2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com

29 Eylül 2010 Çarşamba

Fazıl Say haklı, lakin...


Fazıl Say sempatik gelir bana. Yok, klasik müzikten anladığımdan veya onun iyi bir klasik müzik bestecisi (Sazan Aksu gibi ‘şarkı yazarı’ ile karıştırmayın, Fazıl kızar ha!) veya icracısı olduğunu bildiğimden de değil. Klasik müziği düzenli iş yıllarımda ofiste fon müziği olarak dinlerdim; lisansüstü öğrencilik yıllarımda da biraz... İyi gelirdi zihnime. O kadar.

Nedense her görüşümde aklıma ellerindeki pikanları kemiren sevimli sincaplar gelir. Oradan severim Fazıl’ı, bir.

Dahası, onun bu “yavşaklık” felsefesine de katılıyorum. Ben de sevmem Hakkı Bulut tarzı müziği veya herhangi bir şeyi. Beni de bazen kasvetli halet-i ruhiyede yakalamış birkaç Orhan Gencebay veya Kibariye parçası (tevafuka bakın, onlardan biri de “geberiyorum”lu Sazan Aksu şarkısı) olmadı da değil ama ne Baba fanıyım ne dolmuş müziği ile mest olurum, NŞA. Aşık Veysel, Neşet Ertaş, Mihriban, Klasik Türk‘ün üzerine biraz da klasik caz, blues ve eski Beatles, Streisand, 60′ların folku, Nat King Cole, Willie Nelson vs. neyime yetmiyor?

Daha dahası “Sezen Aksu zamanında bilmem nerede beraber şarkı söylediğimizde detone olmuştu; ben yalancıktan ‘şahanesin’ demiştim” şeklineki notu ile bizi tarihi bir yanılgıdan kurtarmasını da tam da yakıştırıyorum kendisi gibi bir prima donnaya (bunun Sezen’in “evet” demesi ile ne alakası olabilir?).

“Karnını kaşımayan Bekir Coşkun’la beraber Lausanne’a kaçarlarsa” diye kabuslar görüyorum ben de her karnını kaşıyan Türk gibi.

Sevmediği herkes ve her şeyi tavsif etmek için “şey”, “yavşaklık”, “karnını kaşıyan”, "Akepeli", “Iran gibi”, “mollalar” dışında fazla kelime bulamamasını da “eeh ne olmuş yani, bazı bestekârlar birkaç nota ile beste yapar, ‘Arabesk yavşaklığı’ gibi. Herkeste Daniel Barenboim entelekti, belagati ve rafinasyonu olmak zorunda mı?” diye açıklıyorum. Oradan da yırtıyor.

Eee, geriye ne mi kalıyor?

Fazla önemli bir şey değil ama bu arkadaşın cehaleti, gerzekliği ukalalığından büyük.

Bakınız dün gece 5N1K’da referandumda neden hayır diyeceğini nasıl açıklıyor:
(bire bir değilse de çok yakın):
“Bi kere, neyi millete götürüyorsunuz? Ben bu millete götürme işine karşı olduğumu söyledim. Bütün partilerin anlaşmadığı uzlaşma sağlanmadan millete götürme... Tüm Partiler anlaşsın ondan sonra...”
Bak Fazılcım, benim tembel evladım, dinle, değişiklik olsun:

Anayasa diye bir kitap var. Sizin çağdaşlar yazarlar her darbe sonrası. İşte o kitapta diyor ki değişiklik paketi 330 ile 367 arası sayıda oyla geçerse referenduma gider (senin için basitleştirdim, şimdi kesirlerle, Resmî Gazete ile falan cici kafanı yormayayım).

Zaten “uzlaşma” olsa yani “bütün partiler üzerinde anlaşsa” ve sizin AYM’deki (hukuktan, akıl, izandan) “bağımsız” amcalar, teyzeler de “OK, no problem” dese idi referenduma gerek kalmazdı.

Hani bir mahkeme bir karar verir, sen de temyiz edersin ve mesele bir üst mahkemeye gider ya?

İşte öyle bir şey. Demokraside “üst mahkeme” milletin kendisi. Direkt demokrasiye en fazla bu kadar yaklaşılır. Artık vekilleri aradan çıkarıyor millet, “madem siz uzlaşamadınız ben karar veriyorum” diyor. 

Anlatabildim mi?

- Laik, karnını kaşıyan, gericiler, yavşak, ben komposer, pis Sezen, oratoryo yazdım, benden iyi mi bileceksin, İran, çağdaş, yavşak…. AKM’mi yıktırmam, Madımak... Temiz ne? Bana pis mi diyorsun? Senin ağzını …x&£&a$p;%+^’..@

Hiç yorum yok: