2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com

22 Nisan 2011 Cuma

Kürt Sorununa Dair Serbest Yorumlar

Kürt sorunu konusunda kendimi "otorite" göremem, hatta Türkiye siyasi tarihi içinde en yetkinsiz olduğum konu olarak da bunu görürüm. Fakat 21.yy'da oluşan yeni paradigma ile bazı tarihsel gerçekleri öyle garip okumaya başlıyoruz ki, her şey iç içe giriyor. Bu yazıda, serbest bir şekilde, aklıma gelen gariplikleri yazacağım.

1. Doğudaki "Kürt halkı" yekpare bir oluşum değildir. Nasıl ki sol jargondan esinlenirsek bir Türk burjuvazisi ve Türk halkı ayrımı yapılıyorsa, aynı şekilde Kürt burjuvazisi ile Kürt halkı ayrımı da yapılmalıdır.

2. BDP'nin hepsinin Kürtleri temsil ettiği iddiası bir yanılgıdır. Aynı şekilde BDP'nin sadece PKK'yı temsil ettiği de. (Açıklaması gelecek)

3. Bölgenin siyasi geçmişinden dolayı, halk gözünde talepleri elde etmenin birincil stratejisinin şiddet olduğu inanışının yerleş(tiril)miş olduğu göz ardı edilemez. Bu bağlamda BDP ve PKK tabanının kesişiminin geniş olması da şaşırtıcı olmamalıdır.

4. Yukarıdaki tespiti yaparken, BDP'nin her PKK ile kendini ayrıştırma çabasında bir şekilde askeri, siyasi ya da medyasal otoritenin blokaj uyguladığını da unutmamak lazımdır.

Yakın zamanlarda DTK'da BDP'nin yayınladığı daha makul bildirinin göz ardı edilip, ülkenin gündemine içinde "özerk ordu" gibi lafların geçtiği diğer bildirinin oturması, yukarıdaki söyleme dair bir örnektir. 

5. Tarihsel olarak baktığımızda, doğuda sağ partiler sürekli olarak oy almıştır zaten. ANAP-RP-DYP vs. Güneydoğu'da, özellikle 90'larda BDP çizgisindeki partilerden daha fazla oy almıştır.

6. Güneydoğu illeri, üzerindeki asker ve Genelkurmay baskısı - işbirliği sebebiyle Kürt sorununun çözümü konusunda hiçbir şey yap(a)mayan bu partilere nasıl oy verdiyse, bugün de aynı şekilde AKP'ye oy verebilirler. Bu bir "yenilik" değildir.

7. AKP, kendisinin de başına bela olan ordu ile konjonktürel olarak savaşmış ve siyaset üzerindeki baskısını kırmıştır. Bu süreçte de, hem ekonomik hem de siyasal olarak liberal demokrat çizgiden beslenmiştir. Gene en başlarda AB reformları konusundaki girişimcilik de bu konjonktürel konumdan ileri gelmiştir.

Yoksa AKP, kadrosal açıdan baktığımızda "demokrat" bir parti değildir.

8. AKP'nin 8 yıl önce de, bugün de "Kürt sorunu yoktur" açıklaması yapabilmesinin ardındaki sebep, esasen Kürt burjuvazisi ile ilişki halinde olması ve de Kürt kimliğinin ötesinde yöre halkının dinsel kimliğine hitap edebilmesidir, tıpkı diğer sağ partiler gibi.

9. Kürt sorununun tartışmasının silahlı kuvvetler bünyesinde bir silahlı çatışma boyutundan çıkarılamaması, bölgedeki ekonomik ve sosyopolitik farklılıkların hakkaniyetle incelenmemesine yol açmıştır. Kürt sorunu, Türkiye'nin batısına hep indirgemeci bir şekilde sunulmuştur.

10. Bölgedeki "AKP - BDP" çatışmasının sebebi, salt "Kürt sorununu kim çözecek/çözmek istiyor" çatışması değildir. Buradaki ekonomik ve sosyal verileri göz ardı eden analizler de sağlıklı değildir.

11. AKP'nin "muhafazakarlık" kartını daha etkin oynamaya başladığı söylenebilir. Bölgeye ilişkin analizlerde bunun göz önünde bulundurulması makbuldur. Fakat bu çok yeni bir fenomen değildir.

12. Türkiye muhafazakarlarının önemli bir kısmının derinlerde bir milliyetçiliğinin olduğunu unutmamak gerekir. O yüzden AKP'nin sorun çözümünde attığı adımlarda daha çok din kimliğini ön plana çıkarması, ya da etnik politikaya karşı olduğunu vurgulaması "geçici bunlar ya, hep MHP'ni oyunu almak için" diye geçiştirilemez.

13. AKP ile BDP "Kürt sorunu" çözümünde ortak hareket etmeli gibi gözükürken, ayrışmalarının sebebi sadece siyasi hesaplar değildir. Hem AKP, hem de BDP tarihsel çizgileri doğrultusunda ilerlemektelerdir.

14. AKP'nin Kürt sorunu konusundaki samimiyetinin sorgulanmasının sebebi de, katıksız/romantik AKP karşıtlığı değil, bu sosyoekonomik ve tarihi çizginin farkında olunmasıdır.

15. AKP'nin ve BDP'nin çizgisinin idrakı için, bu partilerin Kürt sorunu değil de, diğer konularda nasıl bir söylem oluşturduğuna da bakmak gerekir. Bunlar yapılırken PKK'nın hangi çizgide kurulmuş bir örgüt olduğunu da unutmamak gerekir.

16. Nasıl ki Türkiye'nin batısı "silahlı çözüm"ü tek çare olarak görmekteyse, Türkiye'nin doğusunda da aynı izlenimin teşkil etmiş olması şaşırtıcı değildir. BDP'ye yönelik eleştirilerde bu tabansal sorunların da gündeme alınması gerekir.

17. Kürt sorunu konusunda, konjonktürün getirdikleri haricinde ciddi adımların atılıyor olduğuna inanılabilmesi için, devletin 12 Eylül süreciyle hesaplaşması, Ergenekon soruşturmasının Ankara'nın doğusuna geçebilmesi, Kürt sorununda hem muhafazakar hem milliyetçi kesimin, hem burjuvazinin hem de halkın sesinin gündeme alınması şarttır.

18. Bu vesileyle Kürt sorununun çözümü konusunda akıl yürütürken, her ne kadar resmi siyasi argümanlara dahil olmasa da, yöredeki rant kavgalarını, uyuşturucu ticaretini, yasadışı yapılanmaları, yerleşik bürokrasiyi vs. de unutmamak gerekir.
  
Çok dağınık oldu, ama gördüğüm cepheleşme halinin iki tarafına da itirazları madde madde yazmak istedim. Sürç-i lisan ettiysek affola.

Bunlar benim, yöreye dair istatistiki bilgiler ve de genel sosyolojik varsayımlara dayalı yaptığım çıkarımlardır. En başta da dediğim gibi, otorite olduğum iddiasınbda kesinlikle değilim. Ama tartışacaksak da 90'ları tamamen unutup tartışmayalım.

15 Nisan 2011 Cuma

2. Ankara Dağ Filmleri Festivali (13-17 Nisan 2011)

Geçen sene hiç farkına bile varmadığım bir festival var imiş, 2. şu sıralar Ankara'da. 22-24 Nisan 2011 tarihleri arasında da İzmir'de birincisi düzenlenecek imiş, İzmirlilere duyurulur!

Festivalin internet sitesinde festival şöyle tanıtılıyor:

"Türkiye’nin ilk ve tek doğa sporları, keşif ve macera temalı festivali olan Dağ Filmleri Festivali 2006 yılından bu yana aralıksız olarak izleyicisiyle buluşuyor.
Her yıl izleyicilerine dünyanın en iyi film ve belgesellerini sunan DFF, bunların yanı sıra festival süresince fotoğraf ve kitap sergilerine, seminerlere ve alanında dünyaca tanınan konuşmacıların katıldığı söyleşilere de ev sahipliği yaparak Türkiye’de Doğa Kültürü alanındaki çok önemli bir boşluğu doldurmaya gayret ediyor.
Festival, ilk başladığı günden bu yana her yıl hızla artan izleyici sayısı ve dinamik içeriği ile şehirdeki insanı doğaya yaklaştırma çabasının yanında dağ ve doğa belgeselciliğimize sağladığı önemli katkılarla da dikkat çekiyor."

Aslında festivaldeki filmlerin daha çoğunu izleyebilmek isterdim ama şu sıra biraz algıda ve izlemede seçicilik eylemem gerekiyor. Bu durumda da bisiklet temalı filmleri tercih ediyorum haliyle. Benim dikkatimi çeken iki film var: yarın akşam saat 5'te Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde gösterilecek olan Klunkerz ve ardından aynı yerde saat 7'de gösterilecek olan Bicycle Dreams. Bunları izlemeyi düşünüyorum ve dediğim gibi fırsatım olsa daha fazlasına da gitmek isterim.

Zaten internet sitesinden de erişebilirsiniz bu bilgilere ama festivalin Ankara ayağıyla ilgili bir paragraf daha araklayıp burada son vereyim:

"Çankaya Belediyesi’nin ev sahipliğinde, Usta ve Çırak, Zirve Dağcılık Ankara Şubesi ve Dağ Kültürü Derneği ortak organizasyonu ile düzenlenen, 2. ANKARA Dağ Filmleri Festivali, 13 – 17 Nisan 2011 tarihleri arasında izleyici ile buluşuyor. “Dünyadan”, “Keşif Ruhu”, “Doğa-Çevre-İnsan”, “Bisiklet” ana temaları altında toplanan filmler, izleyicilere keşif, macera, heyecan ve adrenalin dolu saatler yaşatacak."

Festival programına da buradan ulaşılabilir.

İyi seyirler!

12 Nisan 2011 Salı

Dream Team!

Milletvekili aday listelerinin dün kesinleşmesi ile birlikte, artık herhalde bi'zahmet yapılacak olan yeni ve sivil anayasayı hangi üyelerden teşkil olan meclisin yapacağı da az çok kestirilmeye başlandı. Listelerin saçtığı umudu kelimelere sığdırmak imkansız, zira mükemmel seçimler var. Neyse, lafı fazla gevelemeden, sizlere yeni, sivil ve özgürlükçü anayasayı hazırlayacak o rüya takımı sizlere tanıtalım.

I. "Dinamik" AKP


Cemil Çiçek: Susurluk'tan mahkum olan Korkut Eken'i "yazılı emir" ile serbest bırakmaya çalışan, Orhan Pamuk ve düzenlenecek Ermeni Konferansı hakkındaki övgü dolu sözlerini unutamamışken 2009 seçimleri sonrasında "Iğdır'ı da aldılar Ermenistan'a dayandılar" uyarısı ile gönülleri fetheden Çiçek'in, sivil anayasaya vereceği katkılar yadsınamaz. Kendisi zaten geçtiğimiz ay "İlk 5 maddeyi değiştirmeyeceğiz" beyanatıyla, yeni anayasanın yolda olduğunun sinyallerini vermişti.

Abdülkadir Aksu: Vikiliks'te hakkında yazılanları buraya alsam Blogger'ın ikinci kez kapanmasına sebebiyet veririm. Kendisi ne zaman İçişleri Bakanı olsa ülke tam bir huzur ve refah ortamına kavuştu. Onun tam bir sivil anayasa hazırlayacağına hiç şüphem yok.

Vecdi Gönül: Kendisi, Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olması istenmezken, CHP'lilerin üzerinde durduğu isimdi. Asker ile AKP arasındaki soğuyan ilişkilerin kankalık mertebesine çıkmasındaki payı yadsınamaz. Antalya'da 1. sıraya konan gönül, sivil anayasası ile gönüllerimizi fethedecektir kesinlikle.

Burhan Kuzu: Kendisi ülkenin en yetkin hukukçularından birisi olduğunu, "İdam cezasını her zaman savundum. İdam edilmeyi savunmadım, o başka bir şey. Ama bir kenarda dursun diye her zaman söyledim." beyanatı ile yeniden kanıtlamıştı son zamanlarda. İdam hususundaki açılımını temel hak ve özgürlüklerin hepsine yansıtacağı bir sivil anayasa düşlüyorum.

Şamil Tayyar: Kendisi değişim denince es geçilemez bir kişilik, zira 28 Şubat sürecinden beri geçirdiği dönüşüm hepimize umut ve ilham vermekte. Anayasaya bu minvalde çok değerli katkıları olacaktır.

Ahmet Kutalmış Türkeş: Mecliste en az bir Türkeş olmasının garantisi olması açısından AKP adaylığı çok hayırlı oldu. Kendisinden babasının mermerci çizgisinden ayrılmamasını ve bizlere güzelinden bir anayasa hediye etmesini bekliyoruz.

Beşir Atalay: Atalay'ın basın özgürlüğü konusundaki vizyonu, yeni anayasa oluşurken mutlaka değerlendirilmelidir. Ne demişti kendisi? "Şu andaki basın özgürlüğü en ileri demokratik ülkelerden daha ileridir. Çünkü oralardaki durumu da biliyorum." İşte lazım olan vizyon tam olarak budur.

Oğuz Kağan Köksal - Muammer Güler: İşte "polisi yedirmeyen" sayın Başbakanımızın sivil anayasayı oluşturacak meclise katkısı iki mükemmel insan. Emniyet Müdürlüğü esnasındaki tutumlarını anayasa görüşmelerine yansıttıkları sürece, Kanun-i Esasi'den beri bu memleketin görüp görebileceği en özgürlükçü anayasanın çıkacağı garantidir.

Hayati Yazıcı: Kendisi Tekel işçilerinin eylemini PKK ile ilişkilendirerek, Madımak Katliamı sanıklarını savunarak ne kadar insancıl ve de çoğunlukçu olduğunu göstermişti bizlere. Yeni dönemde de bu katkılarını bekliyor olacağız.

Suat Kılıç: Kendisi, Başbakanımızın fikirlerinin yankılanması, ve de özgürlükçü anayasa karşıtı taleplerin bastırılması için vazgeçilemez bir unsur. Mecliste yine olacak olması çok sevindirici bu Twitter fatihinin.

Erdoğan Bayraktar: İşte "yapım" denince akla gelecek ilk isim. Kendisi TT Arena'daki konuşmasıyla bizlere çoğulculuk ve hoşgörü dersi vermişti. Yeni anayasayı yapacak mecliste olmaması çok üzücü olurdu.

Bekir Bozdağ: Anayasa Mahkemesi, HSYK, Ergenekon... Ne zaman bir açıklama yapsa, "kuvvetler ayrılığı"na saygısının sonsuz olduğunun altını-üstünü, her tarafını çizdi Bozdağ. Onun rol almayacağı bir sivil anayasa projesi öksüz kalırdı.

II. "Yeni" CHP


Sinan Aygün: AB yolunda seyahat eden, çoğulcu bir anayasa özleyen ülkenin yegane ilacı, Lokman Hekim'i. Aygün ile yapılacak fikir teatisi sonucu hazırlanan anayasa, değil Türkiye, Avrupa'nın anayasası olur ama o ülkesini sevdiği için izin vermez, o ayrı.

Süheyl Batum: Sivil anayasa tartışılırken tedbirin elden bırakılmaması ve de "Darbeye karşıyız ama..." diye bir cümlenin eklenmesi esastan olmalıydı. İşte bunun için aranan kan Batum'dur. Kendisinin, 27 Mayıs tarzı darbe olmayan bir özgürlükçü müdahale ile hazırlanan bir anayasa için savaşacağı kesindir.

Nur Serter: İsmi bile yeter şanını açıklamaya: Hem Nur, hem Sert, hem Er. Özellikle türban sorununu "bırakın, çözecek" olan CHP'nin, anayasa görüşmelerindeki en gür sesi olacaktır.

Aydın Ayaydın: Eğer bankaları ve Rekabet Kurulu'nun yönettiği gibi bir katkı yaparsa, sivil anayasanın müdileri olan bizlerin çok memnun kalacağı apaçık ortada.

Oktay Ekşi: Kendisini burada uzun uzun anlatmak, o engin birikimine hakaret olur. Gidin, herhangi bir yazısını okuyun, nasıl özgürlükçü ve demokrat olduğunu anlar, sivil anayasa için inanılmaz derecede umutlanırsınız.

Mehmet Haberal: Son ama aynı derecede önemli olarak: Mehmet Haberal. Kendisinin sosyal demokrat geçmişi, Hüsamettin Özkan gibi özgürlükçü solun bayrak ismi ile ilişkisi, doktorluğu sırasında oluşturduğu tertemiz sicili ile, sivil anayasa denince es geçilmeyecek bir isim Haberal. Ama ne yazık ki çok hasta şu an. Umarız bir enerji bulur da, anayasa konusundaki fikirleriyle bizleri aydınlatır.

*   *   *

Güldük eğlendik, sadede gelelim: Bu meclis, özgürlükçü ve sivil bir anayasa çıkaramaz, ama özgürlükçü olmayan bir anayasa hususunda kusursuz bir mutabakata varırlar. 

Bu meclis portresi, kuvvetlerin tam olarak ayrılamadığı bir "Başkanlık sistemi"ni işaret etmektedir. Bu süreçte, "demokrasi" kelimesinin içi biraz daha boşaltılacak ve süper zevkli tartışmalar dönecektir.

Sonumuz hayır olsun.

8 Nisan 2011 Cuma

Ali Nesin'den Mektup Var (ÖSYM 3. Bölüm)

ÖSYM skandalı konusunda, Taraf'ta çıkan röportajı sebebiyle kısmen eleştirdiğim Prof. Ali Nesin, kitapçıkları ve bulguları inceledikten sonra ikinci bir yazı kaleme almış, ve bu yazıyı da bana Ekşisözlük aracılığı ile e-mail olarak iletmiş. Ben de bu platformda konuyu irdeleyen yazıyı yayınladığım için Ali Nesin'in ikinci yazısını yayınlamayı da etik olarak doğru buluyor, kendisinin ÖSYM'yi kritik eden yeni yazısını aşağıya ekliyorum.

Ayrıca konuyu açıklığa kavuşturmak için vakit harcadığı ve de hatalı beyanatını boş vermeyip doğruyu bulmak için ısrarcı olduğu için kendisine teşekkür ederim, zira Türkiye'de ender gördüğümüz bir davranış bu.
*   *   *

Perşembe günü Taraf’ta çıkan söyleşimde bazı yanlış çıkarımlarda bulunmuşum. Şimdi daha çok sınav kâğıdına ulaşılabildiğinden, ÖSYM’nin son açıklamalarını da dikkate alarak bu çıkarımlarımı düzeltmek zorundayım.

İki soru var yanıtlanması gereken: 1) ÖSYM’nin aslında ne yapmak istediği ama 2) Ne yaptığı.

İkinci sorunun yanıtını üç aşağı beş yukarı anladık. Özetle şöyle:

a) ÖSYM her soru kitapçığında tüm yanlış şıkları ayrı ayrı karacağına, tek bir karma yapmış. Ayrı ayrı karıldığı çıkarımım yanlışmış. Söylenene göre sistemdeki bir hata buna neden olmuş.

b) Bu karmayı esas alarak, her kitapçıkta her sorunun şıklarını – anladığım kadarıyla rastgele ve ayrı ayrı – döngüsel kaydırmış.

c) Böylece tüm kitapçıklarda tüm soruların şıklarının döngüsel sıralaması aynı çıkmış.

Bunun şu sakıncası var: Rastlantıyla ya da kasten beliren ve soruların tümünü ya da çoğunluğunu yanıtlamaya yarayan bir şablon, tüm kitapçıklarda belirebilir. Nitekim Radikal gazetesinden Betül Kotan’ın ortaya koyduğu “büyük sayının sağındaki doğru yanıttır” yöntemi 40 matematik sorusunun 36’sına uygulanabiliyor ve 23 doğru yanıt veriyor.

Eğer öğrenciler bu yöntemi önceden görmemişlerse bir sorun yok, çünkü sınav sırasında böyle bir şablonu farketmek imkânsız; farkeden de benim nezdimde en iyi üniversitenin en iyi bölümüne girmeye hak kazanmış demektir! Ama her türlü şablonun dışarıya kolaylıkla sızdırılma olasılığı olduğundan, ÖSYM’nin bu kusuru bağışlanır gibi değil. Üstelik sistemdeki bu hata da öyle kolay kolay farkedilmeyecek bir hata değildir. Buna acemilik değil, beceriksizlik denir.

Ayrıca şu sorular da akla geliyor: Eğer yanlış yanıtlar rastgele karılmışsa nasıl oluyor da,

a) Tam 8 soruda hiçbir karma yapılmamış ve bu 8 soruda yanıt hep en küçük?

b) 36 sorunun 23’ünde doğru yanıt hep en büyük yanıtın sağında yer alıyor?

Bunlar yanıtlanması gereken sorular.

Birinci sorunun, yani “ÖSYM aslında ne yapmak istedi?” sorusunun yanıtını tahmin bile edemiyorum. Daha doğrusu tahmin ediyorum ama bir anlam veremiyorum, çünkü yanlış şıkları rastgele karıp sonra yanıtları rastgele kaydırmakla, doğru yanlış demeden tüm şıkları bir defada rastgele karmak arasında hiçbir fark yoktur ve ikinci yöntem akla ilk gelendir, çok daha sadedir, kolaydır ve dolayısıyla hatalara karşı çok daha dayanıklıdır. Bu sorunun da yanıtını ÖSYM başkanı hepimize açıklamakla yükümlüdür.

Ali Nesin

7 Nisan 2011 Perşembe

ÖSYM Skandalının Açıklaması - 2. Bölüm

ÖSYM bugün hatasını kabul etti, ve de sınavda bütün kitapçıklarda belirli bir kalıbın kullanıldığını söyledi. Haber kaynağı Hürriyet olduğu için iki defa düşünürüm normalde, lakin benim kişisel incelemem de aynı yönde olduğundan yazmakta beis görmüyorum.

Bugün Ekşisözlük'te, algoritmanın bu şekilde her kitapçık için geçerli olduğunda ne sonuç verebileceğinin olasılığını hesapladım. Entry buradadır. Sonuç? Olasılık hesabı ile, algoritmanın cevabı işaret edebildiği 30 sorudan 23.75 net çıkarmak mümkün.

Daha tartışma olacaktır, kitapçıklar, yalanlamalar, tezler vs. havada uçuşacaktır, kesin yargılara varılacaktır, varılmayacaktır... Orasına karışmam.

Maksat açıklamaya burada başladığımız konuyu yarım bırakmayalım, matematiğini de ekleştirelim.

6 Nisan 2011 Çarşamba

So far no matter how close: Ermenistan (3/4)


Yerli malı yurdun malı
Nedense hiç Türkiye’de üretilmiş bir şey göremeyeceğimi düşünmüştüm (acaba neden?). Ama kahve aralarında sıcak su için kullanılan su ısıtıcılar “Tuğra” marka idi örneğin. Veya pazara da gittik, pazarda birçok ürün “Metin Tekstil” gibi, “Çıldırın” gibi Türkçe isimli ve Türkiye kökenliydi (Bkz. Foto).

Önde “Kemal Bebe”, arkada “Çıldırın”

Az önceki bahsettiğim Pazar, bizim sosyete pazarı gibi bir yer. Kılık kıyafet var bolca, işte arada oyuncaklar falan. Meyve-sebze pazarı gibi değil. Bir de bit pazarına gittik bunun dışında. O da özellikle Artvin’de yaşadığım 1 senede sık sık gittiğimiz “Rus pazarı” denen pazarlara benziyordu. Oldukça yoksul bir ülke Ermenistan ve bu “Rus pazarı” görünümlü pazarda, bir evde bulabileceğiniz hemen her şey satılıyordu. Evdeki dekoratif eşyalardan tutun da, avizeye, eski oyuncaklara, Sovyet Rusya pasaportlarına, elektrik sayacına, contalara kadar.

Tanıdık bir şeyler gören?

500 dram = 1 € = 2 TL yaklaşık olarak. Sigaralar 1 €’dan ucuz, alkollü içkiler oldukça ucuz (doğrudan kötü alışkanlık odaklı düşünmüşüm, evet), benzinin litresi yine 1 €’nun altında.

Post-Sovyet / Post-Komünist haller
Ülkede Sovyet Rusya’nın etkisi oldukça fazla hissediliyor. Yani özellikle eski filmlerden aşina olduğumuz o “komünist yapılar” şehrin her tarafında. Şehrin merkezi olan Republic Square’de (Cumhuriyet Meydanı) devasa taş binalar var. Biri ünlü bir oteller zincirine ait şimdi, biri müze, bir başkası Dışişleri Bakanlığı... Çok geniş meydanlar ve bol miktarda heykel var bütün şehirde. İlk planlandığı zaman oldukça güzel planlanmış şehir. Sovyet Rusya’da bir “şehir planı”na göre tasarlanan ilk şehir Erivan. 150 bin kişi için tasarlanmış o zaman ama şimdi 1.5 milyon insan yaşıyor. Ülkenin tamamının nüfusu 3 milyon civarında bu esnada, yüz ölçümü de 30 bin m2, yani Ankara’dan biraz küçük.

Mevzubahis taş yapılara bir örnek. Dışişleri Bakanlığı'nın da bulunduğu bina

Güzel büyük taş yapılara eşlik eden çirkin apartman dizileri de var insan deposu olarak. Yoksulluk had safhada ve şehrin göbeğindeki o taş yapıların hemen ardından şehir hızla varoşlaşıyor. Bu özensiz apartmanların önünde de arabalar dizili; çoğu eski model Lada ve envai çeşit 4x4’ler. Neden ve nasıl çözemedim ama bu ikisinin arası çok yok sanki. Arabaların çoğunun camları (onların da çoğunun bütün camları) filmli, içerisi görünmüyor. Daha önce Ermenistan’a giden bir arkadaşımın söylediğine göre, özellikle Amerika’da yaşayan Ermeni diasporasının araçları imiş onlar. Ki bu biraz benim soruma yanıt oluyor; zira Ermenistan’da ve yurtdışında yaşayan Ermeniler olarak ikiye bölündüğünde, bu fark bir ölçüde açıklanıyor.

Çok anlaşılmıyor ama butik ülkenin butik benzin istasyonlarından biri. Yoldan geçerken alıyorsun benzinini.

Yaşamın oldukça ucuz, ülkenin fakir olmasına rağmen özellikle kadınlar için biraz abartılı bir bakımlılık/süslülük sözkonusu. Hemen hemen bütün kadınlar kuaförden az önce çıkmış gibi. Çeşitlilikten çok, bir tek tiplik söz konusu hem erkekler hem kadınlar için. Gerçi moda dediğimiz de insanların kendi kendine tektipleşmeye çalışması değil mi zaten? Ama yine de farklı moda akımları yok, 80 sonu 90 başı modası devam ediyor sanki. Kadınlar için dar pantalonlar, yüksek topuklu ayakkabılar, büyük gözlükler; erkekler için deri ceket, pantalon ve mokasen, yer yer spor ayakkabı.


                  Bu esnada modayı bir kenara bırakıp insanları Türkiye-Ermenistan vatandaşı olarak karışık dizerseniz, kimin nereden olduğunu kestirmek oldukça zor. Özellikle Türkiye’nin doğusundan birilerini ayırt etmek hepten zor. Zaten tahmin edilebilecek bir şey bu tabii ve tanıdığım sayılı Ermeni arkadaşımdan da biliyordum ama bu kadar olacağını tahmin etmemiştim. Eninde sonunda bu söylediğim “Erzurumlularla Erzincanlıları karışık diz, valla ayıramazsın” demek gibi bir şey. Sıradaki şarkı Manga’dan gelsin o zaman: We Could be the Same.

5 Nisan 2011 Salı

ÖSYM Skandalının Açıklaması

Tabii ki güzel ülkemde her tartışma hemen "cemaat-AKP-Kemalist-Ergenekoncu" cephesine çekilmek zorunda olduğundan, ÖSYM'nin YGS'deki hatasını da önyargısız incelemek mümkün olmadı. Ailenizin ideolojilerüstü analisti olarak duruma ben el attım, ve de onlarca kitapçığı inceledikten sonra sonuca vardım:

"Şifre yok, ama ÖSYM'nin yaptığı çok vahim bir hata var."

Olay şu: ÖSYM, bir adet master kitapçık hazırlıyor, ve bu kitapçıktan yola çıkarak, bir algoritma ile diğer kitapçıklar hazırlanıyor. Olayın vehameti, algoritmanın basitliğinde. Şöyle ki, diyelim master kitapçığında sorumuzun cevapları.

A) a  B) b  C) c  D) d  E) e

ÖSYM'nin yaptığı 1. Bu sorunun soru numarasını değiştirmek ve 2. Şıkları kaydırmak. Mesela ilk kitapçıkta bu ilk soru ise, ikinci kitapçıkta ikinci soru oluyor, ve şıkları da şöyle oluşuyor:

A) b  B) c  C) d  D) e  E) a

Böyle böyle sürüp gidiyor bu kaydırma.

Bu aslında çok da sorun teşkil edecek bir durum değil, lakin Matematik bölümü için sorun yaratmasının özel bir sebebi var:

Master kitapçıkta, sayısal cevabı olan soruların cevapları küçükten büyüğe sıralanıyor. Bu sıralama yapıldıktan sonra, doğru cevabın yeri aynı tutulup yanlış cevapların yeri karıştırılıyor. Bu birincil karıştırmadan sonra bütün soruların şıkları yukarıda açıkladığım gibi kaydırılıyor. Fakat algoritmamız böylece formüle edilmiş oluyor, çünkü doğru cevabı aynı tuttuktan sonra yanlışları hep aynı düzende karıştırmak bize bir sistem veriyor.

Daha basit anlatayım: Biz en başta doğru cevabı sabit tutup yanlışları karıştırdık. Bu işlem sonunda sadece çakışan şık doğru cevap olarak kaldıysa, sonuç bellidir. Öğrencinin yapması gereken, şıkları sırayla kaydırarak, master kitapçığın ilk bozulan halindeki sıralamayı bulması.

Örnek: Master kitapçık: A) 1 B) 2 C) 3 D) 4 E) 5 olsun. Doğru cevap D.

ÖSYM bunu önce A) 3 B) 1 C) 5 D) 4 E) 2 olarak karıştırdı. Böylece çakışan doğru oldu. Daha sonraki bütün kitapçıklarda şıklar aynı sırayla, fakat farklı yerde dizili olacak. Yani 3-1-5-4-2 değil de, 1-5-4-2-3, 5-4-2-3-1, 4-2-3-1-5 ve 2-3-1-5-4 şeklinde dizilecek. Sağda solda çembersel (dairesel) mod olarak gördüğünüz ifadenin açıklaması bu.

Tabii bu sıralama neticede 5 adet şık arasında yapıldığı için, her zaman doğru sonuç vermeyebilir. Örneğin yukarıda 1-5-4-2-3 sıralamasını alan çocuk, basında lanse edilen şifreye göre yanlış cevap da verebilir. Fakat diğer bütün hallerde öğrenci doğru cevabı bulacaktır. Diğer bir deyişle, öğrencinin kitapçığında eğer 3-1-5-4-2 dizilişi, bu kaydırmalar sonucunda karşısına 1-5-4-2-3'ten önce çıkarsa (ki %80 çıkacaktır eğer doğru cevap haricinde bir adet tesadüfi çakışma varsa), doğru cevap bu algoritma göz önünde tutularak bulunur.

Kitapçıkları incelediğimizde de optimizme yer olmadığını görüyoruz, zira bu formülle yapılan matematik sorularında 20/26 isabet tutturulmuş, istisnai haller göz önüne alındığında ("Ya ilk şık en küçük/son şık en büyükse?" sorusu) ve ekstra deneme yapıldığında ise isabet oranı 23/26'ya çıkmış. (haber linki)

Ben bizzat Matematik bölümündeki soruların hepsini çözmedim (şimdi 8 sene önce gördüğüm/ezberlediğim geometri kurallarını arattırmayın bana bu sosyalbilimci halimle), lakin Antalya Merkez kitapçığında bu sistemin işe yaramadığı 2 soru vardı ilk 25 soruda.


Özet: ÖSYM'nin bilinçli olarak bir hata, bir şifreleme yaptığını söyleyemesek de, ciddi bir düşünme hatası  yapıldığı aşikardır.

Sorulması gereken soru şudur: Madem ki her öğrenciye farklı kitapçık uygulaması yapıyorsunuz, neden soruların yerlerini ve soru şıklarını adam gibi değiştirerek çok sayıda farklı örnek elde etmediniz? Eğer böyle yapmayacaksanız, yaptığınız uygulamanın ne amacı var?

Şu zamana kadarki kopya skandalları sınav içerisindeki değil, sınav dışarısındaki faktörlerle gerçekleşmişti (kitapçık çalınması vs.) Eğer ki siz 10 tip kitapçık basıp, bu kitapçıklardaki şıkları adam gibi karıştırsaydınız "Çok iş olur ya, kaydırıverelim gitsin" demek yerine, bugün bu skandal yaşanmayacaktı. Hadi onu da geçtim, master kitapçıkta doğru şıkkın yerini sabit tutup yanlışları karıştırmak yoluna gitmeseniz, çembersel mod uygulamasanız gene böyle bir durum mevzubahis olmayacaktı.

ÖSYM'nin bu algoritmayı yazan, onaylayan ve bu kararı alan yöneticileri çıkıp adam gibi cevap vermelidir. Bu tembellik/işgüzarlık/işbilmezlik hali, sınavın geçerliliği hakkında şüphe uyandırmıştır.

Ve altını çiziyorum, bu konu siyasi tartışmalara alet edilmeden irdelenmelidir, zira buradaki sorun apayrı bir sorundur, hafif tabirle kabiliyetsizlik/düşüncesizliktir.


Tüm öğrencilere geçmiş olsun. Kafaları yeterince bulanacak önümüzdeki zaman diliminde ne yazık ki...

Ekleme: Kronolojik bir toparlama da yapayım da, olayın nasıl geliştiğini unutmayalım.

En başta basına dağıtılan kitapçık da, şu anki bilgilerimiz doğrultusunda, bu master kitapçıktaki şıkların ilk karıştırılmış hali. Orada "kaydırma" olayına girilmediğinden doğrudan yöntem denenerek çok yüksek bir isabet oranı ortaya çıkıyor, ve bunu Artvinli amcamız keşfediyor.

Daha sonra diğer kitapçıklara bakılıyor ve öyle kabak gibi bir şifrenin olmadığı görülüyor. Lakin zaten sorun "şifre" değil, algoritmanın saçmalığı olduğu için, esas sorun kitapçıkların hepsi açıklandıktan ve ÖSYM Başkanı'nın açıklamalarından sonra ortaya çıkıyor.