Komünal İşkembe yazarlarının buraya yazmadıkları zamanda yaptıklarından
bir demet sunmuştuk geçmişte. Bu da onun devamı olsun. Blog yazışmalarından ufak bir parçayı, küçük düzenleme/düzeltmelerle bloga koymak istedik. Düzeltmeler miniskül çapta olacaktır. Amaç ciddi olduğu kadar, kullanılan argo (samimi) dili de koruyarak, “nitelikli geyik” yapıyormuş havası katmaktır.
Son dönemde yaşanan gelişmelerden etkilenerek, Baskın Oran’ın Radikal 2’de yazdığı bir yazıdan hareketle Ahmet Davutoğlu’nu tartıştık.
natura horror vacui:
Son dönemde çok tartışılan Türk dış politikası ve Ahmet Davutoğlu üzerine Baskın Oran geçen pazar (
sonradan eklenen not: aslında birkaç pazar önce yazılmış) bir
yazı yazmış. Eşek olduğum için yeni okudum.
shelbyl:
Ben eşek olmadığımdan o yazıyı çok önce okumuştum :)
Baskin Hoca'nın analizi, bir gazete yazısı için inanılmaz sadelik ve doğrudanlıkta. Yani o analizi sayfalarca da yapabilirsin, bu haliyle kusur da bulunur; ama ana fikri çok iyi vermiş.
Geçen gün "tarım olmadan nasıl kalkınırız" romantiklerine laf atarken biraz da bu yazıdan esinlenmiştim. (Bunun benzerini bir hafta önce/sonra da yazdı bu arada) Hâlâ daha Turkiye'yi ABD, Rusya falan gibi hayal eden ülkeler var. Birader, senin ne yüzölçümün, ne nüfusun o işe yeter. 2+2=4. Almanya, Fransa ne ise; Türkiye de o olur. Ayağını uzatırken yorganını terziye diktirmelisin (Kamer Genç kaçtı lan içime.)
cagatto:
Ben aslında Baskın Oran'ın bazı dediklerine katılmıyorum. Analizinde de bazı eksikler ve sapmalar var. Davutoğlu'nu ben de beğeniyorum bakan olarak ve bugüne kadar gelmiş dış işleri bakanları içinde özel bir yeri olduğunu kabul ediyorum, ama sadece Türkiye Cumhuriyeti değil Osmanlı'nın bile en büyük dış işleri bakanı demek biraz fanatikçe. Şimdi kalkıp Fatih Sultan Mehmet'in dış işleri bakanı ile Davutoğlu'nu mu karşılaştıralım yani? Karşılaştırmak bir yana, Türk tarihi açısından o kadar muhteşem bir rol üstlenip görevini de mükemmel bir şekilde icra ettiğini düşünmüyorum kendisinin. Baskın Oran'ın anlattığı şekilde kendi düşünce tarzı çerçevesinde sistemli bir dış politika oluşturmak elbette ki takdire şayan, ancak bunu sadece Davutoğlu yapmış ve ondan önce kimse sallamamış bu rolü diye sunmak yanıltıcı. “Türkiye'nin sadece yüzde 3’ü Avrupa'da” diyerek batıcı yaklaşımı eleştirmeye çalışmak da bence çok zayıf. Japonya'ya özensek batici olmuyor muyuz yani? Ya da kapitalizmi kendi istediği gibi, çıkarları doğrultusunda yorumlayan Çin'i izlesek? Batı’nın en büyük iki aktörü Avrupa ve Amerika bile birçok konuda devlet sistemlerini ayrıştırmışken hep batıcı olmak ne demek? İsrail'in Avrupa'da toprağı olmamasına karşın neden hep Avrupa'da sayılır?
Ben Davutoğlu'nun öyle muhteşem bir şey başardığını görmedim. Görevi sırasında Yorgo Papandreu ile kişisel ilişkilerini de kullanıp son dönemde Yunanistan ile sorunsuz bir dönem geçirmemizin ana sebebi olan İsmail Cem bence bu ülke için çok daha önemlidir. Baskın Oran'ın kendisinin de dediği gibi “komşularla sıfır sorun” yeni bir politika değildir, Atatürk'e uzanmakta ve onun imzaladığı anlaşmalarda da vardır. En büyük düşmanımız olarak söylenen Yunanistan'la bugün sorun yoksa Davutoğlu'na mi borçluyuz? “Komşularla sıfır sorun” demek, “İran'la sıfır sorun” demek değildir, ama AKP yönetimi böyle algılıyor bence. Ermenistan ile ilgili sürekli devletin girişimleri vardı, Türkeş'in bile zamanında girişimi vardı, AB'nin falan zorlamasıyla protokol imzalayıp sonra altından bir şey çıkmaması bence “komşularla sıfır sorun” politikasının pek de işlemediğini gösteriyor. Suriye ile olan sorunların çoğu Davutoğlu'ndan önce çözülmüştü. Irak'la sorunlar mecburen PKK çerçevesi içinde ele alınıyor. Ayrıca komşularımız illa sınırımızdaki adamlar mı? Bence Türkiye'nin İsrail ile ya da Azerbaycan ile komşuluğu Suriye ile komşuluğundan çok daha önemlidir.
Ayrıca yazıdaki analizin çok kaba gözlüklerle yapıldığına inanıyorum. Baskın Oran diyor ki: “ ‘Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur’ geri zekâlılığından ‘Komşularla Sıfır Sorun’a geçerek paranoyadan sıyrılmak, bu sayede de, kendisini “müseccel problemli” olarak sınıflandırmış bir Batı’nın karşısına yepyeni bir kimlikle çıkmak nedir, bir düşünün. "
Bu bence çok isabetsiz. Bundan önceki dış ilişkiler çalışanları ‘Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur’ politikasında mı hareket ediyordu allah aşkına? Bir iki tane geçmişten fantezi örneği verilerek “bakın, önceden herkes ırkçı rüyalar peşindeydi, şimdi çok dengeli politika izliyoruz” demek büyük haksızlık. Ayrıca Türkiye'nin yeni kimliği nedir şu an? Baskın Oran gerçekten köprü olacağımızı şimdi düşünüyor, ancak Hamas'ı ve El Kaide'yi terör örgütü kabul etmeyip (bir AKP milletvekili öyle diyor), kimi kime bağlıyoruz anlamadım.
Son olarak dış politikamızın içeride nasıl çoğulculuğa götürdüğünü anlayamadım. Her sene bir papaz öldürülüyor bu ülkede, oy kaygısıyla apaçık Yahudi düşmanlığı yapılıyor, ondan sonra dış politikamız çoğulcu oluyor. Türkiye'nin Filistin'e verdiği destek nasıl çokkültürlülüğe yönlendiriyor bizi, bunu görmek çok zor. Sürekli medeniyetler buluşması diye nutuk atıp ondan sonra sadece Filistin'deki Arap Müslümanların yanında durmak, sürekli İsrail düşmanlığı yapmak, sıfır sorunumuz olan İran'da ölen gazeteci ve sivillere ses çıkarmamak nasıl bir politikadır?
Sonuç olarak kişisel görüşüm Davutoğlu'nun elbette sıradışı ve bulunduğu ortamda başarılı bir bakan olduğu. Ancak Baskın Oran'in abarttığını ve çok partizan konuştuğunu düşünüyorum. Davutoğlu'nu eleştirirken de “ama o da onun sorunu değil, hükümetin politikası” demek çok saçma. Dış işleri bakanı hükümet politikasını icra etmekle yükümlü bir devlet memuru mudur sadece?
shelbyl:
Cagatto’nun söyledikleri yazının kendi içinde mükemmel eleştiriler, ve hepsi gavur tabiriyle "right on". Ama şu var, Baskın Hoca, hükümeti ve Davutoğlu'nu Ermeni sorunu konusunda ciddi şekilde eleştirmişti zaten geçmişte. Bir de bu yazıyı İsrail krizi çıkmadan yazmıştı, şimdi sorsak görüşlerini revize etmiştir muhtemelen.
Ben Baskın Hoca'nın söylediklerini daha yumuşatıp derim ki: Davutoğlu bu ülkeye İsmail Cem'den sonra gelmiş en kalifiye dış işleri bakanıdır. Hoca o giriş cümlesinde fazlasıyla gaza gelmiş.
Bu arada Cagattocuğum (
sonradan eklenen not: gerçek isimleri, mahlaslarla değiştirip samimiyet ekleyince komik oluyormuş lan), eğer dilersen eleştirilerini ileteyim hocaya?
Cagatto:
Shelbylcim, dediğin gibi önceden Baskın Oran protokoller konusunda eleştirilerini köşesinde yazmıştır, ben kaçırmışım. Son bir senedir köşe yazılarını pek okuyamıyorum, ama Ankara'da olduğum sürede bir iki şey kapmaya çalıştım. Hoca bu eleştirileri eminim başkalarından da duymuştur, köşesinde böyle bir yazı ile bence Davutoğlu'na çok güzel destekte bulunmuş. Ki bence desteklenmesi de lazım. Dediğin gibi bu yazı İsrail krizi öncesinde yazılmış. Aslında ben de Davutoğlu'nun çabalarının bu kriz esnasında büyük kayba uğradığını düşünüyorum, çünkü İngilizce açıklamalarını dinlediğim kadarıyla da Davutoğlu gayet anlaşılır bir şekilde bu krizi idare etti, ancak Tayyip Erdoğan'ın içerideki konuşmaları Davutoğlu'nun son bir senede özel bir konuma getirdiği Türkiye imajını zedeledi. Son birkaç gündür bati medyasında çıkan yazılar bu yönde.
Shelbyl:
Gene kesinlikle katılıyorum sana.
Oğlum sen ne desen katılıyorum ben sana ya, ne yapacağız böyle?
Everfever:
Bir hatırlatma açısından İsmail Cem'in Dış İşleri Bakanlığı yıllarındaki başarılarının bir listesini, özetini veya öyküsünü bulabileceğimiz bir kaynak var mıdır? Ben kendisinin çok popüler olduğunun dışında pek bir şey hatırlamıyorum da, o yüzden sordum.
Shelbyl:
Abi Yunanistan?
Everfever:
Kardak krizini mi çözmüştü? Oğlum ben yaşlandım, hafıza filan kalmadı.
Shelbyl:
Ya Yorgo ile kankaydı bunlar işte, sorun morun kalmadı. Abi 90'li yıllarda her gün Yunanistan ile savaş çıkacak diye beklerdik yahu? Sen hakikaten yaşlanmışsın. :)
natura horror vacui:
Çok az vaktim var, birazdan işten çıkıp servise yetişeceğim (
Sonradan eklenen not: Yazar servisi kaçırırsa akşam trafiğinde boku yiyebileceğini ima ediyor. Altmetin: Eve ulaşmam Türk Dış Politikasından daha önemli).Cagatto’nun eleştirilerinin çoğuna katılıyorum, ama karşı çıktıklarım var. Uzun uzun yazacağım eve gidince.
Şunu söylemek istedim: İsmail Cem çok saygın bir dış işleri bakanıydı, iyi bir devlet adamıydı ama yeni bir şey sunmadı. Yunanistan'la yakınlaşma bile aslında -90’ların gergin ortamına rağmen- uzun süredir amaçlanan ama nihayete ermeyen bir şeydi. Cem döneminde bu kadar başarılı olunmasında, Apo'nun yakalanması sonrası, Kenya'daki Yunanistan Büyükelçiliği'nde saklandığının ortaya çıkmasıyla, Yunanistan'daki kimi siyasetçilerin istifası başrol oynadı. Yunanistan'la yakınlaşma mevcut konjonktürün getirdiği bir şeydi. And Yorgo and İsmail happened to be present. Onun dışında Türkiye'nin aslında DP döneminden beri izlediği politika güçlendirildi. Hatta Pro-American itibarımız daha da güçlendi. AB'ye entegrasyonun da yeni bir amaç olmadığı aşikar. İlerleme kaydedildi ama yoldan çıkılmadı, yeni bir yol denenmedi, tali yollar aranmadı... İsmail Cem sağlamcı oynadı, risk almadı.
Shelbyl:
Natura'm, İsmail Cem zaten Abdurrahman Çelebi'dir. Bu ülke konjonktürü dahi yürütemeyen birçok dış işleri bakanı gördü, adam "respectable" bir şekilde salındı dış semalarda.
Sağlamcı oynamasını bir eksiklik olarak görmüyorum, ve hatta o koşullarda mantıklı bir hareket olarak düşünüyorum.
Everfever:
İki NATO üyesi ülke arasında savaş çıkması? Lan ben mi hayal aleminde yaşıyordum o zamanlar, yoksa millet mi paranoyağa bağlamıştı? Evet, o dönemler (o dönem dediğim aslında çok uzun bir dönem) iki ülke arasında sürekli sidik yarıştırmalar, it dalaşları vs. vuku bulmaktaydı. Demirel'in gerine gerine "Ege bir Yunan gölü değildir. Türk gölü de değildir. Nihayetinde Ege göl değildir" diyerek kriz önlediği, saçma sapan, bir kaşık suda fırtına koparılan, Kardak krizi gibi saçmalıkların yaşandığı bir dönemdi.
Natura’nınn dediklerini de göz önüne alınca İsmail Cem'in Ahmet Davutoğlu'ndan daha iyi bir Dış İşleri Bakanı olduğunu ima etmek haksızlık gibi geliyor. Hatta İsmail Cem olayı bana şu anda okuduklarım ve hatırladıklarımla "Some people have greatness thrust upon them" vecizesini hatırlatıyor (Evet bazı şeyleri hatırlayabiliyorum).
Elbette İsmail Cem dönemi hakkında biraz daha fazla okuma yaparak bir kanıya varmam şart.
shelbyl:
Kardak krizini ben mi çıkardım oğlum? Kıbrıs'ta savaş çıkmadı mı fiilen? Yunanistan NATO'dan askerlerini çekmedi mi birkaç yıllığına Kıbrıs olayı patlak verince? O gerginlikler havadan sudan olaylar mıydı yani?
Bir de algı meselesi var her şeyden önemlisi. Bu ülkede Yunan algısını değiştirdi Ismail Cem donemi. Yarın öbür gün Ermeni ve Yahudi algısı da olumluya evrilirse, o zaman da Davutoğlu'nu anar 30 yıl sonrakiler.
Bu arada ben “İsmail Cem Davutoğlu'ndan iyidir” demedim. "Cem'den sonra gelmiş en kalifiye adamdır" dedim. Bu illa Cem Davutoğlu'ndan daha iyi demek değil, ikisini de önemli atfetmek sadece.
Bu arada Davutoğlu'nun planı müthiş, ona lafım yok da, kendisinin hangi icraatını görebildik ki? Ermenistan protokolleri patladı, İsrail olayında sular bir o yana bir bu yana akıyor. Ancak vizeler kaldırıldı şu ana kadar, somut başarı odur.
cagatto:
Benim de amacım Ismail Cem daha iyidir demek değildi, belki yanlış anlaşıldı. Nitekim bu biraz da şu politikacı daha iyiydi gibi, biraz da ideolojik bir tartışma olabilir, yani gayet zor kesin bir şey diyebilmek. Yani ben Colin Powell mı iyiydi, yoksa Condoleeza Rice mı diye sorsam başka düşünceler de işin içine girecektir. Demek istediğim yazının Davutoğlu'nu biraz abartmış olması, bence ne Türkiye için çok büyük bir gömlek, ne de kendi mirasını bırakacak bir şey yapmış durumda şu an. Bu açıdan Burak'ın dediklerine katılıyorum. Yani Davutoğlu'nun yapmak istediklerinin çoğunu ben de desteklerim ancak şu ana kadar henüz bir şey yapmadı açıkçası (bana biraz Obama'yı hatırlatıyor bu yönden). İsmail Cem'i örnek vermemin sebebi konjonktürel sebeplerden ötürü de olsa kendisinin açık ve ısrarcı bir şekilde Yunanistan ile yakınlaşma politikası izlediği ve benim aklımda Yunanistan ile arkadaşça ilişkiler geliştirmemizin mimarı olarak kalmasıdır. Bunun dışında wikipedia'nın dediği şu (
sonradan eklenen not: çevirmek zor geldi :)):
He negotiated candidate status for Turkey's bid to join the European Union as foreign minister.[1]He was largely credited with Turkey's declaration as a full member candidate during the Helsinki summit, after much negotiation with the E.U. and a night trip by E.U. foreign policy chief Javier Solana and the then E.U. Commissioner Verheugen to Ankara to iron out the last details.
Cem and his Greek counterpart George Papandreou worked to improve Turkish-Greek relations.[1]It is during Cem's tenure as foreign minister that a confident, albeit a step-by-step approach was taken towards a rapprochement between Turkey and Greece. The relations were actually at an all time low after the Ocalan affair, whereby Greek Foreign Minister Pangalos and some officials of the Greek Foreign Ministry were involved in hiding terrorist organization PKK leader prior to his arrest by the Turkish police. Cem and Papandreou picked up the historically hostile relationships initially starting with some confidence measures.
İsmail Cem'in halk içindeki şu anki sevilirliği de muhtemelen kanser ile savaşıp sonra hayatını kaybetmesi. Wikipedia'nın yazdıklarına bakarsak İsmail Cem'in yeni bir şey önermediğini görüyoruz, ancak Türk dış islerinin senelerce süren mesela AB üyeliği konusunda çabalarını sonuçlandıran o (bir nevi). Benim tepkim Baskın Oran'ın biraz çok genele kaçan analiziydi. Ismail Cem örneği de Türk dış işlerinin “Türk’ün Turk’ten başka dostu yoktur” geri zekalılığını önceden göstermediğini anlatmak içindir. Öyle bir mantalite önceki dış işleri yönetimlerinde ne kadar varsa şimdi de vardır, çünkü bir devletin dış ilişkilerinin genel hatları iktidarlara bağlı değildir. Davutoğlu ile bire bir kıyaslamak o yüzden pek bir şey kazandırmaz. Çünkü elbette ki bir dış işleri bakanı konjonktüre uygun hareket etmek zorunda. Şu an Davutoğlu'nun yeni bir şey getirdiği ya da önerdiği bana açıkçası görünmüyor. En azından Baskın Oran'ın söyledikleri doğrultusunda Türk dış işlerinin yepyeni bir konseptle falan ortaya çıktığı yok, sadece mevcut iktidarın tercihleri ve konjonktürel gelişmelerden ötürü yeni Osmanlı tipinden bence saçma tartışmalar var. (Çok kültürlülük, çeşitlilik gibi cici sözler söyleyip Alevi vatandaşlara destek olmayan, sırf o kökenden olduğu için Kılıçdaroğlu’na “ ‘candaş’ medya desteği var” diyebilen bir başbakandan ne tür bir çok kültürlülük bekleyebiliriz?)
Son iki üç senedir açıkçası Türkiye'de hiç kimsenin AB'yi iplediğini düşünmüyorum, ilk döneminde “AB'ye üye yaptık” havasıyla etrafta dolaşan ve Ankara'nın her yerine AB bayrağı diken AKP iktidarı da AB'den umudunu kesmiş durumda. Avrupa'da son seçimlere de bakarsanız sosyal demokratlar yerine bolca hristiyan demokratların ve muhafazakar kesimin yönetimi eline geçirdiğini görürsünüz, ki bunun sonucu Türkiye'nin Avrupa hayalinin suya düşeceğininçok güçlü sinyallerini vermiştir. Avrupa'dan ümidi Türkiye de kesince mecburen Rusya'ya, İran'a falan yaranıp ondan sonra “biz köprü oluyoruz” demek bana tatmin edici gelmiyor. Ayrıca her seferinde “biz Amerika'ya, IMF'ye bağımlı değiliz, artik özgürüz, kendi politikamızı üretiyoruz” deyip ondan sonra IMF ile anlaşma yapmadan ekonomik program yapamamak ya da Obama ile telefonda görüşmeden bir açıklama yapamamak (bkz. son İsrail krizi) bence yönetimin inandırıcılığını yitirdiği yerler. Dün Radikal'de Yıldırım Türker'in yazdığı gibi İsrail'e “katil katil” diye bağırıp halen o ülkeden sürekli silah almak nasıl bir tezattır? Baskın Oran'ın bize övdüğü Davutoğlu'nun yönetimindeki Dış işleri ümit milli takımın İsrail'deki hazırlık maçını iptal etmesinden başka ne yaptı ki? BM'de yazılan kararı bile yanlış cevirdiler içeride rezil olmamak için. BM İsrail'i kınamadı elbette ki, sadece metinde “BM 10 kişiden fazla sivillerin öldüğü olayları kınar” dendi İngilizce, ancak bizim Türkçe'ye dış işleri 10 kişiyi silerek çevirdi. Bu mudur yani?
Önceden dediğim gibi, ben de Davutoğlu'nu çok beğeniyorum ve desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum, ancak körü körüne bir kişiye ya da kuruma destek vermek sağlıklı değil. aksine böyle yaklaşımların son senelerde olduğu gibi halkı daha partizan hale getirip kutuplaştırdığını düşünüyorum. Tayyip Erdogan'ın hem iç işlerinde, hem dış işlerinde izlediği “bizden olmayan ölsün” politikası da bana feci şekilde Bush'un aynı politikasını hatırlatıyor.
Eren:
Cagatto’nun Türkiye dış politikası hakkındaki analizi gayet başarılı bence. Özellikle AB ve BM kararı ile ilgili kısma katılmamak mümkün değil. Sadece Ortadoğu ile Batı arasında köprü muhabbetinin AB'ye üyelik sürecinde rol oynayan diğer maddelerde yerimizde saymaya son verdiğimiz takdirde Türkiye'nin AB'ye üyelik şansına olumlu katkı yapabileceğini düşünüyorum. Yani sadece içi boş bir söylem olarak görmüyorum.
natura horror vacui:
Kaldığım yerden devam edeyim.
Öncelikle Shelbylcim, sen de takdir edersin ki izlenen yeni politikanın sonuçları bir anda değil, uzun vadede görülecektir. Şu an itibariyle yeni yeni temelleri atılıyor. Yalnız Davutoğlu'nun planı çok riskli. Bugün ekşi sözlükte birisi yazmış "ya bölgede gerçekten barışı sağlayacak bu adam, ya da 3. dünya savaşı'na sebep olacak" diye. Sonuna kadar katılıyorum. O kadar keskin hatları olan bir politika öneriyor ki, Türkiye gerçekten de bölgenin her anlamda en güçlü ülkesi konumuna gelebilir, ama aynı zamanda dımdızlak da kalabilir.
Cagatto'ya şu konuda karşı çıkıyorum, Eren'in de dediği gibi AB'den uzaklaşma bir sırt çevirmeden ziyade farklı bir yoldan gitmeyi ifade ediyor benim için. AB'den umut kesmekten ziyade, süreci hızlandırmak için yapılmış gibi görünüyor. Davutoğlu'nun bölgenin lideri olmaya oynadığı açık. Bunu başarabilirse -orta ve uzun vadede-, AB'nin Türkiye'yi karşısına almak yerine, yanına almayı tercih edeceğini düşünüyor. Ben de ona katılmıyor değilim. Ancak bunun oluşmasında Eren'in dediğinin önemi büyük: yerimizde saymaya son vermemiz lazım.
Bir de Cagatto’nun ilk yazdığı eleştirilerde birkaç düzeltme yapalım. Yanlış hatırlamıyorsam El Kaide için "ben onu terör örgütü olarak görmüyorum" denmedi. Söz konusu olan Hamas'tır. Bu da tartışmalı bir mevzudur benim gözümde. Şimdi askeri kanadı olan İzzeddin El-Kassam Tugayları'na değil de, Hamas'a komple terör örgütü demek beraberinde şunu getirir: PKK terör örgütüdür, dolayısıyla fiilen onun siyasi kanadı olan BDP de öyledir. Zamanında IRA terör örgütü olarak tanımlanmıştır, dolayısıyla Sinn Fein de terör örgütüdür. Dediğim gibi, bu konu tehlikeli bir bölge. "Hamas'ı terör örgütü olarak görmüyorum" demek bence de yanlıştır. Ancak halkın oyuyla başa geçmiş bir hükümeti meşru saymamak da aynı derecede yanlıştır
Son Gazze olayları ve BM tutumu konusunda şu kadarını söyleyebilirim, her ne kadar BM İsrail'i kınamamış olsa da, Türkiye'nin eli ileri derecede güçlenmiş durumda. İsrail'in üzerindeki Gazze ablukasıyla ilgili baskının da doğru bir politikayla günbegün artacağını düşünüyorum. Hazır BM'den söz etmişken İran'a yaptırımlar konusundaki uygulamayla ilgili de birkaç şey söylemek lazım. Son dönemde benim gördüğüm en önemli olaylardan biridir o oylama. Her ne kadar 12 oyla kabul edilmiş olsa da, Türkiye'nin uzun yıllardır izlediği pısırık politikadan sıyrıldığını gösteriyor benim için verdiği red oyu. Daha da önemlisi Lübnan'ın kullandığı çekimser oyun Türkiye'nin telkinleriyle olması. Oylama sonrası Davutoğlu'nun açıklamalarını dinlediyseniz, "bizim red oyu kullanacağımız zaten biliniyordu, asıl Lübnan'ın red oyu kullanması kriz yaratacaktı. O yüzden red yerine çekimser oy kullanmalarını biz rica ettik olası bir krizi engellemek için" dedi. Bu şu demek, Türkiye bölgenin siyasi dengesini sağlayan güç konumuna gelmeye çalışıyor. Daha da önemlisi Hillary Clinton'un, yanılmıyorsam Kolombiya'da yaptığı "Brezilya ve Türkiye'nin İran'a yardım etmeye devam etmesi gerektiğini düşünüyoruz" açıklamasıdır.
Bu sabah bir
haber okudum. Bu şu demek, Türkiye'nin mimarlığında Ortadoğu'da Schengen benzeri bir bölge kuruluyor. Bakın bu Cagatto’nun sözünü ettiği çok kültürlülüğün uygulamaya konması demektir. Bölgede yaşayan Türk, Kürt, Arap, Özellikle Suriye ve Lübnan'da bolca bulunan Hristiyan ve Süryani, Lübnan'da yaklaşık 500000 nüfusa ulaşan Ermenileri biraraya getirecek bir proje. Bunun ticari getirilerini sayma gereği bile duymuyorum. Eğer bu gerçekleşirse, hakikaten kökten bir hamle olur; sadece Türk dış politikası için değil, tüm bölge için.
Gürcistan'la da aynı yolda ilerleniyor. THY'nin İstanbul-Hopa seferleri aslında Batum'a yapılıyor ve oradan otobüsle aktarmayla Hopa'ya gidiliyor. Bunlar sadece kimlikle yapılıyor, bakın pasaport değil. An itibariyle bu uygulamanın Türkiye-Gürcistan arasında genel bir yapıya kavuşması için çalışmalar yapılıyor. Yunanistan'la daha geçen ay tarihimizin en kapsamlı ticari anlaşmalarını imzaladık, vizenin kaldırılması konuşuluyor. Bunlar küçük şeyler değil.
AKP dış politikasıyla ilgili eleştirilerimi birkaç hafta önce -İsrail mevzuu kopmadan birkaç gün önce- blogda
yazmıştım zaten. Eleştirilerim bakidir. Ancak Davutoğlu için "yeni bir şeyler önermiyor" demek insafsızlıktır. Hataları yok mu? Elbette var. Ancak bu toprakların gördüğü en etkin diplomasi atağını uyguluyor, ve evet buna Osmanlı da dahil. En iyi dış işleri bakanı olmayabilir ama tartışmasız tarihimizin en etkin dış işleri bakanı. Kabul edelim ki, Ahmet Davutoğlu AKP hükümetinde değil de, sosyal demokrat veya (hayali bile güzel) sosyalist bir hükümette dışişleri bakanı olsaydı, şu anda kendisini eleştiren tüm solcular "anti-emperyalizm"e karşı savaş verdiğini söyleyip, Davutoğlu'nu idol ilan ederlerdi. Yanlış bir başbakanın kabinesinde bakan olması, kendisini kötü bir bakan yapmaz. Daha da önemlisi, söz konusu hükümetin yurt içinde uyguladığı kötü politikaların sorumlusu dış işleri bakanı değildir (bkz. Cagatto’nun yazısındaki Alevi eleştirisi).
Everfever:
Şakşakçı konumuna düşmeyi göze alarak Natura’yı alkışlıyorum. :)
Benim İsmail Cem konusuna takılmış olmamın tek sebebi Shelbyl’in "Davutoğlu bu ülkeye İsmail Cem'den sonra gelmiş en kalifiye dış işleri bakanıdır" demesi. Shelbyl, İsmail Cem'in Davutoğlu'ndan daha kalifiye olduğunu düşünmese bile bu cümle İsmail Cem'in Davutoğlu'ndan daha iyi olduğu düşüncesini içeriyor. En azından öyle bir ima var. Ben bu yüzden bu olayı biraz deşmek istedim
shelbyl:
Abicim oradaki "sonra" kelimesi, zaman olarak onları ilişkiye koyuyor, başarı sıralaması olarak değil.
Messi, Maradona'dan sonra Arjantin'in çıkardığı en büyük yıldızdır.
Şimdi ben burada Maradona Messi'den iyi mi diyorum? Hayır.
Anlaştık mı?
Natura'ya gelince, ekşi sözlüğe şunu yazmıştım zamanında:
Dış ilişkiler uzun vadeli olaylardır. Türkiye'nin çoğu dış işleri sorunu, şu an kilitlenmiştir bir mahkum ikilemi açmazı gibi. O kilitler ancak oyunun kurallarının değişmesi ile açılır hale gelecektir. Davutoğlu'nun yaptığı da budur.
Doğruluğu yanlışlığı ileride görülecektir. Ama bugün "paradigma değişiyor, nah değişir!" diye itiraz edenlerin de durup düşünmesi gereken bir şey var: Şimdiye kadar güttüğümüz çözümsüzlük stratejisi ile elimize ne geçirdik?
Strateji dehası demek için henüz çok erken, o yüzden bu önerme doğrudur demiyorum. Lakin kukla, amaçsız bir dış işleri bakanı olmadığı aşikar. Her şeyi geçtim, ne yapmaya çalıştığını biliyor. ve hatta benzer politikaları güttüğü, Türkiye'nin eline güç kazandırdığı ve de sorun çözme yolunda aşama kaydedebildiği için herkesçe sevilen İsmail Cem gibi bir pozisyona gelebilmesi de mümkün.
Bu adam hükümetteki en düzgün, en dolu adam, buna kalıbımı basarım.
Ve Ortadogu'da paradigma değiştirebilmek için global olçüde bundan daha uygun bir zaman dilimi de olamazdı.
Dipnot: Bir ülkenin gelişmesi için tarım ve sanayi olmazsa olmaz değil günümüzde, hizmet sektörüyle kalkınan zilyon tane ülke var. Ki Hindistan, Brezilya vs. gökten yağan para ile büyümedi, adamlar yabancı sermaye çekerek bu hale geldiler. Tek doğrusu yok bu işin.
Lakin bu İsrail olayında pek de başarılı olduğumuzu sanmıyorum, ki bunda aslan payı "one minute"un devamını çekmeye çalışan Erdogan'ındır. Ermenistan olayında da ayni endişeler geçerli.
Ben Davutoğlu'nu başarısız bulduğumu soylemedim, lakin yaptiği hamlelerin arkası dolmadığı için "stratejik deha", "büyük başgan!" olarak nitelemek çok erken bir tutum olur.
natura horror vacui:
Ekşi sözlüğe yazdıklarının hepsinin altına imzamı atarım. Ama İsrail konusunda çok aynı fikirde değilim. Gazze filosu sonrasını açıkçası iyi yönettiklerini düşünüyorum. Ben "one minute"den daha vahim bir hezeyan bekliyordum açıkçası. Sakin kalmayı başardılar. Bunda Davutoğlu'nun telkinlerinin rol oynadığına eminim. Gaza gelen birçok insanın beklentisi -ve de isteği-, İsrail'le ilişkileri bir süreliğine maslahatgüzarlık seviyesine indirmekti. Ama gaza gelmediler. Filo olayının öncesinde Türkiye'nin İsrail'in OECD'ye girmesini veto etmesi bekleniyordu, onu yapmadılar. Yani gemileri yakıp gitmiyorlar bence. Sonuçlarını zaman gösterecek elbette.
Ermenistan konusunda ise, Ermenistan'ın süreci dondurmasında Türkiye'nin tavrından ziyade Diasporanın etkili olduğunu düşünüyorum. Ermenistan topu Türkiye'ye atmışken, Türkiye'nin yapması gereken sürecin devamıyla ilgili kararlılığını göstermektir. Belirli bir noktaya gelinmesi bile sevindirici. öngörülemeyen bir duraklama olduğu doğru, ama ben yine de ilerisi için umutluyum.
Davutoğlu'nun an itibariyle "büyük başkan" olmadığına katılıyorum, ancak tekrar ediyorum, benim gördüğüm en etkin dış işleri bakanı. bunun tartışmasını bile yapmam.
3 yorum:
Baskın Hoca'nın yazısını ve buradaki notları okuyan bir arkadaşım bugün şunu sormamı istedi:
'Davutoğlu'nun etkin olduğu doğru, ancak bu etkinlik sağlıklı mıdır? Çünkü görüntüde dış politikamızın adeta "one man show"a döndüğü izlenimi var. Gerçekten öyle mi? Eğer öyleyse dış politika dediğin şey bu derece tek kişinin hakimiyetinde olur mu? Soruyu yargılamak için değil, gerçekten insanların görüşünü merak ettiğim için soruyorum.'
Elçiye zeval olmaz...
Ufak bir yannot olarak şunu söyleyeyim istedim: İsmail Cem'in popülerliğinin ve etkisinin arkasında 60lardan itibaren çizmiş olduğu solcu, entelektüel politik çözümlemeci kimliğinin de etkisi var sanırsam. Ahmet Davutoğlu ise düşük profil bir diplomasi yapıyor. Aralarındaki farkı da ilkinin politikacı, ikincinin diplomat olması olarak kurabilirim. Diplomasi, siz de takdir edersiniz ki, görünmezliğe daha çok önem veren, tepkiler değil tepkisizlikler üzerinden ilişki yürütmeye daha açık bir disiplindir.
Hatta belki de o yüzden Davutoğlu'da icraat görmekte zorlanıyoruz. Onunkisi daha çok tohum atan bir politika çünkü. Ki Türkiye'nin onyıllardır eksikliğini duyduğu da oydu. Temelsiz icraatler bi boka yaramadı. Şu an temeller üzerinde oynanıyor. Çok önemli bir değişiklik. İlişkilerdeki içerikten ziyade yapının değişmesi Davutoğlu'nun başarısıdır diyebilirim rahatça. Yaptıklarıysa (ya da popüler tabirle icraatleriyse), temelinin atılmış olduğunu gördüğü işleri nihayete erdirme çabasıdır diye düşünüyorum. Ermenistan ile olan anlaşmalar nasıl meyve veremediyse; ticari anlaşmalar da o sebepten meyve verebildi. Temelleri vardı çünkü...
Realpolitik şalala oldum lan sizin yüzünüzden!
Dış politika dediğin şey bu derece tek kişinin hakimiyetinde olur mu? sorusuna önce yanıt vermek istedim ben: Hayır. Dışarıda eheheh, evet, deyip, içerde nah çekemez bir ülke.
One man show'a gelince: Abdullah Gül vardı şöyle iki(?) yıllığına dışişleri bakanı olarak. Başbakanlığı sonrasında hatta. O dönemde ne yapıldı? Dışişlerin en görünmez olduğu dönemlerden biriydi bu.
Davutoğlu, Gül ve Babacan gibi diplomatik olmayan insanlardan devraldı bu işi. One man show'a dönüşüyor görünmesinin sebebi o pek icraat görmediğimiz dönemin gelişini ve gidişatını iyi biliyor ve peşini kovalıyor olması.
Basitçesi, Davutoğlu, gidişat yönetiyor, ivme veriyor. Karar vermekten farklı bir şey bu. Önceki yorumda tohumlar atıyor dediğim olaylarsa şöyle: "Biz girişimimizi yaptık, olmadı." (örn: Ermenistan işleri'nde.) demek iki işe yarar. Birincisi, sonrasında işlemesinin önünü açar. İkincisi, tamamen tıkamak için bahane sağlar. Korkmamız gereken açıkça ikincisidir diye düşünüyorum.
Bu yüzden sağlıklı mı değil mi sorusunun cevabı, birinci sonuç mu yoksa ikinci sonuç mu gerçekleşecek? sorusunun cevabıyla eşdeğer bence.
Yorum Gönder