2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com
Bisiklet yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bisiklet yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Bisiklet blogları

Buraya yazmış mıydım hatırlamıyorum ama (sanırım kişisel blogumda idi) yaklaşık 1 senedir yeniden bisikletle haşır neşir olur oldum. Hikayenin evveliyatını bir vereyim kısaca, sonra bloglar kısmına geçeyim.

Geçtiğimiz sene çalıştığım yerde bir genci Polonya'ya kampa göndermiştim. Dönüşünde büyük bir heyecanla Polonya'dan bisiklet kiralayıp Almanya'ya geçtiğini anlattığının ertesi günü ben de bisiklete atlayıp, tamı tamına 14 (yazıyla: on dört!) kilometre yol gidip, bisikletçiye ulaşmıştım. Gerçekleştirdiğim bu über zor görevin ardından (ki yaklaşık 1.5 saatimi aldı) muzaffer bir bisikletçi edasıyla "yea 14 km yoldan geliyorum çok yoruldum yeaa" demiştim. Ve bilin bakalım n'oldu? Umursamadılar! Benim bisiklet dünyasına verdiğim 14 km'lik ve 1.5 saatlik emeği hiçe saydılar! Terbiyesiz adamlar... Sonra biri çıkıp "valla ben her gün Keçiören'den gelip dönüyorum" dedi de, umursamazlıklarının nedenini anladım (Ankarasızlara not: Keçiören-Ümitköy arası +25 km bir mesafe). O an anladım ki hem benim için hem insanlık için değil, sadece benim için çok büyük bir mesafe imiş. Sonra zaten muhabbet ettikçe 60 küsur yaşındaki amcanın da muntazaman oradan Kızılay'a (20 km) gidip geldiğini duyunca dedim meğersem hiçbir şeymiş benim ettiğim. Akabinde "ya ben yarın Kızılay'a gidicem, yolum uzun (30 km), bana ne lazım?" diye sordum, utanmadan sadece kask ve eldiven dediler. Lan 30 km! "Bir de su al..." diye eklediler yine umarsızca. İşte ondan sonra lanetledim SDS'yi de, kapandı. Antalya'da bi' tükan açmış SDS Bisiklet, bilmeyenlere duyurulur.

Bir önceki paragrafı okuyan bisiklete ilişkin farklı deneyimlere sahip insanlar çok farklı yaklaşacaklardır. İşin biraz daha içine girince bunu çok daha net görebiliyorsunuz. Yani "mahalle bisikletçiliği"nde bırakmıştım en son bisikleti, şimdi dönüp geldiğimde 14 km çok yoldu haliyle ilk başta. Sonra ertesi gün Kızılay'a gittim, 27 km yol, bi' daha "vay be!" dedim. Hatta duyanlar da "hayvansıaaan!" dedi. Derken Haziran ayında Bursa'da düzenlenen "Bisikletle Yüzyıllık Macera"ya katıldım, tur ve önceki günü derken 4 günde 300 km yol yaptım. Gitmeden önce "Nasıl olur lan? Olur mu ki? Ölür müyüm kalır mıyım?" diye düşünürken, gayet de oluyormuş, onu gördüm. Ha, tabii ki deneyimsizlikten ve antrenmansızlıktan kaynaklanan bazı bedelleri oldu, ama o kadar olacak tabii. Sonuçta şu anda bisikletle gidilemeyecek mesafenin olmadığına inanıyorum. Ben ki sporla alakası olmayan 90+ kilo kütleyi o kadar mesafe gezdirebildiysem, daha fit insanlar neler yapabilir dedim.

Bu düşünceye varmamda da tabii ki sırf bu gezmeler tozmalar etkili olmadı. Bir süredir takip ettiğim, ara ara baktığım, görüp heyecanlandığım bir dizi blog/facebook/topluluk/sayfası var. Bu yazıyı yazmamın nedeni özellikle sevdiğim, ilginç bulduğum bloglardan biraz bahsedeyim, belki birilerinde bende oluşmuş olan heyecanı/gazı oluşturur diye bir şansımı deneyeyim istemem. 3 farklı ve keyifli bulduğum bloga bir göz atmak için şöyle buyrun:


Başka Türlü Bir Şey - Bir hayalin peşinde... (Özcan Bostancı - İsmail Özger)
Bu yazıya konu olan bloglar içinde benim en samimi bulduğum, en böyle sitelerine bakarken iç çektiğim blog bu. Nedenini net olarak bilemiyorum ama belki de uzun süre hayal edip, sonra "ulan!" deyip yola koyuldukları, belki de bence cesaret isteyen bir iş yaptıkları (istifa edip, arabasını falan satıp 'kurulu düzen'i bozma açısından) için. Zira göreceksiniz, diğerleri aslında daha fazla cesaret istiyor yer yer yaşamsal olarak tehlikeli bir şey yaptıkları için. Ama yine de acı olsa da böyle ekonomik bir risk daha zor görünüyor benim gözüme. Neyse... Veya belki de hazırladıkları internet sitesi "lan ben de yapsam böyle bi' şey yapardım herhal?" dedirttiği, böyle bir şey düşünen birilerine yol gösterici göründüğü için. Bir ihtimal de, bir bisiklet turundan çok daha geniş kapsamlı, "bisiklet destekli" bir dünya turuna evrilmiş bir gezi olması. Her neyse, sonuçta hastası oldum.


İsmail Özger ve Özcan Bostancı (Machu Picchu)


Sitede neler bulabilirsiniz?
Anasayfada en güncel yazılarını ve yazılarla birlikte fotoğraf ve videolarını bulabilirsiniz. Yazım hataları mevcut ama genel olarak keyifli buluyorum ben yazıları. BaşkaTürlüBirŞey başlığında başlamadan önce koydukları rota, kısa bir metin ve Can Yücel'in meşhur şiirinin bir kısmı var. Biz kimiz? kısmında birer fotoğraf ve kısa tanıtım gibi bi' şey. Seyahatname sayfasında ülkelere/bölgelere/yaptıklarına göre sınıflandırılmış yazıları bulabilirsiniz. Hazırlıklar sayfası benim siteyi biraz kurcaladıktan sonra ilk baktığım incelediğim yeri olmuştu. Çok iyi etmişler bu sayfayı hazırlamakla. Daha ayrıntılı olabilir tabii ki, ama bu da epey bir şey. SSS kısmında hazırlıklar sayfasını sorularla biraz ayrıntılandırmışlar gibi de diyebiliriz. Bu bahsettiğim son iki bölüm, "lan olmayacak iş değil aslında?" hissiyatını çok iyi yaşattı bana. Neredeyiz? sayfası yeterince açık ve oraya bakınca fark ettim ki 2 gün sonra (20 Temmuz'da) 1 yıllarını dolduruyorlar! İletişim kısmından da göreceksiniz ki bütün sosyal medya olanaklarını kullanıyorlar amma lakin ki bir posta adresleri yok. Haliyle...




Doğa İçin Pedalla - Dünyayı bisikleti ile gezen seyyahın hikayeleri (Gürkan Genç)
Gürkan Genç'in yaptığı Türkiye'den Japonya'ya bisiklet yolculuğunun blogu bu da. Yine bence müthiş bir şey yapıyor, ama dediğim gibi, "Başka Türlü Bir Şey"in (BTBŞ) yarattığı etkiyi yaratmıyor bende. Belki de BTBŞ'nin çok daha ulaşılabilir, daha somut, her şeyiyle daha "lan işte bunu böyle yaparsan o da şöyle olur, her şey hallolur" gibi görünmesindendir. Doğa İçin Pedalla, blogu okuyunca da göreceksiniz ki daha fazla tehlike barındıran bir hikaye. Örneğin çölü boydan boya bisikletle geçen bir adamı okuduğunuzda biraz daha kurgusal/gerçekdışı/ulaşılmaz bir şey okuyor gibi hissediyorsunuz. Ya da belki çok daha basit; BTBŞ insanlarının amacının keyifli bir dünya gezisi olması bana daha cazip kılıyor. Neyse...

"Doğa İçin Pedalla", adından da anlaşılacağı gibi "mesaj kaygılı" bir macera. Gürkan Genç, başta bisikletin bir ulaşım aracı olduğuna, çevrenin katlediliyor olduğuna dikkat çekmek olmak üzere bir dizi amaçla yola çıkıyor. Tabii ki her yolculuğun bir amacı var ama bununkinin biraz daha farklı olduğunu belirtmek için söylüyorum.
Ayrıca öyle herkesin bisikletle gitmek istemeyebileceği yerleri geziyor olması -ve yaşadıkları- itibariyle de oldukça ilginç bir hikaye sunuyor Gürkan Genç. 




Blogda neler bulabilirsiniz?
Blogspot'ta hazırlanmış bir blog olduğu ve ayarlarıyla fazla oynanmadığı için zaten hemen herkese çok daha aşina, çok daha pratik gelecektir. Bu nedenle de zaten çok fazla teferruatı yok sitenin. Sağ taraftaki yazı arşivinden başlıklara bakıp seçip beğenip okuyabilirsiniz. Hikayenin başlangıcını ben vereyim size, gerisini siz getirirsiniz. 




Bisikletle Parasız 10.000 km Türkiye Turu ve Türkiye Fotoğrafları (Hasan Söylemez)
Bu da saçları uzattığı zaman nedense Shelbyl'e pek benzettiğim (normalde daha kıvır kıvır saçları, aşağıdaki fotoğraf gibi değil sanki) gazeteci Hasan Söylemez'in beş parasız yola koyulup yaklaşık 9 ayda tamamladığı bisiklet turunun sayfası. Aslında sayfa kendisinin kişisel internet sayfası, ama o sayfada yer alıyor turla ilgili yazılar, fotoğraflar ve haberler de.
Çok keyifli bir tur çıkarmış Hasan Söylemez. Neden "parasız" bir tur olduğunu da şöyle yanıtlıyor:

"Aslında hazırlanmak için fazla bir şeye de ihtiyacım yoktu. Çünkü yola parasız çıkacaktım. Yola parasız çıkmamdaki amaç ise, insanları daha yakından tanıyıp anlayabilmek ve daha iyi bir iletişim kurabilmek için onlara her anlamda ihtiyacımın olması gerekiyordu. Onların yaşam tarzlarını, kültürlerini ve hayata bakışlarını ancak onlar gibi çalışarak ve onlar gibi yaşayarak anlayabilirdim. Cebinizde para olduğu zaman uçakla veya otobüsle bir turist gibi giderek bunları gerçekleştirmeniz imkânsızdır. O insanları tanısanız bile eksik tanırsınız ve gerçek amacınıza ulaşamazsınız. Bu nedenle gezi bitene kadar parayı kendi hayatımdan çıkarıyorum."

Ama tabii ki yine de böyle diyor olsa da sponsoru, hatta sponsorları var. Her türlü teknik desteği Delta Bisiklet'ten alıyor örneğin. Ki zaten herhangi bir uzun turda en önemli sıkıntılardan biri işin teknik kısmı. Yok lastik patladı, yok zincir koptu, yok kaza yaptım... Ama sonuçta konaklama ve yeme işini yer yer tanıdıklar aracılığıyla olsa da, büyük ölçüde doğaçlama gelişen diyaloglarla hallediyor. Başına aksilikler de geliyor, kovulduğu yerler de oluyor ama ısrarla devam ediyor ve geçtiğimiz aylarda turu tamamlıyor.




Çok güzel fotoğraflar çekmiş Hasan Söylemez, çok güzel şeyler yaşamış. Bunları da insanlarla paylaşıyor davet edildiği yerlerde konuşarak. Burada bahsi geçen 3 blog ve 4 kişiden sadece kendisini dinleme şansım oldu. Şu hikayeden oldukça sönük/kopuk bir sunum çıkardı, ama olsun, yine de keyifliydi. 


İşte böyle sevgili İşkembeseverler... Aslında daha bir sürü blog var, ama dediğim gibi favori üçlüm bunlar. Diğerleri de belki başka bir yazının konusu olur?

26 Haziran 2011 Pazar

Sivas'ın Yollarından Otobüs Maceraları

İşbu yazı her ne kadar bloga yazdığım en kişisel yazılardan biri gibi görünse de amacı çok büyük ölçüde bisikletsever insanların otobüs firmalarıyla imtihanına ilişkin deneyimin paylaşılıp fikir vermesidir. TLDR insanlarına önnot: Yazının anafikri sonundadır.

Yaklaşık 3.5 aydır haftada ortalama 2 kere Sivas-Ankara yolculuğu yapıyorum. 3 tane şirket var zaten o hatta çalışan (Sivas Tur, Metro, Sivas Öz Huzur), her türlü kombinasyonu denedim. Cam kenarında geldim, koridorda geldim, en önde, en arkada, son dakikada, bisikletli, bisikletsiz, kazalı, kazasız... Ve bu vesileyle otobüs şirketlerinin işleyişine ilişkin biraz daha iyi fikir sahibi oldum.

9 Haziran'da Ankara'ya gelirken mesela, Huzur Turizm'in usta şoförü 2 şeritli yolda soldaki itfaiyet ile sağdaki tır arasına girip, sol aynasını birine sağ aynasını diğerine vurarak kırmayı başardı! Gerçi beceriksizliğinden mi kaza yaptı adam bu şekilde, yoksa ustalığından mı sıyrılıp sadece bununla atlattık bilmiyorum ama sonuçta benim şehirlerarası bir otobüste yaşadığım ilk kazaydı, dolayısıyla kendisinin beceriksizliğine vermek istiyorum.

Kaza olunca da bu esnada çok acayip bir şey fark ettim: Arıza, kaza ve iş makineleri - hepsi "erkek işi"! Kazayı yaptık, otobüs kenara çekti, otobüste ne kadar erkek var, hepsi aşağıda, yarısının elinde sigara, hepsi aynalara bakıyor! Zaten erkekliğimi sorguladım o an bir kez daha, dedim "lan bende bi' gariplik var herhal?" ve 15 dakika sonra ben de indim sonunda. İnerken bir baktım, dolu olan otobüsten aşağı inmiş 1 genç kadın var sadece, onun dışında otobüsün içindeki 8-10 kişiden 7-8'i kadın. Kadınlar aşağı inse işe yaramayacaklarını düşündüklerinden mi inmiyor? Ya da erkekler hemen koşup el atmak için mi? Tahminim, geçmişte yaşanan bireysel araçla yapılan kazalarda kadının zaten anlamayacağı için araba içinde oturtulup o yönde koşullanmış olması.

Neyse, konumuza dönelim. Ben işte keriz gibi kazanın ardından şirketin bizi mağdur etmeyeceği hayali falan yaşıyorum. Bu esnada bindiğim otobüs de 16:00 otobüsü. 6.5-7 saat süren Sivas-Ankara yolunu düşünürsek, 22:30-23:00 civarı Ankara'ya varması lazım normalde ve bu da toplu taşıma araçları için yeterli. Ki, benim şehrin 30 km dışında oturduğumu düşünürsek, bunun ne kadar elzem olduğu görülür. Amma lakin ki öyle olmadı, otobüs 23:45 civarı Ankara'ya vardı. Yozgat'ta şirketi arayıp kazadan ve Ankara'ya gecikmemiz durumunda ne yapılacağından bahsetmiştim, "Ankara'daki arkadaşları bilgilendirdik, haberleri var, yardımcı olacaklar." demek suretiyle yüreğime su serptiler. Yozgat'ta bir ayna yenilendikten ve bir ayna da bantla tutturulduktan sonra Ankara'ya doğru yola çıkıp, söylediğim saatte vardık. İnmeme 10 dakika kala muavine "Eve nasıl gideceğiz biz şimdi? Nasıl yardımcı olacak şirket bu durumda?" diye bir soru sorma gafletinde bulundum, diyalog şöyle gelişti:

- Valla bizim yapabileceğimiz bir şey yok?
+ E ama araç kaza yaptı ve gecikti, bu benim suçum mu?
- Bizim suçumuz mu?
+ Ha tabi, siz kaza yapın, ceremesini biz çekelim? Sivas'tan buraya 25 TL'ye geldim, buradan evime 50 TL'ye mi gideyim taksiyle?
- Beyefendi bakın ne güzel söylediniz, sizi Sivas'tan buraya 25 TL'ye getirmişiz, burada 50 TL taksinizi nasıl karşılayalım? Hem siz otobüsü kaçırmışsınız altı üstü, bizim otobüsümüz hasar gördü, bir sürü masrafa girdik...
+ Bravo! Ben mi yaptım kazayı? Yapmasaydınız? Bana deyin ki şöyle yapın, böyle gidin, yapayım.
- Semt servislerine binin?
+ Elvankent'e yok.
- Batıkent?
+ Ne yapacağım Batıkent'te?
- Yakın değil mi?
+ Kaldı 15 km...
- Valla kaptana sorayım ama bizim yapabileceğimiz bir şey yok.
+ Sorun, sevinirim.
- (Sorup geldikten sonra) Hayır, dediğim gibi yokmuş yapabileceğimiz bir şey.
+ Peki.

İşte böyle bir diyaloğun ardından indim otobüsten gecenin bir körü. İşin garibi benimle birlikte 5-6 kişi daha indi ve kimse durumundan şikayetçi değildi. Böyle durumlarda zaman zaman insanın Yozdil olup ampır ampır konuşası geliyor ya, neyse. 

Hışımla gittim terminale, Huzur'un yazıhanesine. Onlarla da benzer bir diyaloğu yaşadım. "Semt servisine binin" dediler. Dedim yok o tarafa. "E o zaman biz n'apalım?" dediler özetle. Otobüstekinden daha da umursamaz. "Hani haberiniz vardı? Hani yardımcı olacaktınız?" dedim, "e işte semt servislerini söyledik, daha da taksiyle gönderecek değiliz ya!" diye fırçamı yedim, bela okuyup oradan da ayrıldım. Ardından birkaç saat önce aradığım telefonu tekrar arayıp, aynı şeyleri oraya da sorup, aynı cevapları oradan da alıp sinirimden kudurdum. Danışmaya gittim, adamcağız iyi niyetli bir şekilde bana haksız olduğumu, kazaların olabileceğini, otobüsün de bir günahının olmadığını anlatmaya çalıştı Tayyip bıyığıyla sağ olsun. İkna olmayınca da zabıta var imiş, dedim gideyim bir de zabıtaya bari. 

Derdimi zabıtaya anlattım, bütün bezmişliğiyle öğrendiği çaresizliğini bana öğretti:

+ Bıdı bıdı, böyle böyle, otobüs şöyle, firma böyle, yazıhane hepten şöyle...
* Beyefendi, haklısınız ama otobüs şirketleri böyle işliyor maalesef. Yani otobüs şahsa ait sonuçta, yazıhane dediğiniz zaten bilet satıp komisyon alan adamlar. Satılan her biletin bir kısmını şirket alır, bir kısmını komisyoncu yazıhane alır, kalanı otobüs sahibine kalır. Kimse de kimseye bir şey yapmaz. Başınıza bir şey geldiğinde özellikle küçük şirketlerde ne şirket umursar sizi, ne yazıhane, ne otobüs. Şu anda yapabileceğiniz bir şey de ne yazık ki yok. En fazla Ulaştırma Bakanlığı'na şikayet edersiniz, Ankara'ya varış sürelerine ilişkin tarifeye göre gecikmeye bakılarak oradan belki bir şey çıkar ama onu da çok sanmıyorum.
+ Hiç mi yapabileceğim bir şey yok? Otobüs İzmir otobüsüydü, AŞTİ'ye girmesi gerekmiyor mu?
* Hah! Bakın onun için şikayetinizi alabiliriz.
+ Valla "İzmir otobüsü olduğumuz için bizi almıyorlar AŞTİ'ye" dediler bir de...
* Yok canım, 30 TL para ödememek için diyorlar. Siz gelip şikayet edince de biz 60 TL ceza kesiyoruz. Plakasını aldıysanız, biletinizi de verin...
+ Buyrun...

En fazla o oldu yani. Daha sonra Ulaştırma Bakanlığı çağrı merkezini aradım, onlar da en yakın karayolları bölge müdürlüğüne yazılı olarak şikayet edebileceğimi söylediler. Ölme eşşeğim ölme. Sivas için adresi aldım neyse, dermanım olursa bu hafta artık... Zaman aşımı yokmuş yalnız bu durumlarda, halen şikayet edebilirim yani. Aklınızda bulunsun...


--
Henüz sıkılmayanlar için 2. macera

Daha sonra Sivas'a geri döndüm (kahretsin!). Bisikletimi de götürdüm Sivas Tur'la. Üniversite yazıhanesindeki oğlan arayıp konuşmuştu, tamam, sorun yok demişti. Hakikaten de gittim AŞTİ'ye, şoförü yakaladım sordum hemen, aldılar koydular sağolsunlar gık demeden. Bisiklet benden rahat gitti hatta Sivas'a, öyle söyleyeyim. Sonra da Bisikletle Yüzyıllık Macera'ya gitmek üzere yine aynı yazıhaneden aynı yolu izleyerek aldım biletimi. Sivas terminaline bir gittim, aldılar bisikleti koydular otobüse ve koymalarıyla "sen buna bir bagaj parası da verirsin" demeleri bir oldu. "Aha" dedim, "şimdi s.çtık.". 60 TL zaten otobüs bileti, olay şöyle gelişti.

- Sen buna bir bagaj parası da verirsin artık.
+ Neden? Kimse öyle bir şey söylemedi?
- Valla bunu kime sorsan bagaj parası ister, parasız getirecek götürecek bir kişi de bulamazsın.
+ Nasıl ya? 3 gün önce yine Sivas Tur'la Ankara'dan getirdim, 5 kuruş da istemediler.
- İmkanı yok. Kim getirdi? Yalan söyleme.
+ Ne yalan söyleyeceğim be, sizden başka herkes parasız alıyor esas!
- Arkadaşım yok. Kimse taşımaz parasız.
+ Ne kadar istiyorsunuz peki (çabuk yumuşadım gaddemit)?
- Valla normalde 50'den aşağı götürmez kimse.
+ E bilet 60 TL be, el insaf!
- Valla işte sen de ona göre bir şey ver...
(mola)
Burada biraz mola aldım, durdum, sustum, kilitlendim. Bir yandan benim bisiklete gelen eşyaları yaslamaya başladılar. O sırada adam "artık ver bagaj parasını da bisikletin zarar görmesin bak" diye tehdit etti bir de terbiyesizce! Gittim, yazıhaneyi aradım, abi dur ben arayayım onları dedi, aradı, ses yok. Tekrar aradım, terminal yazıhanesinden biri gidecek şimdi dedi, geldi de hakikaten. Gelen adam da "e hakkı tabii, bir şeyler vermen lazım" dedi. Dedim "millet çuval çuval ıvır zıvır taşıyor tek kelime etmiyorsunuz, şu 2 bavuldan daha fazla yer kaplamıyor ki bu?". "O özel eşya, onun için herkes alır ondan bagaj parası" dedi.

Son kez şansımı denemek üzere terminal yazıhanesine ben gittim diğer adamlarla şansımı denemeye ve "agadaşım 5 yıldır mazot ne kadar zamlandı biliyor musun! Sen mi yakıyorsun mazotu, tabii vereceksin!" diye fırçamı yiyip oturdum. Cebimden 15 TL çıkardım, alın dedim, lanet olsun başka da param yok. Bu 5 liraya da inince bir şeylere bineyim Bursa'da. Mırın kırın etti, o 5 kağıdı da istedi, bela okuyarak al dedim al, daha da hiç param yok. 20 TL iteklediler ayak üstü özetle. Makbuz falan zaten yok, hop cebe! Bildiğin kara para. Tiksindim.

Ankara'da AŞTİ'ye uğramayınca dedim "bunları da yine zabıtaya şikayet edebileceğiz demek ki hepi topu" ama Bursa'da inince unuttum plakasını almayı. 

O günün akşamı tura katılmaya gelenleri karşılamak için terminalde beklerken bir de ne göreyim! Aynı otobüs ve aynı g.tler! Adamın yanına gittim bisikletle, şöyle bir diyalog geçti:

- Sen hala burada mısın yahu? (En Melih Gökçek gülümsemesiyle)
+ Bütün paramı aldınız, bir yere gidemedim ki! Kaldım burada!
- (Daha da sırıtmak)
+ Siz şimdi Sivas'a giderken para istiyor musunuz yine bisiklete?
- Sen para vermeden onu şuradan şuraya götürmem.
+ İyi o zaman, almayanını buldum ben yine, size kolay gelsin.

Bu diyaloğun ardından dönüp gittim. Diyaloğun öncesinde Metro Turizm'e gidip yine sözlü olarak (hala güveniyorum mecburen, ne yapalım) garantiyi almıştım bisiklet için. Sağolsunlar turun ardından zaten gık demeden aldılar, rahat rahat geldim. Metro Turizm'e yazmıştım tur öncesi, onlardan da "otobüs şoförüyle konuşmanız gerek." cevabı alınca dumur olmuştum, ama hagaden öyleymiş. 

Kıssadan hisse: Özellikle küçük firmalarda (Yakın zamanda Ulusoy'u satın aldığını duyduğum Metro Turizm de dahil *smayli*) olay tamamen otobüs sahibinde/şoföründe bitiyor. Mümkünse doğrudan adamlarla iletişime geçmeden bisikletle rahat gidebileceğinizi düşünmeyin. Hatta eğer durumunuz çok acil değilse, biletinizi almayın, önce pazarlığınızı yapın, parasız alıyorlarsa bir kenara sıkışın siz de. Ama Sivas gibi daha böyle arzın talebin altında olduğu oligopol bir yerlerse sabır ve kolaylık diliyorum.

Bir de ayrıca not: Ankara'dan 5 kişi bisikletleriyle birlikte Pamukkale'nin aynı otobüsüyle gelip, Kamil Koç'un aynı otobüsüyle döndüler, kimse kerkinmedi, memnunlardı.