En başta bir
sorum var; öncelikle TGB’nin neden 1. Meclis konusunda ısrarcı olduğunu merak
ediyorum. Şimdi, Ankara’da toplantı-gösteri-yürüyüş-eylemler için mekânlar
belli mi? Bildiğim kadarıyla belli. Nedir buralar, Sıhhiye Meydanı, Kolej,
Sakarya Meydanı, Yüksel Caddesi, Tandoğan vs. Kızılay Meydanı bunların arasında
değildir mesela. Şu anki meclisin önü için de bildiğim kadarıyla bir engel yok,
zira orada da eylemler oldu. Peki neden daha önce hiç bu amaçla kullanılmamış
olan 1. Meclis? “Hükûmet izin vermesin de, mağdur edebiyatı yapabilelim.” mi
amacı? Gerçekten, bilmediğim için soruyorum, cehaletime verin. Buna “Demokratik hakkımız, bizim
bayramımız, cumhur biziz, istediğimiz yerde kutlarız!” diyenlere soruyorum; yani
çıkıp BDP “Biz Kızılay Meydanı’nda Newroz kutlayacağız.” dese, “Demokratik
hakkınız, istediğiniz yerde kutlarsınız!” diyecek misiniz? Bana art niyetli
geliyor bu yaklaşım, kutlamanın ötesinde provokasyon amaçlı –ve hedefine
ulaşmış- gibi geliyor. Şimdi TGB mağdur, CHP mağdur, Kemalizm mağdur.
Cumhuriyetçi bütün buluşmalar yasal çerçeveye sığarken bugün neden taşıyor?
Cumhuriyet Bayramı kutlamasından öte bir “meydan okuma” değil mi bu? “Biz x’iz,
siyasetle işimiz yok, bu siyaset değil, siyasi bir olay değil, cumhuriyeti kutlamaya
gidiyoruz!” diyen lobotomi mağdurları (örneğin)
da bir tekrar düşünsün bunu (mümkün olmasa bile çabaları yeter).
Çok olağandışı
bir olay yaşandı bugün Ankara’da. 1 Mayıs barikatlarına direnenleri, Nevruz
kutlayanları terörist/provokatör addeden, kendisine dokunmayan polis –daha geniş
ölçekli konuşacak olursak “devlet”- şiddeti bin yaşasıncı, Roboski’yi (Uludere)
şenliklerle kutlayan, devletin izin vermediği her şeyi gayrımeşru gören bir
kitle, “diğerlerine” reva gördüğü muameleye maruz kaldı. Belki de ilk defa
polis şiddetinin hedefi doğrudan safi Kemalist bir kitle oldu ve bugün mağdur
olan pek çok kişi ilk defa polis şiddetinden şikayetçi olarak, aslında polisin
hiçbir zaman haklı olmadığını, her zaman için iktidarın maşası olduğunu
algılayacak. Evet, o maşa çoktur sizin elinizde olduğu için bugüne kadar fark
etmemiştiniz belki.. Ama muktedir el değiştirince baskı da el değiştirmiş
sayılır, öğrenmiş olduğunuz üzere, böyle bir şey polis şiddeti de. O da aynı
şekilde el değiştirir. Bugün orada değilsem bunun için değildim; biz devlet şiddetini
–belki bu kadar abartılı olmasa da- sizden de gördük ve sizin istediğiniz o
şiddeti uygulama hakkını yeniden ele geçirmek. Özgürlük falan değil, başka
türlü bir şey değil. Yetvart Danzikyan da tam bunu söylüyor.
“Oh olsun!”
demedim, çok samimiyim bunda (diyen de var haliyle). Zira söz konusu şiddetle karşılaşmış olduğum için
biliyorum; haklıyken, zaten gasp edilen bir hakkını ararken daha fazla
haksızlıkla karşılık bulmak iğrenç bir şey. O gaz ve suya maruz kalan kitlede
de ani bir aydınlanma ve empatik tepkime beklemiyorum, hayalperestlik olur. Ama
yine de kafalarında bir yerde bir ampul yandıysa hani –ampul dedi, vurun!-, “Ha
yallah, Nevruz’da ateşi söndürmek için sıkılmıyor muydu o su?” diye
sorguladıysa birileri, ne âlâ.
Bu esnada, “izinsiz
gösteri”lere bık bık eden aydın Türk kadınları, erkekleri ve niceleri;
gördüğünüz üzere izinsiz şeyler de pek âlâ “masum” isteklerle olabiliyor. Trafikte
bisiklete binmek için bile gerekmediği halde devletin iznini almak için yalvaranlar,
bakın, başkalarının izinsiz yaptıkları illa çok rerörerö olmuyor.
Polisin bugüne
kadar halkı koruduğunu ve fakat bugün b.k yediğini sananlar; aramıza hoş
geldiniz. Polis o b.ku yıllar yıllardır yiyor! Evet, polisin halkı falan
koruduğu yok, olmaz öyle şey. Polis sermayeyi korur, devletin baskısını kurar,
devletin gayrımeşru eylemlerini korur-kollar. İktidar sizin elinizden
gittiğinde de size “hani bana hani bana?” demek düşer. Boşuna demiyorlar, “bugün
sana, yarın bana”.
Mesela Türkiye'de
hak arama eylemlerinin hep aynı yöntemlerle bastırıldığını söyleyen Gürsel
Tekin şöyle demiş: “Bundan sonra AKP'nin anlayacağı dilde konuşacağız.”. Bugüne
kadar neredeydiniz? 4+4+4 eyleminde, Tekel direnişinde, dün Diyarbakır’da bir İl
Genel Meclisi üyesi polis tarafından başından vurulduğunda neredeydiniz? Bıçak
kemiğe dayandı he mi? Hadi canım, hadi…
“Elinde Türk
Bayrağı olan kitleye tazyikli su ve biber gazı!1!!!1” diyen arkadaşlar, bayrak
sizi faşizmden korumaz. Bayrağın faşizmden koruması zaten olsa olsa oksimoron
olur. Vay efendim bilmem ne savaşında düşman süngüsüne Kuran sayfaları takıp
Türk askerine saldırmış da asker onun için onlara saldıramamış. Bugün
itibariyle gözlerinizle gördünüz; yalan o iş. Bayrağı asıp 6-7 Eylül’den muaf
kalmayı başaranlar –azınlık da olsa- olmuştur; ama o çok başka ve acıklı bir
hikaye. Bayrağın yol açtığı bir hikaye hem de. Ağır Roman’da değiliz, İstiklâl
Marşı’yla dayak yemekten kurtulamazsınız.
“Pazartesi 29 Ekim cumhuriyet bayramı
unutmayın bu bayramı siyasete çekmeye çalışanlar olacaktır. Buna izin vermeyin.
Bizler bisikletçiyiz siyasetle işimiz olmaz eğer farklı düşünen varsa lütfen
grubu terk etsin. Ben grubumda bayramları siyasi olaylar olarak gören kişiler
istemiyorum.” Diyenler de var bu
dünyada. Grup hangi grup, kim kimi nereden kovuyor belli bile değil ama
siyasetin adı geçince dahi insanlar yerinden sıçrıyor, korkuyor. Sonra da bizim
işimiz değil. Be şaşkın, tam da senin işin aslında ama neyse ki olmadığını
sanıyorsun, kendi adıma sevindim şu an.
Bir de bu
esnada AKPci zevat; hani bayramları halka açıyordunuz, hipodromlardan kurtarıyordunuz?
N’oldu da “Lütfen bayrama siyaset
karıştırmayalım, kutlamalar yasal zeminde hipodromda yapılıyor, ona katılalım.”
der oldunuz? Tamam, gençlere ve çocuklara işkence edilen faşist/militarist stadyum
kutlamalarına karşıyım aynen sizin gibi, ama n’oldu bizim iş? Bir “Halk plajlara
akın etti vatandaş denize giremiyor!” durumu mu? Halk sokağa döküldü vatandaş
kutlama yapamıyor he mi? Basiretsizlik böyle bir şey, iki yüzlülükle pekişince
de tadından yenmiyor gerçekten.
Kitlenin çok
şeyini eleştirirken, direncini de tebrik etmek isterim, yiğidi öldürdüm hakkını
yemeyeyim. Açıkçası daha zayıf, daha çıtkırıldım bir kalabalık bekliyordum ama
bence gösterilen direnç, polise karşı mücadele ve hedefe (yani meclise) ulaşma
açısından takdir etmek gerekir kalabalığı.
Son olarak da
cumhuriyetin ne anlama geldiğini ve ille “cumhuriyet olsun çamurdan olsun” mu demek
gerektiğini düşünün. Cumhuriyet insanın kendine yakışanı giymesi olsun, tamam.
Ama adı cumhuriyet olan ülkeleri, bunların uygulamalarını ve kimi cumhuriyet
olmayanlarınkini de bir düşünün, tartın. Yakkuli’nin twiti üstüne bunu da buraya
not edelim dedim (Hatta düşünmenin yanında biraz da okumak isteyenler için kaynak verelim: http://www.bianet.org/bianet/siyaset/141710-cumhuriyet).
Siyasetten,
gösteriden, gazdan bahsetmişken, kavramları sizin için yeniden tanımlayalım,
hatırlatalım, dönüştürelim bu vesileyle:
İzinsiz gösteri: Kürtlerin,
anarşistlerin, bölücülerin, tü kakaların yaptığı gösteri değil; “Devletin/hükûmetin
canının istemediği ama bir kitle tarafından, kendince haklı nedenleri olan gösteri/kutlama/eylem/şenlik.”.
Biber gazı: Hak edene sıkılan değil;
bilakis, hak arayana karşı kullanılan kimyasal silah. Organik miymiş siz
söyleyin?
Polis ve barikatı: Belli bir bölgenin
güvenliği için oluşturulan, provokatörlerin saldırdığı bariyer değil; “Muktedirin
‘benim topum’ diye sizi kovduğu bölgeye işeyen ve siz işaretli alanına yaklaşınca
üzerinize panzerle işeyen kitle ve bölgesi.
Provokasyon: Molotof kokteyli atanların
içinde bulunduğu gaflet ve dalalet değil; “polisin kitlelere saldırmak için
kışkırtması”. Bunu şuradan da hatırlayabilirsiniz, hani darbe için, ordunun
ortalığın canına okuması için gerekli şartlar oluşmuş ya hep vakti zamanında...
Hah, işte o hesap. Şimdi anladığınızı tahmin ediyorum.
Bayrak sopası: Saldırı aracı değil;
bilakis, “ortamdaki en etkili meşru müdafaa aracı”.
Şimdi olaysız
dağılabilirsiniz.