2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com

20 Haziran 2012 Çarşamba

Zamanlama Masalı

Zana'nın ılımlı açıklamalarından ve Karayılan'ın röportajından sonra gerçekleşen sınır karakolu saldırısı, beklendiği gibi medyanın "zamanlama manidar" refleksini tetikledi. Üzerine Demirtaş'ın "PKK silah bıraksın, devlet operasyonları durdursun" açıklaması, sanki Demirtaş'ın ağzından ilk defa böyle bir söz çıkıyormuşçasına bir havada lanse edildi (tabii vurgu cümlenin ilk kısmınaydı)

Bu "zamanlama" masalının ardından çığırılan türkü de "birileri düğmeye bastı". Yani aslında barış yolunda her şey çok güzel gidiyordu, hiç çatışma falan yoktu, birden zart diye bir saldırı yapıldı ve bütün süreç alt üst oldu. Bu saflık - ikiyüzlülük dolu analizlerin anaakım medyanın her tarafında yer bulması, arkasından "PKK kayıtsız silah bırakmalı" argümanının "evet evet" nidalarıyla desteklenmesi, çözüm için olumlu bir şeyler söyledğini sanıp sadece vicdan paklanmasından başka bir işe yaramıyor.

Öncelikle şu "ah ne güzel güllük gülistanlıktı her şey" pervasızlığını irdeleyelim. Son 3 ayda Milliyet gazetesinde "şehit" kelimesi arandığında çıkan sonuçlar şunlar:

Mart 2012: Cudi Dağı'nda 3 gün süren çatışmada 6 Özel Harekatçı, 7 PKKlı öldü.
24 Mart 2012: Bitlis'teki mağara baskınında 15 kadın PKKlı öldürüldü.
5 Nisan 2012: Hakkari'deki çatışmada 1 üsteğmen öldü.
10 Nisan 2012: Amasya'da bombalı saldırıda 1 asker öldü.
12 Nisan 2012: Uludere'deki çatışmada 2 asker öldü.
14 Nisan 2012: Samsun'da 2 PKKlı öldürüldü.
16 Nisan 2012: Bitlis'e yapılan operasyonlarda PKK sığınakları bulundu.
21 Nisan 2012: Uludere'de mayına basan asker öldü.
25 Nisan 2012: Bingöl'de çatışmada 3 asker, 4 PKKlı öldü.
5 Mayıs 2012: Tunceli'de saldırıda 3 asker öldü.
9 Mayıs 2012: Tunceli'de çatışmada 1 asker öldü.
17 Mayıs 2012: Hakkari'de sınır taburuna saldırıda 1 asker öldü.
18 Mayıs 2012: Hatay'daki saldırıda 3 asker öldü.
21 Mayıs 2012: Diyarbakır'da çıkan çatışmada bir Özel Harekatçı, 4 PKKlı öldü.
24 Mayıs 2012: Muş'ta astsubay öldürüldü.
25 Mayıs 2012: Kayseri'de canlı bomba saldırısı gerçekleşti.
28 Mayıs 2012: Şırnak'ta çıkan çatışmada 1 teğmen öldü.
1 Haziran 2012: Muş'ta PKK sığınakları imha edildi, 5 PKKlı öldürüldü.
5 Haziran 2012: Lice'de mayınlı saldırıda 2 asker öldü.
9 Haziran 2012: Yüksekova'da çıkan çatışmada bir asker, bir PKKlı öldü.
13 Haziran 2012: Şırnak kırsalında devam eden operasyonlar sırasında iki ayrı yerde iki ayrı mayın infılak etti. 2 asker öldü, 2 yaralı.

Şimdi soru şu: Bunların hangisinin zamanlaması manidardı? Hangisinde düğmeye basılmıştı? 4 günde bir çatışma-saldırı-operasyon haberinin çıktığı bir ortamda, hangi işgüzarlık bir baskını "manidar" bulabilir? Bu post hoc ergo propter hoc'çuluğun membası nerededir?

Gelelim buradan yola çıkılarak dillendirilen "PKK silah bırakmadan müzakere olmaz" hikayesine. Daha önce uzun uzun anlatmıştım neden bu argümanın saçma olduğunu. Ortada apaçık süren bir savaş var, bu savaşın iki tarafı var. Bu taraflar birbirlerine güvenmiyorlar, bu güvenin tazelenmesi için adımlara ihtiyaç var. Ulus devlet kafası sürdükçe, Kürtlerin hakları tanınmadıkça, bu yönde sinyaller verilmedikçe, devlet operasyonları bırakmadıkça PKK silah falan bırakmaz. Aynı bakış açısı devlet için de geçerli. Bu yüzden "silah bırakılsın, şiddet olmasın" çağrısı ile ancak güzel bir duş alırsınız, çözüm için hiçbir halta yaramazsınız. Hele ki "PKK silah bıraksın" cümlesini "ama devlet operasyon yapacak tabii" ile sürdürüyorsanız karşı tarafın nezdinde hiç ama hiç ciddiye alınmazsınız.

Daha önce defalarca yazdığım şeyleri tekrar tekrar yazmak ne kadar anlamlı bilmiyorum, o yüzden hasılı kelam eyleyeyim. Siz de zamanlama ezberini bırakın artık bir zahmet, biraz gazete neyin okuyun, gazetecisiniz siz.

2 yorum:

Eren dedi ki...

Shelbyl onemli bir noktaya parmak basmis. Medyanin Kurt sorununu gelisiguzel tartismasi, yasanan olaylari genis bir zamansal perspektiften tartisamamasi kamuoyunun da meseleye yuzeysel yaklasmasina sebep oluyor. Ciddi bir entellektuel tembellik soz konusu.

Devletin meseleyi kavrayisi ile kullandigi soylem arasinda kasitli olarak muhafaza ettigi bir uyusmazlik var. Hukumet PKK'nin Kurt halki tarafindan ozgurluk mucadelesinde su an icin elzem bir aktor olarak goruldugunun ve su anki konjonkturde cozum icin BDP ile oldugu kadar PKK ile de masaya oturulmasi gerektiginin farkinda.

Soylemde bunu inkar etmesinin sebebi PKK ile BDP'yi birbirine dusurerek aralarindaki bagi yok etmek. Cunku hem siyasi mesruiyeti olan BDP ile hem de devlet siddeti uzerinden de facto mesruiyet kazanan silahli bir orgutle ayni anda masaya oturursa daha cok taviz vermesi gerekecegini dusunuyor. Kurt tarafindaki iki baslilik isine gelmiyor ama bunun kacinilmaz bir iki baslilik oldugunu -ki dunyada bir cok ornegi var- idrak etmesi gerekiyor. Hala masaya oturacagi aktorleri teke indirmek ve muzakerelerde avantaj saglamak gibi bir umudu var. Bir nevi bol-yonet olarak tanimlayabiliriz bu stratejiyi. Zana'nin aciklamasina sarilmalari da buyuk olcude bu yuzden. PKK'yi yalnizlastirmak hukumet icin onemli. Hukumet risk alip elini tasin altina sokacaksa karsisinda tek ses olabilecek bir muhattap gormek ister. Zira muzakere olumlu neticelenmezse kamuoyu nezdinde buyuk bir itibar kaybi yasayacaktir. Tam da bu yuzden hem PKK'nin kendi icindeki cok basliligi olabildigince gidermesi hem de BDP'nin PKK ile birlestigi ve ayristigi noktalari netlestirmesi lazim. Ayni sekilde AKP'nin de tutarli bir pozisyon almasi sart. Bu noktada Tayyip Erdogan'in birlestirici rol oynamasi sart.

Guven sorununa gelince her iki taraf da karsi tarafin kendisine daha cok guven duymasi gerektigini dusunuyor ve ilk adimi karsi taraftan bekliyor. 30 yildan fazladir suregelen bir catisma ve cozumsuzluk gecmisine ragmen hala karsi taraftan talep ettigi guvene layik olmadigini goremiyor. Karsi tarafin hareket alanini daraltacak hakedilmemis buyuk tavizler istemektense, ufak ve sembolik adimlarla (ornegin Abdullah Ocalan'in cezasinin ev hapsine cevrilmesi) baslamak tam da bu noktada onemli gibime geliyor. Bu ufak adimlar meselenin ozune dokunmasa da muzakerelere oturmadan once gerekli olan guven ortaminin saglamlastirilmasina yarayacaktir.

Ayrica sorunun cozumu icin bazi temel prensipler belirlenmeli. Mesela devlet silah birakmak gibi kendi yapamayacagi bir seyi PKK'dan istememeli. Karsilikli ateskes ise prensipte yapilabilecek bir sey ancak, Devlet'in kosulsuz bir ateskes talebi olmamali. Zira devletin elinde PKK ile silahli mucadele etmenin disinda baska daha bircok siyasi ve adli baski araci mevcutken PKK'nin ve BDP'nin imkanlari cok daha sinirli. Yani guven sorunu bir kez daha karsimiza cikiyor.

Eren dedi ki...

Bugun Radikal'de Yildirim Turker'in yazisini okudum

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1092065&Yazar=YILDIRIM-TURKER&CategoryID=97

Komunal'i takip ediyor olmasin diye dusunmedim degil :)