2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com

22 Mayıs 2012 Salı

Korsan Taksiyle Mücadele Etmeli mi?


Bir önceki yazıda müzik sektöründe korsan dağıtımdan bahsetmiştim. Bu yazıda korsan taksi iyi midir kötü müdür, devlet korsan taksicileri ve/veya korsan taksiye binenleri cezalandırmalı mı, iktisat bu konuda nasıl bir perspektif sunabilir buna değineceğim. Herhangi bir iktisadi eyleme hırsızlık deyip demediğiniz, bu adlandırma iktisadi hayatı etkiliyorsa önemli olabilir. Ancak ben bu konuya girmeyeceğim [Zira Shelbyl'in ilk yazıma yaptığı yorumdan anlaşıldığı gibi onun yazısındaki asıl kasıt bazı aktivitelerin devlet tarafından hırsızlık olarak nitelenmesine rağmen benzer başka bir takım aktivitelerin bu şekilde nitelenmemesindeki çelişkiye/seçiciliğe dikkat çekmek]. Önemli olan bu eylemlerin ekonomiye olan genel etkisini incelemek. Çünkü devletin izlemesini isteyeceğimiz politika bu etkiye bağlı.

Şarkı, bilgisayar yazılımı, ilaç gibi ürünlerin aksine taksicilik son ürün açısından bakınca metadan ziyade her bir sefer için ayrı olarak para verdiğimiz bir hizmet. Doğası itibariyle para vermeyeni dışlamak gayet kolay (yani “non-excludable” değil). Bir taksi belirli bir zaman aralığında ancak sınırlı sayıda insana hizmet verebiliyor ve diğer müşteriler o zaman aralığında o taksiden faydalanamıyor. Ayrıca taksici her kilometre için benzin parası vermek durumunda. Yani iktisadi tabirle bu hizmete olan talepler birbirine rakip (rival good).

Dolayısıyla Shelbyl’in de belirttiği gibi bu piyasanın işleyişi müzik piyasasının işleyişinden farklı. Buradan hareketle Shelbyl birkaç soruyu gündeme getirmiş. Bu sorulara kendi cevaplarımı vererek konuyu açmaya çalışayım.

Soru: Örneğin X kişisi cebinde 10 lira ile bir yerden bir yere gitmek istesin, taksiyle pazarlık yapsın, taksi kabul etmesin, ve sonrasında korsan taksiye binsin. Bu durumda korsan taksi ve müşteri hırsızlık yapmış olur mu?

Cevap: Daha önce de belirttiğim gibi son kertede korsanı hırsızlık olarak niteleyip nitelemediğimiz işin semantik boyutu dışında çok da önemli değil. Belki devletin korsanla mücadelesindeki söylem açısından bir önemi olabilir. Yine de cevap vermek istersek, evet korsan taksi hırsızlık yapmış oluyor. Nedenine gelirsek: Öncelikle devletin tanımladığı mülkiyet haklarını verili almadan bir eylemin hırsızlık olup olmadığına karar veremeyeceğimizi görmeliyiz. Devlet sınırlı sayıda taksi plakasını kendi tespit ettiği fiyattan satarak yolcu taşıyıp kar etme hakkını dağıtmış. Önceki yazımın başında verdiğim özel mülkiyet tanımına göre korsan taksi, lisanslı taksiye ayrılmış kar etme hakkını çalıyor.

Asıl önemli soru devletin sınırlı sayıdaki taksi lisansını satma yetkisi olmalı mı? Lisans dağıtımının iki sonucu var. Birincisi devletin bu mesleği icra edenlerden vergi alıyor oluşu. İkincisi de taksi sayısını istediği ölçüde sınırlayabilmesi. Bunun amacı karbon emisyonlarının sebep olduğu hava kirliliğini ve oluşan trafiği sınırlamak ve ayrıca devletin vergi geliri ile yaptığı otoyollarının onarımını temin edebilmek olabilir. Lisans sayısının doğru tespit edildiğini iddia etmiyorum tabi ki. Örneğin on milyon nüfuslu bir kentte sadece yüz taksiye izin vermek yarardan çok zarar getirebilir. Hem de devlet taksimetre ücretlerini dikte ederek düşük tutabilse bile.

Neticede bireysel karı için olumsuz bir dışsallık yaratan bir hizmetten bahsediyoruz. Bu sebeple aslında oligopolistik bir yapı bile (ki taksi piyasası oligopolistik sayılmaz çünkü fiyatlama üzerinde taksicilerin tam yetkisi yok) verimlilik açısından tam rekabetçi bir piyasaya tercih edilebilir.  Ayrıca korsan yaygınlaştığı zaman lisanslı taksici de ertesi sene korsana dönmeyi seçebilir ki bu olumsuz dışsallıkları daha da büyütecektir. O yüzden prensipte vergilendirme toplumsal açıdan doğru bir politika. Bu hususta devlet müdahelesinden hiç haz etmeyen biri çıkıp ilk defa iktisatçı Ronald Coase'un işaret ettiği gibi
vergilendirme yerine mülkiyet haklarını çok kapsamlı bir şekilde tanımlayıp zarar gören vatandaş ile dışsallık yaratan taksicilerin pazarlık yapmasını önerebilir. Bu çözüm teoride daha verimli bir çözüm olabilirdi. Ama pratikte hiç de mümkün değil. Bu yüzden dolaylı veya doğrudan vergilendirme olmadıkça dışsallıktan zarar gören vatandaşları tazmin etmek mümkün değil. Yani taksi sayısını sınırlamak ve bu sektörü vergilendirmek faydalı bir devlet hizmeti. 

Sonuç olarak korsan taksi her bir vatandaşa azar azar ve dolaylı olarak zarar veriyor. Çünkü devlet vergi hedefini tutturmak zorundaysa daha kolay vergilendirilebilir sektörlere uyguladığı vergiyi artıracaktır. Veya vergi hedefini düşürüp hizmetlerde kısıntıya gidecektir. İlk durumda taksici aynı hizmet için vatandaşa zorla daha çok para harcatarak kontrata uyan diğer vatandaşları kendi çıkarı pahasına zarara sokmuş oluyor. İkinci durumda ise vatandaşın aynı miktar vergiye daha az hizmet almasına neden olacaktır.

Korsan taksi müşterisinin rolüne gelirsek bu müşteri sadece para verip plaka almış taksiye karşı yapılan hırsızlığı değil aynı zamanda vergi kaçırmayı da teşvik etmiş oluyor. Buradaki hırsızlık, kategorik olarak gayri-ahlakidir veya yanlıştır demek istemiyorum. Bu soruya cevap üretmek için hırsızlığı tanımlamanın yanında bu tanımdan çıkarak kendi içinde tutarlı bir ahlaki-felsefi eleştiri yapmak durumundayız. Toplanan vergiler illa doğru yerlere gidiyor da demiyorum. Bu mesele genel argümanı bağlayan bir şey değil ve korsan taksi konusundan bağımsız olarak değerlendirilmeli.

Soru: X kişisi 10 lirayı taksiye vermek yerine arkadaşına diyor ki "Abi ben sana 10 lira benzin parası vereyim, beni şuraya bırak." Bu durumda arkadaş korsan taksicilik faaliyeti yapmış olur mu?

Cevap: Eğer bu arkadaş bunu meslek haline getirmemişse, yani faaliyette bir devamlılıktan bahsedemiyorsak ve tanımadığı insanları oradan buraya taşımıyorsa, hırsızlık olmaz. Aksi taktirde kayıt altındaki taksici ile haksız rekabet halinde demektir. Yine bu koşullar altında vergi de kaçırıyor diyemeyiz. Zira araç kaskosunu yaptırmış, egzost emisyon vergisini vs. her halükarda veriyor ve bir taksici kadar yollarda gezip bu işten para kazanmıyor.
 

Toplumsal etkisi olumsuz olduğuna göre korsan taksiye karşı ne yapmalı? Bu noktada devletin ve taksicilerin korsanla en etkili nasıl mücadele edebileceği sorusunu sormak lazım. Korsan taksicilerin kendilerini gizlemesi çok kolay (Müşterinin aslında arkadaşı olduğunu iddia edebilir vs. Müşterinin bireysel çıkarı da bu yönde ifade vermek olduğuna göre devlet denetiminden kaçmak kolay). O yüzden ne müşteriye ne de korsan taksiciye yüksek ceza tehtidi caydırıcı olur gibi gelmiyor bana. Pozitif politikalar daha iyi sonuç verebilir. Vatandaşı ikna kampanyaları, ihbar karşılığı ödüllendirme ve lisanslı taksicilerin şüphelendikleri korsan taksiler hakkında delil toplamaya çalışması belki kısmı bir çözüm olabilir. Şoför lobisini daha düşük fiyatlamaya ikna etmek de hem lisanslı taksinin karına hem de tüketicinin faydasına olabilir.

Korsan Müzik Hırsızlık mıdır? İyi midir Hoş mudur?

Shelbyl Korsan ve Hırsızlık başlıklı yazısında özel mülkiyet ve hırsızlık konusuna iki örnek üzerinden değiniyor: Korsan müzik ve korsan taksicilik. Fakat ortaya koyduğu analiz biraz problemli ve kendisinin de belirttiği gibi biraz da eksik. Bu yazı ve onu takip edecek ikinci bir yazı ile hem bu problemlere değinmek hem de konu açılmışken biraz daha geniş bir iktisadi bakış açısı sunmak istiyorum. Tabiki iktisatçıların bu konular üzerine çokça kafa yorduğu için yazacaklarımın çoğu bana ait orjinal tespitler değil. Amacım bu tespitleri iktisatçı olmayanların daha rahat anlayabileceği şekilde açıklamak.

Meseleyi önce ikiye ayıralım. Birincisi özel mülkiyetin ve hırsızlığın tanımı meselesi. İkincisi de korsanın/hırsızlığın toplumsal sonuçları ve müzik piyasasının (ve onunla benzeşen yani entellektüel içeriği yoğun ürün piyasalarının) nasıl regüle edileceği meselesi. Taksi hizmeti meselesi ise diğer yazımın konusu olacak.

1. Tanım Sorunu

Shelbyl’in yazısındaki en büyük problem özel mülkiyetin ve hırsızlığın çok dar bir şekilde tanımlamasından kaynaklanıyor. Özel mülkiyet sadece kullanım veya tüketim hakkının bireye ait olma durumunu değil, aynı zamanda üreticinin ürünü veya ürünün dağıtım haklarını satma tekelini de kapsıyor. Bu yüzden de yazar yanıltıcı bir şekilde hırsızlığı mal sahibinin o malı kullanım hakkının gaspı gibi dar bir tanıma sınırlıyor. Özel mülkiyeti toplumsal fayda açısından savunanların argümanı, sadece kullanım hakkının gasbının kötü sonuçlar (Örnek: “Eğer çalışarak satın aldığım  veya inşa ettiğim eve biri çıkıp zorla el koyacaksa çalışıp üretmemin anlamı yok”) doğurması değil. Mesele aynı zamanda kullanım hakkını satma hakkının gasbı (Örnek: “Evimi emlak piyasası yükseldiğinde onu bana nazaran daha çok değerleyen birine satamayacaksam daha küçük bir ev inşa ederim” veya “Evime yüksek değer biçen müşteri buna rağmen mevcut evine razı olmak durumunda kalır”).

Özel mülkiyetin ne olduğu hakkındaki kavram kargaşasını giderdiğimizde piyasaya korsan müzik sürenlere hırsız diyebiliyoruz. Sanatçıdan veya ona para ödeyerek dağıtım haklarını satın alan plak şirketinden çalınan şey söz konusu ürünün kullanım haklarını satma hakkı. Yani emek ve sermaye harcayarak ortaya çıkarılan maldan kar etme hakkının çalınması söz konusu. Burada hırsız ürünü para verip bile alsa ürünü kopyalayıp paylaştığında (dikkat edin illa para karşılığı ürünü satması gerekmiyor) üreticinin o üründen kar etme hakkını, ve dolayısıyla özel mülkiyet hakkını ihlal etmiş oluyor. House M.D. dizisini kaydedip Youtube’a koyarsan bu tanım itibariyle hırsızlık olur. Sen doğrudan bu dağıtımdan kar etmesen bile. Bu ikincisi bir nevi Robinhood’luk oluyor. Radyodan teybe müzik çekmek veya televizyonda bir programı kaydetmek ise onu alıp dağıtmadığınız sürece hırsızlık değil, ama hırsızları teşvik oluyor. Aynı çocuk emeği kullanan spor ayakkabı firmasından bu gerçeği bile bile ayakkabı aldığımızda Çin’deki taşeron firmayı ve ucuz diye onu seçen ayakkabı firmasını daha çok çocuk işçi kullanmaya teşvik etmek gibi.

Özel mülkiyeti ihlal etmenin ne kadar kolay olduğu hangi üründen bahsettiğimize göre değişir. Entellektüel ürünleri izinsiz çoğaltıp dağıtmak (kısaca korsan piyasa yaratmak) daha kolay, özellikle de internet üzerinden yapılıyorsa. Bu tamamen ürünün doğasından kaynaklanıyor. Bir diğer değişle bireylerin kullanımını kontrol etmenin zor olduğu (non-excludable) ürünlerden bahsediyoruz. Bu özellik çoğaltımın, yani replikasyonun kolaylığından kaynaklanıyor. Çünkü bunun için korsancıların ürünü deşifre etmeye yani nasıl yapıldığını çözmeye ihtiyacı yok. Dolayısıyla Microsoft, Windows işletim sisteminin yeni sürümünü piyasaya sunarken birçok potansiyel tüketicinin para vermeden bu ürünün korsan kopyalarından faydalanabileceğini göze almak durumunda. Bu gerçek hem ürün fiyatlamasını hem de ürün arzını etkiliyor. Örneğin firma ilk alıcı dışında herkesin ürünü kaçak olarak temin edeceğini bekliyorsa ya o kadar AR-GE yatırımına girerek o ürünü üretmez veya üretse bile astronomik bir fiyata satması gerekir.  Yani hariç tutulamayan (non-excludable) ürünlerin sunulduğu piyasalarda üreticinin arzı artırma veya fiyatı düşürme motivasyonu oldukça düşük olabilir. Bu tespite yazının ikinci kısmında tekrar döneceğiz.

2. Bilgi Yoğun Ürün Piyasalarında Korsan Üretimin Toplumsal Sonuçları

Toplumsal fayda soyut bir kavram ve bu kavramdan ne anlamamız gerektiği kaçınılmaz olarak tartışmaya açık bir konu. Biraz yol katedebilmek adına iktisatçıların kullandığı standart tanımlardan birini ölçü alıp toplumsal faydayı bireylerin tükettikleri ürünlerden aldıkları mutluluğun toplamı olarak kabul edeceğim.  Buradaki dolaylı varsayım toplumsal faydanın pastanın nasıl bölüştürüldüğünden bağımsız olduğu. Eğer bu gerçek dışı varsayımı yapmak istemezsek, alternatif olarak, pastayı olabildiğince büyüttükten sonra en ideal dağılımı gerçekleştirebilecek transfer mekanizmalarının mevcut olduğunu (örneğin devletin istediği miktarı senden alıp bana verebildiğini) ve bu mekanizmaların varlığının pastanın boyutunu etkilemeyeceğini kabul edebiliriz.

Şimdi meseleye geri dönersek önce korsanın kar potansiyelini eriterek üreticiye zarar verdiğini kabul etmeliyiz. Peki korsan piyasa toplumsal açıdan da kötü bir şey olmak zorunda mı? Buna cevap ararken bir kez daha ürünlerin doğasına dönmek gerekiyor.

Metaları tüketici için içerdiği değere ve üreticinin kullandığı girdinin doğasına göre iki sınıfa ayırabiliriz. Bir tarafta ekmek, çekiç, araba gibi üretiminde fiziki girdilerin oranının yüksek olduğu ve tüketim değeri büyük oranda fiziki işlevselliğinden ve faydasından kaynaklanan metalar var. Diğer tarafta ise müzik albümü, resim, bilgisayar programı gibi üretiminde entellektüel emeğin daha çok rol oynadığı ve tüketim değerini büyük oranda sanatsal veya bilgisel içeriğinden alan metalar var. Bu kategorideki ürünlerin en önemli özelliği bir kere üretildiklerinde tüketilerek azaltılamaz oluşları. Shelbyl’in verdiği korsan müzik örneğinden gidersek Ahmet'in internetten Radiohead'in son albümünü indirmesi, Mehmet'in o albümü indirip dinlemesini zorlaştırmıyor. Fakat bu, yazarın iddia ettiğinin aksine internet ortamında MP3 olarak sunulan albümün hariç tutulamaz (non-excludable) olmasından değil –ki bu özelliği daha önce tanımlamıştık- Ahmet'in bu ürüne olan talebi ile Mehmet'in talebinin birbirine rakip olmamasından kaynaklanıyor. Örneğin bir ekmeğin yarısını yediğinizde diğer arkadaşınıza sadece yarım ekmek kalıyor ama bir ders kitabının ilk bölümünü okuyan arkadaşınız kitabı size ödünç verdiğinde siz de aynı bölümü okuyabiliyorsunuz. Bu tarz ürünler iktisatçılar tarafından "non-rival" olarak adlandırılıyor. Tam da bu yüzden bu gibi ürünlere tüketicinin biçtiği birim değer, yani o birimden elde ettiği fayda, aynı birimin toplumun geneli için ifade ettiği faydanın çok altında kalabiliyor.

Buradan hareketle herkesin ucuza satın alabildiği korsan müzik albümleri aslında toplum için iyi sonucuna varabilirdik. Ancak hatırlarsanız bu ürünler aynı zamanda para ödemeyenleri kullanımdan kolay kolay dışlayamadığınız (non-excludable) ürünler. Dolayısıyla korsan piyasanın önlenemediği bir serbest piyasa ekonomisinde özel işletmeler bu ürünleri toplumsal faydayı ençoklayacak miktarın altında üretmeyi seçeceklerdir. Çünkü üretim sonucu yarattıkları toplumsal katma değer giderek artsada firmalar bu üretimden doğan faydanın çok ufak bir kısmını kar olarak ellerinde tutabildiklerinden AR-GE yapıp sonra da zarara girmek istemeyecektir.

3. Son tespitler

Bu analizden çıkan sonuç korsanın toplumsal faydaya etkisinin teorik açıdan pek de net olmadığı. Bir sefer AR-GE’si yapılıp piyasaya sunulan bir yazılım veya ilacın çoğaltım ve dağıtımı çok ucuz olduğu ve toplumsal fayda çarpanı yüksek olduğu için olabildiğince çok insana ulaşması arzulanırken, üreticinin telif veya patent hakları korunamadığı sürece yüksek AR-GE isteyen kaliteli yazılımların ve faydalı ilaçların arzının zamanla düşeceği de bir gerçek. Televizyonda orada burada karşımıza çıkan yaygın söylem aslında bir ölçüde doğru. Gerçekten de tüketici olarak korsan müzik alarak korsanı teşvik edersek daha kaliteli albümlerden mahrum kalmamız mümkün. Normatif bir çıkarım yapacak olursak, bilgi yoğun ürünlerin makul patent veya telif hakkı süreleri olmalı. Ama bu süreler bizi Beethoven’in 9. Senfonisini parayla indirmek zorunda bırakmamalı. Patent süresi dolunca her isteyen bir albümü rahatça dağıtabilecek ve böylece sadece korsan aktiviteleri göze alabilen ufak bir azınlık değil herkes eşit derecede bedava ve kaliteli müzik dinleyebilecek.

Tabi ne devlet ne de üreticiler korsanı engellemeye muktedir olmayabilir. O zaman ideale en yakın ama uygulanabilir alternatiflere yönelmek gerekecektir. Zaten hali hazırda olan da bu. Bir yandan internet teknolojisinin ilerlemesi diğer yandan da albüm yapmanın maaliyetini düşüren diğer teknolojik gelişmeler sanatçıları ve plak şirketlerini farklı stratejilere itiyor. Öncelikle sektör albüm satışlarından ziyade giderek daha yüksek oranda turne ve reklam gelirlerinden para kazanıyor. Bununla birlikte internetin entellektüel ürün çeşitliliğini ve sanatçılar arası rekabeti artırması ile İnterneti ürün satışından ziyade ürün promosyonu olarak kullanma stratejisi benimsendi. Radiohead'in albümünü prensipte bedava sunması gibi. Tabi entellektüel ürünler arasında da farklar yok değil. Örneğin aynı grubun iki farklı konserine gitmek anlamlıyken aynı filmi sinemada iki kez izlemek pek de tercih ettiğimiz bir şey değil. Sinemada izlenen filmden alınan keyif evde izlenen filme göre artık çok fazla olmasa da konsere gidip bir grubu canlı izlemenenin, o kalabalığın içinde olmanın keyfi çok farklı. Neyse lafı daha fazla uzatmayalım. Neticede bu konu oldukça geniş bir spektrumdan irdelenebilir.

Bir sonraki yazıda korsan taksi meselesine değineceğim. Zira Shelbyl’in de ifade ettiği gibi taksicilik hizmeti farklı bir yapıya sahip ve korsan taksinin hırsızlık olup olmadığı ve toplumsal etkisi ayrı bir analiz gerektiriyor.

18 Mayıs 2012 Cuma

Korsan ve Hırsızlık Üzerine

Bu konu bir blog girdisi ile açıklanacak, bütün açılardan ele alınacak bir konu değil, üzerine sayfalarca kitaplar yazılır ve gene bir sonuca varılamaz icabında. Burada esas amacım, bazı sorular sormak, bazı sebepsizce benimsenmiş/tanımları ezberlenmiş ahlak ilkeleri üzerine biraz kafa yormak.

Bitmeyen bir tartışma "korsan müzik" ve diğer eğlence ürünleri hakkında zaten varken, bir de "korsan taksi" gündemimiz oldu. İki konu tartışılırken de gündeme gelen kavramlardan biri de "hırsızlık". Korsan müzik indirenler çeşitli cezalara çarptırılırken -en azından böyle bir yasal düzenleme varken-, korsan taksiye binenlere de 600 lira ceza kesilmesi gündemde. Korsan müzik ve korsan taksi kavramları arasında işleyiş bakımından benzerlikler olduğu kadar farklar da var, ama bu kavramların cezalandırılması benzer mekanizmalar yaratınca ve "hırsızlık" tanımı gündeme gelince üzerine biraz düşünmek gerekiyor.

I. Hırsızlık, Özel Mülkiyet ve Korsan Müzik 


En basit açıklama ile hırsızlık kavramı, özel mülkiyetin varlığıyla gündeme geliyor. Birisinin özel mülkünü elinden izinsizce almak hırsızlık diyebiliriz. Mesela benim para verip aldığım bir eşya, benim elimden, benim artık kullanamayacağım şekilde alınıyorsa, o net bir şekilde hırsızlıktır. Burada iki kavram çok önemli: 1. İzinsizlik. 2. Sahip olanın kullanım hakkını yitirmesi. Mesela bir dükkandan bir mal çalarsanız da, halihazırda para vermiş dükkanın o malı başkasına satma hakkını elinden almış oluyorsunuz, ve bu yüzden burada bir hırsızlık durumu sözkonusu oluyor.

Korsan müzik konusu ise klasik hırsızlık tanımının gayet dışında. "Korsan müzik" indirince neyin hırsızlığı yapılmış oluyor? Şarkıyı indiren, başkasının da o şarkıyı indirme hakkını gasp etmiyor, o şarkıya sahip olan dükkanın elinden kopyayı çalıp da başkasına satma hakkını da gasp etmiyor, kendisi o ürünü başkasına satıp şirketin malı ile kazanç da sağlamıyor. Çünkü bu tür ürünler, ekonomide hariç tutulamayan ürün (nonexcludable good) olarak tanımlanan sınıfta.

Korsan müzik indirmek, yani fiziksel olarak kimsenin özel mülkiyet hakkını gasp etmeyen bir ürüne bir maddi değer biçip, o değerin karşılığını bulmaması hırsızlık ise daha birçok naif eylemin hırsızlık olması konusu da gündeme geliyor. Mesela radyodan teybe müzik çekmek de, televizyonda çok beğendiğiniz bir programı kaydetmek de, bir kitabı arkadaşınızdan alıp okumak da hırsızlık olabilir aynı şekilde. Bir ürünü farklı ortamlarda satışa çıkarıp, ona yapay bir değer ve sahiplik kavramı biçtikten sonra o değerin her koşulda karşılanmasını beklemek gülünç. Dijital çağı analog kanunlarla yönetmenin zorluğu da burada başlıyor.

(Aranot: Ki sanatçılara sorduğunuzda "ben zaten parayı konserlerden, konuşma anlaşmalarından, yeni rol tekliflerinden kazanıyorum" diyenler, kendi albümlerini kendi sitelerinden bedavaya ya da sembolik bir ücret karşılığında satanlar mevcut, ki o halde bile daha çok para kazanabiliyorlar. Bu da mevcut sistemdeki oligopolik düzenin esas verimsizliği getirdiğine dair başka bir argüman.)

II. Korsan Taksi ve Hırsızlık


Korsan taksi mekanizması, korsan müzik mekanizmasının işleyişinden farklı. Çünkü müşteri hariç tutulamayan ürün değil, müşteri korsan taksiye bindiğinde orada bir fiziksel alıkoyma gerçekleşiyor. Peki bu durumun hırsızlık olmasının sebebi, birinin vergi veriyor, diğerinin vermiyor olması mı? Bu konuda kesin yargıya varılabilir mi, yoksa farklı senaryolar mümkün mü?

Örneğin X kişisi cebinde 10 lira ile bir yerden bir yere gitmek istesin, taksiyle pazarlık yapsın, taksi kabul etmesin, ve sonrasında korsan taksiye binsin. Bu durumda korsan taksi ve müşteri hırsızlık yapmış olur mu?

X kişisi o 10 lirayı vergi vererek kazanmışsa ve korsan taksiciye bir hizmet karşılığında veriyorsa, korsan taksici de tıpkı o para öğrencinin cebinde kalsaydı olacağı gibi dolaylı yollardan vergisini veriyorsa, bu da hırsızlık sayılır mı? Daha farklı örnekle anlatmak gerekirse, evinizin bahçesindeki ağacı kesmeniz lazım. Profesyonel ağaç kesici çağırmak yerine kendiniz ya da bir arkadaşınız kesiyor ve böylece vergi çarpanından çalıyorsunuz. Bu da hırsızlık olur mu?

X kişisi 10 lirayı taksiye vermek yerine arkadaşına diyor ki "Abi ben sana 10 lira benzin parası vereyim, beni şuraya bırak." Bu durumda arkadaş korsan taksicilik faaliyeti yapmış olur mu?

III. Hırsızlık, Rekabet ve Vergi


Korsan taksi olayını yukarıdaki örnekler ışığında şöyle değerlendirmek de mümkün. İki şirket var, bunlardan birisi aynı sektörde olmasına karşın diğerine kıyasla daha az vergi veriyor. Bu da haksız rekabet ortamı yaratıyor. Bu ortam da ekonomik işlerliği ortadan kaldırıyor, ve bu yüzden devletin bunu düzenlemesi gerekiyor. Gayet geçerli bir argüman, ve zaten devlet-vatandaş kontratında vergi toplama konusunda bu konu gayet açık.


Lakin bu konuda da siyah-beyaz spektrumundan farklı şeyler düşünmeli. Türkiye'de devlet ile işbirliği içinde olduğundan ötürü aynı sektördeki rakiplerinin önüne geçen firmalar yok mu? Firmalar, vergi kanunundaki yasal boşluklardan yararlanırken, aynı şekilde haksız rekabet yaratmıyorlar mı? İthalat-ihracat sübvansiyonları hakkaniyetli, ekonomik verilere göre mi dağıtılıyor her zaman; yoksa başka mekanizmalar da var mı?

Vergi konusunda da benzer sorular gündeme gelebilir. Devlet, kazanç elde eden vatandaşını vergi vermediği için cezalandırabilir, hakkıdır dedim. Peki vatandaş, bu vergilerin nereye harcandığı konusunda her zaman hesap sorabiliyor mu? Eğer vatandaşın vergi vermemesi hırsızlık ise, devletin antimilitarist bir vatandaşından aldığı vergiyi silah endüstrisine yatırması, vejetaryen vatandaşından aldığı vergi ile et sektörünü sübvanse etmesi de hırsızlık mı oluyor? (Burada demiyorum ki bütün bunlar düzenlensin, o tür bir toplumsal model yaratmak oldukça ütopik. Fakat "hırsızlık" damgasını vurmadan önce, benzer koşulların halihazırda yaşandığını açıklamaya çalışıyorum)

IV. Sonuç


Başta da dediğim gibi, bu yazıda güçlü bir argümantasyon, kesin bir iddia dile getirmiyorum, bu konular elde ölçülebilir veriler olmadan pratik yargıya bağlanamaz, imkansız. Lakin "hırsızlık", "korsana hayır", "korsan taksiye binenler tabii ki ceza ödesin" gibi yargılara varmadan önce, bu kavramlara yüklediğimiz geleneksel anlamları ve pratikteki karşılıklarını da sorgulamak gayet mühim. Haksız rekabet, monopoli/oligopoli, verginin hesabının sorulabilmesi, gelir vergisi toplamadaki başarısızlık, sübvansiyonlar vs. çetrefilli konular, sadece teorik yaklaşım ve ahlaki güzellemeler ile çözümlenemez.

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Kürtlere Soykırım Yapılıyor! (Kredi SVP)

Halil Berktay 1 Mayıs tartışmalarıyla gündemin göbeğine oturduğundan beri bu konu hakkında birçok yazı okudum. Çoğu yazının girizgahında Berktay'a itiraz edilmeden önce kendisinin yetkinliğine dem vuruluyor, akademik kişiliği önemseniyor. (bkz: Ferdan Ergut, Erol Katırcıoğlu, Adil Demirci vs.) Önemsenebilir tabii, fakat kendisinin akademik yayın sayısı bir elin parmağını geçmezken, bu akademik önemin nereden geldiği konusu kafa kurcalıyor. Bunun da ötesinde, kendisi profesör olmamasına karşın tartışma programlarında, yazılarda vs. profesör olarak lanse ediliyor.


1 Mayıs tartışmasında ve dahi genel olarak böyle bir krediye ulaşmasının sebebi ise gene bu tartışmadaki kimi yazılarda açıklanıyor: Yıllar önce bir röportajda/konferansta Ermeni Soykırımı demiş olması. Bunu hem kendisi, hem başkaları yapıyor. (bkz: Yıldıray Oğur, Halil Berktay)


Takdir edersiniz ki, birkaç popüler tarih yazısıyla ve iki cesur beyanatla "yetkin tarihçi" ve hatta "profesör" olabilme şansı iştahımı kabarttı. O yüzden an itibariyle bu doğrultudaki akademik çalışmamı buraya aktarıyorum.)



Türkiye tarihi ortak acılar, ve bu ortak acıların inkarları ile yazılmıştır. Kemalist zihniyetin lobotomi yaptığı zihinlerde yeşermiş idealar, insanların değil geçmişi, bugünü dahi idrak edememesine yol açacak denli bir hasarın işaretidir. Değerli Prof. Halil Berktay'ın da dediği gibi, sosyal bilimlerde asgari ve yeterli açıklama diye bir şey vardır. Bu şey uyarınca, apaçık ortadadır ki, bu ülkede on yıllardır Kürtlere soykırım yapılmaktadır, ve bunu bizzat itiraf eden de TCK'nın 76. maddesidir.

Ne demektedir bu madde? Parantez içinde yorumlayarak inceleyelim.
*******
Soykırım

Madde 76 - (1) Bir plânın icrası suretiyle (milli güvenlik/terörle mücadele), millî, etnik, ırkî veya dinî bir grubun (Kürtler) tamamen veya kısmen yokedilmesi maksadıyla, bu grupların üyelerine karşı aşağıdaki fiillerden birinin işlenmesi, soykırım suçunu oluşturur:

a) Kasten öldürme. (JİTEM)

b) Kişilerin bedensel veya ruhsal bütünlüklerine ağır zarar verme. (Diyarbakır Cezaevi)

c) Grubun, tamamen veya kısmen yokedilmesi sonucunu doğuracak koşullarda yaşamaya zorlanması. (Köy boşaltma/yakmalar)

d) Grup içinde doğumlara engel olmaya yönelik tedbirlerin alınması. (Kürtler çok çocuk yapıyor!)

e) Gruba ait çocukların bir başka gruba zorla nakledilmesi. (ÇEK himayesine alınan "taş atan çocuklar")
*******
Bu fiillerin birinin işlenmesi dahi soykırım suçunu oluşturacakken, yukarıdaki örneklerde açıkça görüldüğü gibi beşi dahi için "asgari ve yeterli açıklama" bulunmaktadır. Türkiye'de Kürtlere soykırım yapılmıştır/yapılmaktadır, ve bunu da açık yüreklilikle dile getirecek akademisyenlerin olmaması bir trajedidir.

Bunu Mayıs 2012'de söylüyorum, ama umarım ki 10 yıllar boyunca tartışılır, bu ben yazmasam üstü kapalı kalacak gerçekler açıklığa kavuşur.

İklimsel Şerh: Bu yazıda dile getirdiklerim olguları değil, söylemleri/üslupları hafife almaktadır. Bu topraklarda soykırım yapılmıştır ve zihniyet aynı kaldıkça, fırsat bulundukça da yapılacaktır.