2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com
cinsiyetçilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
cinsiyetçilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Kasım 2009 Pazar

Yozdil, Özgür Kız ve pop kültür feminizmi

Yozdil'in son yazısı blogda epey tartışma yarattı, madem öyle bu vesileyle cinsiyetçilikten ve feminizmden konuşalım biraz. Cinsiyetçiliğin kadınlar arasında en az erkekler arasındaki kadar yaygın olduğunu gösteren okuyucu yorumları da aldık hazır (malumun ilanı kabilinden), artık çuvaldızı kendimize batırmak farz oldu. Yıllardır feminizm deyince Duygu Asena'dan başka yazar sayabilen olmaması bir yana, "bırak yaaa, hep çirkin kompleksli karılar feminist oluyor zaten" yahut "hani eşitlik vardı, feminizm kadının üstünlüğünü savunuyor ama" gibi (muazzam derinlikte) argümanlar hariç fikir üretene de pek rastlamıyoruz. Bu konuda cidden kafa yoran, okuyup yazan bir avuç kadını tenzih ederek ve affınıza sığınarak kurtlarımı dökeyim o zaman... Feminizmin bugün Türk popüler kültüründe indirgendiği ve algılandığı noktayı en iyi temsil eden kişilerden birinin Nil Karaibrahimgil olduğunu düşünüyorum. Zira kızımız (şahane) şarkı sözlerinde belirttiği üzere "çocuk da kariyer de" yapmayı temel hedefi olarak görürken, bir yandan da "istemiyor pilav yapmak". "Tek taşını da kendi alıyor" ayrıca. Bu tarz şarkı sözleri furyasına Pamela Spence, Özlem Tekin gibi isimleri de eklemek isterim aslında, ama Nil bir kraliçe, bir idol. Her eseri modern, kariyerli genç kadınların ve ablalarına/annelerine özenen genç kızların dilinde. Eee, peki Yozdil bunun neresinde? Şurasında; bence Yozdil ile "Özgür Kız" Nil Karaibrahimgil bu feminizm işinde (çürük) bir elmanın iki yarısı gibiler. Birinin kadını savunurken diğerinin aşağıladığını söylerseniz eğer, ben de size buyrun durumun sınıfsal bir analiz denemesi derim: En başta, Nil'in hararetle pilav yapmama gerekliğini savunduğu, Yozdil'in ise yana yakıla salça yapamamasını eleştirdiği kadın, orta yahut orta-üst sınıf mensubudur. Yani, popüler tabirle “beyaz Türk”tür. Yoksa zaten "çocuk da yaparım kariyer de" lafı Türk kadınının önemli bir kısmı için özgürlükçü bir slogandan ziyade hayatın normal akışına denk geliyor. "Eve ekmek getirme" işine katkıda bulunmak zorunda olan kadınların konfeksiyon atölyesindeki emeğine "kariyer" demediğimizden ortalık bulanıyor olabilir. Yoksa onlar da hem (3-5) çocuk hem "kariyer" yapıyor uzun zamandır. Yine aynı kadınların salça yahut tarhana yapmayı bilmemesi mümkün mü? Peki zeytinyağlı enginar? (Enginar pahalı bir sebzedir bu arada sayın Yozdil, her evde pişmez.) Peki çocuğuna her gün mısır gevreği yedirmesi? Hayır diyorsanız, demek ki Yozdil'in hedef kitlesi bunları yapmayı bilmediği varsayılan beyaz Türk kadınları. Neymiş, hem seksizmimiz sınıfsalmış (Yozdil) hem de feminizmimiz (Nilgil). Gelelim çocuk ve pilav yapmama özgürlüğüne... Ne cinsel, ne sınıfsal mücadeleyi "beyaz" Türk kadınları olarak henüz doğru düzgün vermemiş olduğumuzdan, feminizm anlayışımızın pilavdan öteye gidememesi normal. Eğer çocuklarımıza bakan annemiz (karşılıksız emek) ve eve gündeliğe gelen Sabahat Hanım (düşük ücretli emek sömürüsü) olmasa, çok övündüğümüz kariyerimizde (başka kadınların sırtına binmeden) yükselebilecek miyiz acaba? Sanmam, çünkü iş yerinde kreş, doğru düzgün doğum izni, ayrımcılık karşıtı yasalar gibi talepler yerine tek taşımızı kendimiz alma derdindeyiz. Böylece ne Sabahat Hanım özgür oluyor ne de biz. Tabii bazılarımız "daha eşit" olduğundan, günün birinde kadın-erkek eşitliğinin de gerçekleşeceği (pilavı gündelikçi kadının yaptığı) güzel günlerin hayalini kurabiliyoruz. İşte bu noktada “modern” kadın maalesef Yozdil'le muhatap olmayı göze alacak. Hayatının temel amacının yemek yapmak olmadığını kimseye anlatamaz, çünkü kendisi olmasa da toplumun büyük çoğunluğunda kadınlar hala cinsiyet rollerinin onlara dayattığı pilav-çocuk-ev işi üçgenine sıkışmıştır. Toplumun algısı ise çoğunluğun durumu üzerinden şekillenmektedir. (Kendi beyaz yakalı, afili plaza köleliklerini aşağı tabaka mavi yakalılarla bağdaştıramayanların, cinsiyetten kaynaklı sorunlarını da özel zannetmeleri normal tabi.) Eh tabii sonrası, sevgili hemcinsim, kuyruğunu ısırmaya çalışan köpek misali: tekrardan kadına ayrımcılık var diye bas bas bağır, çözüm olarak tek taşını kendin tak, eve gündelikçi kadın al, cinsiyet rollerini perçinle, sonra Yozdiller çıksın yapamadığın tarhanalar hakkında yorum yapsin, sinirlen, pilav ve tarhana yapmamaya yemin et filan.... Offf, ben sıkıldım bak yazarken. Şimdi, burada Yozdil gibilerin arkaik düşünüşünü savunduğum da zannedilmesin. Kadınların işgücüne katılımı arttıkça evde sarfettikleri ücretsiz emek miktarının düşeceği açık. Ama zaten "hem anne hem iş kadıni" olmanın iki kat yükümlülük getirmesi, "hem baba hem iş adamı" olmanın hiçbir ekstra yükü olmamasından kaynaklanıyor. Kısacası, Özgür Kız pilav yapmak istemiyor. Yozdil ise enginarsız kalmak istemiyor. Ama aynı şeyin (eee, kazağın) laciverdi gibiler sanki. Bense huzurlarınızdan çekilirken, şu Türk tipi feminizm işinden fena halde sıkılmış gibiyim. (Gibi gibiyim, gibiyim gibi gibiyim, gibi gibiyim gibiyiiiimm...- Music fades out)

7 Kasım 2009 Cumartesi

Yozdil'e gönderdiğim e-posta

Yozdil'in şu yazısının ardından dönen tartışmalar üzerine kendisine gönderdiğim e-postanın metni aşağıdadır. Bu e-posta shelbyl ve ahmetkizilay'ın facebook'daki yorumlarıyla benimkiler harmanlanarak oluşturulmuştur. İzinsiz kullandığım için kendilerinden özür diliyorum ancak sıcağı sıcağına, yazının üstünden çok vakit geçmeden Yozdil'e ulaştırmak istedim. ------------------------------------------------------------------------------------- Yılmaz Bey, Dünkü (06.11.2009 tarihli) yazınızla kanımca artık iyice dibe vurdunuz. Bir köşe yazarının sokaktan geçen adamdan farklı bir şey söylemesini beklerim ben her zaman. Maalesef bugüne dek kahve ağzıyla yazılan yazılarınızdan başka hiçbir şey göremedim. Dünkü yazınızla da artık bu konuda tavan yaptığınızı düşünüyorum. Yazınız baştan ayağa, buram buram cinsiyetçilik kokuyor. Genetik mühendisi misiniz, veteriner misiniz, ziraatçı mısınız, diyetisyen misiniz, biyolog musunuz, gıda mühendisi misiniz? Neye göre yorum yapıyorsunuz? Laboratuarda deneyleri siz mi yürüttünüz? GDO meselesinde yandaş veya karşıt olmak ayrı mevzu, GDO'nun ne olduğunu bilmeden çıkış sebebiyle ilgili ahkam kesmek apayrı bir konu. GDO'nun çıkış sebebi hazır gıda tüketmemiz değildir. Bu kadar çarpık bir bağlantı kurulamaz. GDO, ucuz maliyet, kısıtlı kaynakların değerlendirilmesi gibi sebeplerden türetilmiş bir projedir. Sizin mantığınızla oldu olacak hepimiz tarım toplumuna geri dönelim, buğday ekip ekmek yiyelim, süper oldu, değil mi? Kapitalizm insanı tüketmeye ‘özendirdiği’ kadar da, insanın tüm zamanını ve enerjisini elinden alarak insanı tüketmeye ‘zorluyor’. Bir kadın/erkek çalışmak zorunda olduğundan dolayı hazır yemek yemek zorunda kalıyorsa bu bireylerin suçu değildir. En azından bu tartışmada değildir. O açıdan yazınızı bir kapitalizm eleştirisi olarak görmem imkansız. Hele hele ezelden beri takındığınız statükocu tavrınızı göz önüne alınca… Yazının GDO ile ilişkili mantığı çökünce geriye bir tek tavsiyesi kalıyor: "Türk kadını! Salça yapmayı unutma! O senin en kıymetli hazinendir!" Bu da saçmalığın daniskası. Evet, belki gerçekten geleneksel olarak bu ülkede mutfak işleriyle daha çok ilgilenen kadınlar. Ancak geleneklerin sadece kadınlara değil, erkeklere de, ya da ne bileyim enişteye, yengeye, halaya, amcaya biçtiği roller de doğru mudur? Ya da şöyle soralım, doğru olmak zorunda mıdır? Hele hele bu biçtiği rolü doğru kabul edip, daha sonra da hakkında bilgi sahibi olmadan, GDO gibi bir konuda Türk mutfak geleneği üzerinden kadınlara pay çıkarmak doğru mudur? Ben Türkiye’nin en çok okunan köşe yazarlarından birinin bunu yapması yerine, geleneklerin kadınlara biçtiği rolü tartışmasını tercih ederim. Bu role taraf olsun veya karşı çıksın demiyorum, en azından tartışsın. Ben de hayatımda bir kerecik ama bir kerecik olsun, “Yılmaz Özdil benim ufkumu açtı, bana bir fikir verdi” diyebileyim. Ama yok, siz kolayı yapıp, ve evet, inatla, sonuna kadar SEKSİST bir tarzla, sıklıkla kadınların üstlendiği bir sorumluluğu baz alarak tamamen alakasız bir konuda yazı yazıyorsunuz. Üstelik de bunu yazı boyunca kadını aşağılayarak yapıyorsunuz. "Zahmet edip", "size zor geliyor" gibi kalıplar kullanarak kadını güçsüz, iradesiz, tembel gösteriyorsunuz. Son olarak, yazıyı defalarca okuyup bazı yerlerin sadece kadınları değil, her iki cinsi de hedef alarak yazıldığını düşünmeye çalıştım fakat mümkün değil. Bir yerde sonradan düşünülmüş gibi duran "kocanız da size akıl verecek" diyor ve erkeklere laf ediyorsunuz. Ama bu cümle de yazı boyunca hakim olan seksizmi ve nefreti azaltmıyor, ki bence körüklüyor bile. Hem erkek, hem kadına seslenseniz, Türk insanini topyekûn eleştirseniz anlarım bir noktaya kadar. Ama seslendiğiniz kitle sadece Türk kadını. Böyle bir şey olabilir mi yahu? Öfkeliyim, tepkiliyim, ataerkilliğin buram buram damarlarımıza işlemiş olması beni rahatsız ediyor. Adamın teki koskoca bir köşe yazısı boyunca kadınlara seslenip “vatana millete yararlı kız evlat yetiştirin” salık veriyorsa, erkeklere de aktara gidip baharat almayı öğütlüyorsa, kusura bakmayın ama bu cinsiyetçiliktir. Hatta ecnebilerin deyimiyle “textbook sexism”dir. Maalesef dünkü yazınızla birlikte bir gün mantıklı bir yazı yazacağınız umudumu da yitirdim. “Bana Türkiye’nin en çok okunan yazarı olmak yetiyor” diyorsanız aynı sığlıkta yazılar yazmaya devam edin lütfen. Zira en kolayı ortalamadan şaşmayıp tribünlere oynamaktır. Ama en azından bunu yaparken bünyelerimize hastalıklı düşünceler enjekte etmeye çalışmayın. Saygılarımla, Ad Soyad

28 Haziran 2009 Pazar

Nimet Çubukçu'nun Cinsiyetçiliğe Cevabı

Çeşitli gazeteler ve internet kaynaklarıyla birlikte Komünal İşkembe'de 21 Haziran günü yer alan yazıda da belirtildiği üzere, ÖSYM'nin düzenlediği sınavlar buram buram ayrımcılık/cinsiyetçilik kokmaktaydı. Komünal İşkembe'yi okuyan Nimet Hanım konuyla ilgili bir açıklama yapmış, "cıss!" demiş; “06-07 Haziran 2009 tarihinde yapılan Açıköğretim Fakültesi Jandarma ve Polis Önlisans Meslek Eğitimi programı final soruları arasında öğrencilere ‘aşağıdakilerden hangisinin kadına özgü bir davranış’ olduğuna yönelik bir soru yöneltildiği görülmüştür. Şıklar arasında ise, ‘çok bilmişlilik’, ‘baskıcılık’, ‘konuşkanlık’, ‘mantıksal düşünme’ ve ‘kendine güvenme’ seçenekleri yer almaktadır. Basında da geniş biçimde yer alan söz konusu soru, toplumsal yapı içindeki cinsiyetçi değer ve yargıları pekiştirmekte, kadın aleyhinde cinsiyet ayrımı yapmaktadır. Cevap anahtarına bakıldığında ise, kadına özgü davranış olarak ne ‘kendine güvenme’, ne de ‘mantıksal düşünme’ uygun bulunmuştur. Kadına yakıştırılan davranışın ‘konuşkanlık’ olduğu doğru olarak kabul edilen seçenekten anlaşılmaktadır. Bu tür cinsiyet ayrımı yapan sorular, hem sınavın ciddiyetine zarar vermekte, hem de sınavı yapan mercilein itibarını zedelemekedir. Yanlış anlamalara neden olacak bu tür soruların, sorular arasında yer almaması hususunda gerekli hassasiyetinin gösterilmesini rica ederim.” Haberin tamamı için; Nimet hanımdan 'şık' yanıt: f-) Bu soru cinsiyetçi - Radikal 26/06/2009

21 Haziran 2009 Pazar

Önceki Üçünü Görüyor ve Bir Artırıyorum!

1 - Ahiret Soruları - AhmetKızılay 2 - Bir Sınav Sorusu Daha - Shelbyl 3 - Yine Bir Sınav Sorusu - AhmetKızılay Sevgili Komünal İşkembe okuyucuları, Gün geçmiyor ki devletin herhangi bir resmi kurumu tarafından uygulanan bir sınavdan buram buram ayrımcılık, ırkçılık, irtica kokuları yayılmasın. Bugün de kısaca Açıköğretim Fakültesi (AÖF) Jandarma ve Polis Önlisans Meslek Eğitimi'nin final sorularından ikisine değineceğiz. Ne yazık ki elimizdeki haber kaynağı kısıtlı, orada yalnızca iki soru hakkında bir haber var, bu demek değil ki diğer sorular insan gibi. Önce haberi merak edenler şuraya bir baksın. Bakmaya üşenenler için özet olarak belirtelim. Mevzubahis sınavda, "Aşağıdakilerden hangisi kadına özgü bir davranış olarak kabul edilir?" diye bir soru sorulmuş ve aşağıdaki şıklar ekleştirilmiş; a) Çokbilmişlik b) Baskıcılık c) Konuşkanlık d) Mantıksal düşünme e) Kendine güvenme Doğru şık için de ulemaya sormuşar ve c) şıkkını önermişler sanırsam. Zira bilimselliğin parçası olsa bu soruda, bu sınavda, bu derece cinsiyetçi bir soru yer almazdı. Kişilerarası ilişkilerde "kendini açma" (self-disclosure) olarak anılan kavram üzerine henüz bir ödev hazırladım. Kavram kabaca kişinin kendisiyle ilgili yaşantılarından, özelliklerinden, sıkıntılarından, yani kendinden bahsetmesi, kendini gizlememesi anlamına geliyor. Onlarca makale ve tezin içinde istisnalar hariç oldukça net görülen bir şey var; kadın ve erkek arasında kendini açma davranışı arasından bir fark genel olarak var. Ama çok düşük, ama orta seviyede, böyle bir fark çalışmaların pek çoğunda mevcut. Ancak bunun tek belirleyicisi de biyolojik cinsiyet açısından kadın olmak veya toplumsal cinsiyet açısından kadınsı ya da androjen (hem erkeksi hem kadınsı özellikleri gösteren) olmak değil. Onlarca belirleyicisi var. Kültüre göre değişebiliyor, yaşa göre değişebiliyor, ailenin geçmişine göre değişebiliyor, iletişim ortamına (yüz yüze - bilgisayar ortamı) vs. göre değişebiliyor. Bunun içinden de tutup kadınlar "vır vır vır ötüyor" diye alıntılamak, cinsiyetçiliktir başka da bir şey değil... Yaptığım ödevin sonuç kısmına niyetime göre birçok şey yazabilirim. Temel iki bakış açısını alırsak bunu şu şekillerde ifade edebiliriz; - cinsiyetçi bakış: "kadınların genel olarak kendilerini erkeklerden daha fazla açtıkları, bunun da kadınların genel olarak daha fazla konuşma ihtiyacı duymalarından ve daha çok konuşuyor olmalarından kaynaklandığı görüldü." - bilimsel bakış: "çalışmaların çoğunda, pek çok başka değişkenle birlikte, kendini açma davranışının cinsiyet değişkeniyle de kısmen açıklanabildiği görüldü." Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK ve devletin diğer eğitim kurumları ne hikmetse hep ilk bakışı tercih ediyor. Her ne kadar Çubukçu ders kitaplarındaki cinsiyetçiliğin en kısa zamanda ortadan kaldırılacağını iddia etse de, bu kafayla biraz zor.. Bu esnada diğer şıklar neden yanlıştır; a) Çokbilmişlik - En başta kadın dediğin eğitimsizdir, çok bilmez zaten. Dolayısıyla çokbilmişlik kadına atfedilen bir özellik olamaz. O yüzden kelimenin anlamı olumsuz olsa bile kadına atfedilmemelidir. b) Baskıcılık - Kadın dediğin zayıftır zaten, baskı maskı ne haddine! d) Mantıksal düşünme - Kadın? Mantık? İkisi aynı cümle içinde kullanılamaz bile. Mantısal düşünür kadın anca, büker büker oturur. e) Kendine güvenme - Ya bırakallasen! Neyine güvenecek ki kadın? Hem eğitimsiz, hem yoksul, hem mantıksız, hem güçsüz. Bu koşullarda kendine güvenen kadın üstüne bir de akılsız demektir. Şaşkındır. Sorunun tek sakat yanı, doğru şıkkın c şıkkı olması değil özetle. Yani 'c' şıkkının doğru olduğunu kabul eden herkesin, diğer 4 şıkkın da yanlış olduğunu kabul etmesi anlamına gelir, ki bu 4 şıkkın 2 tanesi oldukça olumlu özelliklerdir. Nimet Çubukçu'ya mantıksal düşünemediğin ve kendine güveni olmadığını söylesek hakaret olur, suç olur ama sanırsam? Diğer soruda da şöyle bir şey var; "Evli erkeğe boynuzlu denmesi durumunda eşine karşı ne tür bir suç işlenmiş olur?" a) Gıyapta hakaret b) Sövme c) Huzurda hakaret d) Geçitli hakaret e) Dolayısıyla hakaret Ulan burada alenen kadına hakaret var burada! Eylemi gerçekleştirdiği iddia edilen kadın mı, evet? Ama tabii ki o kadın, o adamın malı ve namusu olduğu için adama "huzurda hakaret" vardır, kadına da olsa olsa "dolaylı hakaret" olur. Kadın doğrudan hakareti bile hak edemez zira. Bence de bu soru gıyapta hakarettir, ama hukukun işleyişini malum biz Komünal İşkembecilerin kafası almıyor, hele benim hiç almıyor. Dolayısıyla da bunu hiç anlayamıyorum.. İnsan haklarına saygılı bir devletin eğitim sisteminde sınav sorularında aşağıdakilerden hangisi dayatılmamalı, dayatılmamasının ötesinde adı bile geçmemeli: a) Irkçılık b) Din ayrımcılığı c) Cinsiyet ayrımcılığı d) Akıl-mantık yoksunluğu e) Hepsi Cevap için sayfanın arkasını çeviriniz.