"Alfred, batı kanadındaki yemek odasını havalandırdın mı? Halıların tertemiz olmasını istiyorum. Gümüşlükleri parlatın ve Timothy'yi şehre gönderip önümüzdeki hafta için yeteri kadar buz almasını söyleyin. Ha bir de, annem şöminenin üzerindeki tabloyu değiştirmek istediğini söyledi."
Alfred, söylediklerimin hepsini saygıyla dinleyip, "tabii efendim," dedi. Bu konakta tam 46 yıldır çalışıyordu. Bu, benim doğumumdan 21 yıl önce demek. Babamın mektuplarını yazmaktan tutun da hizmetlilere gerekli talimatları vermeye kadar her işle ilgilenir, sadık, güvenilir, terbiyeli Alfred.
Erkek kardeşimin Almanya'daki bir üniversitede felsefe dersleri almaya başlaması ve benim de soylu Rus ailelerinden Pernişevski Tatarin'in oğlu Victor Tatarin'le nişanlanacak olmam, büyük bir davet anlamına geliyor. Davete Rusya'dan bütün Tatarin ailesi ile eski konsolos Parmatov ve birkaç devlet adamı katılacaklar. Ayrıca, büyük kuzenimiz Laurentine ve onun kendinden 10 yaş küçük, sadık, biraz da aptal eşi Vincent; her nisan başında tatillerini geçirmek için gittikleri İtalya'dan, sırf davete katılmak için erken dönecek olan teyzem Augustine ve eşi Jackob Brenton; erkek kardeşimin Almanya'da gideceği üniversitede ders veren Rudolph Schüssel; Amiral Mason Stradel; son yıllarda ünlerini yitirmiş asilzadelerden Chadrick ve Deane'ler (onları neden çağırdığımızı babama sormalısınız); suratsız bankacı Edgan ve opera meraklısı eşi Ella Marley, Tatarin ailesinin İngiltere'deki işlerini yürüten Luke Godwin, Fransa'nın küçük bir kasabasından gelip eşini kaybettikten sonra tüm davetlere katılıp giysileriyle sükse yapmayı seven zengin dul Heloise ve Peder Owen da davete katılacaklarını bildirenler arasında.
Yemekten önce müstakbel nişanlım bana yürüyüşe çıkmak isteyip istemediğimi sordu. Ona çok kibar olduğunu fakat yemeğin hemen öncesinde konukların yanından ayrılmanın kabalık olacağını söyledim. Bunun üzerine kendi de yemeğe başlanana dek odadan ayrılmadı. Bu, pek tabii hoşuma gitmişti. Yemekten önce erkek kardeşim ve yeni hocası Rudolph Schüssel Almanya'daki okul ve programları hakkında konuşmak üzere dışarı çıkmışlardı. Dönüşte Bay Schüssel'in elinde bir demet kırmızı yaban gülü vardı. Bunları büyük bir incelikle eteklerime doğru bıraktı. O esnada Viktor'un sakin yüzünde bir öfke dalgası gördüm. Çiçekleri kabul ettikten sonra bir saksıya yerleştirmesi için Alfred'e verdim. Annem her şeyin farkına varmış, yemekte bir tatsızlık çıkmaması için masaya oturmadan önce kardeşi Augustine'e piyano çalmasını söylemişti. Sevgili teyzem piyanoyu yemekten sonra çalmanın daha doğru olduğunu bildiği için, şaşkınlıkla piyanonun başına geçmiş yine de ablasını kırmayıp bizlere yeni bir şeyler çalmaya başlamıştı. Ella Marley de teyzemin gerçek bir yetenek olduğuna kısaca değindikten sonra son dinlediği operadaki meşhur Macar baritondan bahsetmeye başlamıştı.
Yemek büyük bir gürültüyle devam ediyordu. Soslu ördek ızgaraları servis edildiğinde Chadrick'lerin eski günleri yâd eder gibi bir havaya büründüklerini ve sanki milyonlarca poundluk banka hisselerini kaybeden kendileri değilmiş gibi ördeğin nasıl marine edilmesi gerektiği konusunda anneme kibirli bir edayla bir şeyler anlattıklarını gözlemledim. Yeşil elbisesinin kabarık kollarına lacivert danteller geçirilmiş Heloise, yemekte de çıkarmadığı eldivenleriyle oynayıp Peder Owen'a bir şeyler soruyordu, zavallı adamın utanç ve mahcubiyet içinde terlediğini görüyordum. Deane'ler de teyzem Augustine'den İtalya'daki günlerini anlatmalarını rica ediyorlardı. Teyzem bu görgüsüz ve gözden düşmüş insanlarla pek muhatap olmak istemese de eşi, sevgili eniştem Jackob, Venedik'te alabora olan gondol hikayesini sanırım dördüncü defa anlatıyordu. Büyük kuzenimiz Laurentine'in uykusu gelmişti, Vincent'ın sürekli tabağına kaz püresi koymasına aldırış etmeden yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirmiş, uyukluyordu. Victor'a kaçamak bir bakış fırlattım, Amiral Mason Stradel'le Rus ordusunun savaş düzeni hakkında saçma bir tartışmaya girmişlerdi. Yüzü solgun beyazdı. Ciddi bir duruşu vardı. Açık kestane rengi saçları özenle taranmıştı. Küçük erkek kardeşim de aşırı bir hevesle hocasına felsefe ile ilgili birkaç şey sormaktaydı. Ancak Bay Schlüssel'in onu pek dinlemediğini, dalgın dalgın vazodaki yaban güllerine baktığını gördüm. Bu beni daha da rahatsız etti. Anneme çaylarımızı verandada içmeyi önerdim. Masadaki herkes bu teklifle memnun oldu.
Çaylarımızı verandada içerken batıdaki geniş topraklarımızı seyrediyorduk. Babam yakında akraba olacağı Pernişevski Tatarin ve Luke Godwin ile dostça sohbet ediyor ve bir yandan da sigara içiyordu. Büyük kuzen Laurentine oturduğu sandalyede homurtulu sesler çıkartarak uyumaya başlamıştı. Sakince uzakları izleyen Victor, bir ara yanıma geldi. Davetten övgüyle söz etti. Hafifçe gülümseyerek teşekkür ettim. Erkek kardeşimin Almanya'da öğrenim göreceği için kendinin de çok sevindiğini ancak Rusya'da da büyük filozoflar yetiştiğini, neden bu ülkeyi tercih ettiğini anlayamadığını söyledi. "Almanlar teknik konularda iyiler de sözel bölümlerde iyi değiller" dedi. Ses tonundaki ve tavırlarında bu ani değişim gözümden kaçmamıştı. Çayının içine gizlice rom kattığından şüphelendim. Müsaade isteyerek yanından ayrıldım.
Alfred'e biraz daha krema getirmesini söyledim. Ardından saçlarımı ve pudramı kontrol etmek için içeriye geçtim. Büyük kütüphaneden erkek kardeşimle Bay Schlüssel'in sesleri geliyordu. Önemli bir konu tartışmaktan çok, komik bir şeye gülüyor gibiydiler. Odama geçmekten vazgeçtim. Kütüphaneye doğru yürürken seslerin daha da farklılaştığını duydum. Fakat ben daha fazla yakınlaşamadan Alfred krema getirdiğini söyledi. Ben de pudramı tazelemekten vazgeçip onunla dışarı çıktım. Bayan Tatarin'in yanına oturdum. Buz gibi soğuk bu kadın dilimizi bilmiyordu ve yemek boyunca da ağzını açmamıştı. Sessizce geçen birkaç dakikadan sonra Victor gelip iki parmağıyla annesinin yanağını sıktı ve "naber anniş, sıkıldın mı?" dedi. Hangisine daha çok tepki vermeliydim bilemiyordum, bu önemli davette Bayan Tatarin'in açıkça sıkılmış olmasına mı yoksa müstakbel nişanlımın kullandığı "anniş" kelimesine mi.
Gerçekten çok sinirlenmiştim, müsaade isteyerek yerimden kalkıp İngiliz ekonomisindeki gediklerden bahsetmeye çok meraklı olan Luke Godwin'in yanına oturdum. Victor yanıma geldi, üzgün görünüyordu, konuşmaya başladığında sesi boğuk çıktı. "Biraz gezintiye çıkmaya ne dersiniz" diye kibarca sordu. "Victor Allah'ın adını verdim, şu çayına kremanı koy, iç, yüzüğü takın kalkın gidin, vallahi elimden bir kaza çıkacak! O cadaloz anana da söyle, madem sıkılmış, daha iyi davet düzenlesin de görelim! Yeter be! İçimi baydınız!" diye bağırdım. Herkes susmuş bana bakıyordu. O esnada Bay Schlüssel ve kardeşim yarı çıplak, verandaya koştular. Bay Schlüssel'in ağzında bir kırmızı bir yaban gülü vardı.
Sena
--------
Komünal İşkembe'nin notu: Bu yazı daha önce http://senapasin.blogspot.com adresinde yayınlanmıştır. Farklı tarzıyla katkıda bulunduğu için konuk yazarımıza çok teşekkür ediyor, "ellerine sağlık!" diyoruz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder