2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com

3 Haziran 2011 Cuma

The Economist Başmakalesi Üzerine

The Economist, yaklaşan Türkiye seçimlerini anlatan ve her zamanki gibi öze dair gerekçelendirilmiş başyazısında "Türkler CHP'ye oy versin" dedi, ve tabii ki ufak çaplı bir infial yarattı bu gelişme. 7 yıllık sadık bir The Economist okuyucusu olarak (ki bir ara abonelik hatası sebebiyle hem Türkiye, hem ABD adresime dergi almıştım, o yüzden iki katı okumuş sayılırım 1 yıl boyunca), ülkede yeşeren paranoya ve komplo çiçeklerini soldurmak adına, bir açıklayıcı yazı yazmanın uygun olacağını düşündüm. Yazı 3 kısımdan oluşacak: Öncelikle The Economist'in misyonu ve hedef kitlesini açıklayıp sonra kendilerinin seçim yazılarını değerlendireceğim. Son aşamada ise, dışarıdan bakınca The Economist yazısının neden normal olduğuna değineceğim.

I. The Economist Nedir, Ne Değildir?


Öncelikle The Economist, herkesin okuması için yazılan bir dergi değildir. Okuyucusunun temel ekonomi bilgilerine vakıf olduğunu varsayar, dünya politikasını anlatırken dipnot düşmez ve genel bir ilgi olduğunu düşünür. Derginin hedef kitlesi üst düzey eğitim almış ve de politika belirleyici konumda olan kişilerdir. Zaten dergide yayınlanan iş ilanlarına baktığınızda, ortalama maaş yıllık 150 bin dolar, ortalama istenen tecrübe 5 yıllık liderlik pozisyonudur (liderlik dediğimin öyle kıytırık üniversite kulübü olmadığını anlamışsınızdır zaten).

The Economist dergisinin en önemli özelliği, yazılarda yazanın imzasının olmamasıdır. Dergi, her yazısını sanki bir adet editörün elinden çıkmış gibi düzenler. Bu yüzden "farklı görüşten insanların yazdığı" bir mecmua kesinlikle değildir. Bu bağlamdan bakınca, derginin objektiflik ve bağımsızlık iddiasında olmadığını söylemek de zor olmaz. Derginin bir duruşu vardır, ve o duruş serbest piyasa, küreselleşme ve özgürlükçü toplum ekseninde şekillenir.

Özetle şu: The Economist illaki gazetecilik ya da dergicilik yapmaz. Ondan önce kanaat önderliği ve danışmanlık yapar.

II. The Economist'ten Seçime Ne?

The Economist, mevzubahis ülke dünya ölçeğinde bir yer tutuyorsa, o ülkede demokratik bir yapılanma mevcut ise, ülke yatırımcıları ve politika yapıcıları ilgilendiren bir ülke ise, o ülkenin seçimleri hakkında yorum yapar. Bakın haber yapar demiyorum, yorum yapar diyorum.

Örneğin dergi en son Amerikan seçimlerinden önce şu başyazı ile çıkmıştır:

"It's time: America should take a chance and make Barack Obama the next leader of the free world." 

Yani Türkçesi ile:

"Artık zamanı geldi: Amerika şansını kullanmalı ve Barack Obama'yı özgür dünyanın bir sonraki lideri yapmalıdır." Fiile dikkat: yapmalıdır.

Dergi benim hatırladığım kadarıyla İtalya'dan Brezilya'ya, İspanya'dan Almanya'ya, Meksika'dan İngiltere'ye bir çok seçimlerden önce "Şu adayı destekliyoruz, bizce şu aday kazanmalı, bu kazansa fena olmaz" gibi  kanaat bildirir. Buna endorsement denir, seçimlerden önce kurum ve kuruluşların desteğini açıklaması Britanya ve Amerikan tarzı politikada normal addedilen bir olgudur. (Bizim objektif gözüküp de subjektif takılan siyaset kimyamıza ters tabii)

O yüzden "The Economist ne biçim gazetecilik yapıyor!", "The Economist seçime müdahale ediyor!", "The Economist'e ne bizim meselemizden?" gibi argümanlar oldukça alakasız kalırlar. Hele ki bir yandan küreselleşmeden dem vurup, ülkenin ne kadar geliştiğinden ve etki alanının genişlediğinden bahsedip öte yandan "Bu dergiye ne? Birileri düğmeye bastı" tarzı konuşmak, komedinin daniskası olur.

III. The Economist Ne Biçim Yazmış! 

Türkiye hakkında yayınlanan yazının oldukça basit bir mantıksal önermesi var: "Türkiye AKP sayesinde oldukça ilerledi, lakin bu seçimlerden sonra AKP tek başına anayasa yaparsa otokratik bir hale dönülebilir, bunun sinyallerini verdi. Bu yüzden AKP'nin tek başına yapacağı bir anayasayı engellemek için alternatif partilere, CHP'ye oy verilmelidir."

Belki ülke içinden bakınca bu önerme size saçma ve basit ve yersiz geliyor olabilir, ama dışarıdan bakan bir yabancı kurum için hiç de şaşırtıcı değil. Neden mi?

- Ülke sınırları içerisinde "AKP geçici olarak milliyetçi" argümanı tutar, zira herkes niyet okur. Lakin Batılı "Geçici olarak milliyetçi olmak ne demek? O milliyetçi kitle size oy verdikten sonra birden puf diye demokratikleşmeyecek ki, hala sizin tabanınızda olacak? Hem neden seçim barajını 8 senedir indirmediniz?" diye sorar. 

- Siz AB sürecinde kaplumbağadan da yavaş bir hıza indiğinizde sizin halkınız bunu dert etmeyebilir, lakin Batılı bir derginin gözünde bu bir uyarı işareti olarak algılanır, reformist yaklaşımların geleceğinden endişe duydurtur.

- Siz Ergenekon sürecinin içinde bulunduğu çıkmazı Türkiye içerisinde "post-Ergenekon" gibi tanımlamalarla satar, "gevşek bağları" dahi teröristlik delili olarak görüp insanları süresiz tutuklu tutmayı makul gösterebilirsiniz. Lakin Batılı için "Ama bunların da böyle bağları var, siz bilmezsiniz, 1 numaraya gidiyoruz" argümanları tutmaz. Batılı için soru şudur: "Bu gazeteci ne yapmış, hangi yasal düzenlemeye istinaden içeride?". Bu yüzden bunu demokrasi mücadelesinden ziyade totaliter bir sinyal olarak algılar.

- Mikro ölçekte de dışarıya yansıyan sert protesto müdahaleleri, yasaklar vs.yi de ekleyin bunun üzerine.

Lafı uzatmayayım. Ülke sınırları içinde, dün yazdığım "Aydının İkilemi" yazısında da belirttiğim üzere, pozisyonlar "niyet okuma" üzerinden şekillendiği için siz uygulama ve söylemleri olumlayabilir, bir kılıfa sokabilirsiniz. Lakin dışarıdan çıplak gözle bakıldığında görülen şu: Türkiye son 8 ayda sivil özgürlükler adına oldukça geriliyor, AKP "liberter" değil "otoriter" bir demokrasiye doğru gidiyor.

Bu yüzden, yıllardır AKP iktidarına destek vermiş olan The Economist dergisinin, AKP'nin demokratik tandasları hakkında çekince duyması olağan kere olağandır. Altında hiç "düğmeye basıldı, kesin bir çıkarı var" tarzı işler aramayınız, abesle iştigal etmiş olursunuz. (Şakasını yapanın haricinde ciddi ciddi İnan Kıraç ve The Economist bağı iddia edeni de gördüm zira.)

IV. Sonuç

Yukarıda anlattıklarım ışığında, The Economist her zaman yazdığı tipte bir yazı yazmıştır. Dergi, Türkiye'de seçim sonuçlarını etkilemek vs. derdinde hiç değildir. (Eğer siz böyle köklü ve prestijli bir derginin bu hesap peşinde koştuğunu düşünüyorsanız gerçekten eksik düşünüyorsunuzdur.) The Economist'in belirli prensipleri vardır, ve bu prensipler doğrultusunda da fikir belirtir. 2007 seçimlerinden önce nasıl "Bu seçimleri AKP kazanacaktır, ve kazanmayı da hak ediyordur" yazdıysa, 2011 seçimlerinden önce de bu karakterde bir yazı yazabilir. The Economist'in bu tür yazılar kaleme almasını eleştirecekseniz, tümden bir eleştiri getirmeli, sadece Türkiye ve hatta bu yazı özelinde yaklaşmamalısınız.

Bu yazıdan sonra düşünülmesi gereken çok şey var, orası kesin. Lakin çıkara çıkara "İşte düğmeye basıldı, birileri sipariş verdi" sonucu çıkaranlara esenlikler dilemekten başka çare kalmaz.

8 yorum:

ahmetkizilay dedi ki...

bu seçimi etkileyecek en büyük güçlerden bir tanesi de bağımsızlar. bu yazının bağımsızlara hiç değinmeden direk chp'yi desteklemesi beni pek memnun etmedi.

semioticus (shelbyl) dedi ki...

The Economist zaten liberal oldugundan, daha cok "sosyalizm" ile anilan bir partiyi destekleyemezlerdi.

Adamlar gayet pragmatist yaklasmislar. Belki de artik cogu ulkede secim "iki partili" hale geldiginden Turkiye'ye de oyle bir model ongorduler kafada.

Yaziyi ben de cok sevmedim. Lakin bu yazinin neden yazildigini idrak etmeden uzerine atlanmasina da gonlum razi olmadi.

Osman dedi ki...

Dergiyi en az sizin kadar uzun zamandır takip eden biri olarak neresinden bakarsanız bakın çok şaşırtıcı bir makale olduğunu düşünmekteyim. Ve şu ana kadar okuduğum en iyi analizlerden birini de sizin yaptığınızı düşünüyorum.

Oguz Benlioglu dedi ki...

Fazla yüzeysel ve aceleyle yazilmis bir makale bence. Afedersiniz ama güncel bir konu blogumuz bu olayin disinda kalmasin cabasi güdülmüs sanki. Yalniz avrupali mantigini ifade etme yani degerlendirilebilir.

semioticus (shelbyl) dedi ki...

@Osman

Yazi kesinlikle sasirticiydi, ama The Economist'in zaten Turkiye'deki ozgurluklerin azaldigina dair cekincelerini ortaya koyan bir iki yazi cikmisti. Altyapi vardi, ama bu kadar "cotonk!" diye bir yazi kesinlikle beklemiyordum ben de.

@Oguz Benlioglu

Neden yuzeysel ve de aceleyle yazilmis oldugunu dusundunuz? Ben konuyu kapsamlica anlattigimi dusunmustum, sizce eksik kalan noktalar nedir? Onlari da yorum kosesine ekleyelim icabinda.

alper dedi ki...

The Economist Dergisi’nin oylarımızı CHP’ye vermemiz telkinine (eminim ki Türkiye Muhabiri, İsrail-Ermenistan-perver Türkofob Amberin Zeman’ın bununla alakası yokturdur)kişisel bakışımdır.Ulusal Kanal gibi günde 24 saat Ak Parti’ye küfretmez dünyanın Wall Strreet Journal’ları, CNN’leri BBC’leri. Objektif, yansız, evrenselci , güvenilir vb imaja önem verecek.Bunların hangi oyunları , nasıl oynadıklarını anlamaya başlamak için bir günkü CNN-International yayını ile aynı günkü El Cezire yayınını kıyaslayın. Sonra bana gelin öğreteyim.Bir de benden dinleyin siz bu “mainstream media” dedikleri Siyonist propaganda makineleri ve “entellektüel fahişelik” olayını. Türkiye’de “merkez medya” dediğimiz medya veya daha daraltalım, Doğan Medya’da Ak Parti lehine yazılar dün de çıkıyordu , bu gün de çıkıyor (Cengiz Çandar, Taha Akyol, Hasan Cemal vb köşe yazarları). Buna dayanarak “Doğan Medya demokrattır, darbeleri desteklemez, tarafsızdır, laikçilik yapmaz, komploların içinde yer almaz desem ne dersiniz? Batı Medyası hakkında bildikleriniz ya o medyayı kendi tasvirlerinden öğrendiğiniz, ya da onlardan öğrenenlerden duyduklarınız.

alper dedi ki...

Batı bilir, İngilizce yazıları takip eder, sofistike aydınlar (İslami olanlar da dahil) : Siz bilmiyorsunuz. Economist, Washington Post, New York Times gibi Batı’daki establishment medyasının kodamanlarının bir çok Batı ülkesindeki seçimlerde “endorsement” yapar. Yani kimi desteklediğini resmen açıklar. Bu bütün yazarları bağlamaz. Nitekim geçmişte bu yayınlarda Ak Parti hakkında olumlu düşünceler serd eden yazılar da çıkmış idi. Daha sonra gene çıkabilir.
Bu paragraftaki sofistike abilerin bildiğini bilen yalnız onların da ötesine geçip, Batı medyasının kodlarını çözebilecek tecessüs, şüphecilik, kritik eleştiri basiret ve feraseti olanlar;Batı medyası Yahudi kontrolündedir. Daha önce Ak Parti’ye toptan bir karşıtlık sergilemeyen establishment medya kuruluşlarının şimdi ateşin dozunu arrtırmaları için bir çok sebep vardır. İsrail’in arkası ciddi ciddi tutuştu, Arap Baharı ve Türkiye’nin her gün büyüyen önemi ve Batılılar için dahi bölgede İsrail’e alternatif olma tehlikesi.
Ve birde Ergenekoncular-Neoconlar ilişkilerinin sıklaşması. Bu sıklaşmada Rodrikler’in kayda değer ve malesef ne medyanın ne de demokratik çevrelerin yeteri kadar önemsediği kirli ilişkileri (alooo? Araştırmacı gazeteciler! Nerdesiniz? Korkak mısınız, tembel misiniz?)

semioticus (shelbyl) dedi ki...

@alper

Komplo teorilerini seviyorum hocam senin.

Bati medyasi Yahudi kontrolunde soylemini Amerika'da en cok kim dile getiriyor biliyor musun? O bahsettigin Neocon'lar. Suphesiz ki burada senin icin buyuk mesajlar var.

Dunyadaki 12 milyon insanin butun kapitali ve medyayi kontrol ettigine inanmak rahatlatir tabii insani, lakin benim Yahudi olup da issiz kalan, cok zengin olmayan vs. arkadaslarima bunu dersen pek iyi bakmazlar sana.

Turkiye'den bakinca denklem tek bilinmeyenli. Ama biraz daha yurtdisini takip edersen islerin o kadar da basit olmadigini goreceksin.