2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com

21 Nisan 2012 Cumartesi

İttihatçılar Darbeci de, İtilafçılar Çiçek mi?

Baştan söyleyeyim, bu bir İttihat ve Terakki aklama yazısı değil, lakin o dönemin tek kötüsünü İttihat ve Terakki olarak lanse edip bütün bir Osmanlı devlet ve düşünce geleneğinin günahlarının bu cemiyetin boynuna asılmasının da pek isabetli olmadığını düşünüyorum. Özellikle de konuyla alakalı her köşeyazısında dile getirilen "darbe denince akla İttihatçı gelenek gelir, Babıali Baskını ilk darbedir" tezinin eksiklik sebepli yanıltıcılığını rahatsız edici buluyorum. (Esas anlatmak istediğim yer ikinci kısımda, ama konuyla ilgili bilgilerini tazelemek isteyen birinci kısımı da okusun.)

Kısım I: İTC'nin kısa geçmişi ve 1913'e giden yol


Öncelikle cemiyetin kısa bir özgeçmişini vermek lazım: İTC, Abdülhamid yönetiminden memnun olmayan ve Kanun-i Esasi'yi yeniden ilan ettirmek isteyen birçok muhalif hareketin içinde bulunduğu bir şemsiye örgüt olarak teşkil olunan, İTC adını alana kadar 20 yıllık bir geçmişi olan bir oluşum. Öyle ki, bugün "liberal prototipi" olarak anılan Prens Sabahaddin dahi bu cemiyetin bir parçası cemiyet içinde "adem-i merkeziyetçi" ve "merkeziyetçi" çatışması başlayana kadar. Bunun yanısıra, "istibdat" döneminde birçok üyesi sürüldüğü, tutuklandığı vs. için de "gizli" çalışma prensibini benimsemiş bir hareket (y.n. çağrışım yapmak serbesttir). Böyle bir dönemde Abdülhamid yönetiminden kurtulmak için "her yolun denenebileceğini" tartışmaları da beklenen bir hal olsa gerek. Ayaklanmalar tehdit unsuru olarak kullanılarak 1908'de II. Meşrutiyet'in ilan ettirilmesi, ve şemsiye oluşum olarak İTC'nin desteklediği vekillerin Meclis-i Mebusan'da çoğunluğu elde etmesi de bu sürecin sonucu. Bu şemsiye, zamanla bölünmesi, İTC'nin içinde "paramiliter" bir kanat oluşması, 31 Mart vak'ası ve bahaneyle Abdülhamid'in tahttan indirilmesi de İTC'nin kendi otoritesini sağlamlama döneminin başlangıcı oluyor.

(Yalnız burada ilginç bir nokta var: Darbeci İTC'nin 1909'da Kanun-i Esasi'de yapılan bir takım değişiklikler, "demokrasi ve özgürlük" adına oldukça terakkiperver: Madde 10 ile hürriyetin esas olduğu ve kanun harici hiçbir şekilde tevkif edilemeyeceği, madde 12 ile matbuatın kayıtsız serbestliği, madde 119 ile posta evrakının mahkeme kararı olmadan açılamayacağı, madde 113'ün iptali ile padişahın sürgün hakkının elinden alınması, sadrazamın yetkilerinin arttırılması, madde 54 ile padişahça veto edilen kanunların mecliste yeniden görüşülüp kabul edilebilmesi... O zamanın koşullarında "Kafi Değil Velakin Münasip" hissiyatı uyandıracak değişiklikler bunlar.)

Konudan çok sapmayalım.  Başta iktidar hedeflemeyen bir oluşumun o cazibeye kapılması, cemiyetten fırkaya dönüşse bile "gizlilik"ten kurtulamaması, İTC içindeki bölünmelerin önüne geçmek için yapılan baskılar, baskınlaşan militer zihniyet ve muhalefet karşıtı tutum, 1911 yılında güçlü bir muhalefet hareketinin doğmasına sebep olur: Hürriyet ve İtilaf Fırkası. Prens Sabahaddin'in de desteklediği bu hareket, sıkıyönetim zihniyetinin yanısıra İTC'nin Türkçü (ve İslamcı) çizgisine ve Almancılığına da karşıydı.

Kısım II: 1912 seçimleri, "muhtıra" ve "darbe"

Mecliste muhalefetin sesinin yükselmesi ve ülke çapında desteğinin artması, ülkenin durumu, çıkan savaşlar vs. Sait Paşa hükümetinin istifaya zorlanması sürecini başlatmıştır. İktidar yolundaki entrikaları ile ünlü Sait Paşa, şapkadan bir tavşan daha çıkararak padişahtan meclisi feshetmesini istemiş, bunun üzerine Şubat 1912'de "sopalı seçim" olarak da bilinen seçimler yapılmıştır. Bu seçimler sonucunda İTC ezici bir üstünlük sağlamış (6 muhalif mebus haricinde İTC adayları seçilmiştir), fakat muhalefetin seçimin meşruiyetini reddetmiştir.

Bunun üzerine Meşrutiyet yıllarının en bilinen taktiğine geri dönülmüş, Halaskâr Zabitan adlı silahlı bir güç oluşturulmuştur. Bu güç Arnavutluk'ta isyanların tetiklenmesinde rol oynamış, Temmuz 1912'de de bir muhtıra vermek suretiyle Said Paşa hükümetinin istifasına sebep olmuştur. Babıali Baskını'na kadar devam edecek olan Hürriyet ve İtilaf hükümetinin arkasındaki güç de bu askeri grup olacaktır. Bu muhtıradan sonra, İttihat ve Terakki Cemiyeti gene "cemiyet" örgütlenmesine geri dönecek ve Ocak 1913'te yapılacak darbenin altyapısını hazırlamaya başlayacaktır. Balkan Savaşı'ndaki verilen kayıplar, Babıali Baskını'nın bahanesi olacaktır.

Bu güç çatışması burada da kesilmeyecek, Prens Sabahaddin'i lider yapmak isteyen bir grup Mahmud Şevket Paşa suikasti ile "muhtıraya karşı darbeye karşı darbe" yapma girişiminin fitilini çakacak, lakin emellerini gerçekleştiremeyeceklerdir. Tabii bu olay İttihatçıların muhalif avını iyice sıklaştırması ve iktidarını perçinlemesi anlamına gelmiştir.

Sonuç: Bir devlet geleneği olarak darbe ve eksik okumalar


Babıali Baskını "ilk darbe" değildir. Nitekim 1912'de seçimleri kazanan ve hükümeti kuran bir örgütün kendi kendine darbe yapması beklenemez. İttihatçıların darbelerini günümüzdeki geleneklerle özgürce birleştirenler, nedense İtilafçıların militer gücünü ve muhtırasını es geçerler. 


Abdülhamid'in iktidarını övenler, bu iktidarın "hak ve özgürlükler" konusundaki zaaflarını, cemiyetlere yapılan baskıları da atlarlar. Bu cemiyetlerin "darbe" zihniyetini çare olarak görecek konuma gelmeleri, liberal Prens Sabahattin'in dahi "darbe" planları ile haşır neşir olmasına da pek değinilmez.

31 Mart Vak'ası'nın (ki buna darbe demek hiç de mübalağa olmaz) politik boyutu da nedense atlanır. Resmi tarihe göre "gerici ayaklanma" diye kestirip atılır zaten de, olayın arka planındaki paramiliter çatışmalar, göz önüne çıkmayıp "cemiyet" olarak iktidara hükmeden bir oluşumun varlığı, indirilip kaldırılan hükümetler vs. teferruat olarak kalır bu azamiyetle çizilen "Abdülhamidçi - İttihatçı" genel kalıbı içinde.

Şunu da söyleyeyim: Mutlaka ki tarih farklı yorumlanacak, tarih biliminin esası da bir yerde budur, çeşitli değerlendirmeler olması beklenendir. Nitekim ben kendimi tarihçi olarak da addetmiyorum. Bu halde beni şaşırtan, maddi bazı verilerin atlanması, tarihin sadece belirli bir noktaya kadar götürülmesi ve "İttihatçı" kavramı ile bir devlet geleneğinin fazlasıyla basite indirgenmesi.

5 yorum:

Latif Yenidoğan dedi ki...

Niye böyle zorluyorsunuz hiç anlamam aslında gayet basit bir sonuca ulaşan bu metni okumayı zorlaştırmışsınız, yeni bir şey de göremedim, hedef kitle lise falan mı?

alper dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
alper dedi ki...

I.Cihan Savaşı sırasında Amerikan senatörü Hiram Warren Johnson’un “savaşın ilk kurbanı hakikattir” dediği rivayet edilir bende onu biraz değiştirerek kullanayım.-Darbenin ilk kurbanı gerçeklerdir.-Konu resmi tarih olunca gerçeklerin belli bir yere dek götürülüp orda bırakılması veya yontulması bana çok normal geliyor.Güzel yazı.Eline sağlık.

semioticus (shelbyl) dedi ki...

@Latif Yenidogan

Son zamanlarda o kadar cok "Babiali Baskini ilk darbedir" diyen koseci okudum, "Ittihatci gelenek" diye o kadar cok basite indirgeme yapan muhabbet gordum de dayanamayip yazdim.

Zaten "yeni bir sey" olmamasi sorun. Ben sadece maddi bilgileri siraliyorum buraya, yorum falan yapmiyorum. Ama bugun tarihi sadece "Inkilap Tarihi ve Ataturkculuk" derslerinden ya da Emre Akoz vs. koseyazilarindan takip eden bir insanin bunlari bildigini sanmiyorum.

semioticus (shelbyl) dedi ki...

@alper

Sag ol abi.