29 Eylül 2010 Çarşamba
Fazıl Say haklı, lakin...
350 & Aptallık Çağı - Etkinlik habercisi
Yarın akşam gösterimde, 10 Ekim'de eylemde görüşmek üzere...
28 Eylül 2010 Salı
Bir İroni Abidesi: Hanefi Avcı
26 Eylül 2010 Pazar
Kürtçe Mefhumu
Siz bir toplumun ana dilini konuşmasını yasaklıyor, ona zorla devletin resmi dilini öğretiyorsunuz. Hadi ulus-devlet falan, yedik.
O insanlar doğal olarak aksanlı bir Türkçe konuştuklarında bu sefer kıkırdıyorsunuz, ya da aşağılıyorsunuz. Hadi aksan komedisi, etnosentrizm, kültürel farklar vs. bunu da yedik.
Bu adam gidiyor aksanını da düzeltiyor vs., bu sefer "Kürt asıllı Türk'üm" deyince işler bozuşuyor. Kart kurt falan, onu da yedik.
O kimliğini deklare etmesin, bu sefer sen gidip kimliğine bakıyorsun rengini beğenmezsen "rutin kontrol" ayağına, doğum yeri doğu ise gene merkeze alıyorsun.
Kürt olmanın oluru yokmuş yahu, zor iş valla.
Daha zorunu mu arıyorsunuz? Hadi bir de Mahmut Alınak'ı okuyun.
23 Eylül 2010 Perşembe
Ben Sana Barrister Olamazsın Demedim
Yeğinsu referandum sürecini bu blog'a değerlendirmiş. Lakin yazısında, eksik alıntılamak ve de üstünkörü geçiştirmek suretiyle inanılmaz boyutta olgusal hatalar yapmış. Hem de bir değil, iki değil...
FDR ve New Deal çalışmalarına bağlayarak etkileyici bir giriş yapan Yeğinsu, aynı etkileyiciliği Erdoğan'ı o konuyla ilişkilendirirken sürdüremiyor:
To this end, he put to referendum an amendment to Article 146 of the 1982 Constitution which, if passed, would raise the number of members of the Court from eleven to seventeen, such members being appointed by the President (a founding member of the AKP) and by simple majority in Turkish Grand National Assembly (where the AKP holds a strong majority). It was Prime Minister Erdoğan’s court-packing plan.
Yukarıdaki paragrafta birçok eksik ve yanlış var. Birincisi, Anayasa Mahkemesi'nin üye sayısı 11'den 17'ye çıkarken, 6 adet yeni üye atanmıyor. Yeni üyelerin dördü zaten halihazırda yedek üye olarak görev yapmakta. İkincisi, Anayasa Mahkemesi'nin üyelerini zaten önceki düzenlemede de Cumhurbaşkanı seçmekte idi, yani "AKP'nin kurucu üyesi olması" bir yenilik değil. Üçüncüsü, sanki yeni düzenlemede Cumhurbaşkanı ve Meclis kafasına göre üye seçecek gibi duyuluyor, lakin işin gerçeği bu kurumlara adli merciilerin bir aday listesi sunacağı, ve seçimin o adaylar arasından yapılacağı. Dördüncüsü, Almanya'dan Fransa'ya, İspanya'dan ABD'ye her ülkede zaten bu kurumun üye seçimi meclis, senato, Cumhurbaşkanı, Başkan, Meclis Başkanı vs. tarafından gerçekleştirilir, yani çok acayip bir şey de yok ortada.
Devam edelim. Yeğinsu yazısının başka bir bölümünde referandum oylamasının toplu halde yapılmasını eleştiriyor (ki haklı bir noktada). Fakat bu savını haklı çıkarma yolu Venedik Komisyonu'nun referandum düzenlemeleri ile ilgili kılavuz metnine eksik bir şekilde atıfta bulunmak:
And this was in spite of the clear guidance issued in this area by the Venice Commission, an advisory body to the Council of Europe of which Turkey is a member: “electors must not be called to vote simultaneously on several questions without any intrinsic link.”
Görüldüğü gibi kendisi sadece "oy verenler bağlantısız maddelere aynı anda oy veremezler" ifadesini almış. Lakin o maddenin tamamını okuduğumuzda şunu göreceğiz: (komisyon dökümanı, sayfa 13)
- unity of content: except in the case of total revision of a text (Constitution, law), there must be an intrinsic connection between the various parts of each question put to the vote, in order to guarantee the free suffrage of the voter, who must not be called to accept or refuse as a whole provisions without an intrinsic link; the revision of several chapters of a text at the same time is equivalent to a total revision;
Maddenin başında bir istisnai durum tanımlanmış: bir metnin total revizyonu (gözden geçirmesi). Maddenin sonunda da total revizyon hali "bir metnin birkaç maddesinin aynı anda revize edilmesi total revizyona denktir" şeklinde açıklanmış. Yani anayasanın tam 23 maddesinin oylandığı bir referandumun, şu istisnai duruma girdiği net bir şekilde söylenebilir, en azından Yeğinsu'nun dediği gibi "açık" bir ihlal yok.
Gelelim Yeğinsu'nun bu hatalarının iyi niyetli değil de ideolojik olduğunu gösteren pastanın kremasına. Kendisi yazının 5. paragrafında, türban kararının Anayasa'nın 2. maddesine ithafen iptalini açıklamasına.
According to this key provision, “[t]he Republic of Turkey is a democratic, secular and social state governed by the rule of law […]” (emphasis added). Moreover, Article 4 provides that amendments to Article 2 cannot be proposed, much less implemented (this is a standard entrenchment clause, rather like Article 89 of Title XVI of the French Constitution which prohibits any constitutional amendment that seeks to change the republican form of government in France).
Kendisi 2. maddenin başını alıntılayarak ve de 4. maddeyi de "standart bir sağlamlaştırma" maddesi olarak görerek "bunlar normal yahu" diye bir açıklama getirmeyi tercih etmiş. Yazısının bütünlüğü açısından bunu yapması doğru, ama etik değil. Hepimizin bildiği gibi, Anayasa'nın ikinci maddesinde, Anayasa boyunca tanımlanmayan bir "Atatürk milliyetçiliğine bağlı" ifadesi var, ve de normalde sadece usulen denetleme hakkı olan Anayasa Mahkemesi artık esasa da girdiğinden, kafasına eserse azınlık hakları ile ilgili değişiklikleri silme hakkını saklı tutmakta. Ya da gene ikinci maddede devletin "insan haklarına saygılı" olduğu belirtiliyor, ama "toplumun huzuru" ve "milli dayanışma anlayışı" içinde bu saygının limitlerinin nereye kadar çekildiğini Yargıtay sayısız defa kanıtlamış halde zaten.
Gelelim sonuca: Elimizde bir adet hukuk bilgisi tartışılmaz düzeyde olan avukat var. İstese Anayasa Mahkemesi Başkanı bile olabilir, lakin kendisinin değerlendirmelerini nasıl yaptığı ortada.
Biz "yargı tarafsız olmadan bağımsız olamaz!" diye bağırırken tam da bundan bahsediyorduk işte. Yargı önce gerçekleri ideolojik gözlüklerle eğip bükmeyi bırakacak, ondan sonra bağımsızlığının kavgası verecek. Herhalde malumatımız daha iyi anlaşılmıştır şu halde.
Yozdil ile Coğrafya 101
21 Eylül 2010 Salı
European Mobility Week (EMW)
20 Eylül 2010 Pazartesi
Ben Sana Gen. Yayın Yönetmeni Olamazsın Demedim
Radikal, tiraj kaygısı, daha doğrusu genel maddi kaygılar sebebiyle yeniden yapılandı, başına Eyüp Can Sağlık getirildi İsmet Berkan'ın yerine. Açıkçası beni pek sevindiren bir gelişme değildi, ama para, benim gazeteyi internetten okumamdan daha geçerli bir faktör gazete sahibi için.
Neyse, Eyüp Can beye ısınma turlarında iken önce ilk ciddi hatasını yaptı. Tarhan Erdem'in, ki empirik olarak Türkiye'nin en iyi seçim tahmincisidir, seçim sonuçlarını yayınlamadı. Gerekçe? "Halk çok kutuplaştı bunu tetiklemeyelim." Bilimsel bir haberi, halkın kutuplaşma kaygısından aşağıda gören bir genel yayın yönetmeni istemem ben şahsen. Hem o anket sonuçları yayınlansa ne olacaktı ki? Nedir yani bu?
Kendisinin ikinci hatası, "Sen misin gerdek gecesi sevişmek isteyen" başlıklı şu haber sunumunu onaylaması oldu. Mantık şu ki, gerdek gecesi sevişmek adamın en doğal hakkıdır, bu yüzden tecavüz edebilir. Ben Radikal'i kaç zamandır okuyorum, bu tür bir yaklaşıma çok ender rastlamışımdır, ki sonrasında Berkan mutlaka bir şekilde özür dilemiştir.
Bugün kendisi köşe yazısında işini ne kadar ciddiye aldığını gösteren üöüncü bir hatayı da yapınca "Hele destur!" demek zorunda kaldım. Yazının link'i şu, altta da ekran görüntüsü var:
Fark ettiniz mi garipliği? Yazıdaki tespit, Artvin'in evet dediği varsayımıyla yapılıyor, lakin üstteki haritada Artvin açık bir şekilde kırmızıya boyanmış durumda, yani "hayır" demiş. Bu durumda, Arhavi hayır mı demiş, evet mi demiş, bölünme nasıl gerçekleşmiş, ya da yazar bölünme ile neyi kast etmiş hiçbir fikrimiz kalmıyor.
Ekleme: Bu yazıyı yazalı çok oldu ama blog'a asmayı unutmuşum. Bu şaşkınlık sürecinde Radikal bir bombaya daha imza attı. Başlık: Amcadan yeğene milli kazık. Neymiş? 13 yaşındaki yeğenini ilk cinsel deneyimi için geneleve götürmüş bir amca (ki çocuğun 13 yaşında olması sebebiyle, haberin esas odak noktası bu olmalı, cinsel istismar bu bir yerde), ama Radikal hayat kadınının transseksüel olmasına odaklanmayı tercih etmiş. Yani 13 yaşında çocuk geneleve gidip bir XX ile sevişse herşey normal olacak.
Evet sevgili Eyüp Can Sağlık, senin gazeteciliğini hiç sevemedim. Zaten eşinin romanlarını da sevememiştim.
14 Eylül 2010 Salı
Resimdeki gizli sorumluyu bulun
Mağduriyet Mefhumu
Kısa Kısa Referandum Değerlendirmeleri
Nasıl BDP'de "şahinler - güvercinler" varsa, nasıl CHP'de "1990 model sosyal demokratları - 1940 model Kemalistleri" varsa, AKP'de "Cemil Çiçekgiller - Zafer Üskülgiller" şeklinde ayrımlara gidebiliyorsak MHP'de de bir "80 öncesinden az İslamcı çok milliyetçi - 80 sonrasından koyu muhafazakar ülkücü" hizbinden söz edilebilir. Bu referandum sürecinde, MHP daha mukaddesatçı kesimi kaybetti denilebilir ilk bakışta, bu da CHP ile seküler milliyetçi kesim konusunda rekabete gireceği anlamına gelir. Sonuç, mutlak oy anlamında AKP'nin, iller bazında oransal artış olacağından CHP'nin işine gelecektir bu dinamiklerle seçime gidilirse.
- Referandumdan en kârlı çıkan parti ise nazarımda BDP'dir. Kendileri eğer "Hayır" deselerdi, hayıra rağmen paket geçebilir ve de mağlup konuma düşebilirlerdi. Şu haliyle hem gözdağı vermiş oldular, hem de tüm bu tantanadan bağımsız bir şekilde güç gösterisinde bulundular.
- Konjonktür gereği aynı potaya yaklaşmış olan "muhafazakar liberal" ve "sosyal demokrat/liberal"lerin ayrışma sürecinin de referandum sonrasında başlayacağını öngörebiliriz.1 "Yetmez ama Evet" diyen sol kesime zoraki bir destek veren muhafazakar-liberallerin, belirli noktalarda "kırmızı çizgi" reflekslerinin devreye girmesi kaçınılmaz olacaktır.2
- İktidar partisinden bağımsız bir şekilde yeni bir Anayasa isteyen kesim için esas mücadele şimdi başlamakta. Kenan Evren'e hemen suç duyurusunda bulunuldu mesela, lakin bunun takipçisi olunacak, AKP'nin muhtemelen "hele bir genel seçimler geçsin" diye yaklaşacağı yeni Anayasa için ivedilikle baskı oluşturulacak, girilmesi çok muhtemel atalet havasından kurtulunması için yoğun lobi yapılacak.
- Şunu da tekrar söyleyelim: Yargının bağımsız olması demek, yargının kimseye hesap vermemesi, mutlak otorite olması demek değildir, çünkü yargının kararı zaten mutlaktır ve de o yüzden üzerinde bir denetim mekanizması olması, kuvvetler ayrılığına aykırı değil, bizzat paraleldir. Nasıl ki, kimseye hesap vermeyen bir ordu kendisini mutlak otorite görmemeyi hesap vererek öğrendiyse, yargı için de aynı süreç devreye girecek ve de demokrasi adına olumlu gelişmeler yaşanacaktır.
Ha, herkes demokrasiyi yüzde yüz benimsemek zorunda da değildir tabii. "Militan demokrasi" diye amorf bir şey de attı bu ülke ortaya, 90'larda Vural Savaş, 2000'lerde Taraf gazetesi kullanmaya başladı bunu. Ama bu iki argümanı bir kenara koymak lazım.
- Türkiye toplumunun saf şapşal partizanlığına ise nasıl çare bulunacak onu bilmiyorum. "Nasıl koyduk ohh ohh Evet Evet!" diyenlere de, "Aziz Nesin haklıymış :(" diye gezenlere de, yani kısacası kanunlar müsaade etse bu referandumu kan davası haline getirecek olanlara meşe budağından yapılmış sopam ile pata küte girişmek isteği ile yanıp tutuşmaktayım.
1.Mesela Yıldıray Oğur bugün"yıldırım türker gibilerin "ama ne yapsın kürtler dağa çıkmaktan başka" edebiyatı yüzünden 2010 yılında hala kürt gençler dağlarda ölüyor"gibi mükemmel bir tespit çıkarabilmiştir.
2.Ekşisözlük yazarlarından marpione'nin bir lafı vardır: "40'ından sonra demokrat olmaya karar veren bir insanın, önceki hayat refleksleri peşini bırakmaz." Nazlı Ilıcak cephesinin daha güzel analizi yapılamazdı zannımca. Bu örnekle de yukarıda ne demek istediğim iyice anlaşılır herhalde.
12 Eylül 2010 Pazar
Yayın Yasağı
Yüzdük Yüzdük Kuyruğuna Geldik
11 Eylül 2010 Cumartesi
Korku ve Nefret
Gelgelelim bu müstakbel akıllanma halinin öncesinde memleketçe uçmuş vaziyetteyiz. Referandum yaklaştıkça iki taraf da son kozlarını oynadığından mizansen B tipi korku-aksiyon filmi haline geldi. Politikanın, özellikle de eğitim düzeyi nispeten düşük ülkelerde, temel kuralıdır: Daha çok korkutan seçimi kazanır. Bu işin özeti budur. Bugün Amerika'da "Sosyalist oluyoruz, ülkeyi Müslümanlar bastı, Obama Arap zaten, Meksikalılar hepimizi taco yapacak" söylemini anaakım medyada rahatlıkla pompalatabilen motivasyon ile Türkiye'deki korku politikasının paralelliği bariz.1
Bu korkunun özetine bakalım: 60 sene önce komünist oluyorduk, bir numara çıkmadı. 40 sene önce sosyalistler memleketi basacaktı, ı-ıh. 30 senedir bu ülkeyi bölüyorlar. 15 sene önce İran oluyorduk, olmadık. 8 sene önce Malezya olacaktık, daha tık yok. Bir de dönüp dolaşıp hortlayan bir Sevr var mesela, akademik çevreler hatırlamıyorlar bile antlaşmayı. Ne şeriat geldi, ne din elden gitti vs. vs.
Referandum tantanasında bu suni korkunun son tecellisi "sivil dikta". Anayasa Paketi'ni kimse zahmet edip okumadığı için bu konuda da rivayetler muhtelif. Ben şahsen 21 asil üyesinin 3'ünü Yargıtay'ın, 1'ini Danıştay'ın, 1'ini Adalet Akademisi'nin, 7'sini adli yargı hakim ve savcılarının, 3'ünü idari yargı hakim ve savcılarının seçtiği bir HSYK'da hangi "sivil dikta" oluşacak çok merak ediyorum. Anayasa Mahkemesi ha keza, 17 üyeden 4'ünü Cumhurbaşkanı direkt seçiyor. Geri kalanları aday gösterenler 3 Yargıtay, 2 Danıştay, 1 Askeri Yargıtay, 1 Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, 2 Sayıştay ve 1 Baro Başkanları. Şaibeli olan dış faktör 3 adet YÖK adaylığı. Biz "YÖK özerk olsun" diye totomuzu yırtarken "Olmasın olmasın" diye kendini parçalayan statükocular düşünsün o kadarını da.2
Bu korku politikasının karşılığında da nefret ve şiddet ortaya çıkıyor. İki taraf da masum değil tabii: Bunlar "Evet"çilerin muhtelif zamanlarda gerçekleştirdikleri saldırılar: Varan bir, iki ve üç. "Hayır"cıların da üç kontrasına link verelim: Bir, iki ve üç.
Buradan, eğer hala daha fark edemediyseniz, memleketin manyaklık katsayısının ne kadar arttığını anlayabilirsiniz. Yani umarım.
Benim referandum konusundaki tavrım boykot, bunu daha önce söyledim zaten. Sebebi de yukarıdaki çıldırmışlık halinde özne olmak istememem. Bu "son koz oynama" aşamasında boykotçular da kazanılmak zorunda olduğundan bu kesime de saldırılar yağmaya başladı. İki taraf da bu üçüncüleri satılmışlıkla suçluyor vs. Yarın öbür gün bu anafora kapılmış "demokrasi fatihi" kalemler geriye dönüp bu dönemde yazdıklarına baktıklarında kendilerinden utanacaklar, ama tabii devir internet devri olduğundan yazı kalacak. İbret vesikası diye sergileriz mesela Cengiz Çandar'ın post-modern "Memleketimden İnsan Manzaraları" kıvamındaki yazısının son cümlesini.
Son son söz: Bu Anayasa değişikliği paketinin maddeleri en kötü ihtimalle nötr, azamiyetle de olumlu, yani bizi bulunduğumuz konumdan daha kötü bir yere götürme olasılığı düşük, ama şu çıldırmışlık halinin yarattığı tahribat payidar kalacaktır.
Sonuçlar hayırlı olsun şimdiden.
1. Tabii bizde işin içine bir de "Onun villası var, hayır ben daha fakirim" muhabbeti de giriyor, lakin Amerika'da politikacıların villası olması normal karşılandığı ve de o fakir fukara edebiyatı minimumda tutulduğu için bir farkılılık yaratılmış oldu.
2. Bunları geçtim, şu ana kadar yargı süper bağımsız ve tarafsızmış gibi bir izlenim de var. Kuvvetler ayrılığı denilen sistem de yargı da denetime tabii tutulmalıdır, yargı herşeyin üstündedir diye bir prensip yoktur, o dediğimiz "hukukun üstünlüğü"dür. İçinde bulunduğumuz koşullarda oluşmuş olan durum yargının "checks and balances"'ın suyunu kaçırmış olmasıdır. Baskın Hoca güzel özetlemiş, buyrun.
Ki zaten her kurumun "siyasal kimlik" edindiği bir ortamda, üyeyi kim seçerse seçsin yargı "siyasallaşmış" olacak. Esas çelişki burada. Ben demiyorum bunu, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç diyor. O yüzden yargının bağımsızlığından önce "tarafsızlığı"nı sağlamış olmak lazım. Yargı üçüncü bir siyasi parti gibi çalışamaz, çalışmaması için yasamanın kısmi denetleme hakkı bulunur üzerinde.