Dün doların 2.00 seviyesinin altına hızlı bir şekilde inişini anlamlandırmak çok zor değil: Fed Haziran ayında bono alım programını (quantitative easing ya da QE) bir noktada gitgide azaltacağını (ki bu elbet olacak) yarım ağızla söylemiş ve piyasalar haddinden fazla tepki vermişti buna. Dün 3 aydır yeniden inşa etmeye çalıştıkları güveni, Bernanke'nin "valla yok hocam öyle bir şey" (mealen) diyerek altını çizmesi üzerine en sonunda enjekte edince piyasalar Haziran'da verdikleri tepkinin aksini verdiler.
Gelişmeler ışığında bu yazıda üç şeyi, mümkün olduğunca teknik dilden uzak durarak, yapmak istiyorum:
1. Geçmişe dönük bazı söylemlerin ipe sapa gelmezliğini tekrar incelemek (hello, faiz lobisi)
2. Bu QE programının geleceğini incelemek.
3. Başçı'nın geçenlerde yaptığı blöfün/ultimatomun hakkını vererek, Babacan'ın dünkü açıklamaları ve ikinci maddedeki analiz doğrultusunda gene de ileride Türkiye'yi bekleyebilecek tehlikeye değinmek.
Faiz lobisine retrospektif bir bakış
Gene bu blogda daha önce hükûmetin yürüttüğü faiz lobisi argümanının ekonomik olarak neden geçerli olamayacağını uzun uzadıya açıklamaya çalışmıştım. Zaman geçtikçe bu "faiz" söyleminin anti-Semitik bir hâl alacağı endişem de gerçek olmaya başlayınca, faiz lobisi herhangi bir beğenilmeyen ekonomik gelişmeyi açıklayan deus ex machina olarak piyasaya sürülmeye başladı. Gezi zamanında bu soru kendisine yöneltildiğinde ahval ve şerait gereği "yok öyle bir şey, saçmalamayın" diyemeyen Babacan "onlar kendilerini biliyorlar" gibi bir söylemde bulmuştu çareyi. Nitekim gene geçenlerde Babacan sine-i akl-ı selime dönecek ve "Gezi olayları olmasa da ekonomi dalgalanacaktı" açıklamasını yapacaktı.
Dünkü gelişmeler ışığında olaylara bir daha bakalım: Gezi sürecinin artçı şoklarını yer yer devam ediyor, Suriye konusunda hükûmetin yalnız kaldığı muhabbeti dönüyor, daha Ahmet Atakan'ın ölümünden sonra komplo teorileri sıcak sıcak piyasaya sürülürken, aaa, dolar düştü? Fed'in açıklaması ile hiçbir dış mihrak kalmadı nedense piyasada?
Umarım ki bu üç aylık süreçe geri dönüp bakıldığında olaylara arada Occam'ın usturası ile bakmanın ne kadar mantıklı olacağı anlaşılmıştır. Tüm dünyada tahvil faizleri yükseliş trendine girmişken Gezi olayları ile doğal bir tepki oluştu; Başbakan ve kabinenin garip açıklamaları bu güvensizliği arttırdı, üzerine Fed'in açıklamasına tepki geldi ve gelişmekte olan ülkelerden para çıkışı iyice hızlandı. Piyasalara güven verecek açıklamalar yapılmaya başlandı, Fed açıklamasını tersine çevirdi, gene gelişmekte olan ülkelerin para birimleri değer kazandı.
Hasıl-ı kelâm, dünya Türkiye'nin etrafında dönmüyor.
Fed neden dünkü açıklamayı yaptı? İleride ne olur?
Her şeyden önce, Fed'in Haziran'daki açıklamasına tepki zaten abartı idi. Bernanke'nin sözlerinden sadece QE'nin giderek azalacak olması kısmına odaklanılması, zaten sıkışan piyasaları paniğe sürüklemişti. Fed'in dünkü açıklaması, bir yerde geçmişe dönük yaşanan bu iletişimsizliğin telafisi.
Fed'in açıklamasını daha iyi anlamak için ABD datalarına bakmak lazım. Birincisi, her ne kadar enflasyon datasını tahmin etmek kolay iş olmasa da, enflasyon Fed'in tahminlerinin oldukça aşağısında en pesimist senaryoda dahi. İkincisi, işsizlik datasına dair gelecek tahminleri de çok tatmin edici seviyede değil. Fed faizleri işsizlik oranı %6.5'a gerileyene kadar arttırmayı düşünmüyor, ve de bu orana 2014'ün sonunda ulaşılması bekleniyor. Üçüncüsü, ABD'de en hafif tabirle şaklabanlık olarak nitelenecek bir "borç tavanı" sunî krizi var (cidden bizim 367 krizinden hallicedir) ve de Ekim'e kadar bu kriz çözülmezse ekonomiye malî politikalar bir darbe daha vuracak. Dördüncüsü, Fed'in "elbet giderek azalacak bu QE" muhabbeti dahi piyasaları tedirgin etmişken, daha doğrudan bir mesaja ihtiyaç vardı.
Bunun gibi daha başka açıklamalar da yapılabilir, fakat özetle ekonomik dataların Fed'in istediği seviyede olmaması ve geleceğe dair endişeler dünkü genişleme yanlısı açıklamaya sebep oldu ve piyasalar mutluluk ile doldu. Lâkin Ekim ayında Kongre'nin "borç tavanı" krizini ardında bırakması, QE politikasının doğal sınırlarına ulaşması* ve Aralık ayına kadar ABD ekonomisine dair gelebilecek olumlu datalar, Fed'in üç ay sonra başka bir ağızla konuşması anlamına da gelebilir. Zira QE elbet bitecek, ve piyasalar bunun farkında değilmiş gibi davranmaya devam ediyor.
Türkiye'yi ne bekliyor?
Öncelikle Türkiye'nin zaman kazandığı malûm. Türkiye piyasalarını faizlerden ve cari açıktan daha çok psikolojik gerginliğe sürükleyen bir fenomen "liranın değer kaybı" her ne kadar bunu homo economicus net olarak açıklayamasa da.
Burada Başçı'ya da bir parantez açmak lazım. Eğer Fed'in bu açıklaması ve piyasaların böyle tepki vereceğini öngörerek bu çok cüretkâr lafları ettiyse, kendisine büyük saygı duydum. Motivasyonu politik miydi, ne kadar bilgiye sahipti hiç bilemeyeceğiz belki de, ama şimdilik işe yarayacak gibi duruyor. Doları 1.92 seviyesine "rezerv eritmeden" indirmek mümkün olmayabilir, fakat MB'nin istediği seviyede stabilize etme şansı bu gelişmelerle çok daha fazla arttı. Tabii takvimin kesinliği Aralık ayında bir manipülasyon ihtimalini gene de orada tutuyor, bu riski de unutmamalı.
Fakat buna rağmen Türkiye'nin önünde ciddi yapısal sıkıntılar duruyor. Öncelikle, Türkiye'nin büyümesi bir süredir iki buçuk kaleme kilitlenmiş durumda: finansal kurumların faaliyetleri ve bunlarla alâkalı olarak artan özel tüketim ve kamu -ağırlıkla inşaat- harcamaları. Özel sektörün büyümede katkısı düşerken, gelen yatırımın niteliği de uzun vadeden gittikçe kısa vadeye dönüşüyor. Cari açık problemi "enerji yea" diye hafifsenecek bir boyutta değil. Neyse ki, hükûmetten bu temel endişeleri kapsayan ve ayakları yere basan bir açıklama geldi uzun bir süre sonra Ali Babacan aracılığı ile. Umarım kendisi kabinede yalnız değildir ve de Yiğit Bulut zıpırlığı ekonomi yönetiminin temel taşlarından biri olmaz.
Sonuç
Son gelişmeler finansman açısından bir rahatlama sağlasa da, Türkiye ekonomisinin kendini dev aynasında görmeyi bırakması gerekliliği sürüyor. İnşaat sektörünün ve kredilerin şişirdiği balona hava bulunamamaya başlandığı anda, Babacan'ın da belirttiği gibi ciddi bir kısır döngünün içinde bulabilir Türkiye kendini. QE bitene kadarki süreci büyümeyi şişrmek yerine yapısal bazı reformları yapmakta kullanmalıyız. Yoksa sadece rezerve/uluslararası dinamiklere güvenerek ekonomi/para politikası yürütmek pek sağlıklı değil.
*Link için @teslaon'a teşekkürler.
Gelişmeler ışığında bu yazıda üç şeyi, mümkün olduğunca teknik dilden uzak durarak, yapmak istiyorum:
1. Geçmişe dönük bazı söylemlerin ipe sapa gelmezliğini tekrar incelemek (hello, faiz lobisi)
2. Bu QE programının geleceğini incelemek.
3. Başçı'nın geçenlerde yaptığı blöfün/ultimatomun hakkını vererek, Babacan'ın dünkü açıklamaları ve ikinci maddedeki analiz doğrultusunda gene de ileride Türkiye'yi bekleyebilecek tehlikeye değinmek.
Faiz lobisine retrospektif bir bakış
Gene bu blogda daha önce hükûmetin yürüttüğü faiz lobisi argümanının ekonomik olarak neden geçerli olamayacağını uzun uzadıya açıklamaya çalışmıştım. Zaman geçtikçe bu "faiz" söyleminin anti-Semitik bir hâl alacağı endişem de gerçek olmaya başlayınca, faiz lobisi herhangi bir beğenilmeyen ekonomik gelişmeyi açıklayan deus ex machina olarak piyasaya sürülmeye başladı. Gezi zamanında bu soru kendisine yöneltildiğinde ahval ve şerait gereği "yok öyle bir şey, saçmalamayın" diyemeyen Babacan "onlar kendilerini biliyorlar" gibi bir söylemde bulmuştu çareyi. Nitekim gene geçenlerde Babacan sine-i akl-ı selime dönecek ve "Gezi olayları olmasa da ekonomi dalgalanacaktı" açıklamasını yapacaktı.
Dünkü gelişmeler ışığında olaylara bir daha bakalım: Gezi sürecinin artçı şoklarını yer yer devam ediyor, Suriye konusunda hükûmetin yalnız kaldığı muhabbeti dönüyor, daha Ahmet Atakan'ın ölümünden sonra komplo teorileri sıcak sıcak piyasaya sürülürken, aaa, dolar düştü? Fed'in açıklaması ile hiçbir dış mihrak kalmadı nedense piyasada?
Umarım ki bu üç aylık süreçe geri dönüp bakıldığında olaylara arada Occam'ın usturası ile bakmanın ne kadar mantıklı olacağı anlaşılmıştır. Tüm dünyada tahvil faizleri yükseliş trendine girmişken Gezi olayları ile doğal bir tepki oluştu; Başbakan ve kabinenin garip açıklamaları bu güvensizliği arttırdı, üzerine Fed'in açıklamasına tepki geldi ve gelişmekte olan ülkelerden para çıkışı iyice hızlandı. Piyasalara güven verecek açıklamalar yapılmaya başlandı, Fed açıklamasını tersine çevirdi, gene gelişmekte olan ülkelerin para birimleri değer kazandı.
Hasıl-ı kelâm, dünya Türkiye'nin etrafında dönmüyor.
Fed neden dünkü açıklamayı yaptı? İleride ne olur?
Her şeyden önce, Fed'in Haziran'daki açıklamasına tepki zaten abartı idi. Bernanke'nin sözlerinden sadece QE'nin giderek azalacak olması kısmına odaklanılması, zaten sıkışan piyasaları paniğe sürüklemişti. Fed'in dünkü açıklaması, bir yerde geçmişe dönük yaşanan bu iletişimsizliğin telafisi.
Fed'in açıklamasını daha iyi anlamak için ABD datalarına bakmak lazım. Birincisi, her ne kadar enflasyon datasını tahmin etmek kolay iş olmasa da, enflasyon Fed'in tahminlerinin oldukça aşağısında en pesimist senaryoda dahi. İkincisi, işsizlik datasına dair gelecek tahminleri de çok tatmin edici seviyede değil. Fed faizleri işsizlik oranı %6.5'a gerileyene kadar arttırmayı düşünmüyor, ve de bu orana 2014'ün sonunda ulaşılması bekleniyor. Üçüncüsü, ABD'de en hafif tabirle şaklabanlık olarak nitelenecek bir "borç tavanı" sunî krizi var (cidden bizim 367 krizinden hallicedir) ve de Ekim'e kadar bu kriz çözülmezse ekonomiye malî politikalar bir darbe daha vuracak. Dördüncüsü, Fed'in "elbet giderek azalacak bu QE" muhabbeti dahi piyasaları tedirgin etmişken, daha doğrudan bir mesaja ihtiyaç vardı.
Bunun gibi daha başka açıklamalar da yapılabilir, fakat özetle ekonomik dataların Fed'in istediği seviyede olmaması ve geleceğe dair endişeler dünkü genişleme yanlısı açıklamaya sebep oldu ve piyasalar mutluluk ile doldu. Lâkin Ekim ayında Kongre'nin "borç tavanı" krizini ardında bırakması, QE politikasının doğal sınırlarına ulaşması* ve Aralık ayına kadar ABD ekonomisine dair gelebilecek olumlu datalar, Fed'in üç ay sonra başka bir ağızla konuşması anlamına da gelebilir. Zira QE elbet bitecek, ve piyasalar bunun farkında değilmiş gibi davranmaya devam ediyor.
Türkiye'yi ne bekliyor?
Öncelikle Türkiye'nin zaman kazandığı malûm. Türkiye piyasalarını faizlerden ve cari açıktan daha çok psikolojik gerginliğe sürükleyen bir fenomen "liranın değer kaybı" her ne kadar bunu homo economicus net olarak açıklayamasa da.
Burada Başçı'ya da bir parantez açmak lazım. Eğer Fed'in bu açıklaması ve piyasaların böyle tepki vereceğini öngörerek bu çok cüretkâr lafları ettiyse, kendisine büyük saygı duydum. Motivasyonu politik miydi, ne kadar bilgiye sahipti hiç bilemeyeceğiz belki de, ama şimdilik işe yarayacak gibi duruyor. Doları 1.92 seviyesine "rezerv eritmeden" indirmek mümkün olmayabilir, fakat MB'nin istediği seviyede stabilize etme şansı bu gelişmelerle çok daha fazla arttı. Tabii takvimin kesinliği Aralık ayında bir manipülasyon ihtimalini gene de orada tutuyor, bu riski de unutmamalı.
Fakat buna rağmen Türkiye'nin önünde ciddi yapısal sıkıntılar duruyor. Öncelikle, Türkiye'nin büyümesi bir süredir iki buçuk kaleme kilitlenmiş durumda: finansal kurumların faaliyetleri ve bunlarla alâkalı olarak artan özel tüketim ve kamu -ağırlıkla inşaat- harcamaları. Özel sektörün büyümede katkısı düşerken, gelen yatırımın niteliği de uzun vadeden gittikçe kısa vadeye dönüşüyor. Cari açık problemi "enerji yea" diye hafifsenecek bir boyutta değil. Neyse ki, hükûmetten bu temel endişeleri kapsayan ve ayakları yere basan bir açıklama geldi uzun bir süre sonra Ali Babacan aracılığı ile. Umarım kendisi kabinede yalnız değildir ve de Yiğit Bulut zıpırlığı ekonomi yönetiminin temel taşlarından biri olmaz.
Sonuç
Son gelişmeler finansman açısından bir rahatlama sağlasa da, Türkiye ekonomisinin kendini dev aynasında görmeyi bırakması gerekliliği sürüyor. İnşaat sektörünün ve kredilerin şişirdiği balona hava bulunamamaya başlandığı anda, Babacan'ın da belirttiği gibi ciddi bir kısır döngünün içinde bulabilir Türkiye kendini. QE bitene kadarki süreci büyümeyi şişrmek yerine yapısal bazı reformları yapmakta kullanmalıyız. Yoksa sadece rezerve/uluslararası dinamiklere güvenerek ekonomi/para politikası yürütmek pek sağlıklı değil.
*Link için @teslaon'a teşekkürler.