Laf kalabalığına daha düzenli bir formda katkı yapmak ümidiyle. (Sıkılan son maddeye geçsin)
1. Neden ateşkes oldu ve barış süreci olgunlaşıyor?
Bugüne kadarki empas: Daha önce "Kürt Sorunu, Pozisyonsuzluk ve Şiddet" diye bir yazı yazmış, sorunun çözülmesine dair bir sıkıntıdan bahsetmiştim: Devletin PKK'yı işine gelince "terörist örgüt" olarak görmesi ve operasyon yapması, işine gelince de görüşmede taraf olarak alması bunlardan biriydi, yani devlet karşıdaki tarafla barış yapıp masaya mı oturacak, yoksa bu örgütü doğuran koşulları ortadan kaldırmaya mı çalışacak, belli değildi. "Hem karnım tok olsun, hem ekmeğim somun olsun" kafasıyla sorun çözülemezdi, nitekim çözülemedi de. Devlet, BDP'yi Kürt hareketinin siyasal temsilcisi olarak görmeye ve PKK'yı doğrudan muhatap almaya hiç olmadığı kadar yakın. (%100 değil henüz, zira KCK davası gibi bir hayalet var ortalıkta gezinen) Ama bu kilitlenme çözülüyor gibi, güvenlikçi kafa da görüntü itibariyle kısmen tasfiye edildi.
Oyunun kurallarının değişmesi: Şimdiye kadar iki tarafın da fedakarlık yapıp, elinde tuttuğundan daha iyi bir sonuç alabileceği denklem yoktu. Bir nevi tutsak ikilemi. Milliyetçilik fenomeni, iktidarın güvenlikçi söylemden ekmek yemesine, bu söylemin sürmesi de Kürt tarafının silahlı mücadelesinin kendi kitlesi gözünde meşru kalmasına yol açıyordu.
Bu durumda ya iki tarafın da kazanacağı bir gelişme olacak, ya da oyunun yapısı değişecek ki bu kilit kırılsın: Aradığımız gelişme de Arap Baharı ve onun getirdiği dinamikler oldu. Birincisi, Suriye, Irak, İran gibi ülkelerle aramızın bozulması, PKK'yı potansiyel olarak daha güçlü bir konuma soktu. İkincisi, değişen koşullarda (ve yakın gelecekte sınırlarda) Kürtler yeni bir doğal partner olarak ortaya çıktı.
90'lı yıllarda da dile getirilmiş bir "federasyon" ya da "konfederasyon" düşüncesinin günümüzde optimal bir çözüm olabileceğini söylemek artık idealistlik/komploistlik değil.
2. Neden henüz barış değil?
Kurumsal değil, kişisel ilerleyen süreç: Benim barış süreci konusundaki en büyük endişem, Türk tarafındaki beklentisizlik. Hükümet ve sözcü medya cephesinden gelen söylemlere bakınca iki ihtimal ortaya çıkıyor: Ya Türk tarafının nabzı düşürülmeye çalışılıyor, ya da cidden erk sahibi ciddi bir kesim burada kendi koşullarıyla bir savaş kazandıkları/örgüt yendikleri düşüncesinde. Kurumsal altyapı oluşmadan (meclis kararı, komisyon, kanunlar vs.) bu sürecin birkaç kişinin iradesine bağlı olarak ilerliyor olduğu ihtimali korkutucu. Hele ki "oh barış geldi" haklı rehaveti varken.
Ağırlıkla Kürt tarafının adımları: Bu girişi okuyunca "ne yani hükümet ilk defa barış masasına oturdu daha ne yapsın?" tadında bir tepki verebilirsiniz de, bu sizin miyopik bir halde Türk tarafından baktığınız haricinde bir şey göstermez. Dışarıdan bakılınca mesele şu: PKK, daha önce 8 defa ateşkes yaptı ve ne olduğunu biliyoruz. Öcalan, daha önce de silahlı mücadeleyi bırakma kararı aldı ve gene ne olduğunu biliyoruz. "Bu sefer farklı" geçerli bir sebep, diğer hallerde eksik kalan "güven ortamı"nın varlığı da olumlu, lakin daha yolun başındayız.
Meselenin demokratikleşme sürecinde direkt olarak Kürtleri ilgilendiren konu başlıkları var. Hakikatleri Araştırma Komisyonu, Terörle Mücadele Kanunu, seçim barajı, anadil hakları, yerel yönetim vs. gibi boyutları var. Bu konuda adımların gelmeyip "hadi çekilin artık" denmesini, birkaç ay sonra bir "operasyon kazası" (bkz: Silvan) olursa verilecek "hani PKK silah bırakıyordu" tepkilerini düşünmek dahi istemiyor insan.
3. Aydına düşen rol ne?
Lüzumsuz müdahiller: Bu âkil adamlar vs. muhabbetlerine hiç girmeyeceğim. Eğer bu sürecin adını barış koyduysak, savaşan iki taraf olduğunu kabul ediyoruz demektir. Barış kararını savaşanlar verir, "niye öyle barışmadın da böyle barıştın?" falan diye hesap sorulmaz. Bugüne kadarki süreçte "hem toptan şiddete karşıyım :(" demek nasıl tutarsız bir görüş idi ise, "böyle barış olmaz" demek en az aynı derecede tutarsız.
Demokratikleşme zemini: Yukarıdaki soruda bahsettiğim gibi, herkes elinden geldiğince bu süreçte düzgün bir diyalog zemininin oluşması için çaba sarf etmek zorunda. Kurumsal yapının oluşması hususunda kamuoyu oluşturmak, herhangi bir tarafın "güven" ilkesini zedeleyici hamlelerini eleştirmek, birincil görev. Bu konuda Nuray Mert'in dün yazdığı yazı gayet isabetli.
Kayıtsız şartsız devletten taraf olmaya alışmış, "bu hükümet buraya kadar getirdi, destek olmalı" ağzını hiç bozmayacak kalemler, veyahut kendi mesuliyetini Kürt hareketinin sırtına yıkmaya alışmış isimlerin sesinden daha gür ses çıkarmalı.
4. Özet geç lan.
- Bu sorunun oluşması için en büyük engel, "güven sorunu" aşılmış gibi duruyor. Bunun bozulmaması için uğraşmak elzem.
- Artık üniter ulus devlet paradigması bitti. Buna alışmak lazım.
- Ortadoğu'da oyunun kuralları, tarafların çıkarları değişiyor. "Kazan-kazan" bir formüle destek vermek, herhangi bir "kazan-kaybet" ile kalakalmaktan yeğdir. Zaman durmuyor, akıyor.
- Bu savaşın bir tarafı Kürt hareketidir, onların razı olduğu çözüme Türk tarafından kibirle bezenmiş ses çıkarmak halt etmektir.
- "Onurlu" (ne sinir olurum şu lafa da) çözüm isteyen özgürlükçü/demokrat (bu da ideoloji oldu çıktı başımıza) insanın yapması gereken, demokratikleşme için devletin atması gereken adımlar konusunda onu sıkıştırmaktır.
- Herkes kendi çıkarlarını, koşullarını düşünerek siyasî zemine dahil olsun. Kalıcı bir barış, güvenlikçi uygulamaların azalması, ekonomik-sosyal konuların tartışılmasının önünün açılması, meclisteki muhalefetin niteliğinin değişmesi hayırlı olacaktır.
- Rehavete kapılmamak lazım. Deplasmanda avantajlı bir skor elde etmiş olabiliriz ama kontratakları güçlü bir rakip hala daha mevcut.
1. Neden ateşkes oldu ve barış süreci olgunlaşıyor?
Bugüne kadarki empas: Daha önce "Kürt Sorunu, Pozisyonsuzluk ve Şiddet" diye bir yazı yazmış, sorunun çözülmesine dair bir sıkıntıdan bahsetmiştim: Devletin PKK'yı işine gelince "terörist örgüt" olarak görmesi ve operasyon yapması, işine gelince de görüşmede taraf olarak alması bunlardan biriydi, yani devlet karşıdaki tarafla barış yapıp masaya mı oturacak, yoksa bu örgütü doğuran koşulları ortadan kaldırmaya mı çalışacak, belli değildi. "Hem karnım tok olsun, hem ekmeğim somun olsun" kafasıyla sorun çözülemezdi, nitekim çözülemedi de. Devlet, BDP'yi Kürt hareketinin siyasal temsilcisi olarak görmeye ve PKK'yı doğrudan muhatap almaya hiç olmadığı kadar yakın. (%100 değil henüz, zira KCK davası gibi bir hayalet var ortalıkta gezinen) Ama bu kilitlenme çözülüyor gibi, güvenlikçi kafa da görüntü itibariyle kısmen tasfiye edildi.
Oyunun kurallarının değişmesi: Şimdiye kadar iki tarafın da fedakarlık yapıp, elinde tuttuğundan daha iyi bir sonuç alabileceği denklem yoktu. Bir nevi tutsak ikilemi. Milliyetçilik fenomeni, iktidarın güvenlikçi söylemden ekmek yemesine, bu söylemin sürmesi de Kürt tarafının silahlı mücadelesinin kendi kitlesi gözünde meşru kalmasına yol açıyordu.
Bu durumda ya iki tarafın da kazanacağı bir gelişme olacak, ya da oyunun yapısı değişecek ki bu kilit kırılsın: Aradığımız gelişme de Arap Baharı ve onun getirdiği dinamikler oldu. Birincisi, Suriye, Irak, İran gibi ülkelerle aramızın bozulması, PKK'yı potansiyel olarak daha güçlü bir konuma soktu. İkincisi, değişen koşullarda (ve yakın gelecekte sınırlarda) Kürtler yeni bir doğal partner olarak ortaya çıktı.
90'lı yıllarda da dile getirilmiş bir "federasyon" ya da "konfederasyon" düşüncesinin günümüzde optimal bir çözüm olabileceğini söylemek artık idealistlik/komploistlik değil.
2. Neden henüz barış değil?
Kurumsal değil, kişisel ilerleyen süreç: Benim barış süreci konusundaki en büyük endişem, Türk tarafındaki beklentisizlik. Hükümet ve sözcü medya cephesinden gelen söylemlere bakınca iki ihtimal ortaya çıkıyor: Ya Türk tarafının nabzı düşürülmeye çalışılıyor, ya da cidden erk sahibi ciddi bir kesim burada kendi koşullarıyla bir savaş kazandıkları/örgüt yendikleri düşüncesinde. Kurumsal altyapı oluşmadan (meclis kararı, komisyon, kanunlar vs.) bu sürecin birkaç kişinin iradesine bağlı olarak ilerliyor olduğu ihtimali korkutucu. Hele ki "oh barış geldi" haklı rehaveti varken.
Ağırlıkla Kürt tarafının adımları: Bu girişi okuyunca "ne yani hükümet ilk defa barış masasına oturdu daha ne yapsın?" tadında bir tepki verebilirsiniz de, bu sizin miyopik bir halde Türk tarafından baktığınız haricinde bir şey göstermez. Dışarıdan bakılınca mesele şu: PKK, daha önce 8 defa ateşkes yaptı ve ne olduğunu biliyoruz. Öcalan, daha önce de silahlı mücadeleyi bırakma kararı aldı ve gene ne olduğunu biliyoruz. "Bu sefer farklı" geçerli bir sebep, diğer hallerde eksik kalan "güven ortamı"nın varlığı da olumlu, lakin daha yolun başındayız.
Meselenin demokratikleşme sürecinde direkt olarak Kürtleri ilgilendiren konu başlıkları var. Hakikatleri Araştırma Komisyonu, Terörle Mücadele Kanunu, seçim barajı, anadil hakları, yerel yönetim vs. gibi boyutları var. Bu konuda adımların gelmeyip "hadi çekilin artık" denmesini, birkaç ay sonra bir "operasyon kazası" (bkz: Silvan) olursa verilecek "hani PKK silah bırakıyordu" tepkilerini düşünmek dahi istemiyor insan.
3. Aydına düşen rol ne?
Lüzumsuz müdahiller: Bu âkil adamlar vs. muhabbetlerine hiç girmeyeceğim. Eğer bu sürecin adını barış koyduysak, savaşan iki taraf olduğunu kabul ediyoruz demektir. Barış kararını savaşanlar verir, "niye öyle barışmadın da böyle barıştın?" falan diye hesap sorulmaz. Bugüne kadarki süreçte "hem toptan şiddete karşıyım :(" demek nasıl tutarsız bir görüş idi ise, "böyle barış olmaz" demek en az aynı derecede tutarsız.
Demokratikleşme zemini: Yukarıdaki soruda bahsettiğim gibi, herkes elinden geldiğince bu süreçte düzgün bir diyalog zemininin oluşması için çaba sarf etmek zorunda. Kurumsal yapının oluşması hususunda kamuoyu oluşturmak, herhangi bir tarafın "güven" ilkesini zedeleyici hamlelerini eleştirmek, birincil görev. Bu konuda Nuray Mert'in dün yazdığı yazı gayet isabetli.
Kayıtsız şartsız devletten taraf olmaya alışmış, "bu hükümet buraya kadar getirdi, destek olmalı" ağzını hiç bozmayacak kalemler, veyahut kendi mesuliyetini Kürt hareketinin sırtına yıkmaya alışmış isimlerin sesinden daha gür ses çıkarmalı.
4. Özet geç lan.
- Bu sorunun oluşması için en büyük engel, "güven sorunu" aşılmış gibi duruyor. Bunun bozulmaması için uğraşmak elzem.
- Artık üniter ulus devlet paradigması bitti. Buna alışmak lazım.
- Ortadoğu'da oyunun kuralları, tarafların çıkarları değişiyor. "Kazan-kazan" bir formüle destek vermek, herhangi bir "kazan-kaybet" ile kalakalmaktan yeğdir. Zaman durmuyor, akıyor.
- Bu savaşın bir tarafı Kürt hareketidir, onların razı olduğu çözüme Türk tarafından kibirle bezenmiş ses çıkarmak halt etmektir.
- "Onurlu" (ne sinir olurum şu lafa da) çözüm isteyen özgürlükçü/demokrat (bu da ideoloji oldu çıktı başımıza) insanın yapması gereken, demokratikleşme için devletin atması gereken adımlar konusunda onu sıkıştırmaktır.
- Herkes kendi çıkarlarını, koşullarını düşünerek siyasî zemine dahil olsun. Kalıcı bir barış, güvenlikçi uygulamaların azalması, ekonomik-sosyal konuların tartışılmasının önünün açılması, meclisteki muhalefetin niteliğinin değişmesi hayırlı olacaktır.
- Rehavete kapılmamak lazım. Deplasmanda avantajlı bir skor elde etmiş olabiliriz ama kontratakları güçlü bir rakip hala daha mevcut.
4 yorum:
M.Karayılan bile H.Cemal'e 5 kez ateşkes yaptık şimdiye dek demişken en azılı kürtçüden daha kürtçü gibi ortaya çıkıp 8 kere ateşkes yaptı demek, NaMert yazılarını referans göstermek,Oyunu yada süreci bozacak olanın hep devlet olacağını düşünerek yazı yazmak ancak oyunbozucuların ya da oyun bozulsun isteyenlerin yazabilceği türden bir yazıdır.Ki zaten yazının son cümlesi Devlet-PKK ekseninden olaya hangi açıdan baklıldığını göstermesinden dolayı ziyadesiyle manidar.Hemen atlayın şimdi insan hakları,bizim derdimiz devlet-pkk değil diye. Derdi o olan o son cümleyi yazmaz.Biz burada devrim gibi evrim yapıyoruz senyorlar kasmayın kendinizi.Ha gerçi az daha kasarsanız PKK tarafının akil adamları listesine girersiniz orası kesin.Sırrı Abey yerine o mektubu sizlerin okuması için can verirdiniz ama yazık ki kosterler sizleri taşıyamadı.Okuyunca şimdi iyiki de sizi taşımamış diyorum.Bu ülke ve bu ülke insanı PKK ile de barışır ama ikide bir kibir!! kelimesini ağzına alıp Türklere yakıştıran sizlerin kibri ile barışamaz.
Alper, bir kere de okudugunu anla ya da duzgun oku abicim:
1. Al Karayilan'in Cemal ile roportaji:
http://t24.com.tr/yazi/karayilan-geri-cekilme-sonbahara-sarkar-kalici-baris-aponun-ozgurlugunden-gecer/6390
"Bu konuyu ele alırken, geçmiş tecrübelerden ders almak zorundayız. Tam sekiz kez ateşkes ilan ettik. Ve 1999’daki geri çekilmeyi yaşadık... Bunlar çok acı tecrübelerdi."
Kac diyor, bes mi sekiz mi?
2. Nuray Mert yazisini okudun mu? Surece destek veriyor. Destek. Ezberden atma.
3. Yazinin son cumlesi "devlet-PKK" isbirligini macin avantajli skoru olarak gorurken, ulusalci/guvenlikci kafanin kontrataklarindan bahsediyor. Tabii onyargil ile butun yaziyi atlayip ezberden konusunca boyle oluyor.
Lan butun yazida sureci destekliyorum ben allloooo?
4. Yorumunun gerisindeki bel alti saldirilara deginmiyorum bile, cevap vermeye degmez.
Surec yaraladi galiba fasizan duygularini abimin? Bosver takma.
Bu savaşın bir tarafı Kürt hareketidir, onların razı olduğu çözüme Türk tarafından kibirle bezenmiş ses çıkarmak halt etmektir.
razı olmak? yoksa kabul etmek mi? bu tarz kaygan kavramlar dile hakim kişinin elinde işi çok farklı yerlere çeker. bazen (bilinçsiz olarak) anlatılmak isteneni çarpıtır, bazen de (bilinçli olarak) anlatılmış gibi gözükenden fazlasını içinde taşır.
razı olmak dediğin daha fazlasını hak etmişken ve elde edebilecekken daha azına tamam demeyi ifade eder. yani kabul etme değil kabullenme durumunu ifade eder. cümlenin tamamıyla ele alınca kürtler bu çözümü ya da süreci (adı çok da önemli değil) kabullenmişken sen türk tarafı olarak ne halt etmeye konuşuyosun ki daha demeye geliyor.
ayrıca bu iki taraflı bir süreç laflarını da bir kenara bırakmak lazım. istediğimiz kadar kendimizi taraf ya da söz sahibi olarak görelim bu bölgede işler kağıt üzerindeki toprak veya vatan sahiplerinin söyledikleriyle olmuyor maalesef. arap baharı (artık nasıl baharsa) sürecinde de gördük bu işler dışarıdan bir 'müdahale' olmadan işlemiyor. ha bu kadar ülke halkının aynı anda ve kendi kendine; bu derece organize oluşu, silahlanışı ve domino taşı misali sıradan ayaklanışı size mantıklı-normal geliyorsa onu bilemem tabi. organizasyonun maddi boyutuna ve şu internetteki o ülkelerde yaşamayan; ama oradaymış gibi ciddi kesimleri peşinden sürükleyen 'aktivistlerden' bahsetmiyorum bile.
konunun bizi daha yakından ilgilendiren kısmına dönecek olursak, tayyibin bundan çok uzun zaman önce parçası (hatta eşbaşkanı) olduğunu dile getirdiği orta doğu projesinin getirisi olarak görüyorum ben bu gelişmeleri. (dediğim gibi adına barış, süreç, değişim ne derseniz deyin) öncesinde terör mücadelesi diye afganistan ve ırak ile başlayan sonrasında arap baharı ile devam eden süreç şu an suriye'de. arkasından iran. zaten ahmedinejad da dışarıdan gözüktüğü kadar güçlü değil. biz de ülke olarak bu sürecin içinde olacağız; gözüken o. zaten zamanında müdahil olmadığımız ırak sürecinin ve meclisten geçmeyen tezkerenin on yıl ceremesini çektik. dediğin gibi orta doğu konusunda kafası daha çok çalışan ya da çalıştırılan hükümet bu sefer dışarda kalmayacaktır. daha işlerin çok başındayız hem ülkedeki gelişmeler açısından hem de genel olarak orta doğudaki sürecin artık kapımıza dayanmış olması açısından. dolayısıyla iki 'taraf' açısından da gaza gelmemek ve bir süre gelişmeleri takip etmek lazım.
bunların dışında her ses çıkartan ya da kendisi gibi düşünmeyen türk'ü faşist diye tanımlayan aklı evvel kürtler ve gelişen dünyada hala vur de vuralım, öl de ölelim diyen türkler haricinde insanların öyle veya böyle mutlu, umutlu olduğunu görmek güzel.
@tearkan
Razi olmak konusunu soyle aciklayayim: Surecin gelisiminde butun Kurt siyaseti ve PKK'nin cok ciddi bir katkisi oldugunu soyleyemeyiz. Ocalan onder olarak plan yapti, HPG'sinden KCK'sina, Avrupa'sina hepsi, hicbir yasal teminat falan yokken, bu surecin boyle isleyecegini kabullendi. Yani "daha fazlasini almak"tan ziyade "bu is boyle olursa olur" durumundan oturu "riza" kelimesini kullaniyorum.
Yorum Gönder