NTV'nin haberine göre, Güler Zere'nin serbest bırakılmasına çok yaklaşılmış. Öldürmek için elinden geleni ardına koymayan hükûmet, ölümünün, kendi üzerine kalmaması için sonunda lütfetmiş.
Yakalandığı kanser, Türk Tabipler Birliği'nin de açıkladığı üzere, artık geri dönülmez bir noktada. Ancak yasalara göre, devletin çoktan harekete geçmiş ve tedavi için gerekli kolaylığı sağlamış, tedavinin de ötesinde, hastalık bu noktaya gelmeden salıvermiş olması gerekliydi. Suçu ne olursa olsun, "hukukun üstünlüğü" ve "kanun önünde eşitlik" denen nanelerden yararlanmış olması gerekiyordu ama...
Sonra da "bana sağcılar insan öldürüyor dedirtemezsiniz.". S.ktir ordan!
http://www.gulerzere.nethttp://twitter.com/gulerzere
Memlekette yaşanan envai çeşit polis şiddetine sıklıkla yer veriyoruz. Daha öncekilere denk gelmemiş olanlar için şöyle ufak bir liste çıkarıverelim hemen:
Şöyle bir kabaca baktığımızda, yaklaşık olarak ayda 1 sefer polis şiddeti konu oluyor Komünal İşkembe'de. Hatta daha sık oluyor da, polis şiddeti olarak etiketlenmesi unutulmuş kiminin. Yoksa 1 Mayıs var, Beşiktaş taraftarına yapılan var vs. Neyse, bunları Komünal İşkembe'nin geçen aylarında bulabilirsiniz.
Bu yazıların tümünde ortak bir nokta var; polisin üstüne vazife olmayan haltlar yapmasına, yaptıklarının da tamamıyla yanına kâr kalmasına dönük eleştiri. Polis, Türkiye'de alenen suç işliyor, işlediği suçu gözümüze sokuyor, akabinde almadığı ceza da bonus olarak giriyor gözümüze gözümüze. Tekrar tekrar aynı şeyleri söylemeye gerek yok, Uğur Kaymaz'ı öldürenler beraat etti, en çarpıcı örnek olarak bunu not düşelim sadece. Dur ihtarı özelindeki cinayetleri merak edenler de şuradan görebilir.
Adalet biraz daha yakın
Bugüne kadarki polis cinayetlerinin sonuçları oldukça benzer. Shelbyl'in yazdığı Uğur Kaymaz'la ilgili yazıda da, Bianet'te yer alan şu yazının son bölümünde de, karşılıksız kalan suçlara vurgu var. Farklı olaylar, aynı sonuç. Suç işleyen polis, ölen insanlar, beraat eden aynı polis! Çağdaş Gemik davasındaysa bu sefer sonuç biraz daha farklı. Önceki vakalarla benzer olarak yine bir dur ihtarı, yine bu ihtara uymayan bir insanın öldürülmesi var. Ancak bu sefer, sonuçlanan davada ödül değil, ceza alan bir polis mevcut. Yani nasıl bir cezanın (ceza verildiğini farz ediyoruz tabii bunu demek için) gerçekten "ceza", nasıl bir cezanın "ödül" görüleceği tabii ki kesin çizgilerle belli değil. Ancak bu tarz davalarda bugüne dek alınan en olumlu sonucun bu olduğunu ve 16 yılın, ortalama bir insan ömrünün yaklaşık çeyreği olduğunu düşünürsek, bence bu sefer biraz daha bir cezadan, bir caydırıcılıktan bahsediyoruzdur. Ha, bence yine bir insanın ömrüne karşılık kesinlikle değil, ama aza tamah etmeyen çoğunu bulamaz malûm (teorik olarak, öldürdüğü gencin yaşadığı ömürden -18 yıl- daha uzun bir ceza -20 yıl, ama iyi halden 16 yıl 8 ay- almıştır bu esnada. kesinlikle ölçünün bununla alakası yok, ama yine de dikkat çekici, önemli bir nokta bence. Bu yönde bir hastalıklı mantık çocuk öldürmeye götürür zira.)... Sonuçta bu karar (ki temyize açık bir karar, hala cezanın son hali olmayabilir), kafasına göre insanları iten, kakan, bayır aşağı yuvarlayan, ölümüne döven ve dahi öldüren polislerin kafasına kafasına dank etmiş midir? Bence hiç olmazsa bir ölçüde etmiştir.
İşin hukuki boyutu
Bu tamamen benim yorumum, ama cezanın, suçun "kasten insan öldürme" yerine "olası kasıtla insan öldürme" olduğu düşünülerek verilmesi bence makûl (ki, davanın savcısına göre kasten öldürme suçunun işlenmiş olması için yeterli gerekçe var, ama savunan tarafa göre de yok tabii). İlla "polise en en en ağır ceza verilsin! Oh canıma değsin!" diye bir derdim yok. Ha, işlenen suçun muhatabı ben olsam aynı şekilde düşünür müydüm, bilmiyorum. Ama şu an bu yaklaşım bana yeterince objektif geliyor. "Kasten insan öldürme"de doğrudan öldürme amacından bahsedilirken, "olası kasıtla insan öldürme"de "ölüm riskine rağmen mevcut riski dikkate almadan davranma" gibi bir durum olduğu varsayılıyor. Ama elbette yine yüce adaletin affına sığınarak, aslı 20 yıl olan bir cezanın, -iyi hâl dedikleri- süt dökmüş kedi tavrından 3 yıl 4 ay indirime gitmesini gerçekten anlayamadığımı belirtmek istiyorum. Bir şahsın bana yönelik işlediği suçun cezasının, benden, benim rızamdan bağımsız olarak azalmasını aklım almıyor.
Burada başlayan yol çözüme gider mi?
Bu olayın ve cezanın, bir başlangıç olarak görülmesi isabetli olabilir. Çağdaş Hukukçular Derneği, "hükûmetin derhal halktan kamuoyu önünde özür dilemesi ve başka cinayet işlememeleri için güvenlik güçlerini uyarması gerektiğini" söylemiş. Haklı ama sürreal bir istek olmuş. Polisin silah kullanma yetkilerinin o meşhur "makûl seviye"ye çekilmesi -yani keyfi cinayet/suç işleyip cezasız kalamayacak, hafif cezayla yırtamayacak kadar daraltılması-, hem suça meyilli olan, insan öldürmekte beis görmeyen polislerin kendilerine daha hakim olmalarını, kendilerini, sevenlerini ve başka insanları üzmemelerini, hem de insanların daha güvende olmalarını sağlayacaktır. Polisin silahına daha az davranması demek, dur ihtarına uymayan insanların kaçma olasılığının yükselmesi demek olabilir. Ee? Ayrıca bu tabii ki sırf polisin silah kullanımıyla ilgili bir mesele değil. Polisin genel olarak kendine, silahının yanında eline, diline, koluna, bacağına da hakim olması, üzerine vazife olmayan şeylere burnunu sokmaması gerekir. Bir kez daha söyleyelim, polisin hiçbir cezai yetkisi yoktur. Hatta kimi, cezai ehliyeti dahi yokmuş gibi davranıyor, orası ayrı. Polis insanları cezalandıramaz. Suç işleniyorsa uyarır, gözaltı gerekiyorsa gözaltına alır, gerekli yerlere gerekli bilgileri verir. Bu kadar. Kaçan insanı vurarak temelli durdurmak da polisin vazifesi değildir, parkta oturan insanı tekmeleyerek öldürmek de.
PVSK'nın daha insancıl koşullar için değiştirilmesi, İçişleri Bakanlığı'nın ve emniyet teşkilâtının gerekli -ve yeterli- uyarıyı yapması, eğitimi vermesi sorunun çözümü için mutlaka gereklidir. Yargının elinden gelen, testi kırıldıktan sonra bir şeyler yapmak olabilir ama testinin kırılmamasını sağlamak, yalnız polise değil, yetkisi iradesine fazla gelen her nevi güvenlik gücüne dönük yeterli önlemin alınmasıyla gerçekleşir ancak.
-----
Çok uzattığımın farkındayım, aslında bitirmiştim yazıyı ama son olarak bir şey daha eklemeden geçemeyeceğim. Radikal'de yer alan haberin altındaki yorumlardan biri -noktasına virgülüne dokunmadan- şöyle:
"Bu kararin adaletli olduguna inanmiyorum.Hakimin tarafli,ibretlik,göstermelik veya gözdagi verdigi kesin. Nihayet bir kazadir.Polis memuru o suçu islemeyebilirdi.Kendini kontrol edememis,suç islemis tamam. Ama bu kadar agir cezayi Fransada planli,kurgulu(meditation) cinayetlere veriliyor. Hakim bey O polisin yerinde olsa ne yapardi acaba ?."
Karar adaletli değil? Hakim taraflı? Gözdağı verdiğine ben de katılıyorum! Vermesin de polis, bir nüfus planlama sistemi olarak devam mı etsin katliama? Kendini kontrol edememiş ne demek? Eline o silahı vermeleri demek, kendini ortalama bir insandan daha iyi kontrol etmen gerekiyor demek. Hakim bey sağduyulu düşünüp, öncekilere göre fazlasıyla ağır ve görece yerinde bir ceza verdiğine göre, o polisin yerinde olsa belki de silahını hiç çekmezdi?
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül geçtiğimiz günlerde, daha önce benzeri görülmüş ama bu çaptakisi ilk defa icra edilen bir insan hakları ihlaline imza attı. İlgili eylem aynı zamanda 1982 Anayasası'na göre de bir vatandaşlık hakkı ihlali.
"Madde 9Hiç kimse keyfi olarak tutuklanamaz, alıkonulamaz veya sürülemez. Madde 131. Herkes, herhangi bir devletin arazisi dahilinde serbestçe dolaşmak ve ikamet etmek hakkına sahiptir."
1982 Anayasası'nın "Yerleşme ve seyahat hürriyeti" başlıklı 23. maddesi ise şöyle;
"MADDE 23.– Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir.Yerleşme hürriyeti, suç işlenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak;Seyahat hürriyeti, suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek;Amaçlarıyla kanunla sınırlanabilir."
Şimdi haberimizin videosuna bir bakalım (Aşağıdaki YouTube videosunu buradan izleyemeyenler bu adresi kopyalayıp bi' yerlerden deneyebilir.);
Demek ki neymiş, ilgili maddelerde şöyle değişiklikler gerekmekteymiş;
İHEB 9. madde - "Hiç kimse keyfi olarak tutuklanamaz, alıkonulamaz veya sürülemez ancak bir devlet büyüğünün bir başka devlet büyüğünün oğlunun nikahına yetişmesi gereken hallerde, insanların yollarından alıkonulmasına ve geçici süre benzin istasyonlarına hapsedilmesine hükmedilebilir."
İHEB 13. madde - "Herkes, herhangi bir devletin arazisi dahilinde serbestçe dolaşmak ve ikamet etmek hakkına sahiptir, cumhurbaşkanları daha da bir sahiptir."
1982 Anayasası 23. madde - "Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir. Herkes dediysek, lafın gelişi. Ayrıca bu hakka her zaman sahiptir demedik?"
Abdullah Gül (S.A.V) uçuşa hazırlanırken
Bir de 1982 Anayasası'nın kanun önünde eşitliği düzenleyen 10. maddesine bakalım;
"MADDE 10.– Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
(Ek: 7.5.2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.(Değişik: 9.2.2008 - 5735/1 md.) Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.(*)(*) 9/2/2008 tarih ve 5735 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle, bu fıkranın “bütün işlemlerinde” ibaresinden sonra gelmek üzere “ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında” ibaresi eklenmiştir. Ancak daha sonra aynı ibare, Anayasa Mahkemesinin 5/6/2008 tarih ve E.2008/16, K.2008/116 sayılı Kararı ile iptaledilmiştir."
Bu konuda aslında denebilecek başka bir şey yok, yani kanun önünde eşitlik hiçe sayılıyor, devletin tanıdığı insan hakları ve devletin sözde sağladığı vatandaşlık hakları hiçe sayılıyor, sonra oradan bi' düdük çıkıp "Hayırdır, hesap mı soruyorsun?" diyor, üstüne de "Lütfen banketi boşaltın, banketi de kullanıyorlar!" diye kovalıyor. Hesap da sorarım, banketi de kullanırım ulan! Delirtmeyin insanı! Ner'de kaldı benimle onların "her türlü kamu hizmetlerinden yararlanmasında"ki eşitliğim? Ama haklısınız tabii, 5 Haziran 2008'in öncesinde kaldı. Saltanatınızı pekiştirmek için kelime oyunları yapmakta üstünüze yok malum.. Komünal İşkembe, bu maddeyi de sizler için değiştirdi;
"MADDE 10.– Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir ancak Cumhurbaşkanı bir nevi Tanrı yavrusudur, dokunulmazlığı öylesine güçlü bir dokunulmazlıktır. Cumhurbaşkanı olmak trafikte +%400'ün üzerinde esneklik sağlar, cumhurbaşkanının ödemesi gereken cezalar topluca halka havale edilir. Cumhurbaşkanı'na uzanan eller kırılır, diller kopar parmaklar kırılıp gereği yapılır."
Hz. Abdullah Gül ve kutsal halesi
Bu maddenin trafikle ilgili kısmını neden bu şekilde düzenlediğimizi (daha doğrusu neden trafikle ilgili bir kısım eklediğimizi) merak edenler olabilir, "Ankara'da Trafik Polisleri Radar Avı Başlattı: Her Ay 4500 Ceza Yazıyorlar" başlıklı haberi okuyanlar birden aydınlanacaktır. Özetleyeyim; paraya sıkışan ve cumhurbaşkanından alması gereken cezaları en başından hiç kesmeyen iç işleri ve maliye bakanlığı, Ankara'da çift yönlü en az 3'er şeritli olan Eskişehir Yolu, Samsun Yolu, Konya Yolu ve İstanbul Yolu'na ortaklaşa para biriktirip "50 km azami hız sınırı" tabelaları yerleştirmiş. Bu tabelaların bulunduğu, şehrin bütün çevre nüfusunun merkeze aktığı bu 4 yola aynı zamanda birer de radar oturtmuş. Ki, yeni sisteme göre ileride çevirme falan yok öyle, alet %10 toleransla 55 km'yi aşanı gördü mü plakaya yazıyor cezayı. Böylece trafik polisleri ve dolayısıyla rüşvetleri de aradan çıkarılmış ve para doğrudan kasaya akıyor. 50 km hız sınırını %10 ve %30 arasında aşanlara (yani 55-65 km hızla ilerleyenlere) 128 TL, %30'un üzerinde aşanlara (65 km'den hızlı ilerleyenlere yani) 265 TL ceza kesiliyor.
Bir kere daha bravo ya! Hakkınızın da hukukunuzun da, adaletinizin de kalkınmanızın da... İnsanı hiçe sayan bütün "devlet büyüklerine" ithafen, Cihan Demirci'nin bir şiirini okuyup üflüyorum uzaktan!
Bir kız çocuğuna cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla yargılanan H.Ü.'ye duruşma çıkışında yumurta attığı ve şemsiyeyle saldırdıkları gerekçesiyle Pınar ve Nergiz isimli iki kadın hakkında 7 yıl 8'er ay hapis istemiyle dava açılmış. Çocuğa yönelik cinsel istismarın, çocuğun beden ve ruh sağlığını, istismarcının da keyfini bozmadığını öğrenmiştik, bakalım yumurta atmanın ve şemsiyeyle saldırmanın, saldıranların fiziksel, ruhsal ve sosyal sağlığı üzerindeki etkisi ne oluyor?
4 Haziran 2009 tarihli bianet.org haberine göre ise, adli tıp kurumu küçük kızı 3. sefer muayene ettikten sonra "ruh sağlığının bozulduğu" kararına varmış. Artık hepten kendini şaşırmış bu kurum ve kurumun verdiği rapor her şekilde tartışmaya açıktır ancak bu tarz bir travmanın ardından süregelen envai çeşit baskıyla birlikte 3 sefer benzer muayeneyi yaşamanın da ruh sağlığını bozucu etki yapması hiç de küçük bir olasılık değildir. Ceteris paribus, görünen tek değişkenler geçen zaman ve bu zaman içindeki 2 muayene deneyimi olduğuna göre. Yoksa adli tıp kurumu ilk 2 raporda yanılmış, ne bileyim, baskıya boyun eğmiş olamaz, haşa! Bu olanların, olabileceklerin hangi biri diğerinden daha kötüdür, pek kestiremiyorum. N'olur n'olmaz altını çizeyim; kesinlikle ve kesinlikle demiyorum ki "ilk rapor esnasında hasar yoktur, kızcağızı bu süreç mahvetti.", demek istediğim, böyle bir olayın ardından (olayın varlığı kesin tespit edildiyse) hasar olmaması mümkün değildir, ancak gerçekleşen hasarın da bu süreç içinde büyümesi yine büyük bir olasılıktır.
Çıkan bu yeni raporla birlikte, H.Ü.'nün 10 yıldan az olmamak üzere ceza almasının da önü açılıyormuş. Demek ki neymiş, adalet sistemi bize diyor ki "ben çocuk istismarına çocuk istismarı demem, istismar hasar vermedikçe".
Adli tıp kurumu ve mevcut hukuk sistemine güvenimiz böylece bir kez daha pekişmiş oldu.
Birine hakaret edip, yumurta ve şemsiye gibi oldukça ağır silahlarla (haber sizi yanıltmasın, T-Rex yumurtası fosili ve tam otomatik çelik şemsiye kullanılmış) saldırmak, yaklaşık 8 yıl hapis yatma riskini doğrudan beraberinde getirirken, bir çocuğa yönelik cinsel istismarın en az 10 yıl hapis cezasına bile değil, o cezanın verilmesi "olasılığına"neden olması (Malum, istismarda hasar yoksa ceza da yok. Yaralamada teşebbüs ve niyet önemli, istismarda tek mesele hasar) , hukuk sisteminin katillere veya devletten yana olan bütün zanlılara/suçlulara olduğu gibi bu sefer de tacizcilere bir lütfu. H.Ü., küçük kızın hasar görmemiş olma ihtimalini sevmiş olsa gerek. Ya da en kötü ihtimalle tutukluyken veya mahkemedeki iyi hali nedeniyle ceza alsa bile indirime gidilir. Bu serinin Komünal İşkembe'de ele alınmış bir önceki filmi için şöyle, ilk filmi için de böyle buyrun..
Bu arada bu üçlemeden şöyle bir sonuç çıkıyor; polis üniforması giyip, cinsel istismarda bulunduğunuz ancak hasar vermediğiniz kişi kaçarken arkadan ateş edip öldürürseniz hukuk sisteminin mavi ekran vermesinden yararlanarak 3-5 yılla yırtabilirsiniz. Hatta adalet yüzünüze güler ve size "üçün beşin hesabını yapmayalım, bi' daha olmasın.." der belki de sadece.
Adaletin bu mu TCK?
Hrant Dink cinayetiyle ilgili akıllara zarar bir haber; paylaşmak istedim. Yazı yazmak adam öldürmekten daha büyük bir suçmuş, bunu gördük; bir kez daha...
2007'de bu zamanlar kavuştuğu yeni yüzü ve bu yeni yüzündeki acımasız ifadesiyle 2. yaşını doldurmak üzere olan PVSK (Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu) halktan alıp devlete vermeye devam ediyor.. Radikal'in haberine göre, Kasım 2007'de öldürülen Baran Tursun'un davasının sonucunda ölüme sebep olan polis 2 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırılırken, aynı dava kapsamında delilleri gizlemek ve evrakta sahtecilikten yargılanan 10 polis beraat etmiş. Halktan bir kişinin canını alıp, canı alana ödül vermiş. Harika!
Ya ne olacaktı? Elbette polis her gün çatır çatır, keyfi olarak, farklı yöntemlerle (tekmeyle, ateş ederek, yumrukla, copla) birilerini dövecek, öldürecek ki biz güvende olalım.. Mazallah Baran Tursun kaçabilseydi, kim bilir kaç cana kıyacaktı.. Esmeray polisin aklına öyle estiği için her gün geçtiği ve fakat o gün geçişin yasak olduğu yerden evine geçmek için yürüyebilseydi o yoldan, kim bilir nice yiğitlerin cinsel kimliği şaşacaktı.. Veya Feyzullah Ete o kalbine yediği tekmeyle ölmese, kim bilir ne kadar genci alkole teşvik edecekti? Festus Okey de zenci ya, kesin uyuşturucu satıyor zaten.. Şu an halen yaşamakta olan uyuşturucu müptelası olmayan ve alkolden uzak durabilen bir heteroseksül isem (ki hamdolsun öyleyim!) bunu tamamen Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne ve devletin polis teşkilatına borçluyum..
Bu esnada, devlet o kadar bütüncül bir koruma sağlıyor ki, o kadar olur! Ailenin bir ferdini öldürene, diğer fertlerin çekeceği çile bedava! 301 gibi harika bir madde var malum ve tiyatro sanatının gereği, bir sahnede bir madde görünüyorsa, o madde mutlaka kullanılır! Baba Mehmet Tursun'a "yargı görevi yapanı etkileme", "yargı organlarını ve emniyet teşkilatını alenen aşağılama" ve üç emniyet görevlisine dönük "ölümle tehdit" suçlarına ilişkin dava açılması istenmişti. Aynı şekilde, Baran Tursun'un kız kardeşi Şelale ve annesi Berin Tursun için de bir polise yönelik "hakaret ve ölümle tehdit", "yargı organlarını ve emniyet teşkilatını alenen aşağılama" ve "yargı görevi yapanı etkileme" suçundan cezalandırılmaları istenmişti Karşıyaka Cumhuriyet Başsavcılığı'nca. Saygılı olsun, efendi olsun lan onlar da! Ne öyle devletin polisinin davasına bakan devletin hakimine "Sen hakimsin polislerin çelişkili ifadelerini düzeltme. Böyle hakimlik mi olur? Katilin ifadesini unutmuşsunuz, siz ne biçim mahkemesiniz?" falan demek?
Hukuk sistemimizin nefasetini gözler önüne koyan bir alıntı yapalım hemen Radikal'in haberinden;
"Yargılama sonunda mahkeme heyeti, sanıklardan Oral Emre Atar’ın öldürme eylemini silah kullanmaya ilişkin kanun hükmünü yerine getirmede kasıt olmaksızın sınır aşarak işlediği kanaatine vardı. Sanığa TCK’nın 85/1 maddesi gereğince taksirin yoğunluğuna, kullandığı silahın tehlikeliliğine göre önce 3 yıl hapis ceza verildi. Sanığın eylemini kasıt olmaksızın, sınırı aşarak işlediğine karar veren mahkeme heyeti, bu cezada 1/6 oranında indirime gitti ve cezayı 2 yıl 6 aya indirdi. Heyet, sanığın duruşmalardaki saygılı davranışı nedeniyle bu cezada da indirim uyguladı ve sanığa 2 yıl 1 ay hapis cezası verdi. Delilleri gizledikleri iddiasıyla yargılanan polis memuru sanıklar Veysel Aydın, Salih Tokucu, Aytekin Altınışık, Tayfun Kazıcı, Bahadır Aksoy, Hasan Taşan, Murat Masat, Kenan Duman, Hacı İsa Onur ve Aycan Bastur beraat etti."
Şimdi, bir tek sorum var (100 puan);
Bir insanı, beylik tabancayla ateş etmek suretiyle öldüren bir polisin, mahkemede süt dökmüş kedi gibi durması, aldığı cezada takriben %15'lik bir indirim yapılması hak mıdır, hukuk mudur, adalet midir? Suça teşvik desem suç işlemiş olurum sanırsam? Onun için demiyorum..
Yeni PVSK sonrası kan davası sürmekte olan ailelerde/aşiretlerde/topluluklarda polisliği meslek edinmeye yönelik eğilimde bir değişiklik olup olmadığını inceleyen bir araştırma yoksa, hemen olsun! Daha açık ifade edip eşeklerin aklına karpuz kabuğu düşürmek istemiyorum şu an ama..
Konuya ilişkin birkaç link;
http://www.barantursun.com/
- 25 Eylül 2007 - Polis Şiddeti Kamerada
- 25 Aralık 2007 - PVSK Değişikliğinden Sonra Polis Şiddeti Bilançosu
- 27 Kasım 2007 - Polisin 'Dur İhtarı' Bilançosu: İki Yılda Sekiz Ölüm, İkisi Çocuk
- 27 Kasım 2007 - "Vazife ve Salahiyet"le Gelen Polis Şiddeti
Bu da insan haklarına son katkımız. Çoğunluğa karşı nefret suçu işleme hakkı, resmi söyleme uyarak insan haklarını ihlal etme hakkı, aktif role bürününce eşcinsel ilişkiye girsen dahi eşcinsel olmama hakkı, eril dile sahip olup herşeyden yırtma hakkı (bunun diğer adı karıdır yapar diyebilme hakkıdır) gibi nadide hakların üzerine bunu da eklemişiz.
Hoşgeldiniz. Blogu şehri gezen bir sırt çantalı turist edasıyla dolaşabilirsiniz tabii, ama biz elinize bir harita verelim gene de.
1. Alttaki renkli "Komünal Manifesto" tuşuna basarak nasıl ve neden kurulduğumuzu mizahi bir üslupla elen alan yazımıza ulaşabilirsiniz.
2. Yandaki menüden istediğiniz konudaki yazılara hızlı geçiş yapabilirsiniz. Konu hakkında ayrıntılı bilgi için imleci o konu başlığı üzerinde tutunuz.
3. Daha aşağıda yazar listemizde, yazarın ismi üzerine tıkladığınız zaman sadece o yazarın yazılarına da ulaşabilirsiniz.
4. Daha ayrıntılı başlıklara ulaşmak için (din, demokrasi, ordu vs. gibi) gene bu kolonun aşağısında bulunan "etiket bulutu"na bakınız, ya da arama kutusuna aradığınız anahtar kelimeyi (Shakespeare'dan HSYK'ya geniş bir çerçevemiz mevcut) yazınız.
"Bağırma bana! Şu üslubuna dikkat et! Vatandaşla konuşmuyorsun!"
Savcının, polis memuru Behzat Ç. ile diyaloğu esnasındaki isyanı. Bir de yorum mu yapalım üstüne?
-----
7 Ağustos '10 - 23:39
"Yani bence bir sakıncası yok ama bir Türk'e Arap kıyafeti giydirilmiş gibi oluyor."
Büyük ego Erol Büyükburç'un, arabesk söyleyen Türk şarkıcılara ilişkin yorumu. Ağzını eğe büke Elvis Presley taklitleri yapan, Amerikan müziği söyleyen adam sen değil miydin be adam? Sen kovboy çizmesi giyerken iyiydi? N'oldu?
"+ Kadın mısın? - Ee... Hayır, kızım. (...) + Hayır, yani kadın mısın erkek misin diye cinsiyetini sormuştum ama..."
Canlı yayına telefonla bağlanan Özgür isimli izleyici ve Okan Bayülgen arasındaki diyalog. Oysaki Okan Bayülgen "bağyan mısın?" dese böyle mi olurdu?
-----
3 Ocak '09 - Akşam
"Nasıl da narin tutuyor ipi, tıpkı yeni gelin gibi!"
Cinsel göndermelerin b.kunu çıkaran Wipeout 2'deki boru sesli anlatıcı adam.
-----
18 Kasım '09 - 11:27
"Kalça günü iyi oldu ama kalçamın üstüne oturamıyorum, sizi ayakta izliyorum şimdi."
Göbeğin ve göbeklinin düşmanı, "şişman kadın çirkindir" veciz sözünün sahibi Ebru Şallı'nın TV8'deki programı Ebruli'ye gönderilen bir izleyici mesajı.
Napıyo' lan o sapık size de böyle oluyorsunuz? O ucube kadını izleyen, para kazanması için yardım ve yataklık edenler beter olsun beter!
-----
24 Ekim '09 - 01:16
- Gemideki tek bayan sen miydin? + Evet. - (Gülmeye başlayarak) 89 gün boyunca gemideki tek bayan sendin? + Evet - Ekikikikikiki kikir kikir... Korkmadın mı? Ekikikiki...
Beyaz, rehin alınan Horizon 1 gemisinin kaptanı hanımla diyaloğu. Sözde bayan diyerek kibar olmaya çalışan Beyaz, aptal cinsel imalarının çok komik olduğunu düşünürken.
Bu şekilde olsan olsan ceviz görünümlü muhafazakâr bir meşe olursun. Balta seni!
-----
18 Ekim '09 - Öğlen
- Okula gitmeyen adam olabilir mi? + Hayır. - Peki sen büyüyüp adam olunca, yani çok para kazanınca ne yapacaksın?
Bir kız çocuğuna "adam" olmak ile ilgili bir soru soran Bergüzar Korel'in daha sonra adam olmayı "çok para kazanmak" olarak tanımlamak suretiyle tüy diktiği "Çocuktan Al Haberi" programından bir enstantane.
-----
7 Ekim '09 - 21:51
BU: Behzat Uygur H: Hamiyet
"BU: 3 basamaklı en büyük çift sayı kaçtır?
H - On bin?
BU: Tamamı bir kıtayı kaplayan ülke hangisidir?
H - Afrika?
BU: Akdeniz'deki en büyük ada hangisidir?
H - Kıbrıs?
BU: Biber salçası, kızarmış ekmek, dövülmüş cevizle yapılan meze nedir?
H - Acuka?
Bak Şu Duvara isimli Japonya kökenli yarışmanın mikro ölçekteki "bilgi yarışması" bölümünde Hamiyet isimli şahsın enfes performansı. Behzat Uygur'un sorduğu bütün sorulara yanlış sorularla karşılık verdiği için büyük ödülü kazandı gönlümüzde.
----------
29 Eylül '09 - 00:40
"Yılda 700 seksi ben bile yapamam! Hele ki evdeki teyzemle, hiç yapamam..."
84 yaşındaki Prof. Dr. Mustafa Öz, oğlu Mehmet Öz'ün "yılda 700 seks" önerisine çüküyle itiraz ederken.Zira bu söz, bir beyinden çıkıyor olamaz.
----------
9 Eylül '09 - 00:20
"Evin içinde herkes kendi işini yapacak. Kadın kendi işine bakacak, erkek kendi işine..."
'Kişisel gelişim'ci İnci Yeşilyurt hanımefendi geleneksel rollerden ödün verilmemesini, muhtemelen illa birileri gelişecekse erkeklerin gelişmesini salık verirken.
----------
4 Eylül '09 - 19:28
"Çemberi iyice daralttık, biraz sabır tavsiye ediyorum." Muammer Güler, Münevver Karabulut'un ailesine sabah akşam günde 2 sefer yemekten sonra sabır tavsiye ederken.
-----------
19 Ağustos '09 - 13:32
"Her kıvrımımı yemin ederim avuçluyorlar. Yaşlı teyzeler.. E sahnede de erkekler tarafından tacize uğruyorum tabii."
Ece Erken'in programındaki konuk kadın, hem kendi cinsinden, hem karşı cinsten tacizi ne derece içselleştirdiğini, kabullendiğini ifade ederken.
IEA World Congress 2021
-
A few words on the International Economics’ Association online World
Congress, July 2-6, on the theme “Equity, Sustainability and Prosperity in
a Fractured...
The Years Of Writing Dangerously
-
Thirteen years ago, as I was starting to experiment with this blogging
thing, I wrote the following: [T]he speed with which an idea in your head
reaches th...
Herşey Okey için
-
82/1 tertip olarak Manisa Kırkağaç Jandarma Komando Er Eğitim Alayından
usta birliğim olan Kars Kağızman'a gittim. Paslı Karakoluna düştüm.
Karakolda 2 uzm...
Yapma Arshavin, yapma!
-
MANU'da 7 numara demisken, o forma mesela Arshavin'e cok yakisirdi.
Yetenekli, karakter sahibi, akilli (biyografi kitabinda bayanlara ehliyet
verilmemesin...
Gundemden 6. Bolum - 30 Temmuz '08
-
Bu bolumde AKP ve Ergenekon davalari, Gungoren'de meydana gelen saldiri,
Vakit gazetesi (rutin oldu artik), Melih Gokcek'in icraatleri ile cesitli
cesaret ...