Önce bu sorunun net cevabını vereyim: Türkiye solu, doğru düzgün sol olmadı, 1990'ların başından beri de hiç değil. Savunmaya çalıştığı değer ulusalcılık olunca, yani sağdan oy çalmaya çalışınca miadı doldu. Kentsoylu ulusalcılık ve yaşam tarzı edebiyatı ile kendine bir kitle kilitledi ve o noktada tükendi. (Şimdi diyeceksiniz ki "Niye malumu ilam ediyorsun?" Görüyorum ki, CHP de tabanı da bu malumun farkında değil, bir faydam olsun kendilerine.)
Hikayenin özeti bu, ayrıntıya geçelim.
12 Eylül darbesinden sonra Evren Paşa'nın ideal dünyası "bir sağdan bir soldan" olmuşken, 1983 genel seçimlerinde de bu çizgi benimsenmişti. Meclise, Paşamızın desteklediği MDP ve de karşısına diktiği HP girecekti ilk etapta (sonra Özal sistemin ağzından girip burnundan çıkarak ülkeyi muhtemel bir stagnasyonun eşiğinden kurtardı ama o ayrı hikaye) İnönü önderliğindeki SODEP veto edilmişti mesela. SODEP veto edilmişti edilmesine de, zaten gayet devletçi ve laik çizgide kurulmuş bir parti idi (Kurucuları arasında Oktay Ekşi vardı mesela)
Sonra Calp'in Halkçı Partisi ve SODEP birleşti, SHP oluştu. O sırada yasaklar kalktı, Ecevit de DSP'yi kurdu. Mehmet Ali Aybar, o sırada "SHP'nin de DSP'nin de solla ilgisi yok" diyordu 12 Eylül'ün tıktığı köşesinden. SODEP-HP birleşmesine karşı çıkan milletvekilleri DSP'ye gider, merkez sol "bölünme" kavramıyla tanışırken, anaakım medya ise "SHP iktidara yürüyor" iteklemesini yapmakla meşguldu.
İnönü'nün SHP'si, 1987 genel seçimlerinde %24 oy aldı, Ecevit'in DSP'si ise %8.5 oy alıp barajı aşamadı. İnönü "solu böldün de iyi mi ettin?" diye çıkıştı Ecevit'e, o da seçim başarısızlığından sonra da siyaseti bıraktığını açıkladı. Sonra 1989'da dayanamayıp geri döndü. İşte Türkiye "sol"unun kendi kendini tokatladığı dönem de bu sırada başladı.
SHP, 1989'da hazırladığı Kürt raporu ile, bugün için geride olmasına karşın zamanı için hiç de fena olmayan söylemler geliştirmişti, fakat parti içinde bunun tam olarak kabul edildiğinden bahsetmek güçtü. Kasım 1989'da, Kürt kimliği ile ilgili Avrupa'da düzenlenen bir konferansa katıldığı gerekçesiyle 7 kişi partiden ihraç edilmişti mesela, bunu protesto için farklı istifalar da gelmişti. İstifa edenler arasında bulunan Fehmi Işıklar, "parti militarizm ve sermaye ile barış yapmak sevdasında, işkence ve devlet teröröüne savaşım ortadan kalktı" diye eleştiriler getirecekti. Hatta öyle ki, Kemal Anadol, cezaevindeki kötü koşullara ve grevlere yeterince ilgi gösterilmediği eleştirilerinde bulunacaktı.
Buna karşın SHP, 1991 yılında HEP ile seçim ittifakı yapacak kadar cesaretli idi, fakat bu ittifakı hiçbir zaman tam anlamıyla savunamamıştı. Malum olaylar, SHP'nin Kürt sorunu hususundaki duruşunu iyiden iyiye salladı. Tabii bunda, siyasete geri dönen ve de seçim kampanyası boyunca SHP-HEP işbirliğine vuran "ulusalcı" Ecevit'in payının olmadığını söylemek de yanlış olmaz.
Bu noktada başka bir ilginç parantez açmak lazım: Baykal. Deniz Baykal, SHP Genel Sekreteri iken sürekli İnönü'yü aşağı almaya çalışmış, parti içi muhalefete geçmiş, en sonunda 1992 yeniden kurulmasına izin verilen CHP'nin başına geçerek iktidar hevesini tatmin etmişti. Lakin şunu da söylemek lazım: O yıllarda Kürtçe'nin özel yayın ve kurumlarda serbest bırakılması konusunda yasa teklifi veren, Güneydoğu'daki devlet teröründen dem vuran bir Baykal'dan bahsediyoruz.
Türkiye solunun bu sallantıları ve "birleşmeme" inadının en ciddi darbesi 1994 yılındaki yerel seçimlerde vuruldu. İstanbul ve Ankara'da üç başlı olarak seçime giren SHP, CHP ve DSP hiç ummadıkları bir mağlubiyet alınca, üçü arasından en güçlü olan SHP kendini Baykal'ın CHP'sine kattı.
1995 genel seçimleri öncesinde iki adet sol parti kalmıştı böylece. Birincisi, daha ulusal çizgiye kendisini konuşlamış Ecevit'in DSP'si, diğeri ise daha dinamik olan Baykal'ın Yeni Sol'u (kendisi İsmail Cem ile birlikte bu kitabı kaleme almıştır) ve CHP'si. Sonuç CHP için hüsran olmuştu, 1999'da tekrarlanmak üzere. (Tabii CHP'nin yenilgisini sadece ideolojik sebeplere bağlayamayız. CHP'nin imajı, DYP ile olan koalisyon ortaklığındaki milyon tane skandaldan dolayı da oldukça hasar görmüştü)
Sonrası ise malum. Ecevit'ten boşalan koltuğu Baykal'ın doldurma hevesi, ve CHP'nin geldiği noktayı herkes biliyor.
İşte Türkiye sosyaldemokrasisinin "ulusalcı" çizgiye kayışının temelleri bu şekilde atıldı. Sosyaldemokrasi, tabanını değiştirmek için uğraşmak yerine daha çabuk iktidara gelme ve sol içindeki rakibine üstünlük kurma kaygısıyla statükoya yanaştı, ve de her mağlubiyetten sonra daha da basiretsiz, daha da pısırık hale geldi. İçindeki "üniter" ve "planlamacı" devlet canavarını yiyemedi, o canavar onu yedi.
CHP'nin bugün nasiplendiği oy tabanını irdelemek için, 1995 Genel Seşim Sonuçlarına bakmak da bir fikir verebilir: Bugün İstanbul'da CHP'nin kalesi olarak görülen Kadıköy, Şişli, Adalar, Beşiktaş gibi ilçelerde 1995 yılında ANAP ve DYP'nin kesin bir hegemonyası var idi. Buralarda DSP ve CHP'nin oy toplamı, Türkiye düzeyindeki oy toplamı olan %30'un üzerine çıkamıyordu. Yine İzmir'de DYP ve ANAP'ın oy toplamı %41 iken, DSP ve CHP'nin oy toplamı %37 civarında idi.
2011 Genel seçim sonuçlarının Meren adlı blog'da yapılmış çok güzel analizinde görülen kesin sonuçlardan birisi de bugün CHP'ye sadece gelişmişlik endeksinde pozitif illerin oy verdiğidir.
Neticede, CHP'nin cidden sol olabilmesi öncelikle 1989'daki özgürlükçü söylemlerine geri dönmesi Kürt siyasetine yakınlaşması lazım. Bu "sol" olduğunun göstergesi olmayacak tabii, ama en büyük engeli aştığı anlamına gelecek. Daha sonra tabanına bugün "sol" diye kabul ettikleri değerlerin, tarihsel çizgide sol mol olmadığını, sadece yaşam tarzı ve milliyetçilik odaklı siyasetin, o siyasetin esas sahibi geldikçe gitgide daha da başarısız olacağını anlatması lazım. Tabanı bunu idrak etse de kurmay kadrosundaki eskinin İnönüleri, şimdinin Baykalları bunu idrak edemeyeceğinden ciddi bir "bagajdan kurtulma" hali de şart tabii.
Bugün Türkiye'de yapılacak en etkin muhalefet, ücretliden alınan vergilerle, işçilerin sosyal güvenliksiz çalışmasına vurgu ile, herkes için özgürlük sloganı ile başlayacaktır. BDP'nin "statü", CHP'nin de "eski kentsoylu" ve "statüko" bariyerlerini aşıp, etkin bir muhalefet dili geliştirmesi şart. Zira Türkiye'de merkez sağı birleştirmiş bir partiye ancak muhalefet edilir, ve o blok çatırdamadan da söz sahibi olunması imkansız kere imkansızdır.
Monolitik bir sağ blok haline dönüşmüş AKP'nin üzerinde demokratikleşme baskısı hissetmesi için de bu dönüşümün gerçekleşmesi şart. Yoksa artık dünya tarihinde bir ilkin olmasını bekleyip, "otoriter kapitalizm"den mutlak fayda sağlayacak muhafazakâr bir partinin kendi kendine özgürlükçüleşmesini umut edeceğiz.
Hikayenin özeti bu, ayrıntıya geçelim.
12 Eylül darbesinden sonra Evren Paşa'nın ideal dünyası "bir sağdan bir soldan" olmuşken, 1983 genel seçimlerinde de bu çizgi benimsenmişti. Meclise, Paşamızın desteklediği MDP ve de karşısına diktiği HP girecekti ilk etapta (sonra Özal sistemin ağzından girip burnundan çıkarak ülkeyi muhtemel bir stagnasyonun eşiğinden kurtardı ama o ayrı hikaye) İnönü önderliğindeki SODEP veto edilmişti mesela. SODEP veto edilmişti edilmesine de, zaten gayet devletçi ve laik çizgide kurulmuş bir parti idi (Kurucuları arasında Oktay Ekşi vardı mesela)
Sonra Calp'in Halkçı Partisi ve SODEP birleşti, SHP oluştu. O sırada yasaklar kalktı, Ecevit de DSP'yi kurdu. Mehmet Ali Aybar, o sırada "SHP'nin de DSP'nin de solla ilgisi yok" diyordu 12 Eylül'ün tıktığı köşesinden. SODEP-HP birleşmesine karşı çıkan milletvekilleri DSP'ye gider, merkez sol "bölünme" kavramıyla tanışırken, anaakım medya ise "SHP iktidara yürüyor" iteklemesini yapmakla meşguldu.
SHP, 1989'da hazırladığı Kürt raporu ile, bugün için geride olmasına karşın zamanı için hiç de fena olmayan söylemler geliştirmişti, fakat parti içinde bunun tam olarak kabul edildiğinden bahsetmek güçtü. Kasım 1989'da, Kürt kimliği ile ilgili Avrupa'da düzenlenen bir konferansa katıldığı gerekçesiyle 7 kişi partiden ihraç edilmişti mesela, bunu protesto için farklı istifalar da gelmişti. İstifa edenler arasında bulunan Fehmi Işıklar, "parti militarizm ve sermaye ile barış yapmak sevdasında, işkence ve devlet teröröüne savaşım ortadan kalktı" diye eleştiriler getirecekti. Hatta öyle ki, Kemal Anadol, cezaevindeki kötü koşullara ve grevlere yeterince ilgi gösterilmediği eleştirilerinde bulunacaktı.
Buna karşın SHP, 1991 yılında HEP ile seçim ittifakı yapacak kadar cesaretli idi, fakat bu ittifakı hiçbir zaman tam anlamıyla savunamamıştı. Malum olaylar, SHP'nin Kürt sorunu hususundaki duruşunu iyiden iyiye salladı. Tabii bunda, siyasete geri dönen ve de seçim kampanyası boyunca SHP-HEP işbirliğine vuran "ulusalcı" Ecevit'in payının olmadığını söylemek de yanlış olmaz.
Bu noktada başka bir ilginç parantez açmak lazım: Baykal. Deniz Baykal, SHP Genel Sekreteri iken sürekli İnönü'yü aşağı almaya çalışmış, parti içi muhalefete geçmiş, en sonunda 1992 yeniden kurulmasına izin verilen CHP'nin başına geçerek iktidar hevesini tatmin etmişti. Lakin şunu da söylemek lazım: O yıllarda Kürtçe'nin özel yayın ve kurumlarda serbest bırakılması konusunda yasa teklifi veren, Güneydoğu'daki devlet teröründen dem vuran bir Baykal'dan bahsediyoruz.
Türkiye solunun bu sallantıları ve "birleşmeme" inadının en ciddi darbesi 1994 yılındaki yerel seçimlerde vuruldu. İstanbul ve Ankara'da üç başlı olarak seçime giren SHP, CHP ve DSP hiç ummadıkları bir mağlubiyet alınca, üçü arasından en güçlü olan SHP kendini Baykal'ın CHP'sine kattı.
1995 genel seçimleri öncesinde iki adet sol parti kalmıştı böylece. Birincisi, daha ulusal çizgiye kendisini konuşlamış Ecevit'in DSP'si, diğeri ise daha dinamik olan Baykal'ın Yeni Sol'u (kendisi İsmail Cem ile birlikte bu kitabı kaleme almıştır) ve CHP'si. Sonuç CHP için hüsran olmuştu, 1999'da tekrarlanmak üzere. (Tabii CHP'nin yenilgisini sadece ideolojik sebeplere bağlayamayız. CHP'nin imajı, DYP ile olan koalisyon ortaklığındaki milyon tane skandaldan dolayı da oldukça hasar görmüştü)
Sonrası ise malum. Ecevit'ten boşalan koltuğu Baykal'ın doldurma hevesi, ve CHP'nin geldiği noktayı herkes biliyor.
İşte Türkiye sosyaldemokrasisinin "ulusalcı" çizgiye kayışının temelleri bu şekilde atıldı. Sosyaldemokrasi, tabanını değiştirmek için uğraşmak yerine daha çabuk iktidara gelme ve sol içindeki rakibine üstünlük kurma kaygısıyla statükoya yanaştı, ve de her mağlubiyetten sonra daha da basiretsiz, daha da pısırık hale geldi. İçindeki "üniter" ve "planlamacı" devlet canavarını yiyemedi, o canavar onu yedi.
CHP'nin bugün nasiplendiği oy tabanını irdelemek için, 1995 Genel Seşim Sonuçlarına bakmak da bir fikir verebilir: Bugün İstanbul'da CHP'nin kalesi olarak görülen Kadıköy, Şişli, Adalar, Beşiktaş gibi ilçelerde 1995 yılında ANAP ve DYP'nin kesin bir hegemonyası var idi. Buralarda DSP ve CHP'nin oy toplamı, Türkiye düzeyindeki oy toplamı olan %30'un üzerine çıkamıyordu. Yine İzmir'de DYP ve ANAP'ın oy toplamı %41 iken, DSP ve CHP'nin oy toplamı %37 civarında idi.
2011 Genel seçim sonuçlarının Meren adlı blog'da yapılmış çok güzel analizinde görülen kesin sonuçlardan birisi de bugün CHP'ye sadece gelişmişlik endeksinde pozitif illerin oy verdiğidir.
Neticede, CHP'nin cidden sol olabilmesi öncelikle 1989'daki özgürlükçü söylemlerine geri dönmesi Kürt siyasetine yakınlaşması lazım. Bu "sol" olduğunun göstergesi olmayacak tabii, ama en büyük engeli aştığı anlamına gelecek. Daha sonra tabanına bugün "sol" diye kabul ettikleri değerlerin, tarihsel çizgide sol mol olmadığını, sadece yaşam tarzı ve milliyetçilik odaklı siyasetin, o siyasetin esas sahibi geldikçe gitgide daha da başarısız olacağını anlatması lazım. Tabanı bunu idrak etse de kurmay kadrosundaki eskinin İnönüleri, şimdinin Baykalları bunu idrak edemeyeceğinden ciddi bir "bagajdan kurtulma" hali de şart tabii.
Bugün Türkiye'de yapılacak en etkin muhalefet, ücretliden alınan vergilerle, işçilerin sosyal güvenliksiz çalışmasına vurgu ile, herkes için özgürlük sloganı ile başlayacaktır. BDP'nin "statü", CHP'nin de "eski kentsoylu" ve "statüko" bariyerlerini aşıp, etkin bir muhalefet dili geliştirmesi şart. Zira Türkiye'de merkez sağı birleştirmiş bir partiye ancak muhalefet edilir, ve o blok çatırdamadan da söz sahibi olunması imkansız kere imkansızdır.
Monolitik bir sağ blok haline dönüşmüş AKP'nin üzerinde demokratikleşme baskısı hissetmesi için de bu dönüşümün gerçekleşmesi şart. Yoksa artık dünya tarihinde bir ilkin olmasını bekleyip, "otoriter kapitalizm"den mutlak fayda sağlayacak muhafazakâr bir partinin kendi kendine özgürlükçüleşmesini umut edeceğiz.
1 yorum:
Güzel yazmışsın.Eline sağlık.Bende bir tesbitte bulunacğım izninizle.Eski CHP ve eski sol zihniyeti ''halk aptal'' diyordu yeni CHP ve yeni sol ise ''halk akıl hastası'' diyor.Çöküşte devam ediyor.Gerisi lafı güzaf.37 yıl önce tatile çıkışından bildiğimiz Ayşe’nin kocası, sabık merhum Hariciye Vekili Turan Güneş’in damadı, Hurşit Güneş’in eniştesi “ünlü sosyolog” Sencer Ayata başkanlığındaki komitenin TÜRBAN'a bulduğu çözüm gibi YASSAH HEMŞERİM derseniz millet yararın herşeye çökersiniz.
Yorum Gönder