26 Şubat 2009 Perşembe
Amerika Dışişleri Bakanlığı'nın 2008 İnsan Hakları Raporu Açıklandı (I. Bölüm)
Oscar Yorumları
Shelbyl insanı kendi tahminlerini yazmış, ben de değerlendirmelerimi yapayım o zaman. Öncelikle Milk'i henüz izlemedim, ona göre yorum yapıyorum, siz de bunu akılda tutarak okuyun.
En İyi Film: Benjamin Button her ne kadar salondan çıktığınızda insanda bir etki bırakıyorsa da, bu gerçekten de perdenin büyüsünden kaynaklanıyor. Gereğinden fazla sağa sola bulaşma endişesiyle yapılmış. Elbette bir hayatı anlatırken dönem anlatmak önemli bir şeydir ama bu süreçte belki de asıl önemli olan belirli bir şeye, ya da alana odaklanmaktır kanımca. Benjamin Button'da ise bir yüzyıl boyunca gerçekleşmiş her şeyden bahsetme gereği duyulup, olması gerekenden daha fazla hikaye anlatma telaşına düşülmüş. Bu da gereğinden fazla kopuk yapmış filmi. En son böyle bir şeye -her ne kadar onda söz konusu olan insan hikayeleri de olsa- My Blueberry Nights'da rastlamıştım. Wong Kar Wai'nin hastası olduğum sinematografisine hiç de yakışmayan çok fazla karakterin hikayesini anlatma çabası filmi parçalamıştı. Benjamin Button da tarihsel olaylar üzerinden bana onu hatırlattı. Dolayısıyla hak ettiğini düşünmüyorum.
Diğer favori gösterilen film Slumdog Millionaire'e gelince, modern bir kül kedisi hikayesi olduğu su götürmez. Belki çok sıradan bir konu, belki Burak'ın dediği gibi fazla oryantalist, hatta belki de ajitatif ama bu, filmin baştan sona bir sosyolojik çözümleme olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Aslında temelindeki değerler açısından bana Züğürt Ağa'yı hatırlattı. Yüksek sesle "hastir lan" dediğinizi duyar gibiyim, ama benzer bir derebeylikten vahşi kapitalizme geçiş öyküsünün anlatıldığını düşününce siz de fark edeceksiniz bence. Belki de sırf bu yüzden kanım ısındı filme. Hak ettiğini düşünüyorum ve de almasına çok sevindim. En İyi Yönetmen: Yukarıdaki benzetmeden hareketle şu kadarını söyleyebilirim ki Danny Boyle, Nesli Çölgeçen'den bile daha iyi iş çıkarmış. Özellikle müthiş geçişler, hiç göz yormayan kamera açıları ve de -her ne kadar bunda teknik ekibinin payı daha büyükse de, son kararı Boyle verdiği için- set ve dekorlardaki inanılmaz başarısı, filmin o tam da Burak'ın eleştirdiği ama aslında amaçlanan oryantalist atmosferinin oluşmasında büyük payı var.
Fincher'a gelince, kişisel olarak Richard Linklater'la birlikte belki de en sevdiğim Amerikalı yönetmen olmasına rağmen Benjamin Button'la bu ödülü hak ettiğine inanmıyorum. En İyi Erkek Oyuncu: Tahminlerimde yanıldığım kategorilerden biri. Maalesef Milk'i izlemedim. Ama Mickey Rourke gerçekten çok iyi oynamıştı. Sean Penn içinse filmi izlemeden aldığı her ödülü hak ettiğini söyleyebilirim. En İyi Kadın Oyuncu: Kate Winslet her filminde oynadığı gibi yine muazzam oynamış. Bence hem Reader'la, hem de Revolutionary Road'la aday olmalıydı hatta. En hafif rolleri bile büyük bir ciddiyetle oynuyor. Bu emeğin sonsuza dek yok sayılması düşünülemezdi zaten. En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Heath Ledger, tartışmasız. Kimse de öldüğü için falan demesin. Yaşasa da bu ödülü sonuna kadar hak ediyordu. En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Taraji Henson'ın gerçekten Button'daki en başarılı oyunu sergilediğini düşünüyorum. Ama iki adet şanssızlıkla karşı karşıyaydı bence; 1) Penelope Cruz, 2) Maria Elena. Penelope Cruz'a Ali Eren Beşerler dediğim günler geride kaldı gerçekten; özellikle de Berlinale'de 2 metreden gördüğümden beri (havamı da atarım). Almodovar'ın filmlerinde, kıyı köşe rollerdeki ürkek -ki oralarda da çok başarılıydı- hallerini olgunlaştıkça iyice attı üstünden. Özellikle Maria Elena gibi uç bir karakteri canlandırırken cazibesini oyunculuğunu yönlendiren bir element haline getirmeyi çok iyi başarmış. Ama yukarda da dediğim gibi, bunda Penelope'nin yeteneği kadar, Woody Allen'ın kaleminden çıkma muazzam karakterin de büyük payı var ve unutulmamalı ki, Akademi normlara uymayan karakterleri sever. En İyi Özgün Senaryo: Yanıldığım bir diğer kategori ve muhtemelen yine Milk'i izlemediğimden. Gerçi izlesem de bu konudaki fikrimin değişeceğini sanmıyorum. In Bruges tartışmasız bu senenin en iyi senaryosuydu; akıcı, sürükleyici ve hatta zarif... Filmin başarısının açık ara en büyük sebebi. En İyi Uyarlama Senaryo: Kötünün iyisi kazandı. En İyi Animasyon: Hiçbirini izlemedim. En İyi Yabancı Film: Ben Waltz with Bashir bekliyordum, o olmazsa da Cannes’ın altın palmiyelisi Entre les murs olabilir diyordum –aynen Burak gibi-, ikisi de olmadı. İkisi de olmazsa sürprizi Almanlardan bekliyordum. Şaşkınım.
Evrim ve Küfr
Yazıya shelbyl arkadaşımızdan Allah razı olsun diyerek başlamak geldi içimden, müslüman toplumların sorgulamaktan çekindiği, imanın can alıcı noktalarını oluşturan konulara değindiği için. Ali Şeriati, hedeflediği şekilde beni rahatsız etmiş, “islami” düzeni algılamama katkıda bulunmuş, asırlardır parlayan Ebu Zerr el Gıfari yıldızı ile tanışmamı sağlayarak hayatımı değiştirmiş birisi. “Diri diri gömülen kız çocuklarının günahı neydi?” feryadıyla ortaya çıkan, “Kahrolsun Ebu Leheb düzeni, kahrolsun” diyerek Mekke sokaklarını inleten vicdani hareket durulup saltanat ve sermaye arzusuyla amacından saptığında, dönemin güç odaklarına sürekli “Altın ve gümüşü depolayıp gizleyen ve onları Allah yolunda infak etmeyenlere gelince, onları acı bir azap ile müjdele! (Tevbe 34)“ ayetini hatırlattığı için sürgün edilen, kendisini defnetmeye gelenlere devlet işinde çalışıp çalışmadığını soran, öldüğünde tüm bedenini örtecek bir kefeni dahi olmayan Ebu Zerr’e selam olsun!
İslam Dini'nin savaştığı "kafir"lere değinecek olursak, küfr fiilinin örtmek anlamına geldiğini, İslam’da gerçeği örtenler, yalanlayanlar anlamında kullanıldığını görürüz. Dolayısıyla “kafir” ateist olabileceği gibi hristiyan da olabilir, müslümanlar da küfre düşebilir. Önemli olan o yolda sabit kalmayıp, hataları düzeltmek için çabalamaktır. Evrim teorisiyle küfrün bağlantısını kurmak içinse İhsan Eliaçık’ın “İslam’ın Yalnızları” adlı yazısından alıntı yapayım:
Cabir bin Hayyan (öl. 815): Bazı bitki ve hayvan türlerinin, hatta ilk insanın, kendiliğinden vücut bulduğunu kabul etmekten öte, minerallerin, bitkilerin, hayvanların ve insanların sunî olarak laboratuarda üretilebileceğini bile iddia etmektedir.
Câhiz (öl. 869): Kitabu’l-Heyavan adlı kitabında biyolojik evrimi açıkca savunmuştur. Ona göre evrenin yaratılışını başlatan Allah, aynı zamanda onu evrimleşme yoluyla teşekkül edici, hem de türleri devamlı evrimleştirici kılmıştır. Bu bakımdan evrimin gerçek sebebi Allah’tır. O, yaratılışı yaratıcı tekamül süreci olarak irade etmiştir. Türler kendi içlerinde taşıdıkları potansiyel kuvvet sebebiyle evrimleşmektedirler. Bu potansiyel kuvvet onlara Allah tarafından konulmuştur. Türlerin içindeki potansiyel kuvvet, fiziksel çevre, iklim şartları, hayat mücadelesi ve doğal seçilimin etkisiyle ortaya çıkmakta, yaratıcı tekamül birbiri ardı sıra türleri ortaya çıkarmaktadır.
Birûni (öl. 1061): Allah’ın ezeli planına göre evren, genel jeo-kimyasal evrimler geçirmektedir. Bu esnada, uygun şartlar oluştuğunda madenler ve canlı türler birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkmaktadır. Her bir jeo-kimyasal zaman kendi türlerini ortaya çıkarmaktadır.
İbn Miskeveyh (öl. 1030): Varlığın hiyerarşik sıralaması, ana hatlarıyla en aşağıdan başlamak üzere inorganik cisimler, bitkiler, hayvanlar, insanlar ve melekler şeklindedir. Dolayısıyla basitten karmaşığa, inorganik olandan organizmaya, fiziki olandan metafizik olana doğru yükselen hiyerarşik bir yapı söz konusudur. Her mertebe ayrıca kendi içinde çok sayıda katmanlara ayrılmaktadır.
İbni Tufeyl (öl. 1185): ve İbni Nefis’in (öl. 689/1288) aynı adlı romanları Hay bin Yakzan ise insanın menşei hakkında tabiatçı bir teoriyi savunmaktaydı. Her iki romanda da tabiatın çocuğu olarak, annesiz-babasız, toprak ve çamurdan kimyevi/biyolojik tepkimelerle canlı haline gelen Hay bin Yakzan aslında Adem’in yaratılışını anlatmaktadır.
İbni Haldun (öl. 1406): Mukaddimesi’nde açıkça “Hurma ve üzüm ağacı sedef ve salyangoza, maymun insana, insan meleğe insilah edebilir” görüşünü savunmaktadır. Burada “insilah” kelimesi daha iyiye geçme, tekamül, transformasyon, dönüşüm, reform, değişim vb. anlamlara geliyor.
Yazının devamında da okuyabileceğiniz gibi evrim teorisinde İslam'a karşı olabilecek bir durum söz konusu değil. Durum böyleyken, asırlar önce yaşamış düşünürlerin zihinsel birikimine sahip olmayan, Kuran’ın alegorik anlatımını çözümleyemeyip insanın çamurdan(!) yaratılmış olduğuna inanan, ancak maymundan evrilme olasılığını küfr sayanların durumu ilginç değil mi? Fate, it seems, is not without a sense of irony ;)
25 Şubat 2009 Çarşamba
Dine Karşı Din
Evrim Teorisini Çürüten(!) Sorular
Bir de partizanlıktan değil de, maruz kaldığı semavi din propagandası ve konu hakkında yeterince okumaması sebebiyle teoriyi inanılabilir bulmayanlar var. Bu tür bir çalışmayı Türk Dil Kurumu'nun dilde sadeleştirme çabasına karşı çıkanlar da yapmıştı ve tutmuştu mesela: İnsanlar hala daha ciddi ciddi tren kelimesi için "Üstten öttürgeçli alttan ittirgeçli çok oturgaçlı götürgeç" önerildiğini düşünmekte. Bundan daha çok damara basan ise "İstiklal Marşı'mıza nasıl Ulusal Düttürü denir layn?!" sorusu. Dezenformasyon zamanla misenformasyona dönüşüyor, suçlamamak lazım kimseyi.
Konuya geri dönelim. Aklıma geldikçe buraya eklemeler yapacağım, ya da aklına gelen ekleme yapsın. Şimdilik başlayalım bakalım.
1. Biz madem maymundan geliyoruz, neden bugün ormandan bir maymun gelip aramıza katılmıyor?
Cevap: Maymunlar canları sıkıldığı için insan olmuyorlar çünkü. Evrim Teorisi der ki: belli bir organizma, çevre koşulları vs. sebebiyle mutasyon ya da genetik kaymalarla farklılık göstermeye başlar. Zaten genel söyleniş biçimiyle "Maymundan gelmek" lafı da hatalı. İnsanlar hominidae ailesinden geliyorlar, ve bu ailede orangutanlar ve goriller de var. Biz maymundan gelmiyoruz, maymunların geldiği aileden geliyoruz; ortak atamız var yani. Hominidae'nin öncesi primate'ler. Bulunan en eski hominidae fosili 7 milyon yaşında. Ortalama insan 70 yıl yaşıyorsa (ki insan ömrü önceden çok daha kısaydı), kaba hesapla 2 milyon nesilden bahsediyoruz burada. Ki zaten artık orangutanlar, goriller ve biz ayrı evrim kollarındayız, ayrı genuslarız (türün bir üstü), yani bir maymunun gelip "Ben insan oldum" demesi evrim teorisine de aykırı.
2. Tamam, biz neyden geliyorsak geldik, ona x diyelim, x y'den geldi, y z'den, ee bunun başı nerede? Bir yaratıcı var işte kesin.
Cevap: Evrime ne bundan? Evrim teorisi sadece popülasyonların zamanla değişmesini açıklar, bu değişimde de çeşitlilik, üreme, genetik kayma, seleksiyon ve mutasyon mekanizmalarını kullanır. İlk canlı nasıl oldu sorusunun cevapsız olmasının evrim teorisiyle hiçbir alakası yoktur, onun için abiogenesis (cansız varlıktan canlı varlık oluşması) ve de cosmogenesis (evrenin oluşması) nedir onlara bakman lazım.
Seni şaşırtayım, sana söylendiği gibi evrim teorisi "Allah yok" demiyor yani.
3. Ee, diyorsun ki canlılar sudan karaya geçti, hani bunu destekleyen hiç araform yok, nerede?
Cevap: Araform var, ama Harun Yahya kitaplarında resmedildiği gibi yarı balina yarı inek falan yok ne yazık ki. Fosil tarihi dersi için buraya lütfen.
4. Ya bir kere senin aklın alıyor mu, uçak parçalarının esen rüzgarla birleşip uçak olmasını? Yerdeki şeylerin birden masaya çıkmasını? Fotoğraf makinesi bile göze benzemiyor, bu komplekslikte birşey nasıl karambole oluşsun?
Cevap: Almıyor. Ama Evrim Teorisi demiyor ki "birden bütün aminoasitler birleşip canlı oldular" diye? Bak, belki idrak etmek güç ama, dünya 4.5 milyar yıl yaşında. Bizim bahsettiğimiz olay şu, bir şekilde bir yapı var, bu yapıda hücremsi oluşumlar gerçekleşiyor ve ölüyorlar, ölmek yanlış kelime gerçi, yok oluyorlar diyelim. Bu süreç tekrar tekrar oluyor, ta ki saniyeden daha kısa bir süreliğine de olsa bir yapı stabilite kazanana kadar. Bu yapı, ortamdaki diğer yapılara üstünlük sağlıyor (bilinçli değil ama bu üstünlük), ve bu aşamaların tekrarlanmasıyla organizmalar oluşabiliyor. Bu teoride, uçak parçaları yok, uçak parçalarının en ufak parçası var. Ki cansız varlıklar ile bölünüp çoğalan canlı varlıkları karşılaştırmak ne kadar sağlıklı? Fotoğraf makinası dediğin şey 1000 yıllık bir icat, ilk renkli fotoğraf 148 yıl önce çekilmiş; bununla nasıl milyarlarca yıllık bir süreci karşılaştırabilirsin?
5. Bir kere bunun adı Evrim Teorisi, kanıtlansa Evrim Kanunu olurdu. Zaten bunu çürüttüler.
Cevap: Evrim Teorisi'nin kanun olmamasının sebebi kanıtsızlık ya da çürütülmesi değil, sürekli değişmesi, bulunan fosiller, yapılan laboratuar deneyleri doğrultusunda evrilmesidir. O çok sevdiğin dindar Einstein'ın "izafiyet teorisi" çürütülmedi, ama hala daha teori. Maddenin en küçük yapı biriminin açıklaması da "atom teorisi", senin en küçük biriminin açıklaması da "hücre teorisi". Git bir "bilimsel teori" ne demek oku, öyle gel, hadi bakayım.
6. Çok konuşma da evrime kanıt göster madem çok biliyorsun, hani sustun?
Cevap: Aç ağzını? Haa, bak bu arkada çektirdiğin 20'lik dişlerin var, onları niye çektiriyorsun, niye artık işine yaramıyorlar? Çiğ ot-et yemeyi bıraktın, çene kasların artık ekstra güç gerektirmiyor. Apandisini aldırdın mı canım? Hah, onun da işlevsizleşmesi evriminin sonucu. Senin maymun gibi kıllı olup Amerikalıların süt gibin olması da evrim.
Tabii sen "Allahü Teala 20'lik dişleri kulları acı çeksin, dişçilere koşsun da dişçiler parasız kalmasın diye yarattı, apandisit günahkar kullara verilen ceza, Allah Amerikalıları bizden daha çok seviyor" diye de açıklayabilirsin bunları, saygı duyarım.
7. Bir kere evrim falan diyorsun, hani bir sürü organizma var hiç değişmemiş, bak işte resimleri?
Cevap: Evrim Teorisi "Canlıların hepsi zamanla imaj değiştirir" demiyor ki? Bir canlının dişlerinin kesiciliğini kaybetmesi, mide asitinin ot yerine et öğütecek güç kazanması, burnunun koku alma yetisini kaybetmesi de evrimdir. Değişim gözle görülür olmak zorunda değil.
Ha, illa ki değişim olmak zorunda da değil. Evrim Teorisi der ki, "canlılar içinde bulundukları ortama uyum sağlamak için değişiklik gösterirler". Okyanusun dibinde aynı sıcaklıkta su ile, aynı oksijen oranında, aynı habitatta yaşayan bir canlı niye değişsin? "Ben kendi halimde bir bitkiydim, bir gün kalktım dedim ki "ben klorofil yapıp fotosenteze geçeyim, bıktım bu yeşil olmayan hayattan" falan değil yani durum.
8. Bu evrim milyon yıllık süreç diye bizi yiyorsun, nasıl olsa gözlemlenemeyecek diye atıyorsun kafadan. Hani göster kanıtı, o fosiller yalan bir kere?
Cevap: Gastroenterit oldun mu hiç? Hah, o hastalığa yol açan bir bakteri var, escherichia coli, bildin mi? Neyse, sen git bir tane kendini bilmez bilimadamı bunu bir laboratuara koy 20 yıl önce, bunun soyundan 12 laboratuar popülasyonu üret. Bunlar 44,000 nesil geçirsinler. Zamanla glükozla beslendikleri için hücreleri büyüsün falan. Ama esas ne olmuş, bak şimdi, 31,500. nesil civarında, normalde sitrat sentezleyemeyen, ve bu ayırt edici özelliği olan, E. coli bakterisi sitrat sentezleme yeteneği kazanmış! Evrimleşmiş yani!
Masal değil, gerçek. Buyur oku.
9. Ee, biz şimdi bu evrimle hep daha iyi canlılar olacağız, süper özellikler mi geliştireceğiz yani? Madem öyle neden hastalıklar falan hep çıkıyor?
Cevap: Evrim illa ki canlıların daha iyiye gitmesine yol açmaz. Tekrar edelim, canlılar, bulundukları ortamda adapte olma, orada hayatta kalma mücadelesi verirler, bunu yapabilenler ile yapamayanların sonucudur evrim. Mesela ona saldıran hayvanlardan kaçmak için ağaca çıkmak zorunda olan bir hayvan, zamanla o tehlike ortadan kalkarsa, tırmanma yeteneğini kaybedebilir. Bu illa ki iyiye gidiş değildir.
Mesela günümüz toplumunda zeki insanlardan para alıp aptallara verirsen, birkaç nesil sonra zekilerin soyu tükenir ve hepimiz aptal oluruz.
Esenlikler dilerim.