Geçen hafta yakın arkadaşlarımdan biri bana "Aydan Gelen Sesler"
(Voices from the Moon) adlı bir kitap hediye etti. Hayatım boyunca bilimkurgu, uzay mekikleri ya da astronotlarla aram hiç iyi olmadı. Çocukluğum deniz kenarında, yıldızları görülen bir gökyüzünün altında geçtiği için dünya, güneş, ve ay benim için uzaktan bakılabilecek, hayal kurmaya yardım eden heybetli ve müthiş kavramlar olarak kaldılar.
Andrew Chaikin'in kitabı aya yapılan bütün yolculukları hazırlıklardan tutun dünyaya geri dönüş aşamasına kadar adım adım fotoğraflarla anlatıyor. Chaikin yaşayan bütün Apollo astronotlarını tek tek bularak saatlerce konuşmuş onlarla. Kitabı okumaya başlarken sayfaları astronotların size uzayın muhteşemliğinden bahsedeceğini düşünerek çeviriyorsunuz ama hepsi de size tam tersini söylüyor.
Andrew Chaikin astronotlardan birine soruyor: Ayı görünce şaşırdınız mı?
Hayır.
Astronot Jim Lovell'a göre ay gri çorak arazi. Apollo astronotları uzay mekiğine binmeden aylar önce durmadan simülatörlerde eğitiliyorlar. Ayın heryerini bilir hale geliyorlar. O kadar ki artık şaşırma duyularını kaybediyorlar. Akıllarında tek olan şey aya gidecekleri, tek düşündükleri ay, tek odaklandıları nokta ay, ve sakin olmaları gerektiği. O kadar çok simülasyondan sonra artık aya gidecek olmaları sıradan gelmeye başlıyor. Ki amaç da bu yoksa heyecandan hata yaparlar mekikte.
Lovell'a göre yolculuğun en ilginç tarafı bu yüzden ay değildi. Çünkü yıllardır aylardır aya varacaklarını biliyorlardı. Ona göre kimsenin ona söylemediği tek şey kömür siyahı uzayın içinde siyah beyaz gri olmayan tek şeyin, o sonsuzluğun içindeki tek rengin dünya olduğuydu. Simülatörün onu hazırlamadığı onu heyecanlandıran tek şey uzay mekiğinin penceresinden başını çevirip mavi bir göze benzettiği derinliğini görebildiği dünyaya bakmaktı. İnsana sahip olduğu rengin kutsallığını hatırlatıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder