2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com

14 Aralık 2010 Salı

Yumurta ve Şiddet Mevzusu

Bu konu hakkında uzun zamandır bir şeyler yazmak düşüncesindeydim, lakin elimde olmayan sebeplerden erteleye erteleye bugüne kaldı. İşin garibi bu geçen süre boyunca bu konu hiç gündemden düşmedi, en son dün Başbakan Erdoğan "Cebinde taş, molotof, yumurta taşıyan öğrenciler var" diyerek molotof kokteyli ve yumurtayı muadil konuma indirgeyerek yeni bir kavramsal açılım gerçekleştirdi.

Uzun uzadıya açıklamamı yapmadan diyeceğimi en başta diyeyim: Yumurta atmak en medeni ve masum protesto çeşidi değildir, lakin Türkiye'de daha modern protesto şekillerine karşı güç odaklarının tutumu malumdur. Bunun tepkiselliği unutularak yapılan değerlendirmeler havanda su dövmeye eşdeğer olurlar. Hele ki bu yumurta mevzusunda siyasi pozisyona göre taraf belirlemek ve belirlenen taraf doğrultusunda da polisi savunur hale gelmeyi hafif bir tabirle tanımlamak imkansızdır.

I. Yumurta ve Eylem: Teorik Düzlem


Tezi böyle açıkladıktan sonra biraz kavramsal ilerleyelim. Soru şu: Yumurta atma eylemi, modern dünyada kabul edilebilirlik açısından nerededir? Bu eylem, ifade özgürlüğü paradoksunda nereye düşer?

Öncelikle politik altmetini olan yumurta atma eylemini "şiddet" olarak tanımlamayı kesinlikle yanlış buluyorum. Yumurta atılan bir insan, eğer yaşı çok ileri/çok küçük değilse ve de ekstrem bir sağlık sorunu yoksa hiçbir şekilde fiziksel anlamda zarar göremez. Tek sıkıntı, yumurtaya maruz kalan kişinin duş alana/üstünü değiştirene kadar etrafına yaydığı kötü kokudur. Bu yüzden yumurta ve pasta gibi protesto araçlarını "şiddet aracı" olarak lanse etmek konuyu saptırmak olur.

Yumurta, pastadan daha ucuz ve daha kolay erişilebilir olduğundan daha sıklıkla tercih edilen, nispi olarak zararsız bir araçtır. Lakin bu, yumurta atmayı tek başına haklı bir protesto yöntemi yapmaz. Bu kısmın ilk paragrafında belirttiğim paradoks şudur: Yumurta atmak bir ifade olarak kabul edilirse, yumurtanın atıldığı insanın ifade özgürlüğü ile çelişir mi?

İşte bu noktada, yumurtanın atıldığı koşullar çok önemli olmakta. Örneğin bir politik figür bir konuşma sonrası aracına binerken ona yumurta atılırsa, mağdurun hiçbir ifadesel durumu olmadığı için bu eylem kabul edilir olur. Gene bir konuşma bittikten sonra atılan yumurtalar da aynı şekilde değerlendirilir. Bir konuşma esnasında dahi atılacak bir yumurtayı tolere edebiliriz duruma göre. Fakat yumurta atma eylemi, yumurta atılanın ifade hakkını gasp edecek şekilde/sıklıkta yapılırsa, o noktada haklı bir protesto olmaktan çıkıp saçmalık ve densizlik haline gelir.

Özetle: Yumurta en medeni protesto şekli olmasa da kullanılabilir, fakat yumurta hiçbir zaman atılanın ifade özgürlüğünü engelleyecek şekilde atılamaz. En uygunu, fikirlerin beyanı ve teatisi nihayete erdikten sonraki çözümsüzlük aşamasında atılacak sembolik değerdeki yumurtadır.

II. Yumurtayı Doğuran Koşullar: Pratik Düzlem

Daha önceki referandum sürecini değerlendiren bir yazımda "Konjonktür gereği aynı potaya yaklaşmış olan "muhafazakar liberal" ve "sosyal demokrat/liberal"lerin ayrışma sürecinin de referandum sonrasında başlayacağını öngörebiliriz." demiştim. Bu ayrışma sürecinde çizgi görevi gören olaylardan birisi de bu öğrenci eylemleri oldu.

Olaylar sonrasında öncelikle AKP'li/muhafazakar olup demokratlığını bu çizgide şekillendiren Akif Beki, Mümtaz'er Türköne ve Yıldıray Oğur gibi yazarlardan ardı ardına "orantısız güç diyorsunuz da, polisleri de anlamak lazım" minvalinde yazılar geldi. Ben bu refleksin sebebini, bu cenahta sol kimlikte eylemlere duyulan 1980 öncesi kaynaklı alerji olarak değerlendiriyorum. Haklılığı-haksızlığı ayrı bir potada tartışılabilir, lakin bu çizgide düşünenlerin analizlerinde es geçtikleri çok önemli bir nokta var: Yumurta atmak, tam da bu "anlamak lazım" diye niteledikleri polislerin yıllardır "anlamak lazım" diye pışpışlanmasından dolayı geliştirdiği tutum sebebiyle mümkün.

Gösterinin ve toplaşmanın sebebi 1 Mayıs, futbol maçı, Cumartesi Anneleri, bildiri okumak isteyen gomünis gençler vs. olsa da, bu ülkede uzun zamandır değişmeyen bir şey polisin bu eylemcilere karşı olan önyargılı tutumu. Yolda duran adamı tokatlayanlar, tuttuklarını çöp tenekesine atanlar, alakasız kişileri polis şiddetine maruz bırakanlar ve sonrasında "İçimizde hallederiz" şeklinde savunulanların bulunduğu bir cemaatten bahsediyoruz. Unutmamak lazım ki daha 2 sene öncesine kadar biber gazı stoğu bitirmekle övünen bir Emniyet Genel Müdür vardı İstanbul'un tepesinde, hoş yenisi de çok farklı değil Can Dündar'ın yazısı uyarınca. Tüm bunları göz önüne alınca, bir eylemcinin kendisine bir müdahale yapılacağı beklentisi ile gösteriye hazırlanmasını beklemek çok da garip olmasa gerek.

Burada göstericilerin şiddete meyilini haklı çıkarmaya çalışmıyorum, yanlış anlaşılmasın. Tabii ki en güzel ve en istenen protesto yöntemi diyalog temellidir. Lakin sözün dahi cezalandırıldığı bir memlekette yaşayınca, öğrencilerin buraya sürüklenmesi de beklenmelidir. Yumurta olayından önce, pankartla ve sloganla zarasız bir şekilde protesto düzenleyen 18 adet İTÜ'lü öğrenci 15 ay hapis cezası almışlardı mesela, ki bu pankart cezalarını kanıksamış bir ülkedeyiz. Bu saçma adalet örneklerinin getirdiği tepkisellik yumurta olursa, bu noktada öğrencilerden öte bir sorgulama yapılması gerekir.

III. Siyasi Eklemleşme: Yanlış Düzlem


Üstteki kısımda değindiğim durumun en tehlikeli uzantısı, gene bu seçim maratonunun hızlanmaya başlayacağı zaman dilimindeki eklemleşme ve de sağduyu yitimi olacaktır.

Hani icraatlerine artık şaşıramıyoruz bile, ama yumurtaya öncül polis şiddeti olaylarını takiben Vakit Gazetesi şöyle bir karikatür yayınladı:


Altmetin itibariyle hamile bir kıza uygulanan ve bebeğin ölmesine sebep olan şiddeti haklı gören, üstmetinde daha cenin halinde bir bebeği bomba olarak resmeden; bir de en alakasız biçimde bütün bu olayı kontekstten koparıp darbe boyutuna indirgeyen bir kepazelik bu.

Peki bu noktaya nasıl geliniyor? Bu karikatüristin, bilinçli ya da bilinçsiz olarak olayı darbe kelimesiyle ilişkilendirmesi ve böylece haklı çıktığını sanması/umut etmesi nedendir? Cevap arabaşlıkta gizli.

Bu siyasi eklemleşme halini, protestolara getirilen başka eleştirilerden de anlıyoruz. Mesela belli bir süre "Protestocuların arkasında CHP var, Ergenekon var vs." gibi bir söylem benimsendi. Öyle olması ya da olmaması, yaşananların niteliğini değiştirmez. Hamile kızın evli olmadan neden hamile olduğu bile tartışıldı ki, buradaki ahlakçılığın konuyla hiçbir alakası yok. Muhalefet de, polisin, askerin ve yargının onlarca yıllık günahlarını hiçe sayarak olayı hemen AKP'nin boynuna asmaya çalıştı. Seçimler yaklaşırken, refleksler de sürece adapte oluyorlar tabii.

IV. Sonuç


Halbuki burada tartışılması gereken şu: Protesto neden yapılıyor? Neden gençler kendilerini farklı bir şekilde ifade etmiyorlar/edemiyorlar? Neden polis bazı olayları seyrederken -mesela önceki haftasonu yaşanan Bursa - Beşiktaş gerginliği- bazı olaylarda ekstra önlemler alıyor? Neden polisin devletin şımarık çocuğu olduğu defalarca tescillenmişken, hala daha tartışmanın öznesine o konmuyor? Askerin ve biraz da yargının "hesap sorulabilirliği" (accountability) bu ülkede -haklı olarak- tartışma konusuyken, neden polis bu muameleden muaf kalıyor, ve hatta ona siyasi otoritece sahip çıkılıyor? Neden bu yaşanan yarı-ilişkili olaylardan "yumurta" olanı gündemde kalırken, ötekisi sayfaların dibine doğru iniyor? Bu ülkenin içine iyiden iyiye sinmiş klasik sol alerjisi ile hesaplaşılmadan, doğru dürüst bir demokrasi hayal edilebilir mi? Söyleyenler, söylemlerinde ne kadar samimiler?

Yumurtanın o tavukla polemiksel ilişkisi siyasi düzleme de sıçramış haldeyken, bu soruları doğru düzgün tartışacak zemin bulmak da zorlaşıyor.

10 yorum:

outlaw dedi ki...

nerden başlasam, nasıl anlatsam, aslında ben de bu konuya dair yazmak istiyorum, ama kafamı toparlayıp yazma imkanını "offline" işlerim yüzünden bulamadım şimdiye kadar.

yazdıklarının büyük bir bölümüne katılmakla beraber, liberal demokrasi kurgusunun açıklarına dikkat çekme gereği duyuyorum. "eşitler arası bir ilişkide tarafların birbirinin ifade özgürlüğünü gözetmesi" olarak tanımlayabileceğimiz liberal demokrasi kurgusu, bu eşitliğin varolmaması nedeniyle anlamsızlaşıyor. örneğin yumurtalanan burhan kuzu günlerdir olay hakkındaki görüşlerini kamuya istediği gibi açıklayabiliyor. bir ana ve mekana özgü "ifade özgürlüğünün kısıtlanması" bu durumda - bence - sembolik bir anlam taşıyor. aynı zamanda gerek islamcı çevrelerin, gerekse taraf çevresinin vs. "faşist" ilan ettiği "yumurtacı gençler" eylemlerinin medyaya yansıması haricinde çok fazla ifade şansı bulabilmiş değiller. ki yine basında "ergenekoncu bunlar", "karargahçılar" vb. minvalinde - kısmen bireyler de doğrudan hedef gösterilerek - sürdürülen propaganda operasyon hazırlığı. (tecrübelerime dayanarak ben öyle okuyorum en azından.)

neyse lafı daha fazla uzatmadan sadede geleyim: eşitsizler arası ilişkilerde, eşitlik üstünden kurgulanmış kuralların (sadece yasa anlamında değil, etik açısından da aynı durum geçerli) her zaman güçlünün çıkarına işleyeceğini düşünüyorum. dolayısıyla yumurta atma eylemiyle erdoğan'ın "ananı al da git"i aynı biçimde "antidemokratik" olarak damgalanamaz bence...

Azwraith dedi ki...

bayağı uzun zamandır yorum yapmıyorum sanırım bu bloga. outlaw'ın dediklerine katılıyorum. katılmakla beraber, yazıyı okurken 3 hafta önce kartalspor-Altay maçına giderken Söğütlüçeşme'de rutin kimlik kontrolü yapıp sayı alan polislerin lakayıtlığını, gelip benden sigara istedikleri zamanı hatırladım.

Sanırım Türkiye'nin büyük bir çoğunluğu gündelik hayatını "kahveane muhabbeti" tadında yaşıyor.

semioticus (shelbyl) dedi ki...

Cok guzel bir bakis acisi bu. Liberal demokrasinin cikmazi elestirisine de katiliyorum, lakin onun alternatifini olusturmak icin apayri bir sistem tanimlamak gerekeceginden o sulara hic girmiyorum.

Aslinda su seksen defa degistirdigim cumlemle anlatmak istedigim de biraz da o bakis acisini desteklercesine idi:

"En uygunu, fikirlerin beyanı ve teatisi nihayete erdikten sonraki çözümsüzlük aşamasında atılacak sembolik değerdeki yumurtadır."

Eger sesi dinlenmeyen kesimin sesi yumurta araciligi ile cikiyorsa/cikmak zorundaysa, o zaman o yumurta atilmalidir. Cozumsuzluk asamasini tanimlamada mikro duzeyde farkli acilimlar getirilebilir.

Bu ezen/ezilen dinamiginde ezilene de teorik duzeyde hak vermek ve de sistemin kendi kendisini bu sekilde onarmasini beklemekten baska bir care yok bence, o yuzden bu yolda egemenin dilinden egemen elestirisi yapmayi en mantikli yol olarak goruyorum. Tabii bunu da sayfalarca tartisabiliriz ama bu yorum kosesi muhtemelen yetmez :)

alper dedi ki...

ben twitten cik cikleyene dek buraya göz atsam shelbyl' ide gereksiz hezeyanlarım ve histeri krizlerimle meşgul etmeyecekmişim.vay anasını.:)))

Vel hasılı kelam,uzun lafın kısası kısa lafın hülasası bu yumurtalardan omlet çıkmaz.Hadi diyelim çıktı 'gandhi' yada 'ergenekon'un karnı doymaz.Bu yumurtaları atanlardan Deniz Gezmiş veya Cengiz Çandar'da çıkmaz.Çıksa çıksa iyi kıvıranları ve şanslı olanlarından E.Özkök çıkar.Diyarbakır'da polis taşlama oyunu öğretilen çocukların mizansenleri bile BANA daha inandırıcı geliyor.Ama onları da maşalarını da anlıyorum.Ümit fakirin ekmeği..Cumhuriyet Mitingleri’nde “imam bayılmadı ve millet te ayılmadı” tam da tahmin ettiğim gibi. Bu yumurtaların üzerine sizi, Ergenekoncu maşalarınızı, seçimlerde Cihangir cafelerindeki mutuel masturbasyon topluluğu mensupları kadar oy alan, eşleri “sahi sen hangi partinin başkanıydın” diye soran, çaresiz eski “rebels without clue” ları koysam bir omlet çıkmaz.Hiç olmazsa bir 'glorius' geçmiş yazarsınız ve 2030 larda çilingir sofralarınızda nostalji yaparsınız.Ta ki benim gibi biri çıkıp ben sizin gençliğinizi de bilirim diyecek diye ödünüz kopana kadar.
Alakalı bir yazı burada..
http://www.taraf.com.tr/murat-belge/makale-27-mayis-arifesinde.htm
Bir diğeri de burada..
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1064049&title=inal-batu-1960ta-ogrenciydim-olaylarin-ulkeyi-nereye-goturdugunu-biliyorum

semioticus (shelbyl) dedi ki...

@alper

Bu verdigin yazilardaki adamlardan Murat Belge'ye saygi duysam da, bu tur tahlilerdeki "X'i yapan Y'yi de yapacaktir, tarihsel surec boyle isler" mantigini kabullenmedim, kabullenmeyecegim.

"Tabii iş “AKP’yi alaşağı etmek”le bitmeyecek. Bununla birlikte AB hedefi, demokrasi vb. de “alaşağı” edilip geleneksel rejimimizle yola devam edeceğiz."

Ben AKP iktidarini sonuna kadar elestiren, ve hatta asagiya inmesinde de zarar gormeyen birisi olarak, AB hedefi ve demokrasiyi de sonuna kadar destekliyorum. Su "ya sundadir ya bunda" tadinda baslayan analizlerin samimiyetine inanmayi da cok cok cok once biraktim sanirim.

Inal Batu ne demis: Olaylar buraya gidiyor. Peki sevgili Batu, olaylar Fransa'da nereye gitti? Yunanistan'da? Yahu 70'lerin dinamigi ile 2010'larin dinamigi boyle kume elemani esler gibi birebir eslenir mi?

Belge'nin yazisinin devamini okumyamiyorum pinti oldugumdan, aslinda iyi bir yere baglayacak gibi duruyor; lakin artik secim oncesinde dimagimi aritma yontemini seciyorum ve de bu tur bir kamplasma oneren hicbir yazari okumuyor, direkt cope atiyorum.

alper dedi ki...

@shelbyl

Danıştay saldırısından bu güne deniyorlar “darbeye alternatif” veya Murat Belge yazısında belirtilen “darbeye davetiye-zemin hazırlığı” yöntemlerini, saatleri 1960′ta durmuş müzminler.
TV’de gördüğüm Dolmabahçe manzaraları dünyanın hiç bir yerinde “polisin orantısız güç kullanması” olarak telakki edilmez. ABD’de olsaydı bir kaç tanesi kurşun yağmuruna tutulurdu. Bilmiyorum, bizim birden bire “ultra-liberal insan hakları havarisi” kesilen medyacılar nerden öğrendiler “polis kendisine taşla, sopayla sadırana gülle karşılık verir” standardını ama bu bir özgürlükçülük-demokrasi hidayetidir inşallah.Bu şikayetleri perişan, wannabe rebel kalabalığından bağımsız olrak, polise “orantısız güç kullandı” diye yapılan eşeştrilerin olumlu bir işlevi olduğunu da ilave edeyim de protesto-karşıtı, polisçi falan olmayayım. Bu eleştiriler sayesinde bu gün 70′lerden çok daha nazik, profesyonel bir polisimiz var.
----------------------------------
EYLEMCİ KIZ LİSELİ ÇIKTI

Protesto gösterilerinde polis dayağı sonucu bebeğini düşürdüğünü iddia
eden E. Ö. ile ilgili yeni bilgiler ortaya çıktı.

Eylemci kadının, iddia edildiğinin aksine, üniversite öğrencisi değil,
Antalya’da Lise 2. sınıfta okurken okulu bırakmış bir şahıs olduğu
öğrenildi.

Olayın ardından gözaltına alınmadığı belirlenen genç kadının olaydan 3
saat sonra Taksim İlkyardım Hastanesi acil servisine (dümenden)
kasığında ağrı şikâyetiyle saat 14.15 de gittiği belirlendi. (tabi
sonradan “vah-vah kızcağız bebeğini düşürmüş” haberi yapacak medya
hazır) bekliyor

Muayene sonucunda ‘darp ve cebir izine rastlanılmadı’ şeklinde rapor
verilen E.Ö’nün DEV-LİS (Devrimci Liseliler) Antalya sorumlusu olan
İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler öğrencisi B.S. ile aynı
evde kaldığı öğrenildi. (yani adam istanbul’da üniversite okuyor, bir
liseliyi metres edinmiş, o kız da liseyi terk edip güya devrimci bir
hayat yaşadıkları hayalleri ile bu adamın örgüt evinde metresliğini

yapıyor!)

- Alıntılanan metni gizle -

2 Eylül 2009′da Antalya’da DHKP-C terör örgütü mensubu Güler Zere’nin
serbest bırakılması amacıyla yapılan yürüyüşe katıldığı belirlenen
E.Ö’nün 1 Mayıs 2009′da yine Antalya’daki 1 etkinliklerine DEV-LİS
pankartı altında katıldığı ortaya çıktı. (Polis kamera kayıtlarını
inceleyip eylemciler hakkında roman gibi bilgiler topluyor)

semioticus (shelbyl) dedi ki...

ABD'de polisin kursun sikmayi amiyane tabirle soyluyorum "buzugu yemez". Guney eyaletlerinde falan olur oyle seyler de, kuzeydoguda protesto olacak da polis kursunla bastiracak, silerler adami yeryuzunden.

Bir kere ABD'de o ogrenciler istedikleri yere istedikleri sekilde yururlerdi. Oncelikle onu kabul edecegiz. Ogrencilerin flama sopasiyla polise saldirmayacagini da biliyoruz, lakin diyelim oyle ekstrem bir sey oldu, polis burada biber gazi da kullanmazdi.

Bu ustteki paragrafta anlattigim nasil mumkun? Bir protesto kulturunun hasil olmasiyla. Liberal demokratik sistemin oturmuslugu bunu getiriyor. Avrupa'da da protestolar boyle degil bu arada, Fransa'da vs. en sert protestolar hala daha yasanmakta. Orada da polis siddeti en son care olarak goruyor lakin.

Bizde polis hala "gomunis" gorunce copuna davraniyor, sorun orada.

outlaw dedi ki...

alper,

19 yaşında bir kadın istediğiyle yaşar, isterse hamile kalır, isterse grup seks yapar, isterse çocuğunu aldırır, isterse sado-mazo takılır, isterse lezbiyen olur, anneannemle sevişir. olayla ilgisi ne? ve en önemlisi sana ne?

joaquinsanchez dedi ki...

Günlük konuşmalarda sık rastladığım, bu tip tartışmalarda da sürekli kullanılan yurtdışı örneklerini pek çok alt yorum ve tartışma üretebilecek ilgi çekici bir konu olarak görürüm ve dikkat edilmesi gerektiğini düşünürüm. Alper'in "ABD’de olsaydı bir kaç tanesi kurşun yağmuruna tutulurdu." örneği bu bakımdan altın madeni gibiydi benim için.

Öncelikle yorumumun Alper'in konuyla ilgili düşüncelerinden bağımsız olduğunu ve sadece kafamdaki bu düşünce bulutunu daha iyi ifade edebilmem için bir araç vazifesi gördüğünü söylemeliyim. Konuyu esas noktasından uzaklara çektiğim için de özür dilerim ama yazıyor olmamdan da belli olacağı gibi bu yorumun tartışmaya birşeyler katacağını düşünüyorum.

Yorumda ilgimi çeken ilk şey, verilen örneğin ABD oluşu. Türkiye'nin 1950'lerden beri "Küçük Amerika" olarak görülmesi ve pek çok konuda Amerika'yı örnek aldığımız malum. Fakat ABD ve AB arasındaki sosyal haklar, devletin mekanizması, sosyal devlet anlayışı, gösteriler, polisin güç kullanımı gibi konulardaki görüş ayrılıkları ve komünizm, sosyalizm, kapitalizm, liberalizm ve hatta liberteryenizm gibi akımların iki kutup arasında çok farklı oranlarla benimsendiği göz önüne alınırsa Türkiye'nin biraz arada kaldığı söylenebilir. AB üyesi olmaya çalışan bir ülkenin bunu ABD'yi model alarak yapması çok kolay değil ve zaten eskisi kadar olmasa da bu yakınlık AB ülkeleri arasında da hoş karşılanmıyor bildiğim kadarıyla. Türkiye'nin sosyal yapısı ve AB ile sınır komşusu olsak da toplum olarak çok yakın olmayışımız AB'yi de kriter olarak almamızı çok kolaylaştırmıyor ve Türkiye'nin bu gibi konularda kimi örnek alması gerektiği biraz muallakta kalıyor bana göre.

Konudan çok kopmadan gidersem, örneğin, Alper'e karşıt görüşlü birisi, girmek için kıçımızı yırttığımız AB'den (öğrenci olaylarının darbe aracı olarak kullanıldığı ve sonuçta AB üyeliğinden uzaklaşabileceğimiz korkusu taşıyan Murat Belge yazısı düşünüldüğünde ironik ve vurucu olarak) Fransa'yı veya Yunanistan örneği verebilir. Gösterilerde üniversitelerin işgal edildiği, eski bakanların dayak yediği, sonuç olarak milyar euro düzeylerinde ekonomik kayıpların oluştuğu komşuda polisin uyguladığı şiddete tepki inanılmaz boyutlarda oluyor ve gelen tepkiyle 15 yaşındaki çocuğu vuran polis memuru ömür boyu hapise mahkum oluyor. Sadece hukuki olarak değil çekmiyor polisler, bizzat göstericiler de polise karşı şiddet uyguluyor. BBC'nin sitesinde yanan polis resmi bulunduran bir galeri var, dehşet verici: http://www.bbc.co.uk/news/world-europe-12002401

Demek istediklerimi toparlayıp bağlamaya çalışırsam, kısaca, bu tip tartışmalarda yurtdışından örnek kullanmak doğru olanın yada uygulanması gereken şeyin o ülkede olan/yapılan şey olduğu anlamına gelmez diye düşünüyorum. İki zıt örnek/emsal, farklı yöntemlerle elde edilmiş olumlu sonuçlar üretebilirken, aynı örnek/emsaller bir ortam/toplumda mucizeler yaratırken, diğer bir toplumda felaketlere yol açabilir.

Umarım konuyu çok dağıtmamış ve saçma şeyler söylememişimdir.

semioticus (shelbyl) dedi ki...

@joaquinsanchez

Guzel bir noktaya parmak basmissin, tesekkurler. Boyle ornekler verirken senin dedigini unutmamak lazim tabii ki. Lakin bazen teorik aciklama yaparken ya da acilim getirirken, somut orneklere de ihtiyac duyuyor insan ve o yuzden de bu yola gidebiliyor. Bunun cozumu, bir ulke ornegi verirken o ulkenin icinden geldigi kosullari da mumkun mertebe ozetleyebilmek olsa gerek sanirim.