birileri gelişecekse erkeklerin gelişmesini salık verirken.
----------
4 Eylül '09 - 19:28
"Çemberi iyice daralttık, biraz sabır tavsiye ediyorum." Muammer Güler, Münevver Karabulut'un ailesine sabah akşam günde 2 sefer yemekten sonra sabır tavsiye ederken.
-----------
19 Ağustos '09 - 13:32
"Her kıvrımımı yemin ederim avuçluyorlar. Yaşlı teyzeler.. E sahnede de erkekler tarafından tacize uğruyorum tabii."
Ece Erken'in programındaki konuk kadın, hem kendi cinsinden, hem karşı cinsten tacizi ne derece içselleştirdiğini, kabullendiğini ifade ederken.
IEA World Congress 2021
-
A few words on the International Economics’ Association online World
Congress, July 2-6, on the theme “Equity, Sustainability and Prosperity in
a Fractured...
The Years Of Writing Dangerously
-
Thirteen years ago, as I was starting to experiment with this blogging
thing, I wrote the following: [T]he speed with which an idea in your head
reaches th...
Herşey Okey için
-
82/1 tertip olarak Manisa Kırkağaç Jandarma Komando Er Eğitim Alayından
usta birliğim olan Kars Kağızman'a gittim. Paslı Karakoluna düştüm.
Karakolda 2 uzm...
Yapma Arshavin, yapma!
-
MANU'da 7 numara demisken, o forma mesela Arshavin'e cok yakisirdi.
Yetenekli, karakter sahibi, akilli (biyografi kitabinda bayanlara ehliyet
verilmemesin...
Gundemden 6. Bolum - 30 Temmuz '08
-
Bu bolumde AKP ve Ergenekon davalari, Gungoren'de meydana gelen saldiri,
Vakit gazetesi (rutin oldu artik), Melih Gokcek'in icraatleri ile cesitli
cesaret ...