Başbakan, Uludere konusunda kendi tabanından dahi tepki görmeye başlayınca şapkadan bir tavşan çıkarmalıydı, o da kürtaj konusu oldu. Konu ilk ortaya atıldığında bunun klasik AKP pragmatizmi uyarınca ortaya atılmış ve biraz sular durulunca geri çekilecek bir demeç olduğunu sanmıştım (bu konuda akla ilk gelen örnekler alkol yaşı kısıtlaması, idam cezası geri gelsin tartışması, zina vs.) lakin mevzu aldı başını yürüdü ve yasa taslağı olarak kapımıza dayandı. Tabii burada Başbakanın yıllardır sahip olduğu "daha çok nüfus, kadınlar, yemeyin içmeyin doğurun!" takıntısının da payı büyük.
Kürtaj konusu, mensubu olduğum düşünce ekolünü (insan hakları ve bireysel özgürlük temelli, kamu politikaları nezdinde kar-zarar analizini öngören) en çok zorlayan konulardan birisi. Çünkü insan hakları kısmında, temelden bir çelişki içerebiliyor farklı bakış açılarına göre. Kürtaj konusunu "haklılık/haksızlık" perspektifinden tartışmak o yüzden sakat, ve lakin tartışma platformu "yaşam hakkı/seçim hakkı", "cinayet" gibi tanımında uzlaşılmayacak/kesin tercih yapılamayacak eksenlerde şekilleniyor.
I. Tartışma Zemini
Bunu biraz açayım: Kürtaj konusunda, genelgeçer bir tutum almak sözkonusu değil. "Bebek benim karnımda, istediğimi yaparım" pozisyonuna "o fetüş bir canlı, cinayettir bu!" kontrası geliyor. Sonrasında tartışmalar fetüsün ne zaman canlı olarak kabul edilebileceğine bağlanıyor. Bu konuda her dinin ve hatta mezheplerin referansı farklı, o yüzden din temelli bir açıklamada dindaşların bile buluşması zor.* Seküler açıdan yaklaşıldığında da durum farklı değil. Mesela bir görüş, en erken prematüre doğumda hayatta kalmış bebeğin referans alınmasını öngörürken, diğer bir kesim bebeğin "hissetmeye" başladığı anı referans alıyor. Kimisi ilk kalp atışı diyor, kimisi doğum anını öngörüyor. Bu kadar karmaşık ve çok yönlü bir husus kesin karara bağlanamaz.
Bu durumda tartışmayı bu eksende yürütmenin faydası yok, çünkü bu pozisyonlarda tutarlılık da arz edilmiyor. Örneğin "fetüs canlıdır!" diyen bir insanın, düşük yapıldığında cenaze töreni düzenlediğini hatırlamıyorum. Ya da "devlet eliyle cinayet işlenemez" gibi aslında çok genel ve mantıklı bir pozisyonun, Türkiye devlet-vatandaşlık kontratında yeri olmadığı da aşikar: Devlet bizi gözaltında da öldürür, biber gazıyla da öldürür, askerde eğitim zaiyatı da sayar ve kimse ondan hesap soramaz. Ya da "bebek doğmadan, duygu-düşünce sahibi olmadan canlı sayılamaz" görüşünün, diğer canlı varlıklara ilişkin tartışmalarda tutarsızlık riski oluyor.
Bu bahsettiğim içkin çelişkiler yüzünden tartışma "kürtaj olursa ne olur, olmazsa ne olur" temelli bir "kar-zarar analizi" ile ele alınmalı diye düşünüyorum.
II. Kürtaj Neden Yasal Olmalı?
Kürtaj var, ve de yasadışı iken bile gerçekleştirilen bir yöntem. Düşük yapmaya çalışma, vajinaya çeşitli cisimler sokma gibi çok tehlikeli yöntemlerle, ya da yeraltında çalışan güvencesiz kliniklerle gerçekleştirilen bir operasyon bu.** Devletin bu konuda pozisyon alması, özellikle de "cinayet" temalı bir pozisyon alması bu yüzden sakat. Devlet, "cinayeti engelleyeceğim" diye dolaylı yoldan bir çok cinayetin ortağı olma riskiyle karşı karşıya. Bunun içine aile/çevre baskısı gibi normal, tecavüz vs. gibi ekstrem durumlar girdiğinde ortaya çıkabilecek hasarın haddi hesabı yok. Devletliler kürtaj serbest iken kimsenin hobi olarak haldır huldur kliniklere koşup fetüs aldırdığını sanıyor olabilirler, fakat kürtaj kolay bir operasyon değil psikolojik olarak. Bunun da yanısıra, kürtaj seçeneği olmadığı için bebeğini gizli gizli doğurup daha sonra öldürme vakalarının da olduğunu biliyoruz.
Tüm bu verileri ve gereksiz yere sıralamaya gerek duymadığım olumsuz koşulları alt alta dizdiğimizde, devletin etik sebeplerle kürtaj yasaklamasının aslında o sakınddığı etik sebepleri bizzat empoze etmesi gibi bir çelişkili durum ortaya çıkıyor.
III. Uygulama Nasıl Olmalı?
Kürtajın yasal olması demek, gene sanılanın aksine herkesin kürtaj yapmaya zorunlu bırakılması demek değil. Kürtaj özel bir sağlık hizmeti olarak sınıflandırılır ve her türlü güvence sağlanır, doktorlara kürtaj yapıp yapmama özgürlüğü tanınır (ki zaten böyle bir durum fiilen var), bireysel ilkeler çerçevesinde ele alınması gereken bir olay "doktor-hasta gizliliği" çerçevesinde değerlendirilir. Ne devlet, ne aile, ne de bir başkası bu düzenlemeye müdahil olur, pozisyon almak zorunda kalır.
IV. Bunu Neden Tartışıyoruz?
Türkiye özelinde fiilen gayet de düzgün bir şekilde işleyen, kimsenin de esasen şikayetçi olmadığı (senelerdir hiçbir seçim programında kürtajla ilgili bir madde görmedim, propaganda malzemesi olarak kürtajın bahsinin geçtiğini duymadım) sistemin birden bozulmasının iki sebebini yukarıda açıkladım zaten: Popülizm ve AKP politikalarındaki nüfus fetişi. Bu fetişin ima ettiği ve genel anlamda çok daha kötü bir yere giden ataerkil zihniyet de cabası tabii. İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanı'nın TV programında "Kadınlar da insan" cümlesi kurabildiği bir zamandayız, muhafazakar/erkekegemen zihniyet Üsküdar'ı geçmeye çalışıyor. Kadınların işgücüne katılımının usülen bile teşvik edilmediği, "en az üç cocuk, hem çamaşır makineleri de var artık" gibi abuk beyanatların gündemi sarmaladığı bir zaman bu.***
Kürtajı bağımsız olarak değerlendirdiğimizde bile yasallık en mantıklı pozisyonken, bu çerçeveden baktığımızda, kullanma yanlısı olmadığım bir kelime olmasa da, "kürtaj hakkı" için direnmenin önemi ortaya çıkıyor.
V. Epilog
Bu konu daha dallanır budaklanır, ABD'deki "Roe v. Wade" başlıklı kürtajı yasadışı olmaktan çıkaran ama eyaletlere çevresel kısıtlama hakkı tanıyan karara, AKP'nin ABD'deki Cumhuriyetçi Parti ile politik partner haline gelmesine, Almanya ve Fransa'daki zamanında yapılmış "Ben de kürtaj yaptırdım" kampanyasına, "If These Walls Could Talk", "Revolutionary Road", "4 Months, 3 Weeks, 2 Days" gibi filmlere, George Carlin'in muhteşem skecine kadar gider aslında.
* hkubra'nın konuyu İslami perspektiften ele aldığı şu güzel yazı okunabilir.
**Bu konuda istatistiki bilgi isteyenler Emrah Göker'in blogunda kürtaj anahtar kelimesini aratabilirler.
***Bu da sosyalistfeministkollektif.org sitesinde yayınlanan, olaya kadın hakları perspektifinden bakan bir yazı. Bulan meltem'e teşekkürler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder