Dağınık Notlar
(Buradan sonrasını çok derli toplu yazamadım, biraz daha ufak tefek notlar şeklinde sunuyorum. Gecikmeden dolayı özür dilerim.)
- Şehrin The Northern Avenue adında bir mekânı var, 1-2 arkadaş Champs-Elysees diye takılıyordu. Kimsecikler yoktu ortada, çok popüler bir yer gibi görünmüyordu ama sanırım şekil şemal ve içerik olarak benzetilmeye çalışılmış. En lüks ve Avrupa kökenli mağazalar burada bulunuyordu.
- Türkiye’deki “Ermeni vilayetleri”nin isimlerinin Erivan’da ilçelere/mahallelere verilmesi gibi bir uygulama da söz konusu bu esnada. Şu haritada görebileceğiniz gibi, Malatya, Maraş, Arapgir gibi isimler verilmiş. Bu isimlerin arttığını söylüyordu bize müzeye giderken eşlik eden Areg.
- “Olm Türk olduğunuzu belli etmeyin ha!” diyen arkadaşların tavsiyesini özellikle göz önünde bulundurmaya çalışmadık, ama Yılmaz’ın deri ceketi sağ olsun, zaten çok çaktırmıyorduk. Yani yüzdeki ortalama kıl tüy ve metal parçası miktarı itibariyle ve elimizde fotoğraf makinesi olduğunda çok belli etsek de, yine de insanlar bizimle Ermenice konuşup, bizim şaşkın bakışımızla karşılaştıklarında dili bilmediğimizi değil, sadece anlamadığımızı/duymadığımızı düşünerek aynen tekrarlıyorlardı. Sonra biz İngilizce yanıt verince bir gülümseme. Pazarda da 2 kişi Türkçe konuştu. Biri İstanbul’a gidip geliyormuş, ticaret yapıyormuş, Türkçe biliyor. “Yardıma ihtiyacınız var mı?” diye sordu, teşekkür ettik. Öbürü de benim magnet aldığım, şiş kebaplı magnetlerini ilginç bulmadığım –haliyle- bir amca idi. Türkçe konuştuğumuzu duyunca “Türkiye’den mi geliyorsunuz? Kebap sevmiyor musun?” diye sordu. Dedim seviyorum da, yeter artık kebap kebap.
- Havaalanı çıkışı çok enteresan geldi. Normalde yüzlerce kez kontrolden geçip, soyunup dökünüp, işkence çekip girilmesine alışkın olduğumuz için, Erivan uygulaması garip geldi. Bazen bavuldaki yiyecek/içeceğe bile takılındığı ve bavullar da kaçakçı bavulu gibi olduğu için (alkollü içkilerin ucuz olduğunu söylemiş miydim? Peki ya orada 3 €'ya aldığım votkayı önceki gün Migros'ta 80 TL'ye görmem?) biraz kaygılandım şahsen. Ama havaalanına gidince kaygımın yersiz olduğunu gördüm. Zira girdik havaalanına, dümdüz yürüyüp kontuara çantayı koyup pasaportları verdik, çantalar yürüdü gitti. Bütün bu kısım yaklaşık 3 dakika falan aldı sanırım. Güvenlikmiş, kontrolmüş, olmadı öyle şeyler, çok da güzel iyi oldu. Bu esnada çıkışta yine yeşil pasaportlu arkadaş ufak bir sıkıntı yaşadı; vizeyi bakanlıktan aldığı için üzerinde mühür yoktu, ona takılmışlar, ama kolay çözüldü bu sefer.
- Ben pek sevdim Ermenice’yi. Normalde hani bilinmeyen diller kulağa çok böyle acele acele konuşuluyormuş gibi, hepten karmaşıkmış gibi gelir ya, Ermenice sanki aksine, böyle tane tane konuşuyorlar. Ermenice konuşan birinin konuşmasını çok rahatlıkla metin haline getirebilirmişim gibi hissettim. Ama o alfabesi yok mu... Arapmış, kirilmiş, halt etmiş. Konuşması ne kadar sade/sakin geldiyse, alfabesi de bir o kadar karışık...
- Ermenistan kökenli bir a cappella üçlüsü olan Zulal’in albümünü almak istedim, aradım mamafih bulamadım. Sorduğum 3 müzik dükkanı ve birkaç Ermeni genç bilmiyordu, çok şaşırdım. Dinlettiklerim “bilmiyordum ama çok süpermiş ki bu!” dediler. Ben Türkiye’den böyle çok beğenebileceğim ve bir başkasından duyup da bilmeyeceğim bir grup düşünemiyorum, değişik geldi. Bu esnada orijinal albüm bulmak da çok kolay değil. Normal müzik marketleri bizim Maltepe Pazarı korsancıları gibi, dükkanlardaki hemen bütün albümler/filmler korsan.
Sonuç olarak
Sonuç olarak, benim için oldukça yorucu –özellikle de toplam 36 saat süren gidiş ve dönüş yolu itibariyle- olsa da, çok keyifli bir deneyim oldu Ermenistan. İçimdeki MEB müfredatından çıkmış faşistin biraz daha ufalmasına da vesile oldu mesela.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder