Shelbyl Korsan ve Hırsızlık başlıklı yazısında özel mülkiyet ve hırsızlık konusuna iki örnek üzerinden değiniyor: Korsan müzik ve korsan taksicilik. Fakat ortaya koyduğu analiz biraz problemli ve kendisinin de belirttiği gibi biraz da eksik. Bu yazı ve onu takip edecek ikinci bir yazı ile hem bu problemlere değinmek hem de konu açılmışken biraz daha geniş bir iktisadi bakış açısı sunmak istiyorum. Tabiki iktisatçıların bu konular üzerine çokça kafa yorduğu için yazacaklarımın çoğu bana ait orjinal tespitler değil. Amacım bu tespitleri iktisatçı olmayanların daha rahat anlayabileceği şekilde açıklamak.
Meseleyi önce ikiye ayıralım. Birincisi özel mülkiyetin ve hırsızlığın tanımı meselesi. İkincisi de korsanın/hırsızlığın toplumsal sonuçları ve müzik piyasasının (ve onunla benzeşen yani entellektüel içeriği yoğun ürün piyasalarının) nasıl regüle edileceği meselesi. Taksi hizmeti meselesi ise diğer yazımın konusu olacak.
1. Tanım Sorunu
Shelbyl’in yazısındaki en büyük problem özel mülkiyetin ve hırsızlığın çok dar bir şekilde tanımlamasından kaynaklanıyor. Özel mülkiyet sadece kullanım veya tüketim hakkının bireye ait olma durumunu değil, aynı zamanda üreticinin ürünü veya ürünün dağıtım haklarını satma tekelini de kapsıyor. Bu yüzden de yazar yanıltıcı bir şekilde hırsızlığı mal sahibinin o malı kullanım hakkının gaspı gibi dar bir tanıma sınırlıyor. Özel mülkiyeti toplumsal fayda açısından savunanların argümanı, sadece kullanım hakkının gasbının kötü sonuçlar (Örnek: “Eğer çalışarak satın aldığım veya inşa ettiğim eve biri çıkıp zorla el koyacaksa çalışıp üretmemin anlamı yok”) doğurması değil. Mesele aynı zamanda kullanım hakkını satma hakkının gasbı (Örnek: “Evimi emlak piyasası yükseldiğinde onu bana nazaran daha çok değerleyen birine satamayacaksam daha küçük bir ev inşa ederim” veya “Evime yüksek değer biçen müşteri buna rağmen mevcut evine razı olmak durumunda kalır”).
Özel mülkiyetin ne olduğu hakkındaki kavram kargaşasını giderdiğimizde piyasaya korsan müzik sürenlere hırsız diyebiliyoruz. Sanatçıdan veya ona para ödeyerek dağıtım haklarını satın alan plak şirketinden çalınan şey söz konusu ürünün kullanım haklarını satma hakkı. Yani emek ve sermaye harcayarak ortaya çıkarılan maldan kar etme hakkının çalınması söz konusu. Burada hırsız ürünü para verip bile alsa ürünü kopyalayıp paylaştığında (dikkat edin illa para karşılığı ürünü satması gerekmiyor) üreticinin o üründen kar etme hakkını, ve dolayısıyla özel mülkiyet hakkını ihlal etmiş oluyor. House M.D. dizisini kaydedip Youtube’a koyarsan bu tanım itibariyle hırsızlık olur. Sen doğrudan bu dağıtımdan kar etmesen bile. Bu ikincisi bir nevi Robinhood’luk oluyor. Radyodan teybe müzik çekmek veya televizyonda bir programı kaydetmek ise onu alıp dağıtmadığınız sürece hırsızlık değil, ama hırsızları teşvik oluyor. Aynı çocuk emeği kullanan spor ayakkabı firmasından bu gerçeği bile bile ayakkabı aldığımızda Çin’deki taşeron firmayı ve ucuz diye onu seçen ayakkabı firmasını daha çok çocuk işçi kullanmaya teşvik etmek gibi.
Özel mülkiyeti ihlal etmenin ne kadar kolay olduğu hangi üründen bahsettiğimize göre değişir. Entellektüel ürünleri izinsiz çoğaltıp dağıtmak (kısaca korsan piyasa yaratmak) daha kolay, özellikle de internet üzerinden yapılıyorsa. Bu tamamen ürünün doğasından kaynaklanıyor. Bir diğer değişle bireylerin kullanımını kontrol etmenin zor olduğu (non-excludable) ürünlerden bahsediyoruz. Bu özellik çoğaltımın, yani replikasyonun kolaylığından kaynaklanıyor. Çünkü bunun için korsancıların ürünü deşifre etmeye yani nasıl yapıldığını çözmeye ihtiyacı yok. Dolayısıyla Microsoft, Windows işletim sisteminin yeni sürümünü piyasaya sunarken birçok potansiyel tüketicinin para vermeden bu ürünün korsan kopyalarından faydalanabileceğini göze almak durumunda. Bu gerçek hem ürün fiyatlamasını hem de ürün arzını etkiliyor. Örneğin firma ilk alıcı dışında herkesin ürünü kaçak olarak temin edeceğini bekliyorsa ya o kadar AR-GE yatırımına girerek o ürünü üretmez veya üretse bile astronomik bir fiyata satması gerekir. Yani hariç tutulamayan (non-excludable) ürünlerin sunulduğu piyasalarda üreticinin arzı artırma veya fiyatı düşürme motivasyonu oldukça düşük olabilir. Bu tespite yazının ikinci kısmında tekrar döneceğiz.
2. Bilgi Yoğun Ürün Piyasalarında Korsan Üretimin Toplumsal Sonuçları
Toplumsal fayda soyut bir kavram ve bu kavramdan ne anlamamız gerektiği kaçınılmaz olarak tartışmaya açık bir konu. Biraz yol katedebilmek adına iktisatçıların kullandığı standart tanımlardan birini ölçü alıp toplumsal faydayı bireylerin tükettikleri ürünlerden aldıkları mutluluğun toplamı olarak kabul edeceğim. Buradaki dolaylı varsayım toplumsal faydanın pastanın nasıl bölüştürüldüğünden bağımsız olduğu. Eğer bu gerçek dışı varsayımı yapmak istemezsek, alternatif olarak, pastayı olabildiğince büyüttükten sonra en ideal dağılımı gerçekleştirebilecek transfer mekanizmalarının mevcut olduğunu (örneğin devletin istediği miktarı senden alıp bana verebildiğini) ve bu mekanizmaların varlığının pastanın boyutunu etkilemeyeceğini kabul edebiliriz.
Şimdi meseleye geri dönersek önce korsanın kar potansiyelini eriterek üreticiye zarar verdiğini kabul etmeliyiz. Peki korsan piyasa toplumsal açıdan da kötü bir şey olmak zorunda mı? Buna cevap ararken bir kez daha ürünlerin doğasına dönmek gerekiyor.
Metaları tüketici için içerdiği değere ve üreticinin kullandığı girdinin doğasına göre iki sınıfa ayırabiliriz. Bir tarafta ekmek, çekiç, araba gibi üretiminde fiziki girdilerin oranının yüksek olduğu ve tüketim değeri büyük oranda fiziki işlevselliğinden ve faydasından kaynaklanan metalar var. Diğer tarafta ise müzik albümü, resim, bilgisayar programı gibi üretiminde entellektüel emeğin daha çok rol oynadığı ve tüketim değerini büyük oranda sanatsal veya bilgisel içeriğinden alan metalar var. Bu kategorideki ürünlerin en önemli özelliği bir kere üretildiklerinde tüketilerek azaltılamaz oluşları. Shelbyl’in verdiği korsan müzik örneğinden gidersek Ahmet'in internetten Radiohead'in son albümünü indirmesi, Mehmet'in o albümü indirip dinlemesini zorlaştırmıyor. Fakat bu, yazarın iddia ettiğinin aksine internet ortamında MP3 olarak sunulan albümün hariç tutulamaz (non-excludable) olmasından değil –ki bu özelliği daha önce tanımlamıştık- Ahmet'in bu ürüne olan talebi ile Mehmet'in talebinin birbirine rakip olmamasından kaynaklanıyor. Örneğin bir ekmeğin yarısını yediğinizde diğer arkadaşınıza sadece yarım ekmek kalıyor ama bir ders kitabının ilk bölümünü okuyan arkadaşınız kitabı size ödünç verdiğinde siz de aynı bölümü okuyabiliyorsunuz. Bu tarz ürünler iktisatçılar tarafından "non-rival" olarak adlandırılıyor. Tam da bu yüzden bu gibi ürünlere tüketicinin biçtiği birim değer, yani o birimden elde ettiği fayda, aynı birimin toplumun geneli için ifade ettiği faydanın çok altında kalabiliyor.
Buradan hareketle herkesin ucuza satın alabildiği korsan müzik albümleri aslında toplum için iyi sonucuna varabilirdik. Ancak hatırlarsanız bu ürünler aynı zamanda para ödemeyenleri kullanımdan kolay kolay dışlayamadığınız (non-excludable) ürünler. Dolayısıyla korsan piyasanın önlenemediği bir serbest piyasa ekonomisinde özel işletmeler bu ürünleri toplumsal faydayı ençoklayacak miktarın altında üretmeyi seçeceklerdir. Çünkü üretim sonucu yarattıkları toplumsal katma değer giderek artsada firmalar bu üretimden doğan faydanın çok ufak bir kısmını kar olarak ellerinde tutabildiklerinden AR-GE yapıp sonra da zarara girmek istemeyecektir.
3. Son tespitler
Bu analizden çıkan sonuç korsanın toplumsal faydaya etkisinin teorik açıdan pek de net olmadığı. Bir sefer AR-GE’si yapılıp piyasaya sunulan bir yazılım veya ilacın çoğaltım ve dağıtımı çok ucuz olduğu ve toplumsal fayda çarpanı yüksek olduğu için olabildiğince çok insana ulaşması arzulanırken, üreticinin telif veya patent hakları korunamadığı sürece yüksek AR-GE isteyen kaliteli yazılımların ve faydalı ilaçların arzının zamanla düşeceği de bir gerçek. Televizyonda orada burada karşımıza çıkan yaygın söylem aslında bir ölçüde doğru. Gerçekten de tüketici olarak korsan müzik alarak korsanı teşvik edersek daha kaliteli albümlerden mahrum kalmamız mümkün. Normatif bir çıkarım yapacak olursak, bilgi yoğun ürünlerin makul patent veya telif hakkı süreleri olmalı. Ama bu süreler bizi Beethoven’in 9. Senfonisini parayla indirmek zorunda bırakmamalı. Patent süresi dolunca her isteyen bir albümü rahatça dağıtabilecek ve böylece sadece korsan aktiviteleri göze alabilen ufak bir azınlık değil herkes eşit derecede bedava ve kaliteli müzik dinleyebilecek.
Tabi ne devlet ne de üreticiler korsanı engellemeye muktedir olmayabilir. O zaman ideale en yakın ama uygulanabilir alternatiflere yönelmek gerekecektir. Zaten hali hazırda olan da bu. Bir yandan internet teknolojisinin ilerlemesi diğer yandan da albüm yapmanın maaliyetini düşüren diğer teknolojik gelişmeler sanatçıları ve plak şirketlerini farklı stratejilere itiyor. Öncelikle sektör albüm satışlarından ziyade giderek daha yüksek oranda turne ve reklam gelirlerinden para kazanıyor. Bununla birlikte internetin entellektüel ürün çeşitliliğini ve sanatçılar arası rekabeti artırması ile İnterneti ürün satışından ziyade ürün promosyonu olarak kullanma stratejisi benimsendi. Radiohead'in albümünü prensipte bedava sunması gibi. Tabi entellektüel ürünler arasında da farklar yok değil. Örneğin aynı grubun iki farklı konserine gitmek anlamlıyken aynı filmi sinemada iki kez izlemek pek de tercih ettiğimiz bir şey değil. Sinemada izlenen filmden alınan keyif evde izlenen filme göre artık çok fazla olmasa da konsere gidip bir grubu canlı izlemenenin, o kalabalığın içinde olmanın keyfi çok farklı. Neyse lafı daha fazla uzatmayalım. Neticede bu konu oldukça geniş bir spektrumdan irdelenebilir.
Bir sonraki yazıda korsan taksi meselesine değineceğim. Zira Shelbyl’in de ifade ettiği gibi taksicilik hizmeti farklı bir yapıya sahip ve korsan taksinin hırsızlık olup olmadığı ve toplumsal etkisi ayrı bir analiz gerektiriyor.
My Ex-Husband Has a New Girlfriend. I Will Never Get Over Who It Is.
-
She's been on my mind for months. Then I saw them together.
6 saat önce
2 yorum:
Gayet guzel bir cevap olmus, tesekkur ederim Eren'e.
Oncelikle sunu belirteyim: Hirsizligin gayet basit bir tanimini kullanmamin sebebi, bunun ahlaki ve ekonomik boyutu hakkinda bir ayrima gitme istegimdi, zaten butun yazida bunu anlatmaya calistim.
Eren burada ekonomik olarak ozel mulkiyet-hirsizlik iliskisini inisiyatif kavramini da dikkate alarak aciklamis, fakat benim yazimin son kisminda vurguladigim kisimlardaki sorun devam ediyor. Monopolistik/oligopolistik davranislar ve rekabet, vergi toplama vs. hususlardaki benzer duzensizlikler "hirsizlik" olarak nitelenmezken, toplumun korsani "hirsizlik" olarak yaftalamasindaki kolaylik bana normal bir durum gibi gelmiyor. Yani sorun su ki, hirsizligi "zero-sum" tanimindan genisletmeye calistigimizda, hayatimizin cogu kaniksanmis faaliyeti "hirsizlik" tanimi icine girebiliyor ve bunu goz ardi ediyoruz.
(Korsan muzik ozelinde bir gene ozet niteliginde bir op-ed icin http://www.nytimes.com/2012/03/29/opinion/theft-law-in-the-21st-century.html?_r=1)
Konuyu madem genisletme tandansi olustu, baska bir sektore de atlayayim:
Korsan muzik konusundaki toplumsal hassasiyetin, ornegin korsan porno konusunda gosterilmemesi de bir baska ahlaki tutarsizlik zannimca. Eger gozetilen tamamen ekonomik verimlilik adina bir "hirsizlik" tartismasi olsaydi, uzun yillar bunun sikayetcisi olmus ve hatta bizzat yazilimlari gelistirmis bir sektorun tartismalarin daha da odaginda olmasi gerekirdi mesela. Ama yapilan tartisma ekonomik degil daha cok ahlaki oldugu icin (belki burada marijuana tartismasina da paralellik cizebiliriz) "hirsizlik" kavraminin tutarsizca yeni anlamlar kazandigini dusunuyorum.
Iyice ozetle: Yazimda hicbir zaman "hirsizlik budur, o yuzden korsan muzik hirsizlik degildir" gibi bir arguman ileri surmek istemedim. Benim derdim daha cok "hirsizlik" kavrami ve onun ahlaki cagrisimlariyla.
Yazim hakkindaki yorumların ve kendi yazin hakkindaki aciklamalarin icin sagol. Yanlis yorumladiysam affola. Amacinin toplumun algisindaki tutarsizliga isaret etmek oldugunu anliyorum. Bu tutarsizliklarin nedenlerine girmeye gerek gormedigini de. Hakikaten de kavramlar uzerinde devletin, siyasi ve iktisadi erkin tekelini kirabilmek, ahlaki cagrisimlari da dogru yonde disipline etmek iktisadi politikalarin dogru prensiplere oturtulabilmesi icin elzem. Ama kavramlarin icini bosaltiyorlar diye o kavramlardan tamamen vazgecersek (ki sen zannimca bunu istemiyorsun zaten) "o zaman her sey mubah olsun" demek zorunda kaliriz. O zaman yapilmasi gereken hirsizligi dogru tanimlamak.
Iste benim yazimin amaci "bu hirsizliksa su neden hirsizlik degil" elestirisinin otesine gecmekti. Yani hirsizligi tanimlayip bunun ahlaki elestirisinin toplumsal faydaya etkisi uzerinden yapilabilecegini ima etmekti.
Bir de su var: "Hirsizligi "zero-sum" tanimindan genisletmeye calistigimizda, hayatimizin cogu kaniksanmis faaliyeti "hirsizlik" tanimi icine girebiliyor ve bunu goz ardi ediyoruz" diyorsun. Ben ise hirsizlik olarak tanimladigim eylemi zero-sum tanimindan genisletmenin anlamsiz oldugunu, aslinda hirsizligin hic bir zaman zero-sum olmadigini dusunuyorum. Cunku isin icine zamansallik boyutu girdigi anda hirsizlik ve haksiz rekabet ihtimalinin varligi yatirim, uretim ve tuketim insiyatiflerini yok ediyor diyorum.
Herseyi kapsayan bir hirsizlik tanimina gitmek sart degil. Mesela ikinci yazimda daha onceden yaptigim tanim isiginda arkadasindan benzin parasi karsiligi kendisini bir yere goturmesini talep eden kisinin ve bunu kabul eden arkadasinin hirsiz olmadigini aciklamaya calistim.
Yorum Gönder