2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com
Protesto etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Protesto etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Aralık 2012 Salı

Yurtta Kutup, Cihanda Kutup: Mısır Edition

Mısır konusunda, hatta genel olarak Arap devrimleri konusunda kesin görüş bildirmekten kaçınıyorum, çünkü konuya tam anlamıyla hakim değilim. Bu konuda "halk ne istiyorsa, halkın genel çıkarına ne uygunsa o" düşüncesinden öte bir tutum belirlemek hem peşin hükümlülük, hem de fol yok yumurta yokken partizanlık getirir ki, benimki gibi buğulu bir duruştan daha zararlıdır zannımca. Zaten tarihsel olarak da bu coğrafyada devrim sürecinde olan bitene vakıf olduğunu sananlar, gerçekten olanlara ezici bir çoğunluk sağlamıştır. Suriye, Gürcistan, İran vs. gibi yakın tarihten örnekler önümüzde duruyor.

Fakat son zamanlarda fazlasıyla yüzeysel ve birebir eşleme yoluyla hareket eden fikir dolaştığını görünce rahatsızlık duydum. Hilal Kaplan'ın Pazar günkü "Mısır'da darbe olacak" temalı yazısı gibi bir yerde durup Mısır'daki protestocuları bizim ulusalcılarla denk gösterenler bir yana, Mursi'yi daha ortada hiçbir açık kanıt yokken "diktatör" ilan edenler bir yana, hala daha olanları "iç ve dış mihrak" ile analiz edenler apayrı bir yana. Mısır'da olanlar bu kadar basit ve siyah-beyaz derecesinde olmamalı. O yüzden bir-iki gün boyunca farklı kaynaklardan farklı yazılar okuyup bir şeyleri netleştirmeye çalıştım kafamda, bu süreç içinde öğrendiklerimi de yazıya dökerek paylaşmak istedim.

Öncelikle iki şeyi net belirtmeli:

1. Olanları ister güç savaşı olarak nitelendirin, ister bir güven bunalımı (ki ikisi de olabilir, güç savaşı tepe düzeyde iken, güven krizi tabanlara yansımıştır mesela); Mısır'daki süreçte her taraf olarak addedilen kesimin hataları var. O yüzden "Ya tamam, X'in de hataları oldu ama..." gibi cümleler, X'i aklamaktan ziyade sizin olaya ne kadar dar baktığınızı gösterir.

2. Mısır'da insanlar el ele verip bir dikta rejimini alaşağı etmişlerdir. Daha aylar önce bu süreçte aktif rol alanlara bugün "eski rejim yanlısı/diktatör" demek için bu kadar aceleci olmanız, yaşananları kafanızdaki paradigmaya oturtmaya çalıştığınız gösterir, ki sağlıklı olan bunun aksidir.

Şimdi "güven sorunu" kısmına geri dönelim. Bugün Mursi protestocularının duruşunu ve diktatörlük endişesini sadece "eski rejimcilik" ile açıklayanlar için Mursi'nin ve Müslüman Kardeşler'in şu ana kadar verip de tutmadığı sözleri ya da şüphe uyandıran tutumlarını özetleyelim:

- MK devrim süreci başladığında sessiz kalmayı seçti, hesaplı hareket etti. Devrime en başından beri destek vermesi gibi bir durum yoktu. Göstericilere karşı şiddet kullanıldığında da gene hesaplı bir duruş içindeydiler.
- MK parlamentoda çoğunluk aramayacağını, parlamentonun yarısından fazla aday göstermeyeceklerini belirtmişti, fakat bu sözü tutmadıkları gibi iki mecliste de çoğunluğu elde ettiler.
- MK en başta başkanlık için bir aday göstermeyeceklerini söylemiş, sadece toplumda etkili bir grup olarak yer edinecekleri sözünü vermişti. Ebulfütuh -ki hem liberallerin, hem de devrimci güçlerin desteklediği bir isimdi- aday olunca da bu karar gereği onu ihraç etmişlerdi. Sonra bütün bu sözleri unutup önce Şater'i, ardından da Mursi'yi aday gösterdiler.
- Kadın ve Kıptî Başkan Yardımcısı seçileceği sözü verilmişti. Netice başkan yardımcılığı değil, "danışmanlık" oldu.
- Kabinenin de çoğunlukçu olacağı düşünülürken, teknokrat ya da MK bağlantılı üyelerin görev alması da huzursuzluk yarattı. 37 kabine üyeliğinin sadece 2'si kadındı ve bunların 1'i Kıptî idi.
- Gene çoğunluğu dinleyerek yapılacak anayasa için komisyon daha oluşturulurken süreç sancılı başlamıştı, çünkü komisyon üyelerinin yarısı parlamentodan, yarısı kamu figürlerinden seçilince otomatik bir MK-Salafi çoğunluk oluşmuştu, bunu protesto eden liberal ve solcular komisyondan ayrılmıştı.

Yani bugün eğer MK ve Mursi'ye karşı bir tutum varsa, bu insanların sıfırdan yarattığı, ya da sadece politik gündemleri için oluşturduğu bir endişe değil. Görüldüğü gibi tutulmayan sözler de öyle ufak tefek işler değil.

Gelelim Anayasa konusuna, yani en son tartışmaya ki burada işler karışıyor. Bir gece ansızın nihayete erdirilen anayasa taslağında ciddi sıkıntılar var, burası muhakkak. Kadın hakları konusundaki ucu açık ifade, dinî özgürlükleri sadece Semavi dinlere karşı tanıma yolunun açık olması, devletin, bizim anayasamızla analoji kuracak olursak, "kamu düzeni" için kendine müdahale hakkı vermesi, basın özgürlüğü konusundaki endişeler, El Ezher Üniversitesinin getirildiği konum tartışılan kimi konular. Yani sırf bu anayasa taslağı için bile protestolar oluşsa hak verilir. Unutmayalım ki Mısır halkı daha çok kısa bir süre önce protestolarla istediğini aldı ve o yüzden kitlesel olarak aktif durumda.

Fakat Mursi'nin hamlelerini irdelerken de mutlak bir diktatörlük isteğinden ziyade, süreci yönetme arzusunun olabileceğini de göz önünde bulundurmak lazım. Bu anayasa taslağı hazırlanma sürecinde en başta muhalif grupların onayladığı bazı maddelere şimdi itiraz etmeleri, Ulusal Kurtuluş Cephesi'nin oluşturulup daha geniş ölçekte kazanım düşünülerek bir muhalefete gidiliyor olması, eski düzenden kalan yargı üyelerinin çeşitli konularda müdahaleleri vs. gibi gerçekler de, Mursi'nin siyasi hamlelerindeki paniği açıklayabilir.

Şimdi burada bu iki kutup arasındaki güç kavgasından ayrı duran nispeten tarafsız bir isim, bütün bu Anayasal düzenleme ve Mursi'nin mutlak yetkileri konusunda bize ışık verebilir. Mesela bu isim daha önce MK'den ihraç edilmiş Ebülfütuh olabilir pekâlâ. Kendisi anayasa taslağını, askeriyeye verilen güç ve sosyal adalet konusunda yetersizlik sebepleriyle reddedeceğini, Mursi'nin meşru bir başkan olmasına karşın son yetki gaspının kabul edilemez yanları olduğunu, "askeri müdahale" endişesinin geçerli olabileceğini, son gösterilerde dökülen kanın da sorumluluğunun başkanlıkta olduğunu söylemiş düzenlediği basın toplantısında. Demek ki her muhalif darbeci değil, her göstericinin "art niyeti" olmak zorunda da değil.

Şimdi süreci özetleyelim:

Müslüman Kardeşler, devrim sürecinde ve sonrasında yaptıkları ile, devrimde aktif rol alan kesimlerin, azınlıkların, sokağa dökülmüş ve demokrasi isteyen insanların güvenini zedelemiş durumda. Bu öyle geçiştirilecek bir durum değil. Mursi toplumsal rahatsızlıklarda "astığı astık kestiği kestik" bir tutum sergilemedi şimdiye kadar, fakat bu güvensizlik ortamında, toplumsal uzlaşıyı illaki ciddi protestolar olunca arayan tutumu da mükemmel değil.

Tabii ki devrikler, eğer güçleri varsa, toplumsal rahatsızlıkları kollayacaklar ve ara ara baş göstereceklerdir. Fakat bütün bir haklı muhalefeti devriklerle ilişkilendirmek, şimdiye kadar yaşanmış rahatsızlıkları, anayasa sürecini ve taslaktaki gariplikleri göz ardı etmek de partizan ve hatta sonuçlarına göre basiretsiz bir tutumdur.

Eğer Mısır'da cidden demokrasi ve barış isteyen bir gözlemci iseniz ve kendi kamunuza bu hedefle bilgilendirme yapıyorsanız, amacınız tarafsızca bütün bu süreci anlatmak olmalı. Yazılarınıza somut referanslar koyarsanız ve masal anlatmazsanız da daha dürüst bir tutum takınmış olursunuz.

Dipnot: Eğer gözlemciden de öte geçmek istiyorsanız şu var: Bu tür toplumsal çatışmalarda, çözüm önerileri için tarihi haklılık kanıtlama çabası da beyhude kalır. Mursi şöyle yapmıştı, ama Baradey şunu demişti gibi bir kronoloji ile bir tarafın eylemlerini haklı çıkarmaya çalışmak yerine, çatışmanın yaşandığı anı sıfır noktası alıp, çözümün nasıl sağlanabileceği üzerine açılım yapmak (örneğin anayasa maddelerinin açık tartışması karşılığında Mursi'nin yetkilerini bırakması/referandumu ertelemesi gibi bir çıkış noktası olabilir, zira hem nihai amaca, hem de şimdiye yönelik bir değerlendirme) daha makul olabilir. 

14 Aralık 2010 Salı

Yumurta ve Şiddet Mevzusu

Bu konu hakkında uzun zamandır bir şeyler yazmak düşüncesindeydim, lakin elimde olmayan sebeplerden erteleye erteleye bugüne kaldı. İşin garibi bu geçen süre boyunca bu konu hiç gündemden düşmedi, en son dün Başbakan Erdoğan "Cebinde taş, molotof, yumurta taşıyan öğrenciler var" diyerek molotof kokteyli ve yumurtayı muadil konuma indirgeyerek yeni bir kavramsal açılım gerçekleştirdi.

Uzun uzadıya açıklamamı yapmadan diyeceğimi en başta diyeyim: Yumurta atmak en medeni ve masum protesto çeşidi değildir, lakin Türkiye'de daha modern protesto şekillerine karşı güç odaklarının tutumu malumdur. Bunun tepkiselliği unutularak yapılan değerlendirmeler havanda su dövmeye eşdeğer olurlar. Hele ki bu yumurta mevzusunda siyasi pozisyona göre taraf belirlemek ve belirlenen taraf doğrultusunda da polisi savunur hale gelmeyi hafif bir tabirle tanımlamak imkansızdır.

I. Yumurta ve Eylem: Teorik Düzlem


Tezi böyle açıkladıktan sonra biraz kavramsal ilerleyelim. Soru şu: Yumurta atma eylemi, modern dünyada kabul edilebilirlik açısından nerededir? Bu eylem, ifade özgürlüğü paradoksunda nereye düşer?

Öncelikle politik altmetini olan yumurta atma eylemini "şiddet" olarak tanımlamayı kesinlikle yanlış buluyorum. Yumurta atılan bir insan, eğer yaşı çok ileri/çok küçük değilse ve de ekstrem bir sağlık sorunu yoksa hiçbir şekilde fiziksel anlamda zarar göremez. Tek sıkıntı, yumurtaya maruz kalan kişinin duş alana/üstünü değiştirene kadar etrafına yaydığı kötü kokudur. Bu yüzden yumurta ve pasta gibi protesto araçlarını "şiddet aracı" olarak lanse etmek konuyu saptırmak olur.

Yumurta, pastadan daha ucuz ve daha kolay erişilebilir olduğundan daha sıklıkla tercih edilen, nispi olarak zararsız bir araçtır. Lakin bu, yumurta atmayı tek başına haklı bir protesto yöntemi yapmaz. Bu kısmın ilk paragrafında belirttiğim paradoks şudur: Yumurta atmak bir ifade olarak kabul edilirse, yumurtanın atıldığı insanın ifade özgürlüğü ile çelişir mi?

İşte bu noktada, yumurtanın atıldığı koşullar çok önemli olmakta. Örneğin bir politik figür bir konuşma sonrası aracına binerken ona yumurta atılırsa, mağdurun hiçbir ifadesel durumu olmadığı için bu eylem kabul edilir olur. Gene bir konuşma bittikten sonra atılan yumurtalar da aynı şekilde değerlendirilir. Bir konuşma esnasında dahi atılacak bir yumurtayı tolere edebiliriz duruma göre. Fakat yumurta atma eylemi, yumurta atılanın ifade hakkını gasp edecek şekilde/sıklıkta yapılırsa, o noktada haklı bir protesto olmaktan çıkıp saçmalık ve densizlik haline gelir.

Özetle: Yumurta en medeni protesto şekli olmasa da kullanılabilir, fakat yumurta hiçbir zaman atılanın ifade özgürlüğünü engelleyecek şekilde atılamaz. En uygunu, fikirlerin beyanı ve teatisi nihayete erdikten sonraki çözümsüzlük aşamasında atılacak sembolik değerdeki yumurtadır.

II. Yumurtayı Doğuran Koşullar: Pratik Düzlem

Daha önceki referandum sürecini değerlendiren bir yazımda "Konjonktür gereği aynı potaya yaklaşmış olan "muhafazakar liberal" ve "sosyal demokrat/liberal"lerin ayrışma sürecinin de referandum sonrasında başlayacağını öngörebiliriz." demiştim. Bu ayrışma sürecinde çizgi görevi gören olaylardan birisi de bu öğrenci eylemleri oldu.

Olaylar sonrasında öncelikle AKP'li/muhafazakar olup demokratlığını bu çizgide şekillendiren Akif Beki, Mümtaz'er Türköne ve Yıldıray Oğur gibi yazarlardan ardı ardına "orantısız güç diyorsunuz da, polisleri de anlamak lazım" minvalinde yazılar geldi. Ben bu refleksin sebebini, bu cenahta sol kimlikte eylemlere duyulan 1980 öncesi kaynaklı alerji olarak değerlendiriyorum. Haklılığı-haksızlığı ayrı bir potada tartışılabilir, lakin bu çizgide düşünenlerin analizlerinde es geçtikleri çok önemli bir nokta var: Yumurta atmak, tam da bu "anlamak lazım" diye niteledikleri polislerin yıllardır "anlamak lazım" diye pışpışlanmasından dolayı geliştirdiği tutum sebebiyle mümkün.

Gösterinin ve toplaşmanın sebebi 1 Mayıs, futbol maçı, Cumartesi Anneleri, bildiri okumak isteyen gomünis gençler vs. olsa da, bu ülkede uzun zamandır değişmeyen bir şey polisin bu eylemcilere karşı olan önyargılı tutumu. Yolda duran adamı tokatlayanlar, tuttuklarını çöp tenekesine atanlar, alakasız kişileri polis şiddetine maruz bırakanlar ve sonrasında "İçimizde hallederiz" şeklinde savunulanların bulunduğu bir cemaatten bahsediyoruz. Unutmamak lazım ki daha 2 sene öncesine kadar biber gazı stoğu bitirmekle övünen bir Emniyet Genel Müdür vardı İstanbul'un tepesinde, hoş yenisi de çok farklı değil Can Dündar'ın yazısı uyarınca. Tüm bunları göz önüne alınca, bir eylemcinin kendisine bir müdahale yapılacağı beklentisi ile gösteriye hazırlanmasını beklemek çok da garip olmasa gerek.

Burada göstericilerin şiddete meyilini haklı çıkarmaya çalışmıyorum, yanlış anlaşılmasın. Tabii ki en güzel ve en istenen protesto yöntemi diyalog temellidir. Lakin sözün dahi cezalandırıldığı bir memlekette yaşayınca, öğrencilerin buraya sürüklenmesi de beklenmelidir. Yumurta olayından önce, pankartla ve sloganla zarasız bir şekilde protesto düzenleyen 18 adet İTÜ'lü öğrenci 15 ay hapis cezası almışlardı mesela, ki bu pankart cezalarını kanıksamış bir ülkedeyiz. Bu saçma adalet örneklerinin getirdiği tepkisellik yumurta olursa, bu noktada öğrencilerden öte bir sorgulama yapılması gerekir.

III. Siyasi Eklemleşme: Yanlış Düzlem


Üstteki kısımda değindiğim durumun en tehlikeli uzantısı, gene bu seçim maratonunun hızlanmaya başlayacağı zaman dilimindeki eklemleşme ve de sağduyu yitimi olacaktır.

Hani icraatlerine artık şaşıramıyoruz bile, ama yumurtaya öncül polis şiddeti olaylarını takiben Vakit Gazetesi şöyle bir karikatür yayınladı:


Altmetin itibariyle hamile bir kıza uygulanan ve bebeğin ölmesine sebep olan şiddeti haklı gören, üstmetinde daha cenin halinde bir bebeği bomba olarak resmeden; bir de en alakasız biçimde bütün bu olayı kontekstten koparıp darbe boyutuna indirgeyen bir kepazelik bu.

Peki bu noktaya nasıl geliniyor? Bu karikatüristin, bilinçli ya da bilinçsiz olarak olayı darbe kelimesiyle ilişkilendirmesi ve böylece haklı çıktığını sanması/umut etmesi nedendir? Cevap arabaşlıkta gizli.

Bu siyasi eklemleşme halini, protestolara getirilen başka eleştirilerden de anlıyoruz. Mesela belli bir süre "Protestocuların arkasında CHP var, Ergenekon var vs." gibi bir söylem benimsendi. Öyle olması ya da olmaması, yaşananların niteliğini değiştirmez. Hamile kızın evli olmadan neden hamile olduğu bile tartışıldı ki, buradaki ahlakçılığın konuyla hiçbir alakası yok. Muhalefet de, polisin, askerin ve yargının onlarca yıllık günahlarını hiçe sayarak olayı hemen AKP'nin boynuna asmaya çalıştı. Seçimler yaklaşırken, refleksler de sürece adapte oluyorlar tabii.

IV. Sonuç


Halbuki burada tartışılması gereken şu: Protesto neden yapılıyor? Neden gençler kendilerini farklı bir şekilde ifade etmiyorlar/edemiyorlar? Neden polis bazı olayları seyrederken -mesela önceki haftasonu yaşanan Bursa - Beşiktaş gerginliği- bazı olaylarda ekstra önlemler alıyor? Neden polisin devletin şımarık çocuğu olduğu defalarca tescillenmişken, hala daha tartışmanın öznesine o konmuyor? Askerin ve biraz da yargının "hesap sorulabilirliği" (accountability) bu ülkede -haklı olarak- tartışma konusuyken, neden polis bu muameleden muaf kalıyor, ve hatta ona siyasi otoritece sahip çıkılıyor? Neden bu yaşanan yarı-ilişkili olaylardan "yumurta" olanı gündemde kalırken, ötekisi sayfaların dibine doğru iniyor? Bu ülkenin içine iyiden iyiye sinmiş klasik sol alerjisi ile hesaplaşılmadan, doğru dürüst bir demokrasi hayal edilebilir mi? Söyleyenler, söylemlerinde ne kadar samimiler?

Yumurtanın o tavukla polemiksel ilişkisi siyasi düzleme de sıçramış haldeyken, bu soruları doğru düzgün tartışacak zemin bulmak da zorlaşıyor.