Seçimler yaklaşırken, bir kampa dahil olmamak için çırpınan kişiler de "fikir beyan etme" derecesinde mahalle baskısını üzerlerinde hissetmeye başladılar. Normal olan da bu.
Lakin Türkiye'de hiç bu kadar garip bir seçim ortam oluşmamıştı şimdiye kadar. Seçmen genelde ya partizandır, ya da "hepsi kötü" deyip kötünün iyisini arar ve bulur da. Türkiye'nin seçim dinamikleri böyle şekillenegelmiştir. Bu sene ise elimizde öyle bir şema var ki, akıl durur. BDP ve MHP gibi aslen önemli aktörlere girmeyerek (girersek çıkamayız) duruma bir göz atalım:
AKP, 2002'den beri Türkiye'de değişimin dinamosu olmuştu. Lakin referandum kampanyası sırasında ve de sonrasında adeta bir metamorfoz geçirdi. AB süreci eğimli bir yokuştan yukarı çıkmaya çalışan cift çekerli araba gibi hararet yaptı, kenara çektik soğutuyoruz. Milliyetçi ve muhafazakâr söylem zirve yaptı.
Diğer yanda ise CHP var: SHP ile birleşip SHP kadrosunu tasfiye ettikten sonra ülkeye sadece kötülüğü dokunmuş bir parti. Lakin "acayip" bir şekilde genel başkanı değiştikten sonra, AB söylemine sarılmaya çalışan, 2 sene önce söylense "Baykal'ı uzaylılar kaçırmış" dedirtecek vaatlerde bulunmaya başlayan bir parti oldu CHP. Kılıçdaroğlu, seçmeni ürkütmemek için iki ileri bir geri gitti, ama son gelinen nokta cidden şaşırtıcı.
Bu iki parti özelinde 4 adet görüş belirtilebilir. Birincisi, AKP'nin aslında sadece milliyetçi gözüktüğü, ve de seçim sonrası liberal çizgisine geri döneceği. İkincisi AKP'nin liberal rüzgardan yararlanmayı bıraktığı, Erdoğan'ın yeterince güç kazandığı için artık kendi bildiğini okuyacağı. Üçüncüsü, CHP'nin sırf AKP'nin rolünü çalmak için özgürlükçü gözükmeye çalıştığı, "demokrasi gelirse biz getiririz" ayağına yattığı. Dördüncüsü, CHP'nin eski SHP çizgisine geri dönmeye çalıştığı, fakat seçmenine yabancılaşmamak için işi ağırdan aldığı.
İkilem ise şurada başlıyor: Bu söylemlerin hepsi "niyet okuma" üzerine kurulu.
Tutarlı bakış açısı nedir? Sadece söyleme bakarsanız, CHP'ye daha çok kredi vermeniz lazım, sadece eyleme bakarsanız AKP'ye. Partilerin çelişkilerini ön plana çıkarırsanız ikisinden de kaçmalısınız, fakat ikisinin de iyi niyetine inanırsanız ikisini de beğenmeli... Çıkar yol, mutlak doğru yok yani.
Ben ikisinden de uzakta durmayı seçtim mesela. Herkes kendince bir yol seçecek, bu ikilemde de kimseyi seçtiği yol itibariyle suçlayamayız. Fakat diğer bir trajedi de tam bu noktada ortaya çıkıyor: aydınlar kendi ikilemlerini, başka kampta gördüklerinin "hatalı" seçimleri üzerinden değerlendirip birbirleri ile çatışıyorlar.
Dediğim gibi, buraya MHP ve BDP'yi de kattığımızda olay karman çorman bir hal alıyor. Türkiye'de daha önce de çetin seçim dönemleri oldu, ama hiçbiri bu kadar çelişki, bu kadar güvensizlik, bu kadar şüpheden ileri gelen suçluluk hissinin maddi/manevi şiddete dönüşümünü barındırmamıştı.
Az kaldı. Dişimizi biraz daha sıkabilirsek hakikaten güzel olacak.
Lakin Türkiye'de hiç bu kadar garip bir seçim ortam oluşmamıştı şimdiye kadar. Seçmen genelde ya partizandır, ya da "hepsi kötü" deyip kötünün iyisini arar ve bulur da. Türkiye'nin seçim dinamikleri böyle şekillenegelmiştir. Bu sene ise elimizde öyle bir şema var ki, akıl durur. BDP ve MHP gibi aslen önemli aktörlere girmeyerek (girersek çıkamayız) duruma bir göz atalım:
AKP, 2002'den beri Türkiye'de değişimin dinamosu olmuştu. Lakin referandum kampanyası sırasında ve de sonrasında adeta bir metamorfoz geçirdi. AB süreci eğimli bir yokuştan yukarı çıkmaya çalışan cift çekerli araba gibi hararet yaptı, kenara çektik soğutuyoruz. Milliyetçi ve muhafazakâr söylem zirve yaptı.
Diğer yanda ise CHP var: SHP ile birleşip SHP kadrosunu tasfiye ettikten sonra ülkeye sadece kötülüğü dokunmuş bir parti. Lakin "acayip" bir şekilde genel başkanı değiştikten sonra, AB söylemine sarılmaya çalışan, 2 sene önce söylense "Baykal'ı uzaylılar kaçırmış" dedirtecek vaatlerde bulunmaya başlayan bir parti oldu CHP. Kılıçdaroğlu, seçmeni ürkütmemek için iki ileri bir geri gitti, ama son gelinen nokta cidden şaşırtıcı.
Bu iki parti özelinde 4 adet görüş belirtilebilir. Birincisi, AKP'nin aslında sadece milliyetçi gözüktüğü, ve de seçim sonrası liberal çizgisine geri döneceği. İkincisi AKP'nin liberal rüzgardan yararlanmayı bıraktığı, Erdoğan'ın yeterince güç kazandığı için artık kendi bildiğini okuyacağı. Üçüncüsü, CHP'nin sırf AKP'nin rolünü çalmak için özgürlükçü gözükmeye çalıştığı, "demokrasi gelirse biz getiririz" ayağına yattığı. Dördüncüsü, CHP'nin eski SHP çizgisine geri dönmeye çalıştığı, fakat seçmenine yabancılaşmamak için işi ağırdan aldığı.
İkilem ise şurada başlıyor: Bu söylemlerin hepsi "niyet okuma" üzerine kurulu.
Tutarlı bakış açısı nedir? Sadece söyleme bakarsanız, CHP'ye daha çok kredi vermeniz lazım, sadece eyleme bakarsanız AKP'ye. Partilerin çelişkilerini ön plana çıkarırsanız ikisinden de kaçmalısınız, fakat ikisinin de iyi niyetine inanırsanız ikisini de beğenmeli... Çıkar yol, mutlak doğru yok yani.
Ben ikisinden de uzakta durmayı seçtim mesela. Herkes kendince bir yol seçecek, bu ikilemde de kimseyi seçtiği yol itibariyle suçlayamayız. Fakat diğer bir trajedi de tam bu noktada ortaya çıkıyor: aydınlar kendi ikilemlerini, başka kampta gördüklerinin "hatalı" seçimleri üzerinden değerlendirip birbirleri ile çatışıyorlar.
Dediğim gibi, buraya MHP ve BDP'yi de kattığımızda olay karman çorman bir hal alıyor. Türkiye'de daha önce de çetin seçim dönemleri oldu, ama hiçbiri bu kadar çelişki, bu kadar güvensizlik, bu kadar şüpheden ileri gelen suçluluk hissinin maddi/manevi şiddete dönüşümünü barındırmamıştı.
Az kaldı. Dişimizi biraz daha sıkabilirsek hakikaten güzel olacak.
2 yorum:
son cümleyi biraz daha açar mısın shelbyl'im? neye az kaldı? güzel olacak olan ne?
Secimlerden sonra insanlar varsayim uzerinden hareket etmeyi birakacaklar, ak popo kara popo belli olacak. Guzel olacak olan o.
Yoksa bu meclis yapisiyla ben "ozgurlukcu anayasa" vs. beklemiyorum zaten.
Yorum Gönder