2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com

11 Eylül 2010 Cumartesi

Korku ve Nefret

Yarın bitiyor referandum tantanası, hepimize geçmiş olsun. Ak koyun kara koyun belli olacak, gündem biraz da olsa normalleşecek. Gerçi referandum biter bitmez genel seçim tantanası başlayacak, ama en azından kaybeden taraf biraz akıllanacağından bir dingin hava akımı yurdu hakimiyeti altına alacak belli bir süreliğine.

Gelgelelim bu müstakbel akıllanma halinin öncesinde memleketçe uçmuş vaziyetteyiz. Referandum yaklaştıkça iki taraf da son kozlarını oynadığından mizansen B tipi korku-aksiyon filmi haline geldi. Politikanın, özellikle de eğitim düzeyi nispeten düşük ülkelerde, temel kuralıdır: Daha çok korkutan seçimi kazanır. Bu işin özeti budur. Bugün Amerika'da "Sosyalist oluyoruz, ülkeyi Müslümanlar bastı, Obama Arap zaten, Meksikalılar hepimizi taco yapacak" söylemini anaakım medyada rahatlıkla pompalatabilen motivasyon ile Türkiye'deki korku politikasının paralelliği bariz.1

Bu korkunun özetine bakalım: 60 sene önce komünist oluyorduk, bir numara çıkmadı. 40 sene önce sosyalistler memleketi basacaktı, ı-ıh. 30 senedir bu ülkeyi bölüyorlar. 15 sene önce İran oluyorduk, olmadık. 8 sene önce Malezya olacaktık, daha tık yok. Bir de dönüp dolaşıp hortlayan bir Sevr var mesela, akademik çevreler hatırlamıyorlar bile antlaşmayı. Ne şeriat geldi, ne din elden gitti vs. vs.

Referandum tantanasında bu suni korkunun son tecellisi "sivil dikta". Anayasa Paketi'ni kimse zahmet edip okumadığı için bu konuda da rivayetler muhtelif. Ben şahsen 21 asil üyesinin 3'ünü Yargıtay'ın, 1'ini Danıştay'ın, 1'ini Adalet Akademisi'nin, 7'sini adli yargı hakim ve savcılarının, 3'ünü idari yargı hakim ve savcılarının seçtiği bir HSYK'da hangi "sivil dikta" oluşacak çok merak ediyorum. Anayasa Mahkemesi ha keza, 17 üyeden 4'ünü Cumhurbaşkanı direkt seçiyor. Geri kalanları aday gösterenler 3 Yargıtay, 2 Danıştay, 1 Askeri Yargıtay, 1 Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, 2 Sayıştay ve 1 Baro Başkanları. Şaibeli olan dış faktör 3 adet YÖK adaylığı. Biz "YÖK özerk olsun" diye totomuzu yırtarken "Olmasın olmasın" diye kendini parçalayan statükocular düşünsün o kadarını da.2

Bu korku politikasının karşılığında da nefret ve şiddet ortaya çıkıyor. İki taraf da masum değil tabii: Bunlar "Evet"çilerin muhtelif zamanlarda gerçekleştirdikleri saldırılar: Varan bir, iki ve üç. "Hayır"cıların da üç kontrasına link verelim: Bir, iki ve üç.

Buradan, eğer hala daha fark edemediyseniz, memleketin manyaklık katsayısının ne kadar arttığını anlayabilirsiniz. Yani umarım.

Benim referandum konusundaki tavrım boykot, bunu daha önce söyledim zaten. Sebebi de yukarıdaki çıldırmışlık halinde özne olmak istememem. Bu "son koz oynama" aşamasında boykotçular da kazanılmak zorunda olduğundan bu kesime de saldırılar yağmaya başladı. İki taraf da bu üçüncüleri satılmışlıkla suçluyor vs. Yarın öbür gün bu anafora kapılmış "demokrasi fatihi" kalemler geriye dönüp bu dönemde yazdıklarına baktıklarında kendilerinden utanacaklar, ama tabii devir internet devri olduğundan yazı kalacak. İbret vesikası diye sergileriz mesela Cengiz Çandar'ın post-modern "Memleketimden İnsan Manzaraları" kıvamındaki yazısının son cümlesini.

Son son söz: Bu Anayasa değişikliği paketinin maddeleri en kötü ihtimalle nötr, azamiyetle de olumlu, yani bizi bulunduğumuz konumdan daha kötü bir yere götürme olasılığı düşük, ama şu çıldırmışlık halinin yarattığı tahribat payidar kalacaktır.

Sonuçlar hayırlı olsun şimdiden.

1. Tabii bizde işin içine bir de "Onun villası var, hayır ben daha fakirim" muhabbeti de giriyor, lakin Amerika'da politikacıların villası olması normal karşılandığı ve de o fakir fukara edebiyatı minimumda tutulduğu için bir farkılılık yaratılmış oldu.

2. Bunları geçtim, şu ana kadar yargı süper bağımsız ve tarafsızmış gibi bir izlenim de var. Kuvvetler ayrılığı denilen sistem de yargı da denetime tabii tutulmalıdır, yargı herşeyin üstündedir diye bir prensip yoktur, o dediğimiz "hukukun üstünlüğü"dür. İçinde bulunduğumuz koşullarda oluşmuş olan durum yargının "checks and balances"'ın suyunu kaçırmış olmasıdır. Baskın Hoca güzel özetlemiş, buyrun.

Ki zaten her kurumun "siyasal kimlik" edindiği bir ortamda, üyeyi kim seçerse seçsin yargı "siyasallaşmış" olacak. Esas çelişki burada. Ben demiyorum bunu, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç diyor. O yüzden yargının bağımsızlığından önce "tarafsızlığı"nı sağlamış olmak lazım. Yargı üçüncü bir siyasi parti gibi çalışamaz, çalışmaması için yasamanın kısmi denetleme hakkı bulunur üzerinde.

Hiç yorum yok: