Bir haftayı aşkın zamandır, şimdiye kadar ulusalcı komploları ile dalga geçmekte buluştuğumuz insanların -ki bunların kimisinin resmî sıfatı "âkıl"- nasıl her taşın altında komplo arar hale geldiğini görüp şaşırmakla meşgûlüm. Bunu birbirinden fena iki ihtimalle açıklamak mümkün: Ya bütün bu komplo arayışları, tıpkı eskiden olduğu gibi, insanları milliyetçilik ve paranoya etrafında toplamak için bilinçli yapılıyor -ki zaten malzeme gayet uygun-, ya da bu insanlar gerçekten aklı fikri kenara koyup bunlara inanmaya başladı. Amaç ne olursa olsun, sonuç olumlu olmayacak.
Gene güvenlik güçlerine sahip çıkılması gerektiğini düşünen Çiller, polislerden hatalı olanlarla ilgili gerekli işlemleri de yapacağını belirtiyor Milliyet'in haberine göre.
III. Sonrasında neler oldu? Gerçek açığa çıktı mı?
Otopsi sonucunda ölen 17 kişinin 7'sinin polis mermisiyle öldüğü ortaya çıkınca, 20 polis hakkında müdafaa ve zaruret sınırını aşarak faili belli olmayacak şekilde adam öldürmek iddiasıyla dava açılıyor. 18 polis beraat ederken, ikisi toplam 11 yıl 5 ay hapis cezası alıyor. Kararın Yargıtayca bozulması ve tekrar yargılanma süreçleri sonunda, iki polisin cezası 6 yıl 8 aya iniyor.
2005 yılında AİHM başvurusu sonucunda Türkiye toplam 510 bin Euro tazminat ödemeye mahkûm ediliyor. Gazi olayları hakkında DTP'nin 2008 yılında verdiği araştırma önergesi ise reddediliyor.
Bugüne kadar olayların aydınlanmasına dair sadece çeşitli zamanlarda verilmiş tanıklıklar var. Eski Özel Harekât polisi Ayhan Çarkın'ın olaylara karışıp karışmadığı meçhul. Ergenekon iddianamesinde de olayların tertibinde Veli Küçük ve Osman Gürbüz'ün olduğu söyleniyor, fakat bunun davada bir dipnot olmaktan öte gitmeyeceği ihtimali kuvvetli.
IV. Sonuç
Özetle;
- Olaylar sonrasında siyasilerin ısrarla yaptığı vurgular, Gezi olaylarından sonra piyasaya sürülenlere oldukça benziyor: Dış mihraklar, yani Türkiye'nin kalkınmasını istemeyen güçler. Demokrasiye, laikliğe karşılar ve ülkeyi bölmek istiyorlar.
- Olaylar sonrasında polisin tutumuna yaklaşım da oldukça geleneksel: Bir takım münferit işler olmuş olabilir, ama güvenlik güçlerine sahip çıkılmalı, onlara teşekkür edilmeli. Haklarında işlem yapılacağı sözü verilen polislerin yargılaması ise bir katakulli deryasına dönüşüyor.
- Olaylardan sonra üç büyük gazetenin de aynı manşet ile çıkması, Aktuna'nın bu yüzden bu gazetelere teşekkür etmesi, Star program sunucusunun "biz de öyle verdik!" diye teşekkür beklercesine itiraz etmesi acı acı gülümsetiyor.
90'lar karanlık bir dönem ve de bugüne kıyasla çok daha felaket cinayetler, bilhassa içeride istihbarat savaşları, darbe gerilimi, 3 ayda bir değişen cepheler, kurulu ilginç bir ekonomik düzen vs. var. Bu gerçeklik yadsınamaz. Yani burada 90'lardaki koşullar ile günümüzdeki koşulları karşılaştırmıyorum, altını çizeyim.
Burada çok bariz ve bilhassa önemli başka bir gerçeklik de var: Devlet, işlediği cinayetin üstünü örterken ilk çare olarak "dış güçler" argümanına sarılıyor ve de ne olursa olsun güvenlik güçlerini yedirmiyor. Aradan 20 yıl, çok sayıda hükûmet, bir darbe ve birkaç darbe teşebbüsü geçse de, devletin ve aydınlarının refleksleri kitleselleşen olaylar hususunda hâlâ daha aynı yerde.
Bir ülkede kitlesel bir hareket olduğunda, değişik grupların çıkarlarını analiz etmesi ve ona göre tutum alması normaldir. Anormal olan, kitlesel hareketleri "üç beş kişinin ateşlemesi"ne bağlamak, o kitlelerin rahatsızlıklarını/nefretlerini/tepkilerini/hak arayışlarını önemsizleştirecek söylemlere sığınmaktır. Türkiye devletinin ve ona angaje aydın sınıfının yıllardır pratik ederek ustası haline geldiği de bu anormal taktiği kullanmaktır.
İlk ihtimalin geçerli olduğu varsayımı ile, geçmişte bu tür söylemlerin nasıl işletildiğini ve de gerçeğin hangi yönde çıktığını hatırlatma amacıyla Gazi olaylarını ve sonrasında devletin ve siyasilerin söylemlerini irdelemek istedim. Hem 20 yıl geçmesine karşın bazı reflekslerin hala ne kadar diri olduğunu görebilmenin iyi bir yolu olacak bu, hem de Gazi ve Gezi olaylarının gelişimi, polis şiddetinin rolü itibariyle benzerlikler göstermekte.
I: Gazi'de ne olmuştu?
90'ların en sembol isimlerinden Tansu Çiller başbakan, Hayri Kozakçıoğlu İstanbul valisi, Mehmet Ağar Emniyet Genel Müdürü iken, 12 Mart 1995 günü Gazi Mahallesi'nde üç kahvehane ve bir işyeri taranmış, bir kişi ölmüştü. Bu olayın Gazi gibi polis gözetimi altında olan bir yerde gerçekleşmesi, o dönemlerin sıradan pratiği "karakolda kaybolma" ile birleşince mahallede polise karşı bir tepki doğmuş, lakin karakola yürüyüşe geçen kitleye açılan ateş sonucu bir kişi daha hayatını kaybetmişti. Bu olay tepkiyi daha da arttırmış, bir sonraki gün binlerce kişi karakola doğru yürüyüşe geçmiş, kitlenin üstüne gene ateş açılması sonucu 15 kişi hayatını kaybetmişti. Olaylar Ankara Kızılay Meydanı ve Ümraniye'ye de sıçramış, 5 ölüm ve onlarca yaralı ile sonuçlanmıştı. İki günlük sıkıyönetimden sonra olaylar durulmuştu.
II. Olay nasıl lanse edildi?
Tansu Çiller, olayların yayılmasından sonra yaptığı açıklamada aynen şu cümleleri sarf edecekti: "Çok yönlü ve dış mihraklı büyük bir tahrikle milletimiz karşı karşıyadır. bu aklımıza gelebilecek her türlü uç, radikal örgütlenmenin içerilmeye çalışıldığı, dıştan beslenen, aşırı sağdan aşırı sola her türlü örgütün içinde bulunduğu bir tahriktir. (...) Sakın ola ki, dış kaynaklı bu örgütlenmiş provokasyona ve tahriğe kapılmayın."
Aşağıdaki videoda da görebileceğiniz üzere, Mehmet Ağar'ın olaya dair açıklamalarında iki refleks var: 1. olayların yaşandığı yerin geçmişini yok sayıp hemen polis karakoluna yürünmesinde çapanoğlu arama, 2. göstericilerin "yakıp yıktığından" dem vurma. O zaman hükümette dahi olmayan Ecevit ise olayları "Türkiye'de demokrasinin yeşermesini istemeyen, laikliği, ulusal birliği bozmak isteyen daha çok yurtdışı kaynaklı güçlere" bağlıyor. "Bütün bu olumsuzluklar karşısında, polisin halka saldırmasını olumlu karşılıyor musunuz?" sorusuna Yıldırım Aktuna'nın verdiği cevap "saldırı yok, bireysel yanlışlıklar her zaman olabilir" oluyor. (08:44) Gene Aktuna, havalanmak üzere olan bir uçağa benzettiği Türkiye'yi kaldırmamak için uğraşan güçlerden de bahsediyor. (18:00) Kendisi bu "hain oyuna" manşetten dikkat çeken Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetelerine de teşekkür etmeyi ihmal etmiyor. (38:00) Ekrandaki görüntüler şiddeti dayanılmaz şekilde gösterince "iyi polisler de var," ABD'de oldu böyle şeyler" bahaneleri de dizilmeye başlanıyor. Nahit Menteşe de mecliste yaptığı konuşmada olayın "provokasyon" ve "prova" niteliğine dikkat çekmekte. (32:50) Alparslan Türkeş, polisin tutumuna getirilen eleştirilere "Havaya ateş edilmiştir. Kalabalığın üstüne ateş edilse zayiat çok büyük olurdu" savunmasını getiriyor ve güvenlik güçlerine teşekkür edilmesi gerektiğini vurguluyor. (34:00)
Gene güvenlik güçlerine sahip çıkılması gerektiğini düşünen Çiller, polislerden hatalı olanlarla ilgili gerekli işlemleri de yapacağını belirtiyor Milliyet'in haberine göre.
III. Sonrasında neler oldu? Gerçek açığa çıktı mı?
Otopsi sonucunda ölen 17 kişinin 7'sinin polis mermisiyle öldüğü ortaya çıkınca, 20 polis hakkında müdafaa ve zaruret sınırını aşarak faili belli olmayacak şekilde adam öldürmek iddiasıyla dava açılıyor. 18 polis beraat ederken, ikisi toplam 11 yıl 5 ay hapis cezası alıyor. Kararın Yargıtayca bozulması ve tekrar yargılanma süreçleri sonunda, iki polisin cezası 6 yıl 8 aya iniyor.
2005 yılında AİHM başvurusu sonucunda Türkiye toplam 510 bin Euro tazminat ödemeye mahkûm ediliyor. Gazi olayları hakkında DTP'nin 2008 yılında verdiği araştırma önergesi ise reddediliyor.
Bugüne kadar olayların aydınlanmasına dair sadece çeşitli zamanlarda verilmiş tanıklıklar var. Eski Özel Harekât polisi Ayhan Çarkın'ın olaylara karışıp karışmadığı meçhul. Ergenekon iddianamesinde de olayların tertibinde Veli Küçük ve Osman Gürbüz'ün olduğu söyleniyor, fakat bunun davada bir dipnot olmaktan öte gitmeyeceği ihtimali kuvvetli.
IV. Sonuç
Özetle;
- Olaylar sonrasında siyasilerin ısrarla yaptığı vurgular, Gezi olaylarından sonra piyasaya sürülenlere oldukça benziyor: Dış mihraklar, yani Türkiye'nin kalkınmasını istemeyen güçler. Demokrasiye, laikliğe karşılar ve ülkeyi bölmek istiyorlar.
- Olaylar sonrasında polisin tutumuna yaklaşım da oldukça geleneksel: Bir takım münferit işler olmuş olabilir, ama güvenlik güçlerine sahip çıkılmalı, onlara teşekkür edilmeli. Haklarında işlem yapılacağı sözü verilen polislerin yargılaması ise bir katakulli deryasına dönüşüyor.
- Olaylardan sonra üç büyük gazetenin de aynı manşet ile çıkması, Aktuna'nın bu yüzden bu gazetelere teşekkür etmesi, Star program sunucusunun "biz de öyle verdik!" diye teşekkür beklercesine itiraz etmesi acı acı gülümsetiyor.
90'lar karanlık bir dönem ve de bugüne kıyasla çok daha felaket cinayetler, bilhassa içeride istihbarat savaşları, darbe gerilimi, 3 ayda bir değişen cepheler, kurulu ilginç bir ekonomik düzen vs. var. Bu gerçeklik yadsınamaz. Yani burada 90'lardaki koşullar ile günümüzdeki koşulları karşılaştırmıyorum, altını çizeyim.
Burada çok bariz ve bilhassa önemli başka bir gerçeklik de var: Devlet, işlediği cinayetin üstünü örterken ilk çare olarak "dış güçler" argümanına sarılıyor ve de ne olursa olsun güvenlik güçlerini yedirmiyor. Aradan 20 yıl, çok sayıda hükûmet, bir darbe ve birkaç darbe teşebbüsü geçse de, devletin ve aydınlarının refleksleri kitleselleşen olaylar hususunda hâlâ daha aynı yerde.
Bir ülkede kitlesel bir hareket olduğunda, değişik grupların çıkarlarını analiz etmesi ve ona göre tutum alması normaldir. Anormal olan, kitlesel hareketleri "üç beş kişinin ateşlemesi"ne bağlamak, o kitlelerin rahatsızlıklarını/nefretlerini/tepkilerini/hak arayışlarını önemsizleştirecek söylemlere sığınmaktır. Türkiye devletinin ve ona angaje aydın sınıfının yıllardır pratik ederek ustası haline geldiği de bu anormal taktiği kullanmaktır.
3 yorum:
Memleketi kutuplaştırdılar diyenler 15 sene önce hepimizi muhtelif beldelere göndermeye uğraşıyorlardı. Hayvan terli.Sandık iktidar olmanın aracı olmaktan çıkarsa iktidarı tahkim edecek yegane araç güçtür. Gücün kıstası da kimin çok kan akıttğıdır.Sandıkla gelmiş iktidarı sokakta indirmek de bir yöntemdir. Lakin sokağın şartları başkadır. Kimse ölüyorum diye ağlamamalıdır.Hem devrim isteyip hem kan akmasın demek ahmakçadır.Baş olmak isteyen başını ortaya koyacak bu kadar net.Devrimin meşruiyetini sebep değil sonuç belirler. Kazanırsan haklısındır. Kaybedersen haksız. Bu kadar basit.11 yıllık devri iktidarında Tayyip Erdoğanı şu 15 gün ki kadar hiç desteklememiştim. Helal olsun.Nefret insani bir duygudur. Şiddet gibi nefreti de ötekileştirmek, yok saymak zulümdür.Ellerine geçen her fırsatta müslümanların kutsallarına küfretmiş, onları aşağılamış bir guruhtan izzet sahibi fertler nefret eder.
Yine son bir not olsun.Erdoğan, kellesini isteyenleri Türkiyeyi Orta Doğuya çevirmekle tehdit ediyor. Ciddiyetini de gösteriyor. Uzlaşmazlarsa batı büyük kaybeder.Bunu yazıyorum ve tarihe not düşüyorum.15 gün içinde bu eylemleri sahiplenenlerde arkasındakilerde net şekilde ortaya çıkacaktır.Ve ortada Gezi'ye Taksim'e dair hiç bir şey bırakmayacaktır BATI el birliğiyle.
Çok komik ya :) Yazının altına gelen yorumlar yine dış mihrak tonunda.
Yorum Gönder