Yurt dışında okuyan, araştırma yapan birçok Türkiyeli araştırmacının ve akademisyenin Türkiye hakkında yorum yaparken ve özellikle de tartışmaya çok açık, kolay bir cevabı olmayan hususlarda görüş bildirirken ülkesine objektif baktığını göstermek adına objektiflikten uzaklaşıp zorlama bir muhaliflik sergilediğini düşünüyor musunuz? Bu sadece bir arz talep meselesi midir? Yani daha da genellersek batılı olmayan sosyal bilimcilerin Amerika'da Avrupa'da yazıp çizdiklerinin oralardaki bilim camiasında kabul ve takdir görmesi bilimsel tarafsızlıklarından çok kendi ülkelerindeki diskurun ne kadar dışına çıktıklarına, kendi ülkelerindeki gerçekliğe ne kadar "eleştirel" yaklaştıklarına mı bağlı? Batı merkezli bakışın bizlere biçtiği rolün gereği veya yeni oryantalizmin akademideki tezahürü olarak görebilir miyiz bu meseleyi?
9 yorum:
Katiliyorum kesinlikle! Akademi dunyasinin objektif falan olmasi beklenir hep ve akademisyenlerin tarafsiz yorum/analiz yaptiklari dusunulebilir, ancak akademide her alanda oldugu gibi belirli "tradition"lar vardir ve onun disina cikarsaniz biliminiz pek deger gormez. Mesela Eren de ekonomist oldugundan rahatca su ornegi verebilirim: chicago okulunun goruslerini savunan bir ekonomistsen her universitede bir is bulamayabilirsin, ve makalelerinde belli parametreleri chicago okulunun gorusunu yansitan sekilde secmek durumunda kalirsin. ayni sekilde her ulkede bilimin yapilisi aslinda belirli paradigmalar ve ongorusler kabul edildikten sonra ilerliyor. bu yuzden insanlarin once bilimin de aslinda oznel oldugunu gormesi lazim bence. sonucta bilimi objektif uzaylilar degil, onyargilariyla, aldanmalariyla, ve kisitli bilgileriyle insanoglu yapiyor. yoksa bol bol tarih tartismalarinda gordugumuz gibi hosumuza giden bir bilim adaminin bulgusunu sunup bakin objektif adam boyle dedi o yuzden dogrudur deyip isin icinden cikiyoruz. konu Turkiye oldugunda mesela bu is iyice keskinlesiyor, cunku kabul etmek gerekirki Turkiye'nin icinde bulundugu ve ugrastigi konular ve problemler surekli bolca fanatik yaklasimla ele aliniyor.
neyse, bu konuda daha uzun uzun yazilabilir, bir akademisyen olarak cok dertliyim bu konularda :)
"Zorlama muhalefet" ifadesi aklıma takıldı. Zorlama olması, muhalefet etmenin amacından mı geliyor? Muhalefet etmenin kendisi için muhalefet etmek mi kasıt? Öyleyse bu kendi başına kötü sayılmaz aslında. Hem dediğin arz-talep açısından, muhalefete ihtiyaç var hep. Bir de, sırf kendi egosunu şişirmek için etrafına baskı insanların çokluğu karşısında, muhalefet için muhalefet saçma gibi görünse de, bence yine de erdemlidir.
Belki de sorun seviyeyle ilgilidir. Muhalefet etmenin gereklerini yerine getirmiyorlar diyorsun. Belki de yeteri kadar muhalefet için muhalefet eden insan bulunmamış olduğu için, muhalafet etme gelenekleri yeteri kadar gelişmemiştir.
Ama akademik oryantalizm gözlemine de sonuna kadar katılıyorum.
@oyunkuran
Benim kastim sadece muhalefet etmis olmak icin muhalefet. Bu tabi ispatlanabilecek bir sav degil. Zira kimse muhalefetinde samimi olmadigini kabul etmek istemez. Bazen oyle calismalarla oyle argumanlarla geliyor ki insanlar ben kendi penceremden baktigim zaman bu sahislarin soylediklerini ve yazdiklarini alti dolu olmayan bir problem yaratip onu elestirmek olarak algiliyorum. Akademik calismalarin bazilarinda hep hissettigim bir sey gerceklige konusmayan bir problematize etme, sorun yaratma cabasi. Zorlamadan kastim bu. Nihayetinde cozulecek bir sorun yaratmali ki cozebilsin. Mevcut sorunlara cevap bulmaktansa kontrollu bir ortamda (fil disi kulelerde) kendi sorununu fabrike etmekten bahsediyorum.
Yilmaz Ozdil tarzi yaziyorum, dikkat:
Bu ulkede herkesin ezberinde bir laf var.
***
Ezber bozmak.
***
Ezber sizi bozmus haberiniz yok!
(oldu mu?)
@ Cagatto
Akademisyenlerin bir sekilde icine dustukleri kurum ya da geleneklerin sorduklari sorulari sekillendirdigi tesbitin cok dogru. Eren'in bahsettigi de hangi sorularimizi sordugumuzun, hangi hipotezleri test ettigimizin objektif degil cevresel faktorlere bagli oldugu. Ama buradan cikip bilimin oznel oldugunu soyleyemeyiz gibi geliyor bana. Sonucta bilim metoddur, surectir (process demeye calisiyorum), bilimsel komunitenin bu metoda ozen gosterip konferanslarda, journallarda tenure kararlarinda falan bu process'i kollamasidir. Bu tam olarak senin bahsettigin oznellik degil bence. Daha cok bir nesnel olma cabasi. Ama hipotez uretme, soru sorma vs. bunlar gercekten soran insanin cevresinden, siyasetten, kurum ve bilimsel alan siyasetinfen, funding verenlerin siyasetinden vs cok etkileniyor.
Herkes için geçerli olmayabilir ama en azından kendi adıma söylersem:
Türkiye'den uzaklaşıp olaylara Hürriyet-Milliyet-(...) websitesi penceresinden bakınca Türkiye'de "hype" hâline gelmiş meselelerin dünyada ne kadar önemsiz olduğunu fark ediyorsunuz.
Jeopolitik önemimizin ıtın-bıkın-vesairenin kolpadan ibaret olduğunu anlıyorsunuz.
Türk'ün Türk'ten başka dostu olmadığı gibi, aslında düşmanının da olmadığını ve bizim kendimizi yıllardır kandırmakta olduğumuzu, üstüne üstlük bunun bizi gelişmekten alıkoyduğunu görüyorsunuz.
Hele Amerika gibi ortalama farkındalık seviyesinin yerlerde süründüğü ve "Turk" kelimesinin "Something ethnic and, uhm, dunno, Middle Eastern??"dan başka hiç bir şey ifade etmediği topraklarda iseniz, Türkiye'nin ne kadar "insignificant" olduğunu görüp, "E nerede bu adamların bize karşı yaptıkları gizli planları?" diyorsunuz (bu Avrupa'daki Türkler için geçerli değil, çünkü oradaki imajımız vatandaşlarımız sağolsunlar hakikaten süper sayılmaz).
Türkiye'deyken normal kabul edilen söylem ve görüşleri bildiğiniz -veya kültürüyle birlikte öğrenmekte olduğunuz- ikinci dile aklınızda tercüme etmeye başlayınca ne kadar faşo/ırkçı/ayıp bir kültürü benimsemiş olduğumuzu görüp utanıyorsunuz.
Bütün bunların etkisiyle bir de okuyan-yazan ve de vicdana sahip bir insansanız, "Olaylara bir de karşı taraftan bakmak lazım" deyip, çocukluğumuzdan beri savunmak için büyütüldüğümüz milli davalara (Kürt meselesi, Ermeni meselesi, İzmir yangını, Kıbrıs davası) ters açıdan yaklaşıyorsunuz.
İlk tepki tüm bu davalarda yabancılara karşı milletini savunmak olur iken, biraz evrilmiş ikincisi her davada haksız olduğumuzu iddia edip Türkiye'den utanmak ve birinci tepkiyi vermekte olanlar tarafından vatan haini olarak nitelenmek oluyor.
Üçüncü tepki ise köşeli parantez içinde geliyor; çoğu meselede haksız olduğumuzu kabul edip, arada birkaç tanesinde "aslında o kadar da haksız değiliz" diyebilmek (örn: Post-Annan planı Kıbrıs meselesi).
Bence bu en zoru, çünkü Ahmet Hakan oluyorsunuz, ve Ahmet Hakanları kimse sevmiyor maalesef.
@ kalten
iste bu ucuncu tepki bence en ideali ama Amerika'da Avrupa'da cok pirim yapmadigi icin mi orneklerine az rastlaniyor acaba diye soruyorum kendi kendime.
En azindan Amerika icin soyleyebilirim: Bu fikirlere sahip olmak dahi burada prim yapamaz, kimsenin umurunda degiliz ki!..
Ucuncu tepkiye senin benim gibi akademiden bagimsiz adamlar 23 yasinda ulasirken, akademinin ceperlerine hapsolmus olanlar ancak 55 yasinda falan ulasir/ulasabilir; ulasinca da "donek" olurlar.
Yorum Gönder