Recep Tayyip Erdoğan: "Bizim üç kırmızı çizgimiz var. Etnik, bölgesel ve dinsel milliyetçilik yapmayacağız. Türkiye Cumhuriyeti tek millet, tek bayrak, tek devlettir." (link)
Sorular:
1. Türk kimliğinin içindeki etnik ve bölgesel anlamı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş sürecine göre değerlendiriniz. Tek milleti savunmak etnik milliyetçilik nasıl olmaz, açıklayınız.
2. Türk kimliğinin içine yedirilmiş Müslümanlık yollu asimilasyonu savunan bir konuşma yapmak, dinsel milliyetçilik olmaz mı? Erdoğan'ın yapmadığı dinsel milliyetçilik nedir, nasıl yapılır/yapılmaz? Anlatınız.
3. Erdoğan'ın kırmızı çizgileri dolayısıyla yapmadığı, fakat takip eden cümlede açıkça yaptığı milliyetçiliği sosyal bilimsel açıdan tanımlayınız.
4. Erdoğan'ın "yeni demokratik Anayasa" talebinden eski Anayasa'nın temel direğini savunur hale gelişini seçim sürecinde değerlendiriniz.
Süreniz: 6 ay kadar.
Panzehiriniz: Doğan Akın'ın bu yazısı ve Ayşe Hür ile yapılan bu röportaj.
28 Aralık 2010 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
6 yorum:
Bölgenin geri kalmışlığı, feodal, aşiret kültürü ve 70lerin darbeye hazırlık döneminde Türkish solculuğunun “her problem itina ile sömürülür” ortamı ve sonrasında kahraman Ordumuz’un vatanı seviş tezahürleri ile birleşince nur topu gibi bir gayrimeşru çocuğumuz oldu! Adını da pekeke koyduk sonradan.Biz Türkler, Türkiyeliler, yani geri kalanımız, ağlamayan bebeğe meme vermedik; mesela dindarlar uslu çocuklardı, bu güne kadar “baş örtüsü sorunu mu, o da ne?” diyebildik ama bu çocuk ağlamak şöyle annesinin kulağını yediği için “canım kim inkar etti Kürt gerçeğini, biz zaten taa 89′da hatta 39′da aslına bakarsan 19′da Samsun’a çıktığımızda Kürt meselesini kabullenmiştik” dedik.
Ha Kürtler’in PKK’sı ha bizim Asker, ha onların DTP’si ha bizim CHP” diyenler teşbihte fazla hata yapmadılar. Türkiye genelde Kürdistan’dan daha hızlı değiştiği, daha hızlı aydınlandığı, bireyleşebildiği, hasılı demokrasi, modernitenin nimetlerini daha çabuk benimseyebildiği için kendi despotik ordusu ve sivil statükosunun tahakkümünü kırmak üzere. Ama '' bölge'' mezkur sebeplerle bu değişimde epeyce geride kaldı.
PKK ve artık isimlerini takip edemediğm 1o küsur gayrimeşru çocuğunun korkusu da bu. Ya “Kürt Halkı” da gelişmişlikte Denizli, Kayseri, Konya, Sivas, Giresun’u yakalarsa! (kimse sizin İzmir çok mu gelişmiş sanki diye ordubozanlık yapmasın! İzmir benim değil, E.Özkök’ün bi kere). Bütün gayreti şimdiye kadar Kürtlerin etrafına duvarlar çekip, Kuzey Kore usulü bir “demokratik özerk” bölge yaratmak, eski çok ağalılıktan tek ağalı sisteme geçişi sağlamak idi. Ağa da İmralı’daki Sahip olacağına göre ne uyuşturcu girdisine dokunulacaktı ne de bilim, teknoloji, demokrasi, birey gibi zararlı dış akımlarla “benim Kürdüm” zehirlenecek idi. Bundan iyisi, Kandil’de kayısı.amma velakin eşyanın tabiatını ne kocaa TSK’nın kocaa ERKE’si değiştirebilirdi ne de kocaaa PKK’nın AR-Ge’si. 2500 yıllık (bence 25 bin yıl denilse daha etkili olurdu. Ayrıca bir de Kürdün Güneş Dil Teorsi elzem. Türkiye 1930 ları biraz geride bıraktı çok şükür ama BÖLGE “gelişmekte olan ülke”) tarihin olsa da fiziği dö-ve-mez-sin! Sular yukarı akmaz. Kürtçesi aklıma gelmedi şimdi..))
Hal böyle olunca, birleşik kaplar sistemi gereği
''BÖLGE'' de kahvenin kokusunu kendi burnuyla alacak ve İmralı’daki sahibin kulu kölesi olmaktan daha manalı ve dahi daha da karlı var olma şekillerini tadacaktır. Fiziğiniz zayıf, biyolojiniz kuvvetli ise larvanın yavru oluşu diyin, evrim teorisi severseniz o da gider. Türk halkı rüştünü ispatlama konusunda epeyce mesafe kat etti; ''BÖLGE'' halkı da bu değişime ayak uyduracak. Kaçış yok. Ondandır Türkiye’nin Kürt sorunu, tesettür sorunu, Alevi sorunu yok, demokrasi-vesayet sorunu var diyoruz. Türkiye bu devrim gibi evrimi tamamladığında, o “meseleler” çorap söküğü gibi çözülecek.
Bırakın İmralı ve kapı kullarının şımarıklığından, saldırganlığından etkilenip “biz kaybediyoruz, onlar kazanıyor” diyenler müzmin endişeli modernler olsun. Evet, kendini bilmez, – köyden indim şehere, sofistike entel, yüzleşmeci, modacı takılıyorum – serserinin “basit, bayat klişeler” demesine aldırmadan yüz kere daha tekrar edin: Biz onlar yok, hepimiz kardeşiz! Et ve tırnak gibiyiz ve -velev ki ayrı kavimleriz- 1000 yıldır beraber yaşadık, karıştık. Irkçılık bizim tabiatımıza da aykırı, dinimize de. Toplum olarak son 30 yılda bu sınavdan bir kere daha alnımızın akıyla çıktık. Silahın de-facto meşruiyetini bi-la-kayd-u-şart reddediyor sadece Yaradan’ın bahşettiği hakların meşruiyetini kabul ediyoruz. (laikçiler paniğe kapılmasın, ifade ABD Anayasası’nın dibacesinden esinlenmedir).
Ahlaki doğrular aynı zamanda siyasi doğrulardır zira.
Alper dediklerine bir iki itirazim/eklemem olacak:
- BDP ile PKK'yi ve Kurt burjuvazisini ve Kurt asiretlerini ve Kurt halkini ayiramayan, hepsini bir kefeye atan toplumsal yorumlar pek bir yere vardirmaz bizi.
- 1000 yildir kardes kardes yasadiysak, bu kardes kardes yasamin sartlari arasinda Kurtlerin Cumhuriyet oncesinde sahip oldugu 400 kusur yillik goreli ozerkligi de degerlendirmemiz gerekir.
Yorum Gönder