2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com
Taksim Gezi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Taksim Gezi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Haziran 2013 Pazar

Gazi'den Gezi'ye değişmeyen söylem

Bir haftayı aşkın zamandır, şimdiye kadar ulusalcı komploları ile dalga geçmekte buluştuğumuz insanların -ki bunların kimisinin resmî sıfatı "âkıl"- nasıl her taşın altında komplo arar hale geldiğini görüp şaşırmakla meşgûlüm. Bunu birbirinden fena iki ihtimalle açıklamak mümkün: Ya bütün bu komplo arayışları, tıpkı eskiden olduğu gibi, insanları milliyetçilik ve paranoya etrafında toplamak için bilinçli yapılıyor -ki zaten malzeme gayet uygun-, ya da bu insanlar gerçekten aklı fikri kenara koyup bunlara inanmaya başladı. Amaç ne olursa olsun, sonuç olumlu olmayacak.

İlk ihtimalin geçerli olduğu varsayımı ile, geçmişte bu tür söylemlerin nasıl işletildiğini ve de gerçeğin hangi yönde çıktığını hatırlatma amacıyla Gazi olaylarını ve sonrasında devletin ve siyasilerin söylemlerini irdelemek istedim. Hem 20 yıl geçmesine karşın bazı reflekslerin hala ne kadar diri olduğunu görebilmenin iyi bir yolu olacak bu, hem de Gazi ve Gezi olaylarının gelişimi, polis şiddetinin rolü itibariyle benzerlikler göstermekte.

I: Gazi'de ne olmuştu?

90'ların en sembol isimlerinden Tansu Çiller başbakan, Hayri Kozakçıoğlu İstanbul valisi, Mehmet Ağar Emniyet Genel Müdürü iken, 12 Mart 1995 günü Gazi Mahallesi'nde üç kahvehane ve bir işyeri taranmış, bir kişi ölmüştü. Bu olayın Gazi gibi polis gözetimi altında olan bir yerde gerçekleşmesi, o dönemlerin sıradan pratiği "karakolda kaybolma" ile birleşince mahallede polise karşı bir tepki doğmuş, lakin karakola yürüyüşe geçen kitleye açılan ateş sonucu bir kişi daha hayatını kaybetmişti. Bu olay tepkiyi daha da arttırmış, bir sonraki gün binlerce kişi karakola doğru yürüyüşe geçmiş, kitlenin üstüne gene ateş açılması sonucu 15 kişi hayatını kaybetmişti. Olaylar Ankara Kızılay Meydanı ve Ümraniye'ye de sıçramış, 5 ölüm ve onlarca yaralı ile sonuçlanmıştı. İki günlük sıkıyönetimden sonra olaylar durulmuştu. 

II. Olay nasıl lanse edildi?

Tansu Çiller, olayların yayılmasından sonra yaptığı açıklamada aynen şu cümleleri sarf edecekti: "Çok yönlü ve dış mihraklı büyük bir tahrikle milletimiz karşı karşıyadır. bu aklımıza gelebilecek her türlü uç, radikal örgütlenmenin içerilmeye çalışıldığı, dıştan beslenen, aşırı sağdan aşırı sola her türlü örgütün içinde bulunduğu bir tahriktir. (...) Sakın ola ki, dış kaynaklı bu örgütlenmiş provokasyona ve tahriğe kapılmayın." 

Aşağıdaki videoda da görebileceğiniz üzere, Mehmet Ağar'ın olaya dair açıklamalarında iki refleks var: 1. olayların yaşandığı yerin geçmişini yok sayıp hemen polis karakoluna yürünmesinde çapanoğlu arama, 2. göstericilerin "yakıp yıktığından" dem vurma. O zaman hükümette dahi olmayan Ecevit ise olayları "Türkiye'de demokrasinin yeşermesini istemeyen, laikliği, ulusal birliği bozmak isteyen daha çok yurtdışı kaynaklı güçlere" bağlıyor. "Bütün bu olumsuzluklar karşısında, polisin halka saldırmasını olumlu karşılıyor musunuz?" sorusuna Yıldırım Aktuna'nın verdiği cevap "saldırı yok, bireysel yanlışlıklar her zaman olabilir" oluyor. (08:44) Gene Aktuna, havalanmak üzere olan bir uçağa benzettiği Türkiye'yi kaldırmamak için uğraşan güçlerden de bahsediyor. (18:00) Kendisi bu "hain oyuna" manşetten dikkat çeken Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetelerine de teşekkür etmeyi ihmal etmiyor. (38:00) Ekrandaki görüntüler şiddeti dayanılmaz şekilde gösterince "iyi polisler de var," ABD'de oldu böyle şeyler" bahaneleri de dizilmeye başlanıyor. Nahit Menteşe de mecliste yaptığı konuşmada olayın "provokasyon" ve "prova" niteliğine dikkat çekmekte. (32:50) Alparslan Türkeş, polisin tutumuna getirilen eleştirilere "Havaya ateş edilmiştir. Kalabalığın üstüne ateş edilse zayiat çok büyük olurdu" savunmasını getiriyor ve güvenlik güçlerine teşekkür edilmesi gerektiğini vurguluyor. (34:00)



Gene güvenlik güçlerine sahip çıkılması gerektiğini düşünen Çiller, polislerden hatalı olanlarla ilgili gerekli işlemleri de yapacağını belirtiyor Milliyet'in haberine göre.

III. Sonrasında neler oldu? Gerçek açığa çıktı mı?

Otopsi sonucunda ölen 17 kişinin 7'sinin polis mermisiyle öldüğü ortaya çıkınca, 20 polis hakkında müdafaa ve zaruret sınırını aşarak faili belli olmayacak şekilde adam öldürmek iddiasıyla dava açılıyor. 18 polis beraat ederken, ikisi toplam 11 yıl 5 ay hapis cezası alıyor. Kararın Yargıtayca bozulması ve tekrar yargılanma süreçleri sonunda, iki polisin cezası 6 yıl 8 aya iniyor.

2005 yılında AİHM başvurusu sonucunda Türkiye toplam 510 bin Euro tazminat ödemeye mahkûm ediliyor. Gazi olayları hakkında DTP'nin 2008 yılında verdiği araştırma önergesi ise reddediliyor.

Bugüne kadar olayların aydınlanmasına dair sadece çeşitli zamanlarda verilmiş tanıklıklar var. Eski Özel Harekât polisi Ayhan Çarkın'ın olaylara karışıp karışmadığı meçhul. Ergenekon iddianamesinde de olayların tertibinde Veli Küçük ve Osman Gürbüz'ün olduğu söyleniyor, fakat bunun davada bir dipnot olmaktan öte gitmeyeceği ihtimali kuvvetli.

IV. Sonuç

Özetle;

- Olaylar sonrasında siyasilerin ısrarla yaptığı vurgular, Gezi olaylarından sonra piyasaya sürülenlere oldukça benziyor: Dış mihraklar, yani Türkiye'nin kalkınmasını istemeyen güçler. Demokrasiye, laikliğe karşılar ve ülkeyi bölmek istiyorlar.
- Olaylar sonrasında polisin tutumuna yaklaşım da oldukça geleneksel: Bir takım münferit işler olmuş olabilir, ama güvenlik güçlerine sahip çıkılmalı, onlara teşekkür edilmeli. Haklarında işlem yapılacağı sözü verilen polislerin yargılaması ise bir katakulli deryasına dönüşüyor.
- Olaylardan sonra üç büyük gazetenin de aynı manşet ile çıkması, Aktuna'nın bu yüzden bu gazetelere teşekkür etmesi, Star program sunucusunun "biz de öyle verdik!" diye teşekkür beklercesine itiraz etmesi acı acı gülümsetiyor.

90'lar karanlık bir dönem ve de bugüne kıyasla çok daha felaket cinayetler, bilhassa içeride istihbarat savaşları, darbe gerilimi, 3 ayda bir değişen cepheler, kurulu ilginç bir ekonomik düzen vs. var. Bu gerçeklik yadsınamaz. Yani burada 90'lardaki koşullar ile günümüzdeki koşulları karşılaştırmıyorum, altını çizeyim.

Burada çok bariz ve bilhassa önemli başka bir gerçeklik de var: Devlet, işlediği cinayetin üstünü örterken ilk çare olarak "dış güçler" argümanına sarılıyor ve de ne olursa olsun güvenlik güçlerini yedirmiyor. Aradan 20 yıl, çok sayıda hükûmet, bir darbe ve birkaç darbe teşebbüsü geçse de, devletin ve aydınlarının refleksleri kitleselleşen olaylar hususunda hâlâ daha aynı yerde.

Bir ülkede kitlesel bir hareket olduğunda, değişik grupların çıkarlarını analiz etmesi ve ona göre tutum alması normaldir. Anormal olan, kitlesel hareketleri "üç beş kişinin ateşlemesi"ne bağlamak, o kitlelerin rahatsızlıklarını/nefretlerini/tepkilerini/hak arayışlarını önemsizleştirecek söylemlere sığınmaktır. Türkiye devletinin ve ona angaje aydın sınıfının yıllardır pratik ederek ustası haline geldiği de bu anormal taktiği kullanmaktır.

15 Haziran 2013 Cumartesi

Gezi Parki Eylemlerinde Uzaylı Iddiası!

Güvenliğinden endişe duyulduğu için kimliğini açıklayamayacağımız çok gizli muhabirimiz tarafından Gezi olaylarının arkasında galaksilerarası terörist olarak bilinen Vogonlar'ın olduğu ortaya çıkarıldı.

Tüm dünyada çok üst güvenlik kurumlarınca bilinen ve yakından takip edilen Vogonlar, bundan yıllar önce yine dünyayı yok etme denemesinde bulunmuş, ancak başarısız olmuşlardı. En azından 30 yıldır hazırlanan bu planın odak noktasının Türkiye olmasına, dünyanın başbakanı Erdoğan'ın ortaya çıkmasıyla ve son 11 yılda gücünün hızla artmasıyla karar verildi.

Gizli muhabirimizin dün gece, yine açıklayamayacağımız bir mekanda Vogon medya sorumlusuyla yaptığı görüşmeden alıntıları ilk defa buradan yayınlıyoruz.

Vogon sözcüsü şöyle konuştu: "Daha önceki başarısızlıklarımızdan bahsetmektense, şu anda gurur duyduğumuz güncel olayları açıklamayı tercih ediyorum. Zira dün dündür, bugün bugündür. Bizim galaksi sahnesinden silindiğimizi iddia eden bazı güçlere en güzel cevabımız Gezi Parkı'nda başlayıp tüm Türkiye'ye, ve oradan da tüm dünyaya yayılan direniştir.  Yeni bir eylem planı arayışımız 30 yıl önce başladı ancak sosyal medyanın yaygınlaşması ve daha sonra Erdoğan'ın dünyanın en güçlü en karizmatik lideri olarak ortaya çıkmasıyla Türkiye'de odak buldu. "

Gizli sözcü ayrıca ekledi: "Biz AKP hükümetinin bunun bir halk direnişi olduğuna inanmasını ve ona göre tepki vermesini bekliyorduk. Ancak keskin zekalı hükümet bu planımızı anladı ve bu tuzağa düşmedi."

Yiğit Bulut'un telekinezi iddiaları da doğrulandı. Post-relativite kuramının da gösterdiği üzere, telekinezinin oldukça güçlü bir etki yaratabileceği ve hatta bugün gerçekleştirilen AKP mitinginin asıl amacının Vogon güçlerini geri püskürtmeye yönelik büyük bir telekinezi hareketi olduğu da açıklandı.

Vogon sözcüsü sözlerine şöyle son verdi: "Uzun yıllardır didinip başlattığımız bu hareketi şimdi Sırplara bırakmayız. Bunun arkasında galaksilere ün salmış Vogonlar vardır!"

3 Haziran 2013 Pazartesi

Olayların ardında yatan gerçekler

Türkiye büyük bir oyunun içinde. Bu oyun öyle büyük ki, hem oynayanlar, hem de oynatılanlar var. Hatta oynayan aynı zamanda oynatılan bile olabiliyor.

Öncelikle Gezi eyleminin nasıl başladığını düşünelim: Önemsiz, üç beş ağacın kesilmesi ile alakalı bir protesto, basında haber bile olmayacakken, oraya bir kişinin gelmesiyle birden haber oldu. Kim bu kişi? Sırrı Süreyya Önder. Meclisin en popüler ve kitlelere ulaşan milletvekili. Neden Gezi Parkı eylemi? Çünkü öncelikle orta sınıfın hassasiyetleri gözetilmeli idi. Zamanlama manidar mı? Elbette! Çünkü bu sınıfın sinirleri ile alkol düzenlemesi vs. gibi sebeplerden daha yeni oynanmıştı.

Bu eylemin medyada yeterince yer alması sağlandıktan, göstericilerin barışçı kimliği vurgulandıktan sonra polis  aşırı müdahale göstererek kitlelerin sokağa dökülmesini sağladı. Olayların bu yönde gelişmesi için yukarıdaki adımların yanısıra çok önemli bir adım daha atıldı: Medya birden suskunlaştı, hem de İstanbul'un göbeğinde yaşanan olaylara karşı. Böyle bir şey olabilir mi? Bu hareketin tek bir amacı vardı: Dezenformasyonun hızlıca yayılmasını sağlamak.

Şimdi hükümet yanlısı kalemlerin yazdıklarına bir bakın: Önce direnişçileri küçümseyenler, şimdi onların ne kadar tehlikeli olduklarından bahsediyorlar. Ve hatta dış mihrakların devreye girdiğinden bahsediyorlar, mesela âkıl insan Nihal Bengisu Karaca'ya göre oyunun içinde Norveç bile var! Halbuki bütün bunların tek bir amacı, gerçekten oyunu sergileyenlerin rolünü perdelemek.

Gezi eylemleri ve sonucu, tıpkı Silvan'da yaşananları andırıyor: Orada da PKK'li peşine düşmüş askerlerle avlanılmaya çalışan PKK'liler çatışmaya girmiş, sonrasında bütün kamuoyu algısı "Kürt hareketi masayı devirdi" şeklinde kurgulanmıştı. Sütten ağzı yanan BDP, kendi başlattığı eylemden niye çekilsin ki bugün? Olayların nereye gittiğini anladılar tabii. Bugün de Gezi parkı eylemleri birden şiddet gösterisine dönüşünce, "sözde özgürlük isteyen insanlar masayı devirdi" denecek.

Peki uluslararası medya bu olaya niye bu kadar ilgi gösterdi? İşte esas düğüm noktası burada: Türkiye'nin daha özgürlükçü bir yer olmasını kim istemez? Bu ülkelerin kim olduğunu anlamak zor değil. Biraz ekonomi bilgisi ile her şey açıklığa kavuşur.

Şimdi soru şu: Bu olaylar nereye gidiyor, ve nihaî olarak varılmak istenen yer neresi? Bilmiyorum. Şu ana kadar osurup osurup ipe dizdim. Çünkü suratına osurduğumun medyasında herkes en analından analiz yapıyor. Yok düğmeye basılmış, yok kaynım ona atlamış. Her bilgi, her türlü yorumlanabilir azıcık hüsnükuruntu, azıcık ekleme-çıkarma ile, n'olacak ki?

Bazen iktidarlar mala bağlar, kitleler birden gaza gelir, fırsattan istifade etmeye çalışan aktörler ortaya çıkar, aktörlerin kâr-zarar analizleri bu sebepten karışıklaşır ve de nasıl hamle yapacakları bilemediklerinden oyalama taktiklerine başvururlar. Her zaman böyle midir? Hayır. Bunu bilebilir mi dışarıdan bakan biri? Ona da hayır.

Önemli olan, tarafların taleplerini net bir şekilde dile getirecek inisiyatife kavuşmasıdır ki eğrisiyle doğrusuyla muhakeme yapılsın. Geri kalan "X ihtimali, Y-Z ekseni, A-B gaydırıguppakı" muhabbetlerinin hepsi, eğer bizzat aktörlerin ağzından çıkmıyorsa, boş beleştir, anca kafa bulandırır.

Ulan ne yazacağım diye başladım, ne diye bitirdim he, peh. Belki de bunun altında bir amaç yatıyordur. Uuu beybi.

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Taksim Gezi Parkı eylemi üzerine

Nasıl oldu bilmiyorum, ama gayet küçük çaplı, amacı belli ve optimize bir eyleme muhalefet etmeyi/olduğundan daha büyük göstermeyi başardık ve Gezi eylemi kaynaklı ve çok maddeli bir gündem oluşturduk. Aslında bu konu hakkında yazılacak bir şey olmaması lazım zira her şey ortada, fakat hem okuduğum bazı apoloji çabaları mizahî bir yaklaşımı hak ediyor, hem de "eylem"lere bazen haddinden fazla yüklenen anlamları da bu vesileyle yazma ihtiyacı duydum.

1. Öncelikle bütün bir eylemi tenkit etmek için doğa, ağaç, çevre sevgisi argümanı ile absürtleştirme yoluna gidenleri gördüm, gerçekten çok başarılı. Buradan iki yola sapılıyor:

a. 5 tane ağaç için bu tantanaya ne gerek var!: Sanki herhangi bir beş ağaç, herhangi bir sebepten kesiliyormuşçasına başvurulan bu argüman; hem Gezi Parkı'na dair imar planlarını yok sayıyor ve nitel olarak kusurlu, hem de zaten sınırlı sayıda ağacın olduğu bir alana yapılan müdahale olduğunu yok sayıyor ve nicel olarak kusurlu.
b. Gerçekten doğayı sevseniz... : Bu çok daha ilginç bir tutum. Şehirlerde yaşam alanı yaratmak, yeşillendirme/ağaçlandırma çabaları için "doğayı sevmek" gerekli değil. Ben şahsen doğa aşığı değilim ama evimin yakınında küçük/orta ölçekte parklar olması gayet hoşuma gidiyor.

2. Bu videoda Sırrı Süreyya Önder'in iddia ettiği üzere, orada yapılan yıkımın ruhsatı yok, ve de polisler özel şirketlerin koruması gibi davranıyor, özel şirket zabıta kiralamış vs. Olayın sırf bu boyutu dahi eylemi hak ediyor: Burada kanunun/hukukun hiçe sayılması gibi bir durum varsa, ve devlet bunu bizzat emniyet görevlisi yoluyla teşvik ediyorsa konuşulması gereken bir sorun vardır.

3a. Gezi Parkı eylemi, büyük çaplı bir kentsel dönüşüm protestosu değil, olmak zorunda da değil. Tabii ki iki mesele alakalı, fakat kapsam konusunda bu tür bir standarda gerek yok. Yani orayı kullanan, çevresinde yaşayan insanların mikro bir kurtarma çabası olmasının dahi hiçbir zararı yok. Öyle olmasa bile, zaten niteliği/politizasyonu sebebiyle o mesajı da içkin bir şekilde taşıyor. Ne bileyim, bir yardım kurumu usulsüzce kapatılacak olsa ve onun önünde eylem yapılsa "ama gelir eşitsizliğini protesto için şunları da yapsanıza?!" itirazı gelmez herhalde. Ya da vazgeçtim, kesin gelir he.

3b. Daha önce eylem mekanı/ilgi alanı/hedef kitle üzerine çok tartışmalar döndü, i.e. "Meydan-Galatasaray-Tünel hattında yürüyüşler", fakat burada gayet lokal bir hedef olduğu için "bu eyleme giden o eyleme gitti mi?" gibi tartışmalar da garip. Yukarıda da anlattığım gibi, bu eylemi destekleyenlerin büyük ölçekte bütün çevre eylemlerini destekleme gibi bir mesuliyeti yok, ayrıca iki ilgi alanı da mutlaka kesişiyor olmak zorunda değil. Şu röportaj ve bu haber bu mücadelenin ayrıntısını, farklı ilgi alanlarını merak edenleri gayet aydınlatacaktır.


4. Sırf şu yukarıdaki kare dahi bu eyleme dair hötöröt edecekleri iki defa düşündürmeli. Buradaki muamele, bu eylemin sembolik anlamının kuvvetini göstermek için yeterli.

Biraz stating the obvious yazısı oldu galiba, yeter bu kadar o yüzden.