Mın Dît’e gitmeye niyetlendiğim haftanın başında gazetede gördüm öldüğünü. O kadar şaşırdım, birden o kadar üzüldüm ki! Bilmiyordum hiç hasta olduğunu. O kadar genç olduğunu da unutmuşum. İçim cız etti. En son Taraf’ta yazdığını fark etmiştim, ‘aa ne güzel, okunur ki’ diye düşünmüş, üşenmiş, unutmuşum.
Çok da geç haberim oldu varlığından. Geçen sene Her Dağın Gölgesi Deniz’e Düşer çıktığı zaman Yıldırım Türker bir yazı yazmıştı. Gidip Mayoz Bölünme Hikayeleri’ni aldım. O kadar değişikti ki! İyi şeyler anlatmıyor, ama çok komik anlatıyor. Gülüyorum, sonra birden kendimi suçlu hissediyorum, ben neye gülüyorum?
Kitabı aldığımda, hala daha pek bilmiyorum kim. Kürt mü, Türk mü? Kadın mı, erkek mi? “...bu yazarın yirmili yaşlarının başında, oğlan çocuğu muzipliğini, hınzırlığını ve cesaretini henüz hiç yitirmemiş genç bir erkek olduğunu sanıyordum” demiş Bianet’te Sevilay Çelenk, düşündükçe kendimi ayıplıyorum. Ben de içimdeki cinsiyetçiye yenik düşüp “Kadın mıydı ya hakkaten? Ben bir gugılliyim” diye internete sarılmıştım. Şimdi bile şaşırıyorum, sanki sadece tuzu kuru olan mizah yaparmış gibi geliyor. Kürt ve Alevi bir kadın, hem de 21’inden beri kanser hastası…
Sonra Her Dağın Gölgesi Deniz’e Düşer’i aldım. Okurken okumuyormuşum da, artık bu kadınla tanışmışım, oturmuşum karşısına, bana köyünü anlatıyor gibiydi. Aslında hayal edemeyeceğim bir yer Evrim Alataş’ın anlattığı Gölpınar. Ama sanki oradaymışım her şey olurken gibi bir his kaldı içimde kitap bitince.
Mın Dît’i izlemeye gittiğimde son yazısını okuyup gittim. Ne Türklere ne Kürtlere yaranabildiklerinden şikayet etmiş son yazısında, ben de yaranamadığı Kürtlere yakın durur gibi oldum filmden sonra. Filmde, yapayalnız kalmış iki çocuk var Diyarbakır’da. İzlerken ben de için için söylendim durdum, ‘Bu çocukların köyü yok mu? Halası, amcası yok mu? Kimse mi yok?’ diye. Düşündüm sonradan. Mesela köy dediğim nedir ki? Yanar. Halalar, amcalar, insandır. Ölür. Hem film tek tek aklıma gelebilecek bütün ümitleri kırmak zorunda değil. Derdi de o değil zaten, niye olsun ki?
Mayoz Bölünme Hikayeleri’nden ufak bir tanesiyle bitireyim burada.
“Şirin mi şirin bir MİT mensubu, Ankara’daki ‘bahriyelik’ dönemini tamamlar ve görevini icra etmek üzere Diyarbakır’a gönderilir. Fakat görev gizlidir, her önüne gelene ‘Hey hemşerim, ben MİT’tenim, şu yolu bir tarif et be koçum’ denemez. Hele de Diyarbakır’da. Der ki meslektaşlarına, ‘Hey ağalar, iyi de ben Diyarbakır’ı bilmiyorum. MİT’i nasıl bulacağım?’ Meslektaşları da, ‘Karşısında Kız Meslek Lisesi var, sen orayı sor’ der.
Bizimki gelir Diyarbakır’a ve caddede oynayan çocuklara sorar ‘Pişşt, baksanıza, Kız Meslek Lisesi nerede?’ diye. Çocuklar MİT binasını işaret ederek, ‘Abe aha şurda, MİT’in karşısındadır’ der.”
Başımız sağolsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder