2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com

16 Eylül 2011 Cuma

Metalaşan Dink ve Kişi Siyaseti


Uzun zamandır içimden yazasım gelmiyor, zira gündem Kürt sorununa takılıp kaldı, ve de o konu hakkında artık daha fazla diyecek şeyim kalmadı. Zaten Twitter'da insanı tembelliğe alıştırıyor bir yerden sonra. Lakin dün öyle manasız bir polemik zemini yaratıldı ki, dayanamadım. 
Olay şu: Uluslararası Hrant Dink Vakfı'nın her sene takdim ettiği Barış Ödülü'nün bu seneki sahiplerinden birisi Ahmet Altan oldu. Normal şartlar altında aynen böyle takdim edilmesi gereken bir haber olan bu gelişme kimi çevrelerde infial yarattı. Herkesin birbirine bir yafta yapıştırarak rahatladığı bir memlekette, bu sıradan gelişme üzerinden dahi "ulusalcı-yandaş", "liboş-sosyalist" kamplaşmaları oluştu, kılıçlar çekildi.


Hrant Dink Barış Ödülü Altan’ınSiyaset retoriğine hakim olan kutuplaşma kültürünü daha önce sıklıkla eleştirdiğimden, bunu da bir örnek olarak ekleyip geçebilirdim esasen. Lakin burada çok ciddi etik/felsefik sorunlar var bu kutuplaşma merakından gayri:

1. Bir kişi anısına verilen sembolik bir ödülü, sanki eğlence dünyasına (entertainment business) ait bir olaymış gibi değerlendirme/değersizleştirme.
2. Hrant Dink'i bir vicdani tatmin aracı, bir özgeçmiş sabunu olarak kullanıp geçmiş defterleri dürme.
3. Siyaseti maneviyat/kişiler üzerinden yürütme hastalığının en "entelektüel"ine bile sirayet etmiş olması.

O kadar çok anksiyete doldum ki, nereden başlayacağımı bilemiyorum, ama bir deneyelim. Öncelikle, olaydaki özneleri çıkarıp dışarıdan bir bakalım: Bir vakıf, bir gazeteci/yazara (ki bu insan, görüşlerini bir kenara koyup bakarsanız, her daim barış dilini savunan bir yazar) Barış Ödülü veriyor. Türkiye'de milyon tane vakıf var, ve bu milyon tane vakıf milyon tane ödül veriyor zaten her sene. Bu vakfın jüri üyesinde de Adalet Ağaoğlu'ndan Vicdani Ret Hareketi'ne çok çeşitli insanlar var. En önemlisi de, adına ödül verilen kişinin eşi bu vakfın ve jürinin başında.

Böyle anlatınca her şey olağan değil mi? Ama işte çok önemli bir fark var: Adına ödül verilen kişi, Türkiye'de kendini demokrasiye yanaştıran çoğunluğun üzerinden vicdan aklayıp haysiyet kazandığı Hrant Dink. Ödülü alan kişi, Taraf gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni olmasından ötürü bir kampa, yazılarından bağımsız olarak, vicdanlarda katılmış Ahmet Altan. Hal böyle olunca, insanlar -mazur görün- sidik yarıştırma çabası içine giriyorlar bu kişilik üzerinden.

Dink'in canına kıyıldığından beri herkes onun canı ciğeri oldu zaten. Fikirdaşım quadros'un Temelkuran üzerine yazdığı -ama Hasan Cemal'inden Hasan Bülent Kahraman'ına, Yıldıray Oğur'undan Cengiz Çandar'ına değindiği- güzel yazısını özetlemek gerekirse: "eylemlilik adına oldukça atıl kalmış, suya sabuna dokunmamayı tercih eden muhalif kitle, 1990 model dişleri sökülmeye başlamış derin devletin son eylemlerinden birinin maktulüne doğal bir sempati duydu, vicdanî fırsatı gördü. Maktulün Ermeni kimliği de, bu kitlenin ağzına almamayı tercih edeceği "soykırım" tartışmalarını da kapsar nitelikte bir rahatlık yarattığı için, vicdanî fırsatın sonuçları katmerlendi. Dink cinayetinden önce onu yazılarında "Agos Yönetmeni" diye anan Temelkuran, cinayetten sonra "dostum, arkadaşım" demeye başladı mesela." 


Bu pastadan pay koparma çabası, bu "kim daha çok Dink derse o daha süper muhalif, daha hümanist, daha insanî olur" trendinin yansıması da Hrant Dink Barış Ödülü'nden kendini gösterdi. Aklı başında adamlar olduğunu düşündüğüm/bildiğim insanlar "Liboşlar sosyalistleri alt etti", "Siz ödülü İlhan Selçuk'a verin de rahatlayın" gibi akıl-mantık almayan saçmasapan hesaplaşma argümanlarına girdiler. Çünkü, Ahmet Altan da pozisyonu uyarınca, kimi insanlar adına "eleştirilemez" bir mertebede.

Bizim siyaset edebimizde kar/zarar analizi, toplumsal etkiler, analitik prensipler yok. Bizde manevi değerler, kişi kültleri, karşı tarafı yenerek iktidar sağlama gibi mantıksızlıklar var. Hal böyle olunca, Hrant Dink'i ele geçirme savaşında yenildiğini düşünenler saldırıya, kazandığını düşünenler de karşı saldırıya geçiyorlar.

Bu işin normali nedir? Ödül Ahmet Altan'a verilince herkesin yorum yapma hakkı var tabii. Ama buradan bir polemik malzemesi yaratmak, bir "son kale zapt edildi" havalarına girmek, ödülü Ahmet Altan'ın almasını kendi tarafı adına ilahi bir zafer simgesi olarak görmek, en hafif tabiri kullanıyorum, saçmalığın daniskasıdır. Daha ağır tabir isteyenler kişisel mesajla ulaşabilirler.

İşin en acı yanı da, bugün bu polemiği yaratanlar, yarın siyaset konusunda gene manevi değerlerini, kültlerini, vicdanlarını satmaya devam edecekler, siyaset zemini bu tür objeleştirme/metalaştırmalar üzerinden devam edecek, ve sonra diyecekler ki "Kürt sorunu tabii çözülmez." "X tabii ki yargılanır." Dön baba dönelim.

Benim fikrim mi? Kaç senedir ısrarla bekliyorum ki birileri "Terörle Mücadele Kanunu değişmeli/kaldırılmalı" yazsın anaakım medyada. Mitolojik "yeni Anayasa"yı bırakıp ona değinen yok. Ben kendi barış ödülümü, bu konunun ısrarcısı olma cesaretini kendisinde görebilen ilk kişiye vereceğim. Şu an en yakın aday Kürşat Bumin ve Yıldırım Türker.

Buyrun, yarışın.


Ekleme: Sevgili Çiğdem Mater uyardı, ödülün adı "Barış Ödülü" değil, "Uluslararası Hrant Dink Ödülü" imiş. İşin komiği, ben "Barış Ödülü" tanımlamasını Taraf Gazetesi'nden, yani ödülü alan insanın Genel Yayın Yönetmeni olduğu gazeteden aldım. 


C'est la vie.

Hiç yorum yok: