Bu konu hakkında uzun zamandır bir şeyler yazmak düşüncesindeydim, lakin elimde olmayan sebeplerden erteleye erteleye bugüne kaldı. İşin garibi bu geçen süre boyunca bu konu hiç gündemden düşmedi, en son dün Başbakan Erdoğan "Cebinde taş, molotof, yumurta taşıyan öğrenciler var" diyerek molotof kokteyli ve yumurtayı muadil konuma indirgeyerek yeni bir kavramsal açılım gerçekleştirdi.
Uzun uzadıya açıklamamı yapmadan diyeceğimi en başta diyeyim: Yumurta atmak en medeni ve masum protesto çeşidi değildir, lakin Türkiye'de daha modern protesto şekillerine karşı güç odaklarının tutumu malumdur. Bunun tepkiselliği unutularak yapılan değerlendirmeler havanda su dövmeye eşdeğer olurlar. Hele ki bu yumurta mevzusunda siyasi pozisyona göre taraf belirlemek ve belirlenen taraf doğrultusunda da polisi savunur hale gelmeyi hafif bir tabirle tanımlamak imkansızdır.
I. Yumurta ve Eylem: Teorik Düzlem
Tezi böyle açıkladıktan sonra biraz kavramsal ilerleyelim. Soru şu: Yumurta atma eylemi, modern dünyada kabul edilebilirlik açısından nerededir? Bu eylem, ifade özgürlüğü paradoksunda nereye düşer?
Öncelikle politik altmetini olan yumurta atma eylemini "şiddet" olarak tanımlamayı kesinlikle yanlış buluyorum. Yumurta atılan bir insan, eğer yaşı çok ileri/çok küçük değilse ve de ekstrem bir sağlık sorunu yoksa hiçbir şekilde fiziksel anlamda zarar göremez. Tek sıkıntı, yumurtaya maruz kalan kişinin duş alana/üstünü değiştirene kadar etrafına yaydığı kötü kokudur. Bu yüzden yumurta ve pasta gibi protesto araçlarını "şiddet aracı" olarak lanse etmek konuyu saptırmak olur.
Yumurta, pastadan daha ucuz ve daha kolay erişilebilir olduğundan daha sıklıkla tercih edilen, nispi olarak zararsız bir araçtır. Lakin bu, yumurta atmayı tek başına haklı bir protesto yöntemi yapmaz. Bu kısmın ilk paragrafında belirttiğim paradoks şudur: Yumurta atmak bir ifade olarak kabul edilirse, yumurtanın atıldığı insanın ifade özgürlüğü ile çelişir mi?
İşte bu noktada, yumurtanın atıldığı koşullar çok önemli olmakta. Örneğin bir politik figür bir konuşma sonrası aracına binerken ona yumurta atılırsa, mağdurun hiçbir ifadesel durumu olmadığı için bu eylem kabul edilir olur. Gene bir konuşma bittikten sonra atılan yumurtalar da aynı şekilde değerlendirilir. Bir konuşma esnasında dahi atılacak bir yumurtayı tolere edebiliriz duruma göre. Fakat yumurta atma eylemi, yumurta atılanın ifade hakkını gasp edecek şekilde/sıklıkta yapılırsa, o noktada haklı bir protesto olmaktan çıkıp saçmalık ve densizlik haline gelir.
Özetle: Yumurta en medeni protesto şekli olmasa da kullanılabilir, fakat yumurta hiçbir zaman atılanın ifade özgürlüğünü engelleyecek şekilde atılamaz. En uygunu, fikirlerin beyanı ve teatisi nihayete erdikten sonraki çözümsüzlük aşamasında atılacak sembolik değerdeki yumurtadır.
II. Yumurtayı Doğuran Koşullar: Pratik Düzlem
Daha önceki referandum sürecini değerlendiren bir
yazımda "Konjonktür gereği aynı potaya yaklaşmış olan "muhafazakar liberal" ve "sosyal demokrat/liberal"lerin ayrışma sürecinin de referandum sonrasında başlayacağını öngörebiliriz." demiştim. Bu ayrışma sürecinde çizgi görevi gören olaylardan birisi de bu öğrenci eylemleri oldu.
Olaylar sonrasında öncelikle AKP'li/muhafazakar olup demokratlığını bu çizgide şekillendiren Akif Beki, Mümtaz'er Türköne ve Yıldıray Oğur gibi yazarlardan ardı ardına "orantısız güç diyorsunuz da, polisleri de anlamak lazım" minvalinde yazılar geldi. Ben bu refleksin sebebini, bu cenahta sol kimlikte eylemlere duyulan 1980 öncesi kaynaklı alerji olarak değerlendiriyorum. Haklılığı-haksızlığı ayrı bir potada tartışılabilir, lakin bu çizgide düşünenlerin analizlerinde es geçtikleri çok önemli bir nokta var: Yumurta atmak, tam da bu "anlamak lazım" diye niteledikleri polislerin yıllardır "anlamak lazım" diye pışpışlanmasından dolayı geliştirdiği tutum sebebiyle mümkün.
Gösterinin ve toplaşmanın sebebi 1 Mayıs, futbol maçı, Cumartesi Anneleri, bildiri okumak isteyen
gomünis gençler vs. olsa da, bu ülkede uzun zamandır değişmeyen bir şey polisin bu eylemcilere karşı olan önyargılı tutumu. Yolda duran adamı tokatlayanlar, tuttuklarını çöp tenekesine atanlar, alakasız kişileri polis şiddetine maruz bırakanlar ve sonrasında "İçimizde hallederiz" şeklinde savunulanların bulunduğu bir cemaatten bahsediyoruz. Unutmamak lazım ki daha 2 sene öncesine kadar biber gazı stoğu bitirmekle övünen bir Emniyet Genel Müdür vardı İstanbul'un tepesinde, hoş yenisi de çok farklı değil
Can Dündar'ın yazısı uyarınca. Tüm bunları göz önüne alınca, bir eylemcinin kendisine bir müdahale yapılacağı beklentisi ile gösteriye hazırlanmasını beklemek çok da garip olmasa gerek.
Burada göstericilerin şiddete meyilini haklı çıkarmaya çalışmıyorum, yanlış anlaşılmasın. Tabii ki en güzel ve en istenen protesto yöntemi diyalog temellidir. Lakin sözün dahi cezalandırıldığı bir memlekette yaşayınca, öğrencilerin buraya sürüklenmesi de beklenmelidir. Yumurta olayından önce, pankartla ve sloganla zarasız bir şekilde protesto düzenleyen 18 adet İTÜ'lü öğrenci
15 ay hapis cezası almışlardı mesela, ki bu pankart cezalarını kanıksamış bir ülkedeyiz. Bu saçma adalet örneklerinin getirdiği tepkisellik yumurta olursa, bu noktada öğrencilerden öte bir sorgulama yapılması gerekir.
III. Siyasi Eklemleşme: Yanlış Düzlem
Üstteki kısımda değindiğim durumun en tehlikeli uzantısı, gene bu seçim maratonunun hızlanmaya başlayacağı zaman dilimindeki eklemleşme ve de sağduyu yitimi olacaktır.
Hani icraatlerine artık şaşıramıyoruz bile, ama yumurtaya öncül polis şiddeti olaylarını takiben Vakit Gazetesi şöyle bir karikatür yayınladı:
Altmetin itibariyle hamile bir kıza uygulanan ve bebeğin ölmesine sebep olan şiddeti haklı gören, üstmetinde daha cenin halinde bir bebeği bomba olarak resmeden; bir de en alakasız biçimde bütün bu olayı kontekstten koparıp
darbe boyutuna indirgeyen bir kepazelik bu.
Peki bu noktaya nasıl geliniyor? Bu karikatüristin, bilinçli ya da bilinçsiz olarak olayı
darbe kelimesiyle ilişkilendirmesi ve böylece haklı çıktığını sanması/umut etmesi nedendir? Cevap arabaşlıkta gizli.
Bu siyasi eklemleşme halini, protestolara getirilen başka eleştirilerden de anlıyoruz. Mesela belli bir süre "Protestocuların arkasında CHP var, Ergenekon var vs." gibi bir söylem benimsendi. Öyle olması ya da olmaması, yaşananların niteliğini değiştirmez. Hamile kızın evli olmadan neden hamile olduğu bile tartışıldı ki, buradaki ahlakçılığın konuyla hiçbir alakası yok. Muhalefet de, polisin, askerin ve yargının onlarca yıllık günahlarını hiçe sayarak olayı hemen AKP'nin boynuna asmaya çalıştı. Seçimler yaklaşırken, refleksler de sürece adapte oluyorlar tabii.
IV. Sonuç
Halbuki burada tartışılması gereken şu: Protesto neden yapılıyor? Neden gençler kendilerini farklı bir şekilde ifade etmiyorlar/edemiyorlar? Neden polis bazı olayları seyrederken -mesela önceki haftasonu yaşanan Bursa - Beşiktaş gerginliği- bazı olaylarda ekstra önlemler alıyor? Neden polisin
devletin şımarık çocuğu olduğu defalarca tescillenmişken, hala daha tartışmanın öznesine o konmuyor? Askerin ve biraz da yargının "hesap sorulabilirliği" (accountability) bu ülkede -haklı olarak- tartışma konusuyken, neden polis bu muameleden muaf kalıyor, ve hatta ona siyasi otoritece sahip çıkılıyor? Neden bu yaşanan yarı-ilişkili olaylardan "yumurta" olanı gündemde kalırken, ötekisi sayfaların dibine doğru iniyor? Bu ülkenin içine iyiden iyiye sinmiş klasik sol alerjisi ile hesaplaşılmadan, doğru dürüst bir demokrasi hayal edilebilir mi? Söyleyenler, söylemlerinde ne kadar samimiler?
Yumurtanın o tavukla polemiksel ilişkisi siyasi düzleme de sıçramış haldeyken, bu soruları doğru düzgün tartışacak zemin bulmak da zorlaşıyor.