2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com

2 Haziran 2010 Çarşamba

Bir Turnusol Kağıdı Olarak İsrail Krizi

İki gündür son yaşanan olaylarla ilgili bir yazı yazmak istiyorum, fakat konuya dair bilgimiz kısıtlı sayıdaki tanık ifadelerine ve de IDF'nin yayınladığı ve IDF'yi haklı çıkaracak video görüntülerine dair olduğu için olaya tam anlamıyla hakim olamayacağımdan bunu erteleyip durdum. Ve fakat bugün fark ettim ki, olaya hiçbir zaman hakim olamayacağız, o yüzden kanaati er geç oluşturmak lazım.
Ben bu olayda İsrail'i suçlu görüyorum. Ne olursa olsun, beyaz bayrak çekmiş bir gemiye uluslararası sularda asker indirmek mazur görülemez. Ayrıca İsrail'in "ama askerlerimize saldırdılar!" beyanı da eş düzeyde anlamsız, zira benim uluslararası sularda salınan gemime eli silahlı insanlar çıkartma yapsa ben de saldırırım. Bunun adı "nefs-i müdafaa"dır. İsrail'in "cephane" diye bastığı fotoğraflarda mutfak bıçağı ve inşaat malzemeleri olması da ayrı bir komedi zaten.
Ki zaten İsrail'in geçmişinde de buna benzer bir olay var. 1947 yılında, Exodus adlı Yahudi göçmenleri taşıyan bir gemi Filistin topraklarına kabul edilmemişti İngilizler tarafından. Kabul edilmemeyi bırakın, İngiliz askerleri gemiye çıkıp Yahudi göçmenlere müdahalede bulunmuşlardı. Göçmenlerin eli de armut toplamamıştı tabii.
Ben kendi teorimi söyleyip, esas bahsetmek istediğim şeye değineyim sonrasında. Mavi Manzara gemisinin amacı, İsrail'i provoke etmek, ve İsrail'in ne kadar mantıksız, anlayışsız ve uzlaşma karşıtı olduğunu göstermekti. Fakat bu kadarını beklemiyorlardı gemidekiler. İsrail askerlerinin gemiye yaklaştığını görünce de, gemide bulabildikleri malzemeyi toplayıp direniş gösterdiler.
Neticede masum hayatların, alternatif yollar varken, kaybedildiği hiçbir operasyon "tolere edilebilir" olamaz benim gözümde. Bu yüzden İsrail suçludur.
* * *
Gelelim esas mevzumuza. Türk basınındaki "bağcı dövücüler" gene sazı ellerine aldılar. yozdil, oegin, catakli ve faltayli benim görüp işittiklerim; dahası da vardır kesin. Neymiş, Hamas İsrail'in PKK'sı imiş, PKK'ya Avrupalılar yardım yapsa n'olurmuş...
Bakınız, Hamas siyasi olarak seçilerek meşruluk kazanmış bir partidir. Ayrıca insanı yardım malzemeleri Hamas'a değil, Gazze halkına gitmektedir. Ve ayrıca o malzemelerin içinde hiçbir askeri mühimmat yoktur. Ve ayrıca Türkiye'de Gazze gibi kuşatma altına alınmış bir bölge de yoktur.
Hadi Hamas-PKK ucuz retorik, zaten bunlar gibi adamlardan fazlasını bekleyemeyiz de, esas mesele ne olacak? Söylemleri şu ana kadar hep "Vatanı Amerika'ya İsrail'e satıyorlar, yaşasın bağımsızlık, yaşasın antiemperyalizm" olan insanlar birden "Ama İsrail haklı, Türkiye kendisini zora sokmamalı anlaşmalara devam etmelidir" falan der oldular. Buraya kadar mı sizin antiemperyalizminiz? N'oldu o "onurlu, savaşan, dik" Türkiye idealinize?
Turnusol kağıdı işte burada işleve giriyor. Uluslararası sular, silahsız gemiye saldırı, kural, hak hukuk bazen gidiveriyor. Amaç, ne olursa olsun, kazı çevirip muhalefet etmek. Mevzu AKP karşıtlığı ise, canlarına kıyılan masum insanlar teferruat oluyor.
Sonra da Ergenekoncu deyince kızıyorsunuz. Ekleme: Konunun İsrail açısından güzel bir incelemesi için (İngilizce)

12 yorum:

esma dedi ki...

Benim için de son iki günün en trajı komik hadisesi kendisini ulusalcı olarak konumlandıranların, İsrail ve ABD tarafında yer aldıklarına şahit olmaktı!

Kalten dedi ki...

Her olayda olduğu gibi bu olayda da kafam karışık benim. Mavi Marmara'ya yapılan saldırının uluslararası sularda gerçekleşmesi ise karar vermeyi kolaylaştırıyor dediğin gibi.

Bence bir tek bu yazıda bahsettiğin meşruiyet olayı biraz karışık. Sonuçta suç işlediği kesin olan insanlar seçilse de suçludur, daha önceden yapılan eylemler bir anda temize çekilemez diye düşünüyorum. Geri kalanında ise tamamen hemfikiriz.

semioticus (shelbyl) dedi ki...

Mesruiyet ile masumiyet farkli seyler. PKK eger siyasi bir parti olup meclise girerse, o dogrultuda gorusulur artik. Hos biz daha PKK'dan daha ilimli olmaya calisan bir siyasi kanada bile tahammul edemiyoruz.

Sessiz Dergi dedi ki...

Muhtemelen daha önce başka yerlerde hepimiz benzer argümanlarla bu meseleyi tartıştık, yine de bir de İşkembe'ye atayım kendi görüşümü.

Şimdi bilindiği üzere sivil itaatsizlik şeklinde özü Gandhi, Thoreau gibi düşünür veya aktivistlerce (Pasifitlerce?) atılmış bir kavram vardır. Bunun temel ilkeleri de genel bir durum, tavırdan ziyade tek bir amaca, tek bir isteğin kabul edilmesini sağlamaya dayanması, şiddetin reddedilmesi, politik veya hukuki sorumluluğun üstlenilmesidir. Ortak kamu vicdanına bir çağrıdır, insanları bir haksızlığa karşı hareket etmeye teşvik eder ve bunu yaparken de kimi zaman "zararı mümkün olduğunca arttırmaya" çalışır ki devlet ya da karşıya alınmış kurum bu zayiatı kaldıramasın, savunamasın.

Basında veya internetteki bazı tartışma ortamlarında pek denk gelmediğim bir görüş, bu olayı sivil itaasizlik olarak adlandırmak. Fakat baktığımızda İsrail'in genel politikasından ziyade ambargoya ve Filistin halkına yapılan haksızlığa karşı çıkan bir duruş var ortada, olayın tekil bir yardım götürmekten çok engeli kırmak üstüne olduğunu hepimiz kabul ederiz sanırım. Bir yandan aktivistler şiddeti reddettiğini, bunun bir barış seferi olduğunu da iddia ediyor; son olarak ölümü göze almaları, işin sorumluluğunu üstlendiklerini gösteriyor. Yine benim için bu olayı netliğe kavuşturan nokta, gemideki, bir yaşının biraz üstünde olan bebek oldu; bir bebeği oraya götürmenin tek amacı "zayiatı arttırmak" olabilir zira ki bu da benim açımdan hastalıklı bir tavır olmakla birlikte dünyanın gözünü kapanması zor bir şekilde iyice açmaya yarayacaktı.

Ne var ki paranoyak kimi komplekslerden yola çıktığımı düşünseniz bile beni tedirgin eden nokta, bu sivil itaatsizlik eyleminin basitçe bir insanlık mücadelesinden ziyade ülke içinde birtakım dinamikleri ayağa kaldırmak amacını gütmesi olur; zira iki ülkedeki protestolarda da radikal seslerin nasıl bir anda yükseldiğine şahit olduk...

semioticus (shelbyl) dedi ki...

Eger Israilli askerler yaralanmasaydi bu olaya sivil itaatsizlik diyebilirdik. Ama elimizde gemidekilerin pek "sivil" kalmadiklarini gosteren videolar var.

Sivil itaatsizlik zaten spontane yapilacak bir sey degildir. O amacla cikar, o amacla organize olursun, hedefin bellidir.

Ben bu olayi cok net bir provokasyon olarak goruyorum. Sadece sonuclari iyi hesaplanamadi.

Tabii provokasyon olmasi da Israil'i hakli cikarmiyor. Ama sivil itaatsizlik bu eylem icin fazla sirin bir tanimlama olur.

Adsız dedi ki...

Diline sağlık.

Sessiz Dergi dedi ki...

Zaten işin iddia boyutunda kaldığını belirtmiştim, görüntüler de sizin dediğiniz gibi şiddetsizlik durumunu tamamiyle boşa çıkartıyor. Ne var ki benim gözümde provokasyon yani kışkırtma sivil itaatsizlik kavramıyla çok da çatışan bir durum değil ve İsrail'in gemiye tek tek "gelin, bizi dövün" diyerek asker indirmesi de pek benzer bir hareket.

Arkasındaki potansiyel gizli amacı, belki de yola çıkılmadan önce atılmış din merkezli nutukları bir kenara bırakırsak gemide 33 ülkeden poltikacı, sanatçı ya da aktivistlerin de bulunduğunu düşündüğümüzde grubun genel itibariyle sivil olduğu söylenebilir. İşi zorla kılıfına uydurmaya çalışmıyorum ve sivil itaatsizliğin öç almaktan, işi yokuşa sürmekten ziyade ikna ve uzlaşma amacı taşıdığını da kabul ediyorum, fakat yola çıkış itibariyle benim gözümde işin sıfatı böyle kalacak.

Sanırım daha net bir yorumda bulunmak için arkada kalan gemileri beklemek en iyisi, özellikle Ashdod'a girmeyi kabul etmezlerse İsrail'in tepkisini çok merak ediyorum.

Sessiz Dergi dedi ki...

Bu arada son bir eklemeye yapayım, sonuçların gayet net hesaplandığını düşünüyorum. Herhalde planlarını sopayla helikopter düşürüp Gazze'ye girerek herkesi kurtarmaya göre kurmamışlardı ve İsrail'in sert bir tepki göstereceği de açıktı. Sopayla askerlere saldırdıklarında bile belli bir soğukkanlılıkları, birincil bir niyetleri olduğuna inanıyorum.

Adsız dedi ki...

İsrail'in ajitasyon iddiası saçmalık ancak müdahale edileceği gün gibi açık olan 'ido adalar' misali gemiye atlayıp gidenlerden çok Rachel Corrie sivil itaatsizdir, önde gidenidir.

İslami açıdan düşündüğümde sivil itaatsizliğin pek sevimsiz olduğu ortada, itaat-sizlik. Zulme karşı 'itaat etme ihtimaline' kapı bırakılacağına inanmıyorum. -sizlik olarak değil, zulmü yok et olarak bakıyorum.

Feryaz dedi ki...

Bu konuda sana tumden katilamiyorum sevgili Shelbyl. Mavi Marmara'da olanlar tabi ki buyuk bir trajedi, ve Israil'in sagci koalisyonunun bu ve daha bir cok diger hareketi uluslararasi yergiyi hakediyor. Ancak Hamas secilmis bir parti de olsa, siyasi metod olarak teror eylemlerini kullanmaktan hic cekinmeyen, uluslararasi yergi ve ambargonun babasini hak eden bir guruh. Gemilerdeki malzemelerin silah olmadigi ve Gazze halkina yollandigi kesin, ancak Gazze Hamas'in elinde oldukca Gazze'nin sorunlarinin kolay kolay bitmeyecegi de kesin. Israil gunahsiz degil, ama Hamas da yapici bir tarafi olmayan bir kukumet/organizasyon. Gazze halkina olanlardan onlar da sorumlu.
BDP Kurt hareketinin legal kanadi olarak PKK'nin kardesidir, ve bunu kendileri de inkar etmiyor. Ikisini ayri dusunmek dogru degil. BDP'nin mecliste olmasi iyi ve savunulacak bir durum tabi ki, ama PKK'dan ayri ve daha ilimli olduklarindan degil. PKK da BDP de Turk devletinin var olma hakki konusunda radikal bir tutum icerisinde degiller (artik). Belki Israil politikalarinda bazi degisiklikler yapsa Hamas da ayni noktaya gelir, ama su an Israil'i haritadan silmek isteyen bir orgut.
Velhasil diyorum ki, kisisel secimleriyle Mavi Marmara'yla yolculuga cikmis insanlar, trajik bir sonla karsilastilar. Ama bu AKP'nin sakizi olup, Turkiye'nin ulusal cikarlarini etkileyecek boyutta dis politika degisimine yol aciyorsa, burada duygusalliktan kaynaklanan bir hata var. Israil'in elestirisi dis politikamiz pahasina yapilmamaliydi. Bir savas acmadigimiz kaldi. Derin milletimiz onu da ister, oy arttirir diye o bile mesru olacak yakinda..

semioticus (shelbyl) dedi ki...

Hamas'in ambargoyu hak etmesi ayri, Hamas ile PKK'nin birebir karsilastirilmasi ayri.

Hamas'in yapici bir orgut olmasini beklerken Gazze'deki insanlar sefaletten kiriliyorlar. BM raporlari oradaki insanlarin yeterli yardim alamadigindan bahsediyor. Israil'in onerdigi yardim gonderme kanallari efektif bir sekilde islemiyor.

Bu ambargonun bir sekilde degistirilmesi lazim. Fakat Israil zaten yillardir "right to defend itself" diyerek yapti ne yaptiysa. Bu "right"in da sonu gelmiyor bir turlu.

Benim bu konudaki gorusumu en basta soyledim ben: Mesruiyet ile masumiiyet farkli seylerdir. Eger bir halk teror politikasi guden bir partiye mesruluk kazandirmayi tercih ettiyse, Israil'in orada oturup sapkasini onune almasi lazim.

Gaza'daki insanlarin sefaletten olmesini bekleyerek sorun cozemezsiniz.

semioticus (shelbyl) dedi ki...

Ha, dis politikamiz konusundaki elestirilerini cok hakli buluyorum, orasi ayri. Bu sureci iyi yonetemedik, ilk gunku "avantaj" sandigimiz seyler pek de avantaj degilmis.