2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com

8 Mayıs 2009 Cuma

Bilinçli Kapitalistler

Geçenlerde New York Times'in opinion bölümünden bir söylesi okudum. Söylesi "innovative charter schools" adı verilen okulları kuran Michael Strong ile yapılmış. Konu Michael Strong (yanda gördüğünüz şahıs) ve Whole Foods C.E.O.'su John Mackey'in ortak olarak kurduğu Flow Inc. adlı organizasyonun yürüttüğü "bilinçli (veya duyarlı) kapitalizm" propagandası. İkili, özgürlükçü düşünceleri ile biliniyor ve savundukları temel fikir dünyanın sorunlarını devletin değil ancak "bilinçli kapitalistlerin" çözebileceği. Bilinçli kapitalizm, Strong'un tanımına göre, şirketlerin kar ençoklamasından daha öte, daha derin bir amaça hizmet ettiği (örneğin eğitime destek, "fair trade", Afrika'daki açlık ve yoksullukla mücadele, ekolojik sürdürülebilirlik vs.) bir sistem. Sihirli anahtar kelime ikilinin "değer yaratımı" adını verdiği kavram: Hem tüketiciler, çalışanlar, tedarikçiler ve yatırımcıların çıkarlarının bir arada gözetildiği (birbirine uyumlu hale getirildiği diyelim) hem de doğanın ve ekolojik dengenin korunmasına katkıda bulunan bir "iş yapma" veya yönetim anlayışı. Flow'un kurucuları Milton Friedman'in basını çektiği bu serbest piyasanın yeterince serbest bırakıldığında insanlığın sorunlarına en iyi çareleri bulacağı fikrini o kadar benimsemişler ki dünyadaki yoksulluktan tutun çevre kirliliği ve küresel ısınmaya kadar birçok konunun çözümünün kar fırsatlarını koklamakta becerikli serbest girişimcilerden geleceğini iddia ediyorlar. Peki nereden biliyoruz bunun doğru olduğunu? Friedman'a sorarsak cevabı açık: “The great advances of civilization, whether in architecture or painting, in science or literature, in industry or agriculture, have never come from centralized government”. Friedman bu lafi ettiğinde Internet ortaya çıkmış miydi bilmiyorum ama ABD Savunma Bakanlığının başlattığı ARPANET (Advanced Research Projects Agency Network) projesinin Internet'in çekirdeği olduğunu biliyoruz. NASA 1958'de ABD hükümeti tarafından kuruldu. Daha temel örnekler vermek gerekirse sulama sistemleri, kanalizasyon, birçok bilimsel ve tıbbi araştırma, merkezi bir yönetimin (centralized government) mevcut kaynakları bu alanlara yoğunlaştırabilme gücü ve yetkisi sayesinde hayata geçti. Milton Friedman aptal bir insan olmadığına göre geriye sadece bir tek seçenek kalıyor: İdeolojik duruşunun bilimsel tarafsızlığının çok önüne geçmiş olması. Friedman'in düsturunu benimsemiş insanların "devletin tek görevi serbest piyasanın işleyişinin önündeki engelleri kaldıracak yasaları ve düzenlemeleri yapmak ve kollamak gerisini Adam Smith'in görünmez eline bırakmak olmalı" söyleminin ne kadar çarpık olduğunu bilmem tartışmaya gerek var mi? Şimdi söyleşiye geri dönelim ve Michael Strong'un bazı açıklamalarına bir göz atalim. "As we enter an age in which more and more customers, employees, and investors choose to integrate meaning into their purchasing, employment decisions, and investment decisions, opportunities will open up for those conscious businesses that are most effective at integrating a deeper purpose into the D.N.A. of all of their operations. They will have more loyal customers willing to pay a premium price; a more loyal workforce willing to bring passion, energy, and creativity to work; and, as conscious financial markets develop more fully, investors who are more willing to focus on the long term" Eğitimli ve alım gücü belirli bir seviyenin üzerindeki insanlar Strong'un tanımına göre bilinçli tüketiciler olabilir. Eğer tüm üretim ve pazarlama stratejileri bu tüketicilerin taleplerine göre şekillenseydi ve kar etmenin tek yolu "environmentally conscious" veya "fair trade" ürünleri sunmak olsaydı Strong'a hak vermek daha kolay olurdu. Peki günümüzde talebin çok daha büyük kesimini oluşturan orta ve alt sınıflar? Tüketim davranışlarının çevreye özellikle gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerdeki çalışma koşullarına etkilerini, olumsuz dışsallıklarını umursamayan veya umursayacak lüksü olmayan bu sınıflar bir anda buharlaştılar mi? Strong ve Mackey'in dünyası Whole Foods'tan alışveriş yapan insanlarla mı sınırlı acaba? Yoksa aslında tek ilgilendikleri kendileri gibi insanların açtıkları ve "conscious business" stratejileri gerektiren niş bir piyasanın daha da karlı hale gelmesi için mücadele vermek mi? Peki Starbucks'in isteyene fair trade isteyene "unfair trade" kahve satmasını kim engelleyecek? "Education, exhortation, and other forms of creating pro-environment value systems help by means of creating a green consumer base that, through purchasing green, drives more green innovations for the future than would otherwise be the case. That said, in order to solve more substantial environmental problems, we need to change the legal environment within which entrepreneurs start and grow companies so that they can solve more problems." "Green consumer base" gökten zembille inmediğine göre sanırım önce dünyadaki yoksulluğa ve eğitim sorununa eğilmek lazım. Ama bu sorunların da tek geçerli çözümü az gelişmiş ülkelere dışarıdan gelecek mali yardımdan değil mülkiyet hakkını güvenceye almak, girişimcinin önündeki bürokratik engelleri, kırmızı kurdelaları kaldırmak diye buyuruyor Strong. Bunlar tabi ki yeni fikirler değil. Kalkınma iktisatçıları arasında yıllardan beri süregelen tartışmalar hepsi. Strong, gelişmiş ülkelerin mali yardımının dünyadaki yoksulluğun azaltıması için gerekli olduğunu savunan bu konudaki başlıca ekonomistlerden Jeffrey Sachs'a yükleniyor söyleşide. Hatta Sachs'a benim oldukça abzurd bulduğum bir şekilde hodri meydan diyor. İddia su: Bundan 20 yıl sonra acaba şu aşağıdaki üç grup ülkeden hangisi kişi başına düşen gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH) olarak diğerlerini geride bırakmış olacak?

Sachs 1: The 20 nations that have received the most government-to-government foreign aid as a percentage of per capita G.D.P.

Sachs 2: The 20 nations that have experienced the greatest percentage growth in government (in honor of Sachs’s claim that large government does not inhibit growth).

Strong: The 20 nations that have experienced the greatest increases in economic freedom as measured by the Fraser Economic Freedom Index. Strong iktisatçı olsaydı (ki aslında bunu anlamak için iktisatçı olması gerekmez) sanırım yukarıda tanımladığı bu üç grup ülkenin büyüme performansını diğer faktörleri hesaba katmadan karşılaştırmanın elma, armut ve muzu karşılaştırmak gibi bir şey olduğunu anlardı. Birinci grubtaki ülkelerin bu kadar yabancı ülke yardımı almasının muhtemel sebepleriyle ilerideki ekonomik performansının yakından ilişkili olacağını, ikinci gruptaki ülkelerin büyümesinin devletin büyümesinden başka sebeplerden de kaynaklanabileceğini, üçüncü gruptaki ülkelerdeki ekonomik serbestliğin tek başına (örneğin devletin altyapısal yatırımları olmadan) bu ülkeleri ekonomik kalkınma yoluna sokmasının zor olabileceğini, ekonomik serbestliğin başka değişkenlere içkin olabileceğini göz ardı eden çocukça bir iddia bence. Her ne kadar bu grupların içerdiği ülkeler kısmen örtüşeceklerse de ekonomik büyümenin söz konusu ülkenin gelişme eğrisinde hangi noktada bulunduğu ile yani bir diğer deyişle modern büyüme rejimine (tabı eğer girdiyse) ne zaman girdiği ile alakalı olduğunu da hatırlatmak lazım. Tabi bu arada ekonomik büyümenin, Strong'ün önerdiği şekilde ölçüldüğü taktirde, "ekonomik kalkınma"yi ne kadar temsil ettiğini de tartışmak gerekir. Örneğin GSYİH artışı artan çevre kirliliği ve gelir dağılımı adaletsizliği ile beraber geliyorsa (bkz. Çin Halk Cumhuriyeti) çevrenin ve yoksulun dostu Michael Strong'un Sachs'a önerdiği iddiada bunu da dikkate alması gerekmez mi? Son olarak söylesinin kapanış cümlesini (incisini) ele alalım: "The solution to market failure is often more markets; in addition to privatizing rather than nationalizing, I’d like to see legalized prediction markets, so that more information on price trends is available to more people early on, thus reducing the scale and cost of the speculative bubbles." İktisatçılar için temel tanımlardan biri olsa da meseleden bi haber bazı girişimciler için birinci senesindeki doktora öğrencilerinin başucu tuğlası Mas-Colell'den geliyor: Market failures describe "situations in which some of the assumptions of the welfare theorems do not hold and in which, as a consequence, market equilibria cannot be relied on to yield Pareto optimal outcomes". Pareto optimal neticeler ile ne kast ediyoruz? Ekonomideki kaynaklarin ureticiler (ki onlar bir yandan da tuketiciler) arasinda etkin bir sekilde dagildigi bir durumdan bahsediyoruz, oyle ki mevcut durumdan daha farkli bir paylasima ("allocation") gecerek herkesin verili kaynaklarla daha fazla uretmesini veya tuketmesini saglamak mumkun olmuyor. Tanim diyor ki "Welfare" teoremlerinin standart varsayimlari yerine gelmezse tamamen rekabetci bir serbest piyasa ekonomisin dengeleri etkin olmayabilir. Nedir bu varsayimlar? Birincisi ekonomideki bireyler diger bireylerin davranislarindan olumlu veya olumsuz olarak etkilenmeyecek. Yani verili kaynaklarla ne kadar uretip tuketebildigimiz sadece ve sadece piyasada olusan fiyatlar, kendi uretim teknolojimiz ve tercihlerimizin bir sonucu olacak (kisaca, boyle bir dunyada dissalliklara yer yok). Ikincisi piyasa aktorleri arasinda bilgi asimetrisi olmayacak, yani bir diger deyisle piyasaya sunulan, alinan satilan urunler herkes tarafindan esit derecede gozlemlenebilir olacak. Ucuncu olarak hic bir aktor veya bir grup aktor piyasadaki fiyatlari tek basina etkileme gucune (market power) sahip olmayacak. Strong bu koşulların hepsinden haberdar olmasa gerek ki piyasa ekonomisinin aciz kalışını sadece bazı ürünlerin, kavramların ve bilgilerin alınıp satıldığı piyasaların halen var olmamasına (incomplete markets) bağlıyor. Yasal tahmin piyasalarının kurulmasını rica ediyor. Bunu kimden rica ediyor orası meçhul. Olası finansal krizleri en aza indirgemek için piyasa aktörlerine mı sesleniyor yoksa başka bir merciye mi? Ayrıca bu piyasalar kendi kendine oluşsa bile bilgisel dışsallıkların bu piyasaların sunacağı yararlı bilgi miktarını etkilemeyeceğini düşünmek safdillik olmuyor mu?

Hiç yorum yok: