Neydi o klişe laf? "Geçmişini bilmeyen geleceğini yönlendiremez.", ya da onun gibi bir şey işte.
Bu lafın bütün beylik niteliğini bir kenara koyarsak, şüphesiz bir gerçekle yüzyüze kalırız ki, o da arşive dalmanın oldukça eğlenceli olduğudur. Çünkü hatalarını örtbas etmeninen büyük erdemlerden sayıldığı bir ülkede, günün beylik laf edenlerinin geçmişte neler yumurtladıklarının, ya da hangi düşünce tarzlarından beslendiklerinin müthiş bir seyirlik değeri vardır.
Elimde Altemur Kılıç adlı nevi şahsına münhasır figürün 15 Eylül 1985 tarihinde Tercüman gazetesine yazdığı "12 Eylül'ün Ezikliği" başlıklı makale var. Bu makalede kullanılan cümlelerin, üslubun yansımalarını bugün sağdan sola çok geniş bir perspektife gözlemlemek mümkün. Buyrun, okuyun, siz karar verin: (ama karar vermenize yardımcı olmak için ben özellikle kaydadeğer gördüğüm yerleri bold eyledim hehe)
"12 Eylül'ün beşinci yıldönümünde, bugün hala sürebilen güven ve huzur ortamının minnettarlığı içinde, bizi bir iç savaşın, bir parçalanmanın eşiğine getirmiş buunan şartları şbretle hatırlamak veya hatırlatmak gerekirken, beş yıl sonra maalesef, adeta bu hareketin ne kadar yerinde oluşunun ve haklılığının müdafaasını bile yapamamak ezikliği içine düşmüş gibiyiz. Biz, 12 Eylül öncesini hatırlattıkça, nerdeyse "Artık kabak tadı verdi" diyecekler. Prensip itibariyle bizim tarafımızda olması gerekenler ve köklü bir düzen değişikliğinden fikir ve maddi bakımından muhakkak zarar görecek olanlar arasında bile, maalesef aynı ezikliğin içine düşmüş olanlar vardır. Daha kötüsü, bazıları da "özgürlükçülük" şanı uğruna "Lenin'in işe yarar budalaları" olarak Türkiye'de gerçek demokrasinin değil kendi Marksist ideolojilerinin hakim olmasına çalışanlara alet olmaktadırlar. Ne acı!
Evet üzerine basarak ifade edeyim: "Bizim taraf", daha doğrusu esas fikirleri itibariyle bizim taraf olması gereken taraf, hür teşebbüs, kurulu düzen, gerçek demokrasi tarafı dağınıktır. Haklılığına ve gerçek memleketseverliğine, Atatürkçülüğüne dayanarak, düzeni korumak hususunda atakta olması gerekirken müdafaada bile değildir; anlaşılmaz bir eziklik içine girmeye başlamıştır. Bırakınız bütü bu tarafı, kurulu düzen tarafıın sağlı sollu bütününü, sağ taraf bile politik bir takım çıkar hesapları ve oyunları yüzünden parçalanmış haldedir.
Buna karşılık, rejimin düşmanları kararlı ve sistemli olarak, ataktadırlar. 12 Eylül'de kursaklarında kalan hevesi, bu sefer behemehal tatmin etmek için ataktadırlar. Bunu kitaplarının, dergilerinin, demeçlerinin satırları arasında değil, bizatihi açık satırlarından, şimdiye kadar başardıklarından sezmemek, görmemek mümkün değildir.
Bu başarının iki delili yukarıda da söylediğimiz gibi, 12 Eylül'ü maksatlı bir tartışma ortamına çekmeye muvaffak olmalarıdır. Biz bu filmi daha evvelce görmüştük. Nitekim, Pişmanlık Kanunu'ndan istifade edenlerin biri, itiraflarında kendisine teröre katılmanın rahatlığını veren faktörlerden başlıcası olarak 12 Mart'ın ve 12 Martçılar'ın düşştükleri durumu göstermiştir.
İkinci büyük başarıları, bugünkü idareyi türlü dedikodularla, efsanelerle aşındırmak hususunda olmuştu. Bu efsanelerden en önemlisi Atatürkçülüğe karşı bir Türk-İslam sentezinin ve kadrosunun hakim kılınmaya çalıştığı efsanesidir ki, bu efsane maalesef gerçek Atatürkçüler arasında da yaygınlaşmaktadır. Bu konuya, tekrarlana tekrarlana adeta gerçekmiş gibi yerleşmekte olan ve maalesef doğru dürüst karşı müdafaası yapılmayan bu efsaneye ilerde geniş bir şekilde temas etmek istiyorum. Ancak şunu söylemeliyim ki, onların yakıştırmaları, yani hakikatleri tahrifleri karşısındaki müdafaamızda milliyetçiliğin manevi ve milli köklerimize bağlılığında ezikliğe düşmenin gereğini görmüyoruz.
Karşımızdakilerin çok sistemli olarak şimdi yürütmekte oldukları kampanyanın, daha doğrusu kampanyaların, tehlikeli ve hainane bir maksadı vardır: Genellikle Silahlı Kuvvetlerimizin, özellikle 12 Eylül'ü yapanların itibarlarını sarsmak. Geniş kapsamlı ve devlete karşı işlenen suçları da ihtiva edecek bir af, sıkıyönetimin görevden uzaklaştırdıklarının "ince hukuk" anlayışı ile eski görevlerine iadesi, düzen bozucu ve terörist kadroların takviyesini ve yeniden cesaret bulmalarını sağlayacaktır. Fakat daha kötüsü bu kampanyaların başarısı 12 Eylül'ün haklılığına vurulmuş bir darbe olacaktır. Kellelerini koltuklarına alıp hepimiz uğruna bir mücadele vermiş olanlar en azından "Bunca mücadeleyi niçin yaptık?" diye soracaklardır.
Ve evet, bütün bu gelişmeler karşısında biz müdafaa halinde bile değiliz; anlaşılmaz bir eziklik, hatta uyuşukluk içerisindeyiz.
Allah encamımızı hayreylesin!"
Kılıç'ın bu bir tek köşeyazısında, Aközgillerin sol karşıtı dilinden ordunun yıpratılması geyiklerine, eleştiri yapmanın "maksatlı bir yıpratma hareketi içinde bulunmaktan ötürü teröristlik delaleti olması"ndan (ki biliyorsunuz bu günümüzde post-Ergenekon süreci olarak niteleniyor) "bizim taraf kesinlikle gerçek demokrasi getirecek" iknasına, gerçek Atatürkçülük ve Türk-İslam sentezi kavramlarının mükemmel kullanımlarına rastlamak mümkün.
12 Eylül zihniyetinin bu en çıplak ve konsantre haline bakıp, bugün rejim ile yüzleşme dilinin nasıl teşkil olduğuna bakmak, şüphesiz ki kimimizi biraz kolundan bacağından tutup silkeleme sürecine katkıda bulunacaktır.
Allah encamımızı hayreylesin.
Bu lafın bütün beylik niteliğini bir kenara koyarsak, şüphesiz bir gerçekle yüzyüze kalırız ki, o da arşive dalmanın oldukça eğlenceli olduğudur. Çünkü hatalarını örtbas etmeninen büyük erdemlerden sayıldığı bir ülkede, günün beylik laf edenlerinin geçmişte neler yumurtladıklarının, ya da hangi düşünce tarzlarından beslendiklerinin müthiş bir seyirlik değeri vardır.
Elimde Altemur Kılıç adlı nevi şahsına münhasır figürün 15 Eylül 1985 tarihinde Tercüman gazetesine yazdığı "12 Eylül'ün Ezikliği" başlıklı makale var. Bu makalede kullanılan cümlelerin, üslubun yansımalarını bugün sağdan sola çok geniş bir perspektife gözlemlemek mümkün. Buyrun, okuyun, siz karar verin: (ama karar vermenize yardımcı olmak için ben özellikle kaydadeğer gördüğüm yerleri bold eyledim hehe)
"12 Eylül'ün beşinci yıldönümünde, bugün hala sürebilen güven ve huzur ortamının minnettarlığı içinde, bizi bir iç savaşın, bir parçalanmanın eşiğine getirmiş buunan şartları şbretle hatırlamak veya hatırlatmak gerekirken, beş yıl sonra maalesef, adeta bu hareketin ne kadar yerinde oluşunun ve haklılığının müdafaasını bile yapamamak ezikliği içine düşmüş gibiyiz. Biz, 12 Eylül öncesini hatırlattıkça, nerdeyse "Artık kabak tadı verdi" diyecekler. Prensip itibariyle bizim tarafımızda olması gerekenler ve köklü bir düzen değişikliğinden fikir ve maddi bakımından muhakkak zarar görecek olanlar arasında bile, maalesef aynı ezikliğin içine düşmüş olanlar vardır. Daha kötüsü, bazıları da "özgürlükçülük" şanı uğruna "Lenin'in işe yarar budalaları" olarak Türkiye'de gerçek demokrasinin değil kendi Marksist ideolojilerinin hakim olmasına çalışanlara alet olmaktadırlar. Ne acı!
Evet üzerine basarak ifade edeyim: "Bizim taraf", daha doğrusu esas fikirleri itibariyle bizim taraf olması gereken taraf, hür teşebbüs, kurulu düzen, gerçek demokrasi tarafı dağınıktır. Haklılığına ve gerçek memleketseverliğine, Atatürkçülüğüne dayanarak, düzeni korumak hususunda atakta olması gerekirken müdafaada bile değildir; anlaşılmaz bir eziklik içine girmeye başlamıştır. Bırakınız bütü bu tarafı, kurulu düzen tarafıın sağlı sollu bütününü, sağ taraf bile politik bir takım çıkar hesapları ve oyunları yüzünden parçalanmış haldedir.
Buna karşılık, rejimin düşmanları kararlı ve sistemli olarak, ataktadırlar. 12 Eylül'de kursaklarında kalan hevesi, bu sefer behemehal tatmin etmek için ataktadırlar. Bunu kitaplarının, dergilerinin, demeçlerinin satırları arasında değil, bizatihi açık satırlarından, şimdiye kadar başardıklarından sezmemek, görmemek mümkün değildir.
Bu başarının iki delili yukarıda da söylediğimiz gibi, 12 Eylül'ü maksatlı bir tartışma ortamına çekmeye muvaffak olmalarıdır. Biz bu filmi daha evvelce görmüştük. Nitekim, Pişmanlık Kanunu'ndan istifade edenlerin biri, itiraflarında kendisine teröre katılmanın rahatlığını veren faktörlerden başlıcası olarak 12 Mart'ın ve 12 Martçılar'ın düşştükleri durumu göstermiştir.
İkinci büyük başarıları, bugünkü idareyi türlü dedikodularla, efsanelerle aşındırmak hususunda olmuştu. Bu efsanelerden en önemlisi Atatürkçülüğe karşı bir Türk-İslam sentezinin ve kadrosunun hakim kılınmaya çalıştığı efsanesidir ki, bu efsane maalesef gerçek Atatürkçüler arasında da yaygınlaşmaktadır. Bu konuya, tekrarlana tekrarlana adeta gerçekmiş gibi yerleşmekte olan ve maalesef doğru dürüst karşı müdafaası yapılmayan bu efsaneye ilerde geniş bir şekilde temas etmek istiyorum. Ancak şunu söylemeliyim ki, onların yakıştırmaları, yani hakikatleri tahrifleri karşısındaki müdafaamızda milliyetçiliğin manevi ve milli köklerimize bağlılığında ezikliğe düşmenin gereğini görmüyoruz.
Karşımızdakilerin çok sistemli olarak şimdi yürütmekte oldukları kampanyanın, daha doğrusu kampanyaların, tehlikeli ve hainane bir maksadı vardır: Genellikle Silahlı Kuvvetlerimizin, özellikle 12 Eylül'ü yapanların itibarlarını sarsmak. Geniş kapsamlı ve devlete karşı işlenen suçları da ihtiva edecek bir af, sıkıyönetimin görevden uzaklaştırdıklarının "ince hukuk" anlayışı ile eski görevlerine iadesi, düzen bozucu ve terörist kadroların takviyesini ve yeniden cesaret bulmalarını sağlayacaktır. Fakat daha kötüsü bu kampanyaların başarısı 12 Eylül'ün haklılığına vurulmuş bir darbe olacaktır. Kellelerini koltuklarına alıp hepimiz uğruna bir mücadele vermiş olanlar en azından "Bunca mücadeleyi niçin yaptık?" diye soracaklardır.
Ve evet, bütün bu gelişmeler karşısında biz müdafaa halinde bile değiliz; anlaşılmaz bir eziklik, hatta uyuşukluk içerisindeyiz.
Allah encamımızı hayreylesin!"
Kılıç'ın bu bir tek köşeyazısında, Aközgillerin sol karşıtı dilinden ordunun yıpratılması geyiklerine, eleştiri yapmanın "maksatlı bir yıpratma hareketi içinde bulunmaktan ötürü teröristlik delaleti olması"ndan (ki biliyorsunuz bu günümüzde post-Ergenekon süreci olarak niteleniyor) "bizim taraf kesinlikle gerçek demokrasi getirecek" iknasına, gerçek Atatürkçülük ve Türk-İslam sentezi kavramlarının mükemmel kullanımlarına rastlamak mümkün.
12 Eylül zihniyetinin bu en çıplak ve konsantre haline bakıp, bugün rejim ile yüzleşme dilinin nasıl teşkil olduğuna bakmak, şüphesiz ki kimimizi biraz kolundan bacağından tutup silkeleme sürecine katkıda bulunacaktır.
Allah encamımızı hayreylesin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder