2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com

2 Kasım 2010 Salı

Ataerkil Fanatiğin Hakaret Hezeyanı

Şu yazıya başlık bulmak çok zor iş hakikaten, çünkü bir çok saçmalık benzer iki olay sayesinde 48 saatlik zaman süresine sığınca böyle "Kontesi Kim Şey Etti" tadında bir başlık ancak kotarıyor durumu. Dilim döndüğünce yavaş yavaş anlatmaya çalışacağım, artık ne çıkarsa.

Öncelikle "ataerkil" konusunu "hakaret" ile bağlantılı olarak açıklayalım. Türkiye toplumu sapına kadar ataerkil olduğundan toplumdaki söylemler de bilinçaltında ya da üstünde o yönde gelişiyor. Penisyen (Freudyen gibi düşününüz) düşünce tarzında, sinirlenilince o yüzden analar satılıyor, kadın cinsel organına koyuluyor, eril karşı taraf "pembe kazak giymekle" itham ediliyor vs. Bu düşünce ile değerlendirilen iki eylem gerçekleşti bahsettiğim zaman zarfında, ve her zamanki kamplaşma kültürü bu iki olayın faillerini karşılaştırmaya başladı. "Bunlar analarını da satarlar" Oktay Ekşi vs. "Dansöz (şeklinde çizilmiş) Kemal Kılıçdaroğlu" Salih Memecan. İki olay, gerçekleştikleri medya uyarınca farklı aslında, ama algı kapıları ters şekilde açıldığı için tepkiler benzer oluyor.

Öncelikle Oktay Ekşi:

1. Yargı: Bu yazarın yazısında yazdığı ifade kesinlikle, en hafif tabirle, dingilce. Yani bir gazetenin başyazarı, bir şeyi değil yazmadan, konuşmadan önce dahi iki defa düşünmeli basın etiği vs. gereği. Yazdığı yazı bir mizah konseptinde olsa tamam, ama ciddi -olması gereken- bir yazıyı bu şekilde sonuçlandırmak saçmalık.

2. Algı: Lakin köşe yazarları önemli figürlere her gün bundan daha beter ithamlarda bulunurken, Ekşi'nin yazısının bu kadar tepki uyandırmasının baskın sebebi "anayı karıştırması". Ekşi yazıyı "bunlar babalarını da satarlar" diye bitirse bu kadar tepki uyanır mıydı mesela?

3. Karşı Algı: Ekşi'yi savunanlar ise öncelikle "Başbakan da ananı da al git demişti" silahına sarıldılar. Tamamen farklı kontekstlerde söylenmiş bu iki söz (Başbakan "anamız ağlıyor" lafına karşılık diyalog gelişimine uygun -ama hayli uygunsuz- bir yanıt verirken, Ekşi şapkadan tavşan çıkarıyor), sadece ortak eleman olan "ana" etrafında argüman - karşı argüman formatına giriyor.

Sonuç: Ekşi ile beraber, köşelerinden sırf asılsız itham ve etiksiz üslup saçan bir çok kalem kınanmalıyken, Ekşi anayı karıştırdığı için günah keçisi oluyor. Ekşi özür dilemeli ve hatta istifa etmeli, ama anayı karıştırmasından değil, titrine yakışmayan bir iş yapmasından ve etiğe aykırı davranmasından dolayı.

Bu olay üzerine Salih Memecan'ın fiili geldi: Kılıçdaroğlu'nu "dansöz, ağzı bozuk ve boykotçu" olarak nitelemek, ama ön plana çıkan "dansöz" çizimi oldu:

Aynı formülle inceleyelim:

1. Yargı: Salih Memecan'ın yaptığı bir karikatür, ve de mizahçının sınırları sıradan insandan biraz daha geniştir.  Dansöz argoda "lafının arkasında durmayan" anlamında da kullanılır, ki Kılıçdaroğlu bunun örneklerini az zamanda fazlasıyla verdi. O yüzden burada Memecan'ın yaptığı yanlış bir şey yok, ama kalitesizlik diz boyu. Mizahçı dediğin kişi, bu tür işleri yaparken biraz ince ayar sahibi olmalı, biraz nüktedarlık, zeka pırıltısı falan katmalı işin içine. Bu bildiğin ilkokul esprisi yani. Yakın zamanda CHP Gençlik Kolları'nın bir sergisi oldu, iki olay işgüzarlık açısından aynı kulvarda koşmakta.

2. Algı: Kılıçdaroğlu'nun, ataerkil toplum değerlerine aykırı bir şekilde resmedilmesi, kullanılan dansöz kelimesinin de önüne geçti, Milliyet Gazetesi haberi "skandal" yorumuyla verdi. Burada Ekşi'nin intikamını alma gibi bir hissiyat da var içten içe. Sırf bu sebepten, bu karikatürün değerlendirileceği boyut sapıttı.

3. Karşı Algı: Gene kamplaşma kültürü uyarınca, Memecan'ın savunucuları da "Penguen de Erdoğan'a hakaret etmişti" şeklinde kontraya kalktılar, yani "o hakaretse bu da hakaret" savunması gündeme geldi. Bu da en sakat algıyı doğurur, karikatürde "hakaret" çıtası düştükçe düşer.

Sonuç: Memecan saçmalamıştır, ama bu saçmalama kabul edilemez sınırlarda değildir. Sıklıkla söylem değiştiren bir insanı dansöz olarak resmetmek normaldir. Lakin Memecan'ın savunmasını yapacak insanların boynunda Erdoğan'ın önüne gelen karikatüre dava açması asılı olunca olay sarpa sarmakta, insanların "ifade özgürlüğü" savunmak yerine ifadeyi kısasa kısas metoduyla kısıtlamaya çalışması gündeme gelmektedir.

Bu dağınık yazıyı nasıl sonlandırmak icap eder bilemedim, başlığa geri dönmek en uygunu herhalde. Neticede bizde hakaret/eleştiri/mizah/önyargı falan fian karman çorman işte, nereden tutabilirsek oradan çözmeye çalışıyoruz denk geldikçe.

3 yorum:

mesnetsiz dedi ki...

Evet, çok saçma şeyler oluyor gerçekten. Bütün bu tartışmalar "ama o bunu yaptı, bu şunu yaptı" düzeyinin ötesine bir türlü geçemiyor. Ama ben şunu ifade etmek istiyorum. Bizim gibi az çok demokrasi kaygısıyla olaylara bakanlar için Oktay Ekşi zaten lekeli bir isim, onu kınamamız ya da ne olduğunu anlamamız için "anayı bacıyı" işin içine karıştırmasına gerek yok. Onun sicili zaten Gazi operasyonuyla, F tipi katliamlarıyla ve hatta Hürriyet gazetesinin Hrant Dink kepazeliğiyle ortada. İşte bugün de Radikal'den Koray Çalışkan zat-ı alilerinin Fatsa konusundaki tavrına değinmiş. Kaldı ki konu Oktay Ekşi olunca onun yazdığı yazılar bir yazarın tavır alışının çok ötesine geçiyor, düpedüz kamuoyunu yönlendirmeye, topluma ideolojik bir nizam vermeye dönüşüyor. Bana kalırsa Oktay Ekşi gibiler medyadan çoktan temizlenmeliydi, ama işte Kemalist ana damar hala bu düzeyin ötesine geçebilmiş değil, uzun bir zaman da geçebilecekmiş gibi durmuyor.

semioticus (shelbyl) dedi ki...

Oktay Eksi'nin istifasi ne olursa olsun hayirli bir olaydir, orasi muhakkak. Ama iste bu adamlarin tepki cekmesi icin illa birisinin gaza gelip "analarini da satarlar" demesini de beklememek lazim.

alper dedi ki...

Gavurun halk dilinde “stick a fork in them, they are done” denir (bir çatal sok onlara, olmuşlardır artık). Ben de bu kadar kelimeyi israf ettim bir postal yalayıcı, kaabiliyetsiz parazit için. :))

Eşyanın tabiatı gereği bir devrin kapanışıdır artık bu.Londra'da Feri Cansel'i arabaya atmak dışında ne yaptığını bilmediğim,lise diplomasıyla hep birşeyler ''yapılmış'' asla birşeyler ''olmamış'' basın konseyi başkanı olduğu için, bana bu güzel ülke hakkında -burası cehennem olmalı- cümlesini kurdurmuş biri.Kral andıççı uğurlar olsun.:)))