Şimdiki zamanda yaşananları anlamak adına, zaman-uzam ekseninde gezintilere çıkmak kimi zaman fazlasıyla gerekli olmakta. İnsanın hafızasının bilincinde olmasının şeytani yönlerinden birisi, insana her şeyi hatırlayabileceğine dair gereğinden fazla bir özgüven verebilmesi, diğeri ise bu özgüvenden dolayı hatırlayabildiği kadarının kesinliğine inanması. Bu sorunu aşmak için yapmak gereken, bir eylem, söylem ya da olgu ile karşılaşıldığında birkaç basit soru sormak ve o doğrultuda araştırma yapmak: Neden yapıldı? Neye dayanarak yapıldı? Benzer örnekleri var mı? Kim yaptı?
Bu sıralamaya sadık kalmak olayları sağlıklı değerlendirebilmek için önemli bir şart. İnsan aklı, faili bulduğunda bütün meseleye vakıf olduğunu sanabiliyor zira. Hatta bazen faili bulduğunu sanıp da yanılabiliyor. O yüzden “Kim Yaptı?” sorusunu da çok iyi sormak lazım. Türkçe derslerinden hatırlarsınız, özneyi bulmak için “Kim yaptı?” sorusunu sorduğunuzda, arada yanlışlıkla nesneyi bulabilirdiniz. Örn: Piknik yaptı. Ne yaptı? Piknik. Halbuki piknik özne değil, nesne burada. Pikniği yapan bir “gizli özne” var, o.
AKP iktidarı sırasında gelen kimi “düzenlemeler” (ki düzenleme, yasak denilemeyen yerde kullanılan bir hüsnütabir), insanlarda “İşte toplumu muhafazakarlaştırıyorlar, toplumu şekillendirmeye çalışıyorlar, bunların niyeti belli!” gibi bir birincil reaksiyon doğurabiliyor. Halbuki bu cümlenin göz ardı ettiği çok fazla gerçeklik var. Birincisi, bizim toplumumuz zaten muhafazakar, değişik değerleri ve dinamizmi “Gençler bir şeye heves etmiş keh keh” refleksiyle karşılar. İkincisi, devlet zaten toplumu hep şekillendiregelmiştir. Çünkü devlet bireyi korumak ve kollamak için var. Çünkü devlet babamız, biz ise onun haylaz çocuklarıyız.
Sigara Yasağı ve Paternalizm
Anlatmak istediğimi açıklığa kavuşturmak için yakın geçmişten bir örnekleme yapmam lazım.
Belirli mekanlarda sigara içme yasağı, aslında çoğu medeni addedilen ülkede uygulanan, ve de nedenlemesi uyarınca özgürlükçü bir dokuya sahip olabilecek bir yasak. Şöyle ki, sigara, insan sağlığına çok ciddi zararları olan bir madde, ve aktif olarak içmeyen biri bile, dumanına maruz kaldığında sağlık anlamında etkileniyor. Bu durumda, bir insanı sigara dumanına maruz bırakmak, onun temel haklarından birisi olan sağlığı engelleyici bir hal oluşturur.
Bu durumda yapılması gereken ikiye ayrılır: sert paternalizm ve yumuşak paternalizm. Sert paternalizm, yani sigara içimini kökten yasaklamak, insanların vatandaş olarak yaşamak için bulunmak zorunda olduğu yerlerde uygulanır. Örneğin devlet daireleri, toplu ulaşım araçları, eğitim binaları, hastaneler, karakollar vs. Fakat devlete ait olmayan, ve de insanların para vererek eğlence vs. amaçlı gittiği yerlerde, devlet sigara içimini toptan yasaklayamaz. Devlet, buralara ancak yumuşak paternalizm ile yaklaşabilir: İçinde bir alanda sigara içilen mekan tasarlamak isteyene vergi uygular (sigara gibi zararlı bir maddenin dışsallık [externality] etkisini tanzim etmek için), fakat o noktadan ötesine geçemez. Kapitalist bir ekonomide zaten piyasa kuralları dengeyi bulduracak, sigara içen ve içmeyen insanların tercih ettiği mekanlar oluşacaktır. (Bu sert ve yumuşak paternalizm yargısının ve uygulamalarının ayrıntısı tartışılabilir tabii.)
Peki bizim “devlet babamız”, sigara yasağı konusunda ne yaptı? Hem özel olsun olmasın çoğu kapalı mekana ekonomik prensipleri gözetmeden karıştı, hem de örneğin elektronik sigara gibi, hiçbir pasif içicilik etkisi olmayan ve de tamamen bir bireysel tüketim aracı olan maddeyi yasakladı. Sebep? “Vatandaşın sağlığını korumak ve sigara tüketimini azaltmak.” Halbuki, vatandaşlar birer yetişkin olarak bu tercihi kendileri yapabilecek yaştalar.
İşin ironisi ise şurada başlıyor: Sigara yasağı getirildiğinde, sigara içmeyen çoğu insan, bu yasaktaki bu paternalistik ve aşırıkorumacı dinamikleri göz ardı ederek devletin olumlu bir iş yaptığını düşündüler, ve hatta hükümetin partilerüstü destek toplayan icraatlerinden birisi bu oldu. Devletimizin “sakat” nedenlemesi, sonuç hoşa gittiği için gümbürtüye gitti. (Diğer bir ironi de aynı devletin tütün üretimini sübvanse etmesi, ama konuyu saptırmamak için onu hızlıca geçelim.)
İnternet Yasakları
Sigara içen çocuğunun sağlığını korumak için sigarayı yasaklayan devlet “baba”nın eylemi vatandaş tarafından onaylandığında, elinin uzanabildiği ve destek göreceği her mevzuda bu tür düzenlemeye gitmesinin meşruiyeti doğar. Babamız, bir gün “Öğrenciler olaylara karışmasın, gitsinler paşa paşa okusunlar” der, diğer bir gün “Gençler içki içmesin, yazık” der, sonraki gün “Gençler ahlaka muğayyir yerlere gitmesinler” der. Bunları çoğumuzun babası da diyor zaten.
Peki bu çok yeni ve şaşırtıcı bir fenomen mi? Hayır. 12 Eylül’den beri zaten aynı devlet, bireylerini “zararlı ideolojiler”den koruyor, üniversitelere siyaset ve "siyasi simge" sokmamak için çabalıyor, sokaklara dökülüp satanist avına çıkıyor, metal müzik peşinde koşuyor, ahlak adına etek yırtmaçlarını mevzuatla düzenliyor, lisede el ele tutuşan gençlerin ellerine cetvelle vuruyor… Fark şu: O baba kabul edilebilir sertlikte Kemal bir babaydı, şimdiki baba kimisi için çok sıkı bir Recep baba. Ama baba gene baba.
Şimdi gündemde 22 Ağustos’ta düzenlemesi yapılacak olan “internet paketi” düzenlemesi var. Devletimiz, vatandaşlarının kazara zararlı sitelere girmelerini engellemek için düzenlemeye gidecekmiş, aileler devlet babanın izin verdiği istelere gireceklermiş. Bazı alan adları yasaklanmış, bazıları da ekstra muameleye tabi tutulacakmış. Bu filtreleri aşanları takip sistemi getirilecekmiş.
Bugün anket yapsak toplumun yarısından çoğunun bu gelişmeyi onaylayacağı aşikar. Zaten sıklıkla unutulan bir başka gerçeklik ise şu: Mevcut internet kanununu AKP, CHP, MHP vs. el ele diz dize çıkardılar.
Devletin vatandaşını bir çocuk, bir teba gibi gördüğü ve bu zihniyetin vatandaşlar tarafından keyfiyetle onaylandığı; birey algısının oluşmadığı bir toplumda, bu yasaklara şaşırmamak lazım.
Yapılması gereken vatandaşların “Bu babayı beğenmedim, başka baba isterim” demek yerine “Baba yeter ya, kaç yaşına geldim ben!” demesi. Ama post-12 Eylül toplum yapısında “Bugün öyle dersek yarın üvey baba gelir bizi döver” korkusu hakim hala.
Neyse, arada bu satırların yazarı gibi “vatana millet hayırsız anarşik evlatlar” çıkıp böyle ileri geri konuşacaklardır, takmayın siz. “Herkes için özgürlük” falan, sakıncalı laflar bunlar.
Bu sıralamaya sadık kalmak olayları sağlıklı değerlendirebilmek için önemli bir şart. İnsan aklı, faili bulduğunda bütün meseleye vakıf olduğunu sanabiliyor zira. Hatta bazen faili bulduğunu sanıp da yanılabiliyor. O yüzden “Kim Yaptı?” sorusunu da çok iyi sormak lazım. Türkçe derslerinden hatırlarsınız, özneyi bulmak için “Kim yaptı?” sorusunu sorduğunuzda, arada yanlışlıkla nesneyi bulabilirdiniz. Örn: Piknik yaptı. Ne yaptı? Piknik. Halbuki piknik özne değil, nesne burada. Pikniği yapan bir “gizli özne” var, o.
AKP iktidarı sırasında gelen kimi “düzenlemeler” (ki düzenleme, yasak denilemeyen yerde kullanılan bir hüsnütabir), insanlarda “İşte toplumu muhafazakarlaştırıyorlar, toplumu şekillendirmeye çalışıyorlar, bunların niyeti belli!” gibi bir birincil reaksiyon doğurabiliyor. Halbuki bu cümlenin göz ardı ettiği çok fazla gerçeklik var. Birincisi, bizim toplumumuz zaten muhafazakar, değişik değerleri ve dinamizmi “Gençler bir şeye heves etmiş keh keh” refleksiyle karşılar. İkincisi, devlet zaten toplumu hep şekillendiregelmiştir. Çünkü devlet bireyi korumak ve kollamak için var. Çünkü devlet babamız, biz ise onun haylaz çocuklarıyız.
Sigara Yasağı ve Paternalizm
Anlatmak istediğimi açıklığa kavuşturmak için yakın geçmişten bir örnekleme yapmam lazım.
Belirli mekanlarda sigara içme yasağı, aslında çoğu medeni addedilen ülkede uygulanan, ve de nedenlemesi uyarınca özgürlükçü bir dokuya sahip olabilecek bir yasak. Şöyle ki, sigara, insan sağlığına çok ciddi zararları olan bir madde, ve aktif olarak içmeyen biri bile, dumanına maruz kaldığında sağlık anlamında etkileniyor. Bu durumda, bir insanı sigara dumanına maruz bırakmak, onun temel haklarından birisi olan sağlığı engelleyici bir hal oluşturur.
Bu durumda yapılması gereken ikiye ayrılır: sert paternalizm ve yumuşak paternalizm. Sert paternalizm, yani sigara içimini kökten yasaklamak, insanların vatandaş olarak yaşamak için bulunmak zorunda olduğu yerlerde uygulanır. Örneğin devlet daireleri, toplu ulaşım araçları, eğitim binaları, hastaneler, karakollar vs. Fakat devlete ait olmayan, ve de insanların para vererek eğlence vs. amaçlı gittiği yerlerde, devlet sigara içimini toptan yasaklayamaz. Devlet, buralara ancak yumuşak paternalizm ile yaklaşabilir: İçinde bir alanda sigara içilen mekan tasarlamak isteyene vergi uygular (sigara gibi zararlı bir maddenin dışsallık [externality] etkisini tanzim etmek için), fakat o noktadan ötesine geçemez. Kapitalist bir ekonomide zaten piyasa kuralları dengeyi bulduracak, sigara içen ve içmeyen insanların tercih ettiği mekanlar oluşacaktır. (Bu sert ve yumuşak paternalizm yargısının ve uygulamalarının ayrıntısı tartışılabilir tabii.)
Peki bizim “devlet babamız”, sigara yasağı konusunda ne yaptı? Hem özel olsun olmasın çoğu kapalı mekana ekonomik prensipleri gözetmeden karıştı, hem de örneğin elektronik sigara gibi, hiçbir pasif içicilik etkisi olmayan ve de tamamen bir bireysel tüketim aracı olan maddeyi yasakladı. Sebep? “Vatandaşın sağlığını korumak ve sigara tüketimini azaltmak.” Halbuki, vatandaşlar birer yetişkin olarak bu tercihi kendileri yapabilecek yaştalar.
İşin ironisi ise şurada başlıyor: Sigara yasağı getirildiğinde, sigara içmeyen çoğu insan, bu yasaktaki bu paternalistik ve aşırıkorumacı dinamikleri göz ardı ederek devletin olumlu bir iş yaptığını düşündüler, ve hatta hükümetin partilerüstü destek toplayan icraatlerinden birisi bu oldu. Devletimizin “sakat” nedenlemesi, sonuç hoşa gittiği için gümbürtüye gitti. (Diğer bir ironi de aynı devletin tütün üretimini sübvanse etmesi, ama konuyu saptırmamak için onu hızlıca geçelim.)
İnternet Yasakları
Sigara içen çocuğunun sağlığını korumak için sigarayı yasaklayan devlet “baba”nın eylemi vatandaş tarafından onaylandığında, elinin uzanabildiği ve destek göreceği her mevzuda bu tür düzenlemeye gitmesinin meşruiyeti doğar. Babamız, bir gün “Öğrenciler olaylara karışmasın, gitsinler paşa paşa okusunlar” der, diğer bir gün “Gençler içki içmesin, yazık” der, sonraki gün “Gençler ahlaka muğayyir yerlere gitmesinler” der. Bunları çoğumuzun babası da diyor zaten.
Peki bu çok yeni ve şaşırtıcı bir fenomen mi? Hayır. 12 Eylül’den beri zaten aynı devlet, bireylerini “zararlı ideolojiler”den koruyor, üniversitelere siyaset ve "siyasi simge" sokmamak için çabalıyor, sokaklara dökülüp satanist avına çıkıyor, metal müzik peşinde koşuyor, ahlak adına etek yırtmaçlarını mevzuatla düzenliyor, lisede el ele tutuşan gençlerin ellerine cetvelle vuruyor… Fark şu: O baba kabul edilebilir sertlikte Kemal bir babaydı, şimdiki baba kimisi için çok sıkı bir Recep baba. Ama baba gene baba.
Şimdi gündemde 22 Ağustos’ta düzenlemesi yapılacak olan “internet paketi” düzenlemesi var. Devletimiz, vatandaşlarının kazara zararlı sitelere girmelerini engellemek için düzenlemeye gidecekmiş, aileler devlet babanın izin verdiği istelere gireceklermiş. Bazı alan adları yasaklanmış, bazıları da ekstra muameleye tabi tutulacakmış. Bu filtreleri aşanları takip sistemi getirilecekmiş.
Bugün anket yapsak toplumun yarısından çoğunun bu gelişmeyi onaylayacağı aşikar. Zaten sıklıkla unutulan bir başka gerçeklik ise şu: Mevcut internet kanununu AKP, CHP, MHP vs. el ele diz dize çıkardılar.
Devletin vatandaşını bir çocuk, bir teba gibi gördüğü ve bu zihniyetin vatandaşlar tarafından keyfiyetle onaylandığı; birey algısının oluşmadığı bir toplumda, bu yasaklara şaşırmamak lazım.
Yapılması gereken vatandaşların “Bu babayı beğenmedim, başka baba isterim” demek yerine “Baba yeter ya, kaç yaşına geldim ben!” demesi. Ama post-12 Eylül toplum yapısında “Bugün öyle dersek yarın üvey baba gelir bizi döver” korkusu hakim hala.
Neyse, arada bu satırların yazarı gibi “vatana millet hayırsız anarşik evlatlar” çıkıp böyle ileri geri konuşacaklardır, takmayın siz. “Herkes için özgürlük” falan, sakıncalı laflar bunlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder